Olay Yeri İnceleme Komiseri Tansel, üç ay önce terfi alan Başkomiserin gelişini, yüzünde hissettirmekten kaçınmadığı bir memnuniyetsizlikle izledi. Şehrin göbeğinde ayakta kalma savaşı veren bir fabrikanın otoparkındaydılar. Bulundukları yerin arkası, suyu az da olsa akmaya devam eden ıslah edilmiş bir dere, önü ilçeyi ikiye bölen bir otoyoldu.
İşlek caddeden gelip geçen sürücüler yavaşlayıp bahçesine polis, ambulans ve başka araçların doluştuğu, fabrikayı meraklı bakışlarla tarıyorlar, fotoğraf ve video çekmeye devam ederken alanda yaşanan hareketliliğin sebebini anlamaya çalışıyorlardı.
Başkomiser Nihat, yan yana park etmiş, üzerinde tel örgü fabrikasının amblemini taşıyan nakliye kamyonlarıyla fabrika duvarı arasında kalan yarım metrelik boşluğa sokuldu iyice. Projektörle aydınlatılmış alanda görebildiği tek şey büyük siyah bir çöp torbasıydı. Duvarın dibinde dikilen Tansel’in tiksinti dolu bakışlarını anlıyordu. Aldığı beklenmedik terfi çalışma arkadaşları tarafından henüz hazmedilememişti.
“Trafiği kesmeyi akıl edemedi mi kimse?”
Olay yerine gelen savcı, daha arabasından inmeden öfkeyle bağırdı. Hep sert üslubuyla fabrika önünde gittikçe yoğunlaşan meraklı kalabalığın dağıtılması için gerekli talimatları sıraladı.
“Durum nedir Nihat?” diye sorarken de gergindi. En az Başkomiser kadar.
“Ben de henüz geldim Sayın Savcım,” dedi Nihat.
İki adam, siyah çöp torbasının başında dikilmeye devam eden Tansel Komiser’e baktılar.
“Yirmi bir yaşında kadın,” dedi Tansel. “Yüzü sert bir cisimle, tanınmayacak şekilde parçalanmış.”
“Nasıl!?”
Başkomiserin sıcak soluğu gecenin ayazına karışırken, Tanselayazdan daha soğuk bir imayla devam etti.
“Üç ay önce öldürülen diğer kurbanlarda gözlemlediğim aynı darbe izleri. Sert ve yuvarlak bir cisim kullanılmış. Kadın en az dört saat önce öldürülmüş.”
Savcı ne yaptığını pek bilmeden bir adım daha yaklaştı çöp torbasına.
“Kimliğine dair bir bulgu var mı?”
Tansel gözlerini kapadı ve sanki son nefesini veriyormuş gibi ıstırapla soludu.
“Cesedin sarıldığı torbada bir kadın çantası bulduk. Kimliği ve telefonu içindeydi.”
***
‘Beni beklediğini biliyorum,’ diyordu telefondaki belirsiz fısıltı. Genizden gelen zorlama bir sesle devam ediyordu mesaj. ‘Çok yakında… Her şeyin kusursuz olması için özen gösteriyorum. Bu akşam sana özel bir hediye bırakacağım.’
Asansör yine bozuktu. Güvenlik kameralarını da etkileyen elektrik arızası nedeniyle son bir hafta içinde defalarca servis çağırmışlardı. Sorun basitti ama anlamsızca tekrarlanıyordu. Yorgun hissediyordu kendini. Yabancı bir üşengeçlik tüm ruhunu sarmıştı. Nefes almak için bile takati yoktu sanki.
Can sıkan sesli mesaj sabah gelmişti. Bilişimdeki uzmanlar her yolu denemişler ama gizli numaradan gönderilen iletinin izini sürememişlerdi.
Katilin kendisiyle doğrudan iletişime geçtiği düşüncesi midesi bulandırıyordu. Hep tıslar gibi konuşan adam, ‘Hediye bırakacağım,’ derken ne söylemek istemişti? Yeniden mi öldürecekti? Yine tanıdığı birisi mi olacaktı kurban?
Ayşe’yi düşündü. Liseden arkadaşı, iki gün önce vahşice öldürülmüştü. İçi acıyordu. Kadının evine yarım saat erken gitmiş olsaydı, katili orada bulacaktı ve belki de Ayşe şimdi yaşıyor olacaktı.
Kapının açık durduğunu gördü. İki gün önce aceleyle çağıran arkadaşının evine gittiğinde de dairenin kapısını böyle aralık bulduğunu düşünmedi. Derya, geldiğini pencereden görmüş, kocasını karşılamak için kapıda beklerken, ocaktaki yemeği hatırlamış ve son anda mutfağa koşmuş olmalıydı. Menüde dibi tutmuş…
Karısı kapıyı açık bırakma huyundan kurtulmalıydı. Salonun ışığı kapalıydı, televizyonun sesi evin içini dolduruyordu. Bu sahnenin tam tersi şekilde olması gerektiği geçti kafasından. Karısı karanlıktan ve yüksek sesten nefret ederdi.
Mutfaktan, dibi tutmuş yemeğin kokusu dağılıyordu. Renkli gölgeleriyle evi aydınlatan televizyona baktı. Yabancı müzik kanalı, yarı çıplak kadınlar, fazla kaslı siyahi bir herif… banyodan su sesleri geliyordu.
Ne yapıyordu bu kadın? Kapıyı açık, yemeği ateşte bırakıp duşa mı girmişti? Ocağı kapatmak için mutfağa yürüdü.
Hep kar beyazı olan mutfak halısının üstündeki kırmızı gelincik çiçeklerini gördü. Karısı bu yalancı gelincik tarlasının tam ortasında yatıyordu. Koştu, derin bir uykunun kollarındaymış gibi sıcacık olan bedeni kucakladı. Duyguları donmuştu da sadece refleksleriyle hareket ediyordu sanki. Kendine çevirdi tümüyle hareketsiz olan kadını, artık bir yüzü yoktu çok iyi tanıdığı bu bedenin.
Kadının ince eli düştü gelincik tarlasına. Karısının parmağındaki alyansta kana bulanmamış tek nokta, sonsuzluk simgesinin iki uçuna kazınmış harflerdi. S∞L.
Dehşetle doğruldu Laçin. Bütün bedeni alev alev yanıyordu.
“Rüya gördün.”
Kan ter içinde kalmış yüzünü elinin tersiyle silerken yanındaki ranzaya baktı. Sadi yatağında bağdaş kurmuş, tespihine sığınmış, sabah ezanını bekliyordu.
“Seni bulacağım, diye sayıkladın durdun.”
Adamın sesinde yatıştırıcı bir dinginlik, kabulleniş vardı. Laçin kendini yatağına bıraktı. Terden sırılsıklam olmuş tişörtünün soğuk dokunuşunu hissederek ürperiyordu. Sadece bedeni değil içi de üşüyordu sanki. Ellerine bulaşan sıcak kanın kokusunu duyumsuyordu. Gözlerini kapadı. Alev alev yanan, alev alev yakan bir damla yaş yüzünden süzülüp yastığına düştü.
