Gencoy Sümer’in roman karakteri Kerim Ülkü hakkında bir inceleme yazısı kaleme almaya karar verdiğim anda gözümün önünde beliren figür; mavi gözlerinde zekâ pırıltılarının uçuştuğu, ilerlemiş yaşını belli etmeyecek kadar fit görünümlü, buğday başağı rengindeki seyrekleşmiş saçlarını geriye doğru tarayan, şık kıyafetli, hatta kruvaze ceketli bir adamdı. Bedensel bir ihtiyacı olmamasına rağmen alışkanlıktan taşıdığı Devrek işi gümüş saplı ince bastonuna yaslanarak yürüyen yakışıklı bir adam. Bu hâliyle bana biraz Mustafa Kemal’i çağrıştırdığını söylemeden geçemeyeceğim. Yazarın ilk romanında Kerim Ülkü’nün bedensel özelliklerine pek vurgu yapmaması, belki de onu zekâsı ve karakteriyle öne çıkarmak istemesindendi, bilemiyorum. Ancak Mavi Kolye romanına kadar dış görünüşü detaylıca betimlenmeyen Kerim Ülkü’nün yukarıda belirttiğim özellikleri kelimelere döküldüğünde ve onları okuduğumda hiç de hayal kırıklığına uğramadım. Kerim Ülkü tıpkı hayallerimdeki gibi karizmatik duruşlu bir adamdı.
Bir İstanbul Beyefendisi
İstanbul’un batılı anlamda ilk dedektiflik bürosunun kurucusu Kerim Ülkü ile tanışmamız yazarın ilk romanı Feneryolu Cinayetleri’yle oldu. Klasik polisiye edebiyatın altın çağ ustalarının kaleminden çıkmış olsa ancak bu kadar oturaklı bir karakter olurdu diyebileceğimiz Kerim Ülkü’nün hakkındaki ilk bilgiler bile dedektif romanlarında görmeye alışkın olduğumuz emekli ya da görevden uzaklaştırılmış eski polisin dedektiflik yapması klişesinden fersah fersah uzakta bir kahramanın doğumunu müjdeliyordu. Berduş, sigara ve alkol tüketimini bağımlılık sınırına dayamış, alayına öfkeli, küfürbaz ve şehvet düşkünü dedektif tiplemelerinin kol gezdiği polisiye edebiyat dünyasında giyimi, konuşması, olaylara yaklaşımı, görgü kurallarına kıymet verişi, görmüş geçirmiş tavrıyla bir beyefendi vardı karşımızda. Üstün muhakeme yeteneği ve zekâsı, ağır tavırları öyle güzel kaleme alınmıştı ki karşısına geçen okurun bile kendine çeki düzen verme ihtiyacı hissettiği bir İstanbul beyefendisi çıkmıştı ortaya.
Sherlock için Watson neyse Kerim Ülkü için de öyle bir yoldaş olan Faruk Arman’ın dilinden bir anlatımla okura tanıtılan bu yeni dedektifte nasıl farklı bir hava vardı ki okura yeniymiş hissinden daha aşina, sıradanmış hissinden daha marjinal hissettiriyordu; tamamen yazarın becerisi. Arkadaşının teşviki, hatta gayretiyle adliye muhabirliğinden roman yazarlığına geçiş yapan, bu konuda da oldukça başarılı olan Faruk Arman ve dostu Kerim Ülkü’nün, Beyoğlu’ndaki Ülkü Lokantasının üst katındaki büroda yaptıkları bir tür beyin fırtınası birçok esrarengiz ya da faili meçhul cinayeti çözmelerini sağlamış ve sağlıyordu. Gizemli olaylardaki başarıları polis teşkilatının da dikkatini çekiyor ve davalarda Ülkü’nün uzmanlığına başvurmalarına neden oluyordu. Elbette bu durum Kerim Ülkü’nün ününe ün katıyordu.
Peki, Kerim Ülkü’nün yegâne şöhreti dedektifliğinde miydi?
