KADINA YÖNELİK ŞİDDET AÇISINDAN TÜRK SİNEMASINA KISA BİR BAKIŞ
Çenesine yumruk attı, kafa vurdu, burun kırdı, soluğunu kesercesine boğazını sıktı, ayağını ileri doğru fırlatıp karnına yapıştırdı, zangır zangır titretip üzerine sövüp saydı… Ben bunları yazarken ya da siz bu saydıklarımı okurken zihnimizin masa üstünde hemen o portre belirdi. Ağzından kanlar süzülen, çenesi morarmış, kaşı patlamış: o kadın. Bir kişinin başına gelen olay ya da durumları bir başkasına atfetmesi amiyane tabirle hıncını gücünün yettiğinden çıkarması demek oluyor. Davranış bilimlerindeki şu meşhur örnek aklımıza geliyor hemen: Bir adamın iş yerinde patronundan azar işitip eve geldiğinde sudan sebeplerle karısını dövmesi. İngilizce ‘projection’ olan kelime dilimize ‘yansıtma’ olarak geçmiş olup Türkiye’de beyaz perdeye nasıl yansımış ona bakalım.
Koca bir zehirli sarmaşık nasıl ki tüm duvara kol atıp her yeri sararsa epigenetik aktarımlarımızdan birisi olan şiddetin sinemada da can bulduğunu görüyoruz. Geçmişten günümüze hafızamızın kara tahtasından hiç gitmeyip kök salıyor ve toplumun kolektif bilinçaltını yansıtıyor.
Altmışlı yılların sonlarına doğru toplumsal gerçekçilik akımıyla birlikte o yıllara damgasını vuran feminist hareketlenmeler sinemaya yansımıştır. Yetmişli yıllar sinemasında ise kadın mazlumdur, her çileyi çeker, tüm dertlere göğüs gerer. Üç tarafını çevreleyen ağası, kalantor kayınpederi ve vicdansız kaynanası adeta tıslayan yılanlar gibidir. Erkek ise yiğittir, sözünün eridir, güçlüdür.
Seksenli yıllarda sinemada iki tip kadın imajı görüyoruz. Birinci tip kadın asla kötülük yapmaz, masumdur, ne kadar cefa çekerse çeksin asla sesini çıkarmaz, varlığıyla yokluğu birdir. Her şeye, herkese sonsuz bir şefkat ve merhamet gösterir. Tüm kötü davranışlardan münezzehtir. Bu kadın melektir. Bir de şeytan kadınlar vardır ki kötü yola düşmüşlerdir ama onlar iyi niyetten de yoksundurlar. Erkeğe acı çektirmek için doğmuş olup bundan haz alan kadınlardır.
Doksanlı yıllarda ayakta kalmaya devam eden Türk Sineması’nda kadın yönetmenlerin artışına şahitlik ediyoruz. Bu da demek oluyor ki sinema kadın elini hissediyor. Yine iki tip kadın vardır fakat iki kadın da birbirinin devamı niteliğindedir. Birinci tip öyle kadın gibi giyinmez, yüksek sesle konuşmaz hele kadın gibi hiç gülmez. Evinin hanımı, çocuklarının anasıdır. Tam tersi kadın figürünün ise birinci tip kadının devamındaki aynı kadın olduğunu görmek mümkün. Bu kadınlar, toplumsal cinsiyete ilişkin kodlarını kırıp ataerkil toplumda mahalle baskısına dayanamaz, kocasının her akşam eziyetleri canına tak ettirmiştir ve o da kendi yolunu çizmeye, güçlü kadın olmaya karar vermiştir. Toplum bakış açısına göre bu yol kötü yoldur, bu yolda kadın ahlaksızca işler yapmaktadır. Nitekim kadın karakter de karşımıza güçlü ve kentli kadın olarak çıkmak isterken tecavüze de uğrar, parasız da kalır, güvendiği dağlara karlar da yağar. Bir zamanlar gözünün patlamasını, boğazının sıkılmasını hiçe sayarak gayet iyi niyetli, iffetli bir hayat kadını olup çıkmıştır.
İki binli yıllara genel olarak bakacak olursak mafya, terör ve aile içi şiddet olgusunun ön planda tutulduğu çerçeve ve sosyal medya komedyenlerinin abartılı tiplemeleri sinemaya hakim oluyor.
Yakın tarihimiz bize daha aşikâr olduğundan birkaç filme yakından bakabiliriz. 2018 yapımı Müslüm filminde aile içi şiddetin trajik bir şekilde sunulduğunu görüyoruz. Şiddet unsurunun temelinde ekonomik sorunların ve madde bağımlılığının yer aldığı ataerkil ailede kadın kendisine bir yer bulamamıştır. Kadının şiddet türlerinden hepsini görüp sürekli şiddete maruz kalması geleneksel aile yapısında en çok göz önünde olan kadını temsil etmektedir. Filmde çok gösterilmese de Müslüm karakterinin eşine yaptığı şiddeti de hissedebiliyoruz. Kişi başa çıkamadığı saldırganın ya da rakibinin davranışlarını yani babasının davranışlarını taklit ediyor. Kendilerini psikolojik ve fiziksel şiddete uğratan, annesinin katili olan adamla özdeşim kurarak yani saldırganla özdeşim kurarak varlığını devam ettiriyor. Şiddet, başka bir kadında aynı suretle gözümüze çarpıyor.
İlk kez 2018 yılında vizyona giren ve en çok izlenen Recep İvedik filmlerini örneklem olarak ele alalım. Bu filmlerde de şiddet failinin erkek olduğunu hatta bu kişinin filmin ana karakteri olduğu görülüyor. Güldürü unsuru başkarakterin fiziksel özellikleri üzerinden ilerliyor. Ana karakter maganda, kavgacı, kaba ya da yaygaracıdır. İvedik filmlerinde kadınlar güzelse güzel muamele görüyor, kadın güzellik algısından beslenmiyorsa en ağır aşağılamalara maruz kalıyor hatta tam da buradan kadını gülünç duruma düşürüp güldürü unsurunu doğuruyor.
Kadına şiddeti tekrar gündeme taşıyan 2022 çıkış yıllı Bergen filminde acıların kadınının var olamayış hikâyesinin beyaz perdeye aktarımına şahitlik ediyoruz. Birini sevdiği zaman gözlerinin kör olmasının bedelini bir gözünün kaybıyla ödüyor Bergen. Celladına aşık olan bir kadın mıydı diye düşünmeden edemesek de en başından beri sağlıklı bir düzlemde gitmeyen ilişkisinde türlü türlü aşağılanmaların, dayak ve zorbalıkların mağduru olup en sonunda da o meşhur kezzap olayının beyaz perdeye taşındığını görüyoruz.
Son olarak Türk Sineması’nda kadına şiddete yönelik filmleri, kadın bakış açısından ele alan kadın yönetmenlerimizin artmasını istiyor ve bundan sonra beyaz perdeye yansıyacak bu tarz filmlere ise ışık tutmasını temenni ediyoruz.