***
İlçe Emniyet Müdürü Avni Polat ve çiçeği burnunda Başkomiser Nihat Doğru, iki gün önce işlenen kadın cinayeti hakkında konuşuyorlardı. Olay yerinde bulunan ve maktule ait olduğu düşünülen çantanın içinden bir telefon çıkmıştı. Kimlik sahibi genç kadının babasının, ceset bulunmadan sadece beş saat önce kayıp ihbarı verdiğini öğrenince, yaşlı adamı teşhis için çağırmışlardı. Kızına ait olabileceği söylenilen cansız bedene ağlayarak bakan çaresiz baba, kurbanın üstünden çıkartılan kıyafetlerin, takıların ve diğer eşyaların evladına ait olduğunu ancak, soğuk mermer üstünde yatan sıfatsız bedeni tanımadığını söyleyince DNA analizine başvurulmuştu.
Şimdi Emniyet Müdürü’nün önünde bu analizin sonucu duruyordu.
“Nasıl boktan bir iş bu böyle?” diye homurdanan Avni Polat ceplerinde sigara aradı. “Katili, suçüstü yakaladığımızı sanıyordum? Zanlı, mahkemesini tutuklu olarak beklemiyor mu?”
Nihat sigara kullanmadığı için hayatında ilk kez garip bir eziklik duydu.
“Bu cinayetin bir aldatmaca olabileceğini düşünüyorum.”
Adamın dik bakışları karşısında, ağzından çabucak çıkan kelimelerin altını doldurmak ihtiyacıyla yine aceleyle konuştu.
“Katil, kurbanın kimliği konusunda bizi yanıltmayı çalıştı. Bu düşüncemin nedeni olay yerinde bulunan telefondaki ses kaydı. Bilişimdeki arkadaşlar kaydın orijinal olduğundan eminler.”
“Kısaca…”
“Bu cinayetin, halen tutuklu olan asıl suçluyu temize çıkartmak için düzenlenmiş bir plan olduğu kanısındayım.”
Avni Polat iyice kıstığı gözleriyle başkomiseri süzerken adamın ‘suçlu’ diye hitap ettiği şahsı düşünüyordu.
“İzin verir misiniz müdürüm?”
Alçak bir sesle konuşan yeni atanmış komisere döndüler.
“Söyle!”
“Başkomiserim düşüncesinde haklı olabilir. Tutuklu zanlının, bizzat planladığı bu türden bir kurgu ile aklanmayı düşünmesi akla yatkın geliyor. Ancak göz ardı etmememiz gereken önemli bir detay var.”
“Anlat!”
“Adli Tıp, üç cinayette de katilin sarf ettiği güç oranının eşit olduğundan emin. Bu durum bana katilin tek kişi olduğunu düşündürüyor.”
***
Yatağının ucuna bırakılan tabağa göz ucuyla baktı Laçin. İki adım ötesinde durmuş yemesi için adeta yalvarır gibi bekliyordu Sadi.
“İstemiyorum,” diye mırıldandı.
Bir parça ekmeğin içine sıkıştırılmış beyaz peynirin ekşi kokusunu duyuyordu. Tabağı duvara fırlatmak istiyordu. Sükûnet dolu bir sessizlikle bekleyen Sadi’yi, adamın derinden bağlı olduğu inancını düşündü. Bakışları ayak uçlarında kaldı.
“İçim almıyor Sadi.”
“Hasta olacaksın. Bir deri bir kemik kaldın. İsyanının kime olduğuna dikkat et. Acın büyük, farkındayım ama unutma, her şeyi bilen ve gören tektir. Gerçek olan gizlendiği derinlerden ancak zamanı geldiğinde gün yüzüne ulaşacaktır.”
“Sadi Hoca! Senin gerçeğin ne zaman ulaşacak gün yüzüne?”
Masa başında kahvaltı yapmakta olan gruptan yükselmişti ses. Göbeği gibi cüzdanı da şişkin olan Mahmut’un etrafında toplanmış asalak takımı yapılan espri sonrası kahkahadan kırılıyorlardı.
Sadi onları duymuyordu, farkındaydı Laçin. Bu otuz yaşında, namazdan, kitaptan başka işi olmayan adam, yürekten inandığı kadere boyun bükmüş, İlahi Adalet tarafından aklanacağı günü sabırla bekliyordu.
Laçin doğuştan sabırlı bir insan değildi. Olacak olan şimdi olmalıydı. Çay muhabbetindeki destursuz kahkahalar devam ediyordu. Laçin o masayı ve etrafındaki gürültülü kalabalığı paramparça etmek istiyordu.
“İki kadın katili buluşmuşlar…”
“Bizim boğazımızı da kesmesin bunlar?”
“Ne gezer bu sünepelerde o yürek?” diye kükredi Mahmut. Pis pis sırıtıyor, bir kahramanlık yapmış gibi gururla süzüyordu etrafındaki güruhu. “Biri ancak çocuk keser, öteki beceremediği karısını…”
Sadi kalbinin en derinlerinden ‘Ya Allah, ya sabır’ çekmeye asılmışken, Laçin bir yırtıcı kuş olup fırladı yerinden. Göz açıp kapamadan çöktü Mahmut’un tombul gırtlağına. Kimse, ‘Ne oluyor?’ diyemeden, masadaki dolu bardağı kaptı, vurdu sandalyenin kenarına. Sıcak çayın parmaklarını haşlamasına aldırmadan, yarısı kırılan bardağı bastırdı pençesinin altında nefes almak için debelenen et yığınının ölümcül damarına.
“Tekrar söyle lan!”
Kilitli demir kapı aceleci bir gıcırtıyla açıldı, bir tabur gardiyan daldı içeriye. Silahlar doğruldu, olup biteni henüz kavrayamamış mahkûmların ve Laçin’in üstüne. Başgardiyan bir adım öne çıkıp bağırdı.
“Laçin! Bırak elindekini, uzaklaş adamdan! On saniyen var. Ateş emri vereceğim.”
Laçin tiksinerek baktı başgardiyana. Pençesinin altındaki Mahmut nefes alamadığı için morarmaya başlamıştı bile.
“LAÇİN!!!”
Önce yarısı kırık bardağı sonra terden vıcık vıcık oluş gırtlağı bıraktı Laçin. Başgardiyan rahat bir soluk alırken işaret verdi, silahlar indi, Mahmut sandalyesinden kayıp yere yığıldı. Ciğerlerine hava doldurmaya çalışırken can çekişen bir domuz gibi sesler çıkarıyordu.
Başgardiyanın yeni bir işaretiyle iki gardiyan koşup Laçin’in iki yanına geçtiler, kollarından kavradılar tutukluyu. Başgardiyan kelepçesini çıkartıp yaklaştı.
“Ziyaretçilerin var.”
***
Nihat ayakta bekliyordu. Buraya gelmek hayatı boyunca yaptığı en zor işti. Kendi iradesiyle asla alamayacağı bir karardı. Şehirde birbiri ardına işlenen vahşi kadın cinayetleriyle yakından ilgilenen Emniyet Müdürü’nün kesin talimatıydı.
Ağır bir gıcırtıyla acılan demir kapıda görünen yüze bakmaya cesaretinin olmayacağını zaten biliyordu ama bacaklarında peyda olan titremeyi hiç beklemiyordu.