Kerim Ülkü, yakın dostunun itirazlarına rağmen açtığı ve oldukça büyük maddi yatırımlar yaptığı Ülkü Lokantasının sahibiydi. Burası öyle ünlü bir lokanta olmuştu ki ünlülerin, turistlerin, sosyetenin gözde ailelerinin uğrak yeriydi. Kapısında kuyrukların oluştuğu, yer bulmak için günler öncesinde randevuların alındığı bu yerin aynı zamanda aşçısı olan Kerim Ülkü, tariflerini, yerini kimselerin bilmediği kasasında saklıyordu. Sadece bir tarifini paylaşmıştı ki bu tarif kapağında Ülkü’nün yer aldığı Times dergisinde yayımlanmıştı. Aşçı ve lokanta sahibi olarak ünü o denli yayılmıştı ki muhabirler tek kare fotoğrafını çekebilmek için birbirleriyle yarışır olmuşlardı. Heyhat, bu konuda başarılı sayılmazlardı. Onun bu gizemli tavırları, özel hayatına dair bilinmezlikler söylentilere sebep oluyordu. Hatta Kerim Ülkü diye birinin aslında var olmadığını, bu ismin sadece reklam aracı olduğunu düşünenler bile vardı.

Kerim Ülkü’nün aşçılığı, lokantası ve şöhretiyle ilgili bu gibi bilgilere ilk romandan daha çok yazarın “Göl Kıyısındaki Ev” adlı öykü kitabında yer alan “Bir Kapalı Oda Cinayeti” öyküsünde rastlıyoruz. Sayın Gencoy Sümer’le bu konuda bir sohbetimiz olmadı ama bu öyküyü okuduktan sonra merak etmişimdir: Kerim Ülkü ilk romanla mı doğmuştu, yoksa bir öykü kahramanı olarak mı başlamıştı yaşamına? Bu soruyu rahatlıkla yazara sorabileceğim hâlde sormayışım Kerim Ülkü’deki gizemi sevdiğimden olsa gerek.
Yine yakın dostu Faruk Arman’dan öğrendiğimiz bir bilgi, ne kadar ünlü bir aşçı, lokantacı olsa da yemek yapmaktan büyük keyif alsa da Kerim Ülkü’yü heyecanlandıran asıl şeyin bu olmadığını söylüyor. Dedektifimiz için nefes almak ve vermek işi kadar elzem olan şey gizemli olayları çözmek. Karanlığa asla tahammül edemeyen Kerim Ülkü için karanlık olayları çözmek, bir yapbozun parçalarını yerleştirir gibi dikkat ve özenle anlatılanları zihninde birleştirmek bir tutku adeta. Basit olaylar onu zerre alakadar etmiyor. O en zorlu olayların adamı.
Hayatımızda kendine ciddi bir yer edineceğinin sinyallerini daha ilk kitapta veren Kerim Ülkü’nün soğukkanlı ve dirayetli yaklaşımlarını, üstün gözlem yeteneğini, kanıt toplamak ve kanıtlardan varsayımlara ulaşmak konusundaki becerisini yazarımızın Kerim Ülkü dizisinin ikinci kitabı olan “Mavi Kolye” romanında daha açık bir şekilde görüyoruz. Çok anlatıcılı bir üslubun benimsendiği ilk romana nazaran bu son romanda Kerim Ülkü’nün daha baskın, olaylara daha hâkim olduğunu fark ediyoruz. Akıldaki tüm soruları yanıtlayabilen teoriye ulaşana kadar sabırla çalışan, suçsuzluğunu kanıtlayana kadar herkese şüpheyle yaklaşan ve “Mutfak Sihirbazı” olarak tanınan Kerim Ülkü’ye bu kez Zonguldak’ın sahil beldelerinden birinde rastlıyor ve onu daha iyi tanıyor, benimsiyoruz.
Yazarda öyle akıcı bir üslup, öyle yetkin bir dil becerisi var ki okuru dedektifle beraber adım adım ilerletiyor, dedektif aklından geçenleri açıklayana kadar adeta okuru kıvrandırıyor. Bir polisiyede olması gereken muammayı kurguya sindirirken bir yandan da bir macera romanının içindeymişsiniz gibi akan bir sürece dahil oluyorsunuz. Yazar sizi sarsacak, en olmaz dediğiniz ters köşeleri bile, Kerim Ülkü’yle el ele verip ‘Bakınız nasıl da oldurduk,” diye diye yapıyor.
Polisiye bir kurgu, polisiyede bir karakter üzerine detaylı ama açık vermeyen bir inceleme yazısı yazmak çok zor. İsmini nereden aldığı bende kalsın dediğim, Ülkü Lokantasının sahibi, yetenekli dedektifimizle ilgili söylenebilecek çok şey var, ama daha fazla açıklama yapmak okurun Gencoy Sümer romanları/öykülerinden alacağı eşsiz keyfe balta vurmak gibi olacak.
Son olarak diyebilirim ki yazarda böyle duru bir dil, sağlam biçim ve Kerim Ülkü gibi oturaklı bir dedektif olduktan sonra, okur için şunu söylemek çok kolaylaşıyor: “Kerim Ülkü nereye biz oraya!”