Üzerlerine kilitlenen kapının önünde bir an durakladıktan sonra en yakınındaki masaya, gürültüyle oturan adama güçlükle bakabildi. İki bileğini birbirine bağlayan kelepçe parlıyordu. Zayıflamıştı Laçin. Avurtları çökmüş, gözlerinin ışığı sönmüştü. Genç adamın yüzünde acı izler bırakan büyük değişimi uzamış sakalları bile saklayamıyordu.
Bedenini kaplayan kaçıp gitme isteğini bastırmaya çalışarak adama yaklaştı Nihat. Çok iyi tanıdığı delici bakışlar altında oturdu karşısına.
“Nasılsın Laçin?”
Cevap gelmedi eli kelepçeli adamdan. Nihat Doğru’da zaten bir cevap beklemiyordu. Laçin Komiser’in yüzleşmesi gereken bir gerçekti.
“Bana olan kızgınlığını anlıyorum Laçin. Yine de yanlış bir iş yaptığıma inanmıyorum. Benim yerimde sen olsaydın aynı şekilde davranırdın.”
“Öyle mi? Sırtımı güvenle dayadığım arkadaşıma, ‘Sen mi yaptın?’ diye sormadan kelepçe mi vururdum?”
İfadesiz ve düzdü Laçin’in sesi. Arkadaşına bakarak konuşsa da üç sıra gerideki masada oturan delikanlıya birkaç kez göz atmıştı.
“İlk kurbanın son görüştüğü kişi sendin. Kadının evine gittiğinde cesedini bulduğunu, yardım etmek maksadıyla dokunduğunu iddia ettin. Üstün başın kan içindeydi. Sen bir polissin. Maktule dikkatsizce dokunmaman gerektiğini biliyorsun. Ve biz olay yerinde senin parmak izlerinden başka hiçbir iz bulamadık. Sadece iki gün sonra, kendi karın aynı şekilde öldürüldü. Cinayet aleti banyonda, açık duşun altında bulundu. Gün içinde telefonuna gelen mesaj akıl bulandırıcıydı. Ben sadece görevimi yaptım Laçin.”
“Hayır! Sen omuzuna takacağın yıldızlar için çocukluk arkadaşını harcadın. Başkomiserliğin hayırlı olsun kan kardeşim. Ama sakın unutma, çok istediğin o rütbeyi sana kazandıran katil dışarıda özgürce dolaşıyor.”
Ayağa kalktı Laçin. Tek kelime daha edecek gücü kalmamıştı. İsteği de yoktu açıkçası. Onun davası, yanlış kararlar veren arkadaşıyla değildi. Laçin komiserin bu dünyada kalan tek hesabı karısını ve kız arkadaşını öldüren caniyleydi. Sadi’nin inandığı gibi er ya da geç masum olduğu ortaya çıkacaktı. O gün geldiğinde kendi elleriyle dökecekti katilin kanını. Kapıya yöneldi.
“Tekrar öldürdü.”
Kurşun gibi ağırdı Nihat’ın sesi. Kurşundan daha ağır iki el bastırdı Laçin’in göğüs kafesine. Nihat’a döndü, bakışlarını kaçırdı kan kardeşi.
“Bir kadını daha öldürdü.”
Duymuyordu Laçin, görmüyordu hiçbir şeyi. Arkadaşının iki kelimesi dolanıyordu kafasının içinde.
Tekrar öldürdü. Tekrar öldürdü.
Ve bir tek soru…
“Kimi?”
“Yüzü parçalanmış cesedin Betül’e ait olduğunu düşündük önceleri. Şükürler olsun ki DNA analizinden aksi sonuç geldi.”
Laçin sandalyeye yığılırken alev alev soludu.
“Betül iyi mi?”
“Betül kayıp Laçin.”
“Ne zırvalıyorsun sen?”
Öfkeyle haykırırken, kelepçeli elleriyle arkadaşının yakasına yapışmış çaresizce sarsıyordu adamı.
“Ne demek Betül kayıp?”
O ana kadar izlemekle yetinen Kerem yaklaştı.
“Lütfen sakin olun Laçin komiserim ve başkomiserimi bırakın.”
Laçin güzel yüzlü delikanlıya anlamsızca bakarken çözüldü elleri.
“Benim adım Kerem. İki ay önce göreve atandım ve başkomiserimle bu dava üstünde çalışma fırsatı buldum. Kız kardeşiniz aylardır sizin suçsuzluğunuzu kanıtlamak için uğraşıyordu. Öldürülen hanımların ve sizin sosyal medya hesaplarınızı kullanarak, işlenen cinayetler hakkında bilgisi, şüphesi olan insanlara ortaya çıkmaları için çağrıda bulunuyordu. İlk kurban olan Ayşe Tuna’nın bir ev arkadaşı olduğunu öğrenmişti ve bu kişiyi bulmak için mesajlar yayınlamış, şahsi telefon numarasını bütün hesaplarda paylaşmıştı. Gerçek katil tarafından kaçırıldığını düşünüyoruz. Son anda size bir mesaj göndermeyi başarmış gibi görünüyor.”
Laçin karşısına dikilen ve soluk almadan konuşan genç adamın hikâyesini anlamaya çalışırken, Kerem masaya bir cep telefonu bıraktı.
“Betül’ün telefonu bu.”
“Evet,” dedi genç komiser. “Kız kardeşinizin telefonu. Son kurbanın üstünde, kardeşinizin kaybolduğu gün giymiş olduğu kıyafetler, kimlik belgeleri ve bu cihaz vardı. Dinleyin lütfen.”
Ekrana dokundu Kerem, uzaklardan boğuk bir ses duyuldu.
“Korkma sakın. Her şey değerli Laçin’imiz için. Senin sayende, kapatıldığı o yerden kurtulup bize dönecek.”
Ve hemen sonra incecik bir fısıltı duyuldu.
“Abi, lütfen benden vazgeçme.”
Laçin karmakarışık duygular ve anlamaya çalışan bir suratla bakıyordu.
“Bir kadın sesi mi bu? Kardeşimden önce konuşan.”
“Evet komiserim. Şüphelinin kadın olduğunu düşünüyoruz. Ses uzaktan geliyor ve oldukça boğuk. Kız kardeşiniz kaydı gizlice yapmış olmalı. Hemen sonrasında sinyaller kesiliyor. Daha önce size gönderilen mesajdaki sesle bu konuşma karşılaştırıldı ve analiz edildi. Aynı kişiye ait olduğu düşünülüyor. Kurbanlara cinsel saldırıda bulunulmaması, katilimizin kadın olma ihtimalini güçlendiriyor. Ve sizinle yakından ilgilendiğini de.”
Kaşları çatıldı Laçin’in.
“Ne demek istiyorsun sen? Dışarıda bir manyak var ve sırf benim ilgimi çekmek için cinayet mi işliyor?”
“Aşk, tarih boyunca en geçerli cinayet sebebi olmuştur komiserim. Sizden, ‘Laçin’imiz’ diye söz ediyor. Bu kadını tanıdığınızı düşünüyorum. Daha önce gönderdiği mesajda sesini bilinçli olarak değiştirdi ve size bir hediye bırakacağını söyledi. Aynı gün size, ona ulaşacağımız başka bir ipucu bırakmış olmalı.”
Laçin dudaklarını kemirerek kız kardeşinin telefonuna bakıyordu. Neden sonra Kerem’e döndü.
“Öldürdüğü kadın, tanıdığım birisi mi?”
“Hayır,” diye yanıtladı Nihat. “Evinden daha önce de defalarca kaçmış ama İstanbul’a ilk kez gelmiş bir genç kız.”
“Emin olmam gerekiyor. Fotoğrafını gösterin bana.”
Nihat arkadaşının endişeli yüzüne baktı.
“Önce buradan çıkalım.”
***
Laçin, komiserlerin getirdiği şartlı tahliye kararıyla çıkmıştı hapisten. Üç gündür kapandığı bir pansiyon odasında, kız kardeşinin kaçırılması ve işlenen cinayetlerle ilgili toplanan bütün dokümanları tekrar tekrar inceliyordu. Betül’ün kaybolmadan önce Ayşe’nin ev arkadaşına ulaşmaya çalıştığını öğrendiğinde kendisi de aynı yolu takip etmeye karar vermişti. Polisin kimliğini öğrenemediği ev arkadaşını komşular da tanımıyorlardı. Laçin ilk kurban Ayşe Tuna’nın, kız kardeşinin ve kendi sosyal medya hesaplarından, gizemli ev arkadaşını tanıyanların iletişime geçmesi için sayısız gönderi paylaşıyordu.
Kız kardeşinin kayıp dosyasını ve alınan ifadeleri okuyordu. Betül işinden saat on yedide çıkmış ama evine dönmemişti. Mobese kayıtlarında, genç kızın hep kullandığı dolmuş durağına yürüdüğü görülüyordu. Telefon sinyalleri bu durağın civarında kesilmişti.
Katilin tanıdığı biri olması ihtimaliyle bütün sosyal medya hesaplarını ve zihnini didikliyordu Laçin. Geçmişte kalan bir kadın, şahsi kin güdecek bir isim arıyordu.
Pansiyona yerleştiği ilk gün, Emniyet Müdürü Avni Polat bizzat gelmiş, dava çözülmeden görevine resmi olarak dönemese de emniyetteki masasına gelip işini yapmasını istemişti. Adam sakin bir dille konuşarak, kişisel kırgınlıkları unutup dışarıda gezen, bir başka yaşama kast edebilecek olan katili ve de Betül’ü bulmak zorunda olduklarını anlatmıştı.
Laçin adama aksi bir yanıt vermedi. Yine de henüz kendini Emniyete dönmeye hazır hissetmiyordu. Tıpkı anne-babasıyla görüşmeye hazır olmadığı gibi. Meslek hayatı boyunca sayısız kurban yakınının yüzünde gördüğü, binlerce kez şahit olduğu tarif edilemez, katlanılamaz, çaresiz acıyı kendi ailesinin gözlerinde görmeye cesareti yoktu.
Avni Polat’ın bizzat görevlendirdiği genç komiser Kerem, Laçin’in istediği her evrakı bu küçük odaya taşıyordu. İlk görevine atanmış olan uyumlu ve hevesli delikanlı yarım saat önce getirdiği iki büyük boy pizzadan payına düşeni afiyetle yerken durmaksızın bir şeyler anlatıyordu.
Laçin bir dilim ancak yiyebilmişti. Kola yerine su içmeyi tercih ediyordu. Karısının sıcak kanının kokusunun, ocakta yanan yemeğin kokusuna karıştığı o günden beri midesi çok az şeyi kabul ediyordu.
“Hocalarımızın anlattıklarını hatırlıyorum. İnsanoğlu, sadece ilgi çekebilmek için akıl almayacak yollara başvurabiliyor. Masum kişilere zarar vermek de buna dahil.”
Yerde oturuyorlardı. Laçin sırtını yatağa dayamış yavaş yavaş suyunu yudumluyor, Kerem pizza kutularının yanına açtığı dosyayı karıştırıyordu. Bunlar Betül’ün MOBESE kameralarına takılan son görüntüleriydi. Genç polis kalitesiz siyah beyaz baskıların içinde dikkat çeken bir durum ya da kişi arıyordu.
“Tanıdığım bütün kadınları öldürerek mi çekecek ilgimi?” diye sordu Laçin.
“Tanıdığınız değil komiserim, ilişki yaşadığınız kadınlar.”
“Ne istiyor benden? Neden saklanıyor?”
Kerem, sıkıntı içinde sorulan soruları zihninde tartarken komiserin sakal kaplı yüzüne baktı. Laçin’in eski resimleri geldi gözünün önüne. Sinekkaydı traşlı, yakışıklı adamdan geriye yırtıcı bir kuş gibi bakan siyah gözleri kalmıştı sadece.
“Mutlaka bir iz bırakıyor,” dedi. “Henüz bulamıyoruz. Tam gözümüzün önünde olmalı. Eşinizin öldürüldüğü gün size gönderdiği mesajda, onu beklediğinizi bildiğini ve her şeyin kusursuz olması için çalıştığını söylüyor. Bir hedefi var. Size bırakacağı özel hediyeden söz ederken bir plana bağlı olarak hareket ettiğini açıklamaktan çekinmiyor.”
Laçin keskin bir mide bulantısıyla kafasını pizza dilimlerinden öte tarafa çevirdi. Katilin bıraktığı hediye, karısının kanlar içindeki cansız ve yüzsüz bedeni olmuştu.
“Doyduysan kaldır şunları da öyle devam edelim.”
Kerem söylenilen her şeyi itirazsız yapan bir genç adamdı. Hevesli ve heyecanlıydı. İlk görevinde yakaladığı bu önemli ve aynı zamanda ilginç dava onun adrenalin yüklü yapısını ateşliyordu. Temizliği çabucak bitirip oturdu dosyanın başına. Kaldığı yerden devam etti.
“Katili bir şekilde tanıdığınızı ve kişinin kadın olduğunu varsayıyoruz. Yüzleşmeye çekinse de varlığından haberdar olmanızı istiyor. De Clerambault Sendromu diye bir rahatsızlık var. Bu hastaların, âşık oldukları kişi ile birlikteliklerine engel olarak gördükleri insanlara zarar verdikleri bilinen bir gerçek. Erotomani hastaları, sevdikleri kişinin de kendisine âşık olduğunu fakat açıkça itiraf edemedikleri için gizli mesajlarla bunu anlattığını düşünürlermiş. Karşı tarafın duygularından emin oldukları güçlü sanrıları olurmuş. Eşinizi engel olarak gördü ve ondan kurulmayı planladı. Amacı sizi hapse attırmak değildi elbette. Polis, alt kat komşunuzun ihbarı üzerine evinize geldiğinde sizi, henüz ölmüş eşinizin cesedi başında bulmuş. İhbarı yapan komşunuz ifadesinde, sizi bahçe kapısından girerken gördüğünü, az sonra eşinizin çığlık attığını ve televizyonun sesinin hiç olmadığı şekilde yükseldiğini anlatmış. İki olay yerinde yapılan incelemelerin raporlarını defalarca okudum. Nihat Başkomiserimle dosya üstünde çalışmaya devam ediyorduk. Ne yazık ki bize katili anlatacak en ufak bir iz bulamadık.”
“Kapı açıktı. Derya’yı daha önce de bu konuda uyarmıştım. Pencereden geldiğimi görüyor ve beni bekliyordu. Asansör çalışmıyordu. Sigortalarla ilgili bir sorun vardı ve tekrarlayıp duruyordu. Her seferinde servis çağırmak zorunda kalıyorduk. Çok yorgundum. Merdivenler gözümde büyüdü. Bodruma, elektrik panelinin olduğu odaya indim. Elimden bir şey gelecekmiş gibi oyalandım anlamsızca.”
Hep donuk bir sesle konuşan Laçin sustu aniden. Kerem kaygıyla bakarken genç adamın kirpiklerinden kurtulan damlalar sakalarının arasında kayboldular. Özel bir anı gizlice izliyormuş gibi utanarak indirdi bakışlarını delikanlı. Yerlere yaydığı resimlere öylece baktı. Daha önce hiçbir erkeği ağlarken görmemişti. Bu yabancı sahnenin sebep olduğu duygu yüreğine dokunuyordu.
“Söylediğin gibi katil bana takıntılıysa ve kıskandığı için ilişkim olan kadınları kurban seçiyorsa, neden hiç tanımadığım bir kadını öldürdü?”
“Seni içeriden çıkartmak için plan dahilinde yaptığını düşünüyorum. Bu sayede gözünde değer kazanmayı bekliyor. Betül onun kimliğine ulaşmış olmalı. Bu yüzden kaçırdı ve alıkoyuyor. Kız kardeşini öldürmesi halinde aranızda aşılmaz bir uçurum oluşacağını düşünmüştür.”
“Yani benim yüzümden zavallı bir kadın daha öldü.”
Komiserin acı ve usanç dolu yüzüne baktı Kerem.
“Hayır, sizin yüzünüzden değil. Alelade birini seçti çünkü o bir katil. Öldürmeyi seviyor. Kurbanlarının yüzlerini parçalayarak belki de bir eksikliğini yok ediyor. Kusurları olan bir yüze sahip ve güzel kadınlardan nefret ediyor da olabilir. Bu kadınları sadece hayatınızdan değil zihninizden de silmeyi amaçlıyor.”
Laçin acı bir iniltiyle mırıldandı.
“Yüzlerini yok ederek ömrüm boyunca hep o kötü görüntüyü hatırlamamı sağlıyor.”
“Her şey olabilir. İşlediği cinayetlere yüzlerce sebep bulmak mümkün. İnsan beyninin nasıl çalıştığını tam olarak anlayamıyoruz. Biz sadece geçmişten öğrendiğimiz bilgiler ışığında tahminler yürüterek kendimize yol haritası çizmeye çalışıyoruz.”
Laçin Komiser farklı bir dikkatle baktı delikanlıya.
“Bütün bunları, yani böyle düşünmeyi nereden öğrendin?” diye sordu sonunda. Genç adam biraz mahcup gülümsedi.
“Polis olmaya karar vermeden önce psikoloji okuyordum. Üçüncü sınıfın ikinci döneminde bıraktım.”
“Neden?”
“O zamanlar, evlenmeyi düşündüğüm bir kız arkadaşım vardı. O psikoloji dalında akademik eğitim yapmayı ben de sevgilimin yanında olmayı istiyordum.”
“Ne değişti?”
Güldü Kerem.
“Biz… İkimiz de değiştik. İnsanoğlu değişiyor komiserim. Çoğu zaman fark edemiyoruz ama duygularımız, düşüncelerimiz ve kalbimiz değişiyor. Sağlıklı olan da bu aslında. Önemli olan şey ise kaçınılmaz değişime ayak uydurabilmemiz.”
Laçin derin düşünceler içindeydi.
“Ben değiştim, unuttum ve katil bunu kabul edemediği için mi öldü onca masum kadın?”
Derin bir nefes aldı Kerem. Ciddi bir ifade yerleşti güzel yüzüne. Kararlı, kendinde emin bir şekilde konuştu.
“Yanlış düşünüyorsun abi. Kurban olarak asıl seni seçmiş hasta bir ruh var karşımızda. Sana yaklaşmasını engelleyen eksikliklerini, acısını ve öfkesini yine senin canını yakarak bastırıyor. İçten içe seni suçluyor ve cezalandırıyor. Şimdi sen de kendini suçlamaya başlarsan bu davadaki gerçeği unutursun. Sen olmasaydın eğer başka bir sebep bulacaktı. Binlerce, milyonlarca sebep… O bir katil ve biz onu durduruncaya kadar öldürmeye devam edecek.”
Kerem’in anlattıkları Laçin’in aklına yatıyordu ama ne kadar düşünse de ellerindeki tanıma uygun bir kadın hatırlayamıyordu.
“Ümitsiz olmayın komiserim,” diyordu hevesli polis. “Betül onu bulduysa biz de bulacağız. İpucu gözümüzün önünde. Daha dikkatli bakmalıyız.”
***
Kerem iki koyu kahveyle döndüğünde Laçin’i masasında uyuyakalmış buldu. Adamın günlerdir böyle bir-iki saatlik uykuyla ayakta kalmaya çalıştığının farkındaydı. Sabah erkenden Emniyet’e gelmişler ve bütün gün Betül’ün telefon kayıtlarından son üç aydır yaptığı görüşmeleri, sosyal medya hesaplarını incelemeye devam etmişlerdi.
Ses çıkarmamaya dikkat ederek masasına oturdu. İlk günlerdeki heyecanını kaybettiğini hissediyordu. Kayıp bir kadın ve üç cinayet vardı önünde. Katilin özgürce dolaştığını bilmek can sıkıcıydı. Cinayet Masa Komiserliği hiçte filmlerde anlatıldığı gibi havalı bir iş değildi. Katiller sokakta dolaşırken, faili meçhul dosyaları rafa kaldırmak için mi bitirmişti akademiyi?
Laçin’in uyuduğu yerde titreyerek garip hırıltılar çıkartmaya başladığını fark etti. Adamın kabuslarından ter içinde uyandığına daha önce de şahit olmuştu.
Gördüğü dehşet dolu sahneler karşısında göz bebekleri büyümüş halde doğruldu Laçin. Kaldı öylece. Gözlerinin önünde karısının şekilsiz et parçası olan yüzü, beyaz halıdaki gelincik tarlası ve Derya’nın parmağındaki kanlı alyans vardı. Titreyen elini kaldırdı, yüzük parmağına baktı. İnce altın halkanın üstüne nakşedilmiş harfleri okudu: D∞L
Fırladı yerinden.
Kerem bu sabah, vahşice işlenmiş üç cinayetle ilgili toplanılan her türlü eşya ve dosyayı getirmiş, boş bir masanın üstüne yerleştirmişti. Komiserin bu masada bir şeyler aradığını görünce yanına gitti. Laçin küçük bir delil poşetini almış, içindeki alyansa bakıyordu. İki insanın birbirine verdiği bağlılık sözünün göstergesi olan halkanın üstünde karısının kanı ve harfler vardı. S∞L
“S kim komiserim?”
Hızlıca düşünüyordu Laçin. Bilmiyordu, bulamıyordu, hatırlayamıyordu. İsminin baş harfi S olan bir kadın girmemişti hayatına.
“Yüzüğü nerede yaptırdığımı biliyorum.”
***
Saçı sakalı çoktan ağarmış yaşlı adam, dalgın gözlerle dükkanının önünde geçen insanları seyrediyordu. Onlarca kuyumcunun bulunduğu bu eski handa, müşteriler her geçen gün azalıyordu. İçeri giren iki adamı rengi çoktan solmuş gözleriyle süzdü. Kerem kimliğini kuyumcuya gösterirken Laçin küçük mekâna göz gezdirdi.
Derya evlenme teklifini kabul ettiğinde yüzük almak için bu tarihi çarşıya gelmişlerdi. Laçin yeni memur olmuş, tayini İstanbul dışına çıkmıştı. Gitmeden önce nişan yapacaklar, genç polis görev yerinde düzenini kurunca evleneceklerdi. Bütün gün dükkanlarda yüzük bakmışlardı. Her parça çok güzeldi ama pahalıydı.
Genç kadın sonunda bu küçük dükkânın basit vitrininde sergilenen incecik iki halkayı uzun uzun seyredip, ‘bunu istiyorum,’ demişti. Yüzüğün üzerine özenle işlenmiş, minik taşlarla süslenmiş sonsuzluk işaretini sevmişti Derya.
Yaşlı kuyumcu kırpıştırdığı gözleriyle polisleri izlerken Kerem delil poşeti içinde duran yüzüğü koydu masaya.
“Amca, biz bu yüzüğü satın alan kişiyi arıyoruz.”
Adam şaşkınlıkla baktı lekeli halkaya.
“O nasıl olacak oğul? Bunlardan satmıyoruz artık.”
“Zaten yeni alınmamış amca,” dedi Kerem. “En az üç ay önce satmış olmalısınız. Tutuğunuz bir kayıt defteri yok mu?”
Çalışma hayatını çoktan doldurmuş olması gereken yaşlı adam şaşkın bakmaya devam etti.
“Ne kaydı olur ki yüzüğün? Alışverişini yapan fişini alıp gider. Aradığın müşterinin adı ne? Evrak işlerine bakan çocuk var. Kredi kartıyla ödediyse belki bulunur fişi.”
“Amca, adını bilsek biz gider alırız adamı.”
Adam sustu. Genç polisin heyecanını anlayamamıştı. Laçin yaklaştı.
“Amca, ben de alyansımı burada yaptırmıştım. Nişanlım üstüne, bu yüzükte olduğu gibi harf yazdırmak isteyince ismimizi ve telefon numaramızı almıştınız.”
Yaşlı adam hüzünlü gözlerle dinledi ağır ağır konuşan bu polisi.
“Burada çalışan genç bir adam vardı,” diye devam etti Laçin. Belki bize yardımcı olabilir.”
İhtiyarın hep dalgın gözlerinden acı düşünceler geçti.
“Oğlum… iki ay önce rahmetli oldu. Arabasıyla çarpan kadın arkasına bile bakmamış.”
İki polis buz gibi terler döktüler. Kuyumcuyu bir kadın öldürmüştü. Laçin yutkundu.
“Başın sağ olsun amca. Bulamadılar mı katili?”
“Yok, bulamadılar. Polis arıyormuş ama iz yokmuş. Çarpan araba çalıntı çıkmış. Ne bilem ben oğul, taktir böyleymiş. Ben öyle can sıkıntısından geliyorum, oğlum için ağlayıp, ağlayıp gidiyorum. Seviyordu yüzükleri. Yeni nişanlanacak çiftlerin gözlerinde gördüğü mutluluğu anlatırdı uzun uzun.”
***
Kuyumcudan hüsran ve başka bir acıyla ayrıldılar.Emniyete dönerken çalan Laçin’in telefonu aralarındaki ölüm sessizliğini bozdu. Ayşe Tuna’nın ev arkadaşını tanıdığını söyleyen bir kadın görüşmek istiyordu.
Bir yetmiş boylarında, güçlü yapıda, kızıl saçları kıvır kıvır, kusursuz makyajlı güzel bir kadındı kapıyı açan. Laçin’e gülümseyerek samimi şekilde uzattı elini.
“Geçmiş olsun Laçin Bey. Özgürlüğünüze kavuştuğunuzu görmek mutluluk verici.”
Kadına bakıyordu komiser. Anımsıyordu ama hatırlamıyordu.
“Aradığınız için teşekkür ederim. Sıla Hanım’dı değil mi?”
Kadının bakımlı kirpikleri arasındaki gri gözlerinden tatlı bir ifade geçti.
“Lütfen içeri buyurun.”
Önden yürüdü güzel Sıla. Kerem neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Eli kilidin üstünde duran anahtara çarptı. Mermer zemine düşüp iki parça olan kırmızı kalp figürüne bakarken, Laçin’in Sıla Hanım’ı ne zamandır tanıdığını düşündü.
Laçin’e ise annesini anımsattı kırılan kırmızı kalp. Ama şu anda S harfini, yüzü hiç yabancı gelmeyen Sıla’yı, kırılan camdan kalbi, annesini bile düşünemiyordu.
Derya’yla evlendikten sonra hiç görüşmediği Ayşe, acele çağırdığı için gelmişti bu eve. Kapı aralık durmasına rağmen zile basmış, cevap alamayınca içeri girmişti.
Ayşe’nin, henüz yaşayan bir insan kadar sıcak olan cesedini bulduğu salon hiç değişmemişti.
“Burada mı yaşıyorsunuz?”
Sıla oturması için yer gösterecekken geldi soğuk soru. Kendisi oturdu güzel kadın. Yüzünde muzip bir ifade saklıyordu sanki.
“Şey, evet. Ayşe, erkek arkadaşı Saffet ve ben bir süre birlikte yaşadık. Sonra ayrıldım ben. Ayşe’nin sosyal medya hesabından yaptığınız yayınları görünce aramak ihtiyacı hissettim. Saffet’e ulaşmaya çalıştım ama telefonuna cevap vermiyor. Belki buradadır diye geldim, kimse yok. Allahtan anahtarım duruyordu, girdim içeriye.”
“Saffet kim?”
Şuh bir kahkaha attı Sıla.
“Gerçekten hatırlamıyor musunuz Saffet’i? Lisede hep birlikte okudunuz ya. İlahi Laçin Bey, siz beni de hatırlamadınız korkarım.”
Güzel kadın küskün, içerlemiş gibi yere indirdi boyalı gözlerini.
“Üzücü olaylar yaşadınız tabii. Anlıyorum.”
Sıla’nın mutlu mu yoksa üzgün mü olduğuna bir türlü karar veremiyordu Kerem. Tuhaf bir ruh hali içindeydi bu fazla kusursuz kadın.
“Size ne ikram edeyim? Viski… Seversiniz biliyorum.”
Sonunda oturdu Laçin. Adını telefonda söyleyen, bir türlü kim olduğunu hatırlayamadığı Sıla’nın sevdiği içkiyi nereden bildiğini de düşünmedi, “Hayır,” demekle yetindi.
“Katilin peşini bırakmadığınızı görüyorum.”
İşte bu sözler tam bir üzüntüyle söylenmişti. Kerem ayakta beklediği yerden sordu.
“Saffet Bey’e ulaşamadığınızı söylediniz. Sizce nerede olabilir? Ayrıca Ayşe Hanım’ın dosyasında sizin ifadenize rastlamadım. Polis konuşmadı mı sizinle?”
Kadının bakışları Ayşe’nin son nefesini verdiği yere indi. Dalgın ve gerçekten üzgün mırıldandı Sıla.
“Saffet çok değer verir ve güvenirdi Ayşe’ye. Yıllardır süren dostlukları, paylaştıkları sırları vardı. Ayşe ihanet etti ona.” Genç komisere baktı kadın. “Canı çok acımış olmalı. İnsan güvendiği kimseden ihanet görünce kaybolmuş gibi hisseder. Bazen de gerçekten kaybolur. Zavallı Ayşe öldürüldüğünde ben hastanede yatıyordum. Bunu ispatlayabilirim. Çıktığımda ise Laçin Bey tutuklanmıştı.”
***
Kerem’in anlattıklarını dinleyen Nihat, “Gerçekten Saffet’i hatırlamıyor musun?” diye sordu kan kardeşine.
“Hatırlamam mı gerekiyor?”
İnanmıyormuş gibi bir ifade ile baktı Başkomiser.
“Yok amasizin aranız çok iyiydi. Ayşe’yle mi birliktelermiş?”
Laçin ters bir bakış attı arkadaşına. “Olamazlar mı?”
Aldığı yanıt sert oldu.
“Derya’yla tanışınca Ayşe’yi terk ettin. Saffet’i tümden unuttun. Bu, viski sevdiğini bilen kızıl hatun hangi macerandan kalan kırık kalp acaba?”
Kerem’in bir arkadaş kavgası için zamanı yoktu. Cevap istediği soruları vardı.
“Saffet kim başkomiserim?” diye sorarak girdi araya.
Öfkeyle soluyarak ve hep çocukluk arkadaşına bakarak anlattı Nihat Doğru.
“Aynı sınıftaydık. Bu Saffet’in haydut kılıklı üç ağabeyi, adı çıkmış bir de annesi vardı. Çoğu gün gözü mor, yüzü şiş gelirdi okula. Çocuklar dalga geçerlerdi onunla. Bir Laçin iyi davranırdı. Dedikodu bile çıkmıştı haklarında.”
“Ne anlatıyorsun sen be?”
Arkadaşının üste çıkmasına izin vermeden sertçe sözünü kesti Nihat.
“Saffet’in nasıl olduğunu herkes biliyordu. Haberin yokmuş gibi davranma şimdi. Çocuğa çıkarın için yaklaştığın konuşuluyordu.”
Laçin ellerini masaya vurarak kalktı.
“Ne şerefsiz adamsın sen?”
Odadan çıkmak niyetiyle hareketlenmişti ki olduğu yerde kaldı, yutkundu, Nihat’a baktı.
“Ne?”
Ayşe’nin evinden ayrılırlarken, Kerem kazara kırdığı anahtarlık için özür dilemişti Sıla Hanım’dan. Güzel kadın cam parçalarına bakmış, boyun bükerek mırıldanmıştı.
‘Alt tarafı bir kalp. En kolay kırılan, en çabuk unutulan.’
Laçin’in tüm bedeni titriyordu.
“Saffet, ona verdiğim anahtarlığı hâlâ saklıyor.”
***
İlk kurban Ayşe’nin evine hızlı bir polis baskını yapıldı. Söz konusu kızıl hatunu bulamadılar ancak evde süregelen bir yaşamın izleri vardı. Çalışır durumda buzdolabı, kirli çamaşırlar, kozmetik malzemeleri… hepsi bir kadınana ait eşyalar gibi görünüyordu. Sanki Ayşe, evinde yaşamaya devam ediyordu. Olay yeri memurları kapsamlı incelemelerini sürdürürken Kerem sordu.
“Nedir bu anahtarlık hikayesi komiserim?”
Laçin çok kötü duygular içindeydi. Kız kardeşi onun yüzünden ölecekti. Tıpkı zavallı Ayşe ve Derya gibi. Bir süredir sırtını dayayarak destek aldığı duvarın dibine çöktü. Zihninin çok gerilerinde kalmış bir hikâyeye daldı.
“Sınıfta hepimiz orta gelirli, sıradan ailelerin çocuklarıydık. Saffet’in yaşam şartlarının çok kötü olduğunu biliyordum ve bizimle eşit imkanlara sahip olamadığı için suçluluk hissediyordum. Gerçek bir arkadaşı bile yoktu. Bazen okul çıkışı onunla yürürdüm. Bir şeyler anlatırdı. Can kulağıyla dinlemediğim şeylerdi. Bir keresinde ağlamıştı. Ağabeyleri, onun hislerini anlayamadıkları için dövüyorlarmış. Hoşlandığı birisi varmış. Ona asla açılamayacak olsa da aşkını ömrü boyunca içinde taşıyacağını, bu aşkla öleceğini söylüyordu. Sıkılmıştım bu ergen muhabbetinden. Gitmek istiyordum. Cebimdeki anahtarlık geldi elime. Sabah çıkarken aceleyle annemin anahtarlarını almıştım. Anahtarların ucunda camdan bir kalp vardı, kimse görmesin diye söküp saklamıştım. Saffet’e uzattım, şaşkın şaşkın bakıyordu. Bu hediyeyi, sevdiğimi açıkça itiraf edemediğim birisine vermek için sakladığımı söyledim. Ben bilmiyordum… ben annemden bahsediyordum.”
Yüzünü ellerinin içine hapsetti Laçin. Perişan görünüyordu.
Kerem kafasının içinde dönen delice fikirlerle savaşırken sordu.
“Peki Sıla?”
“Liseden başka bir arkadaşımızın düğününde tanıştım Sıla’yla. Derya bir süredir, hasta olan annesindeydi. Çok sarhoştum. O çok davetkârdı.”
Nihat acı çeker gibi inledi.
“Kadını evine götürdüğünü söyle de burada geberteyim seni.”
Aynı acıyla cevap verdi Laçin.
“Her şeyin aramızda kalacağını, kimsenin bilmesi gerekmediğini söylüyordu. Yüzüğümü gösterip ‘bir engelim var,’ dedim.”
Nihat çalmaya başlayan telefonunu açtı. Arama merkezden geliyordu. Yüzü gerildi başkomiserin.
“Kadının seni aradığı numara Saffet’in adına kayıtlıymış. Sinyal verdiği adresi bulmuşlar.”
***
Kapı gürültüyle açıldı. Karanlık odaya aniden dolan aydınlık/ışık gözerini acıttı. Günler sonra ilk kez onun yüzünü görebiliyordu Betül. Makyajı akmıştı. Belli ki çok ağlamıştı. Şimdi ise yüzünde korku uyandıran bir sertlik dolanıyordu. İşten evine gitmek için hep yürüdüğü sokakta ansızın karşısına çıkan ve Laçin’in kurtulması için planları olduğunu söyleyen hoş kadın değildi artık karşısında duran kişi. Elinde bir şey tutuyordu.
Sıkı sıkı bağlı olduğu karyolada yatan kızın korku dolu güzel yüzüne bakıyordu Sıla. Demir güllenin kulpuna geçirdiği parmaklarını sıkıyordu.
“Sevgili Laçin’imizi gördüm bugün. Biliyor musun, beni çoktan unutmuş. Sence ona kendimi hatırlatmalı mıyım? Evet, bunu yapmalıyım. Aslında, böyle bir son değildi aklımdaki. Bazen planları değiştirmek zorunda kalıyorum.”
***
Telefon sinyallerinin gösterdiği adres tadilat için kapatılmış bir gece kulübüydü. Piyasada Sıla adıyla bilinen Saffet’in çalıştığı mekândı burası. Adrese düzenlenecek baskın için yola koyuldukları sırada Laçin’in telefonu çalmış, Saffet yıllar öncesinden hatırladığı ezik, çaresiz sesiyle konuşmuştu.
“Kardeşini canlı görmek istiyorsan yalnız gel. Sakın polisi bu işe karıştırma. Salonun arka tarafındaki soyunma odasında bekliyorum.”
Karanlık mekândan sızan ışığa doğru yürüdü Laçin. Aralık kapıdan içeri süzüldü. Yuvarlak aynanın karşısında oturuyordu kızıl saçlı Sıla. Dolgun dudaklarını kan kırmızı bir rujla boyuyordu.
Döndü, adamın gözlerinin içine baktı.
“Geldin mi? Senin için hazırlanıyordum.”
Bir kuğu gibi zarif doğruldu kadın. Beyaz saten geceliği ip askılıydı. Düzgün boynu, derin dekoltenin sergilediği dolgun göğüsleri, yuvarlak kalçaları, mermer sütunlar gibi parlayan bacakları…
Çok güzeldi kadın.
“Nasıl görünüyorum? Senin karşına çıkabilmek için ne kadar çok caba harcadığımı bilemezsin. Para kazanmak için çok çalışmam gerekiyordu. Sonra ameliyatlar. İlaçlar… Gerçekten zordu.”
“Saffet.”
Gözleri öfkeyle parlarken çirkinleşti kadının sesi.
“Hepsi senin içindi. Bütün o acılar… Bana bir kez olsun utanmadan bak diye.”
Serinkanlı durabilmek için çaba harcıyordu Laçin. Polis binanın çevresini sarmıştı. Her an içeriye girebilirlerdi. Ortalık karışmadan Betül’ün yerini öğrenmeliydi.
“Saffet, bunları konuşacağız. Eskiden yaptığımız gibi, sadece ikimiz. Betül nerede söyle bana.”
“Mesele bu mu şimdi?” Güzel kadın sert erkek sesiyle bağırmıştı. “Biz diyorum sana. Neden kaçmaya devam ediyorsun?” Aniden yumuşadı bakışları, sesi inceldi. “Bana bak. Senin için hazırım. Artık beni sevdiğini saklamana gerek yok.”
“Çok üzgünüm Saffet.”
Kerem’in anlattıklarını hatırlıyordu Laçin. Karşısındaki insanın hasta olduğunu anlıyordu. Betül’ü kaybedemezdi. Anne-babasına kızlarının cesedini götüremezdi. Yakaladı kollarından kadını, yapıştırdı ağzını lise arkadaşının kan kırmızı dudaklarına. Az sonra nefes nefese bakıyordu Sıla. Kâh ağlıyordu kâh gülüyordu.
“Her şeyi ikimiz için yaptım. Karının aramızda engel olduğunu söylediğin gece anladım benden istediğin şeyi. Evini gözetlemeye başladım. Karın, zil çalınca bina kapısını hiç sormadan acıyordu. Binaya girmem kolay oluyordu. Seni kapıda bekliyor çoğu zaman kapıyı açık bırakıp içeri giriyordu. Planım hazırdı. Özel bir klinikte stres tedavisi görmeye başladım. İstediğim zaman girip çıkabildiğim bir yerdi. Karından kurtulup hızlıca geri dönecektim, kimse ayrıldığımı anlayamayacaktı bile. Ayşe şüphelendi ve senin aslında beni sevdiğini ona söylemek zorunda kaldım ama kabul etmedi. Tedavi edilmem gerektiği gibi saçma sözler söylüyordu. Ona bütün sırlarımı açmışken o bana ihanet etti. Kıskanıyordu beni. Onu anlamaya çalıştım. Beni sevdiğini aslında yıllar önce itiraf ettiğini anlattım. Onu değil beni seçmeni kabullenemedi. Konuşmak için eve geldiğimde seni aradığını öğrendim. Ayşe’yi durdurmak zorundaydım. Hasta olduğuma inandıracaktı seni.”
Kadının yüzünü ellerinin arasına alıp fısıldadı Laçin.
“Tamam, bitti artık. Bırak bunları düşünmeyi. Ben sadece seni sevdim. Hâlâ seni seviyorum. Ama senin gibi cesur değildim. Kaçtım duygularımdan. Saklandım. Bunu daha önce itiraf etmeliydim. Özür dilerim. Affet beni. Fakat, hiçbir şey için geç değil henüz. Kaçıp gideriz buralardan. Saklarım ben seni. Betül nerede söyle lütfen.”
Değişti Saffet’in yüzü. Öfke, nefret, kin… hayır hiçbiri değildi. Bir böcek görmüş gibi tiksinerek bakıyordu şimdi adama.
“Saklanmak! Neden? Ben yıllar boyunca saklanarak yaşadım. Sadece senin için hazırlandım.”
Bir ayak sesi duyuldu.
“Polisle geldin değil mi?”
Uzattı ellerini kadın.
“Haydi tutukla beni. Yine korkup kaçıyorsun ama ben artık saklanmayacağım. Hayatım boyunca kaçıp saklandım. Hep iyi olmak için savaştım. Evinden kaçan o kıza bile sahip çıkıştım. Ama o ne yaptı? Seninle yaşamak için biriktirdiğim paralarımı çalmaya kalktı. Seninle olabilmek için öldürdüm hepsini. O aptal kuyumcuyu bile unutmadım. Peşimde hiç iz bırakmadan çalıştım. Neden şimdi, her şey bitmişken polisi getirmek zorundaydın?”
Laçin bıçağın keskin ışıltısını fark ettiğinde, sol boşluğunda hissettiği korkunç bir acıyla karardı gözleri. Bıçak tutan el ikinci kez kalktı, erkek kuvvetiyle inmek için savruldu. Kapının dışında ayak sesleri arttı. Laçin duyduğu acıyla gözleri kararırken havada yakaladı ojeli eli, can havliyle büktü bileği.
Işıl ışıl çelik deldi saten geceliği, süt beyaz teni. Bütün beyazlar kırmızıya kesilirken birlikte yığıldılar yere.
Lise arkadaşının cansız bedeni hemen yanında yatıyordu şimdi. Laçin Komiserin gözlerinden akan yaşlar yüzünü alev alev yakıyordu. Polisin ilerilerden, ‘burada bir ceset var,’ deyişini duydu. Sıla’nın hareketsiz elindeki kanlı alyans parladı: D∞L
Ve artık tek şeyi duyumsuyordu Laçin. Kirli parkeye akan sıcak kanın kokusunu.