Kilidine takılı anahtarlar sallanacak kadar sarsılıyordu kapı yumruklanırken. Hangi ses onu uyandırmıştı, kestiremiyordu. Var gücüyle vuranın hiddeti mi, yoksa beklenmediği bir anda ölümle karşılaşan kadının gelecekte yaşayamayacağı yılları telafi etmek istercesine isyankâr çığlığı mı? Önce kumandaya uzandı, onun için ninni yerine geçen korku filminin sesini kapattı. Sonra kapıya doğrulttu kumandayı ve üstündeki “back” tuşuna bastı. Gerçeklik algısını kaybetmiş değildi ama yine de tuşa bastığında, saniyenin altmışta biri süreliğine de olsa kapının dışındaki yedi numaranın evine geri dönmesini umut etti. “Keşke kumandalar gerçek hayatta da işe yarasa,” diyerek uyuyakaldığı kanepeden kalktı, sağ elini pijamasının içine sokup kalçasını kaşıya kaşıya kapıya gitti.
Karşısındaki adamın sinirden kıpkırmızı olmuş yüzünü görünce yine altmışta bir oranlık sürede mahcup oldu. Ama duyguları da umutları gibi kısa sürdüğü için komşusunun bu hâli komik geldi, gülmemek için kendini zor tuttu. Az önce kalçasını tımarladığı elleriyle karşısındaki adamın ağzını kapattı. Sol elinin işaret parmağını da kendi ağzına götürerek:
“Şişşşt, aman Rüstemciğim, gecenin bu saatinde apartmanın içinde bağırılır mı hiç? Sende öfke sorunu var, demedi deme. Elimdeki vakaların çoğu öfkesine yenilip suç işleyen kişiler,” dedi ve bıkkın bir şekilde ekledi. “Bunu hep söylüyorum ama anlamıyorsun ki! Çöz şu problemini artık.”
Kırmızı yüzlü yedi numara, bu dalga geçen yavuz hırsızın tiradının benzerlerini daha önce defalarca duymuş olsa da yine dumur olmaktan kendini alıkoyamadı. Devamındaysa normalde bülbül gibi şakıdığı, sadece öfkelendiği zamanlarda tetiklenen kekelemesiyle “Çizzz… çizzzzzzz… çizzzz… meeeeeeyi çokkkk…” derken bir yandan da karşısındaki adamın deli olduğuna şüphe bırakmayan el hareketini, gözleriyle hipnotize şekilde takip ediyordu. Adam şefkat dolu bir yüz ifadesiyle, kekelemekten tamamlayamadığı cümlesi için onu yüreklendirircesine, göğüs hizasında, vücuduna paralel tuttuğu eliyle havada görünmez bir daire çiziyor ve başını da senkronize şekilde öne arkaya sallayarak “Hadi Rüstem’im bir avazda söyle de kurtul,” diyordu.
“Kkkkkkkk…. Kkkkkkkk….”
“Bak gözlerim doldu Rüstem’im, ha gayret nur topu gibi bi cümlen geliyor!”
Bu buram buram dalga geçen tavır karşısında kırmızı yüzlü yedi numara, önünde dikilen adamın devir daim yapan elini ittiği gibi eve daldı.
“Çok aştın sen! Atıcam o televizyonu camdan şimdi!”
Son cümleyi takılmadan söylese de ev sahibinin radarına ensesinden yakalanıp ne ara olduğunu anlamadan kapı dışarı edilmişti bile. Rüstem bu süreyi ev sahibine sorsaydı, saniyenin altmışta biri cevabını alırdı muhtemelen. Ama evden bu palas pandıras derdest ediliş gözünü korkutmuş olacak ki kendi katına dönmek için merdivenlere yöneldi.
“Şiii… şiiii…. şikkkk…”
“Şiki şiki baba?? Haaa şöyleee, Allah neşeni arttırsın Rüstem’im, siniri bırak, hep böyle şarkı söyle!”
“Ayetttt… eeeeğğğ… eğğğğ… dicem seee… ni!!”
”Hayni hayni yabaaa!”
“Rrrrr….uuuhh hastası seni!”
“Helik melik duni. Gel fakiri yaba…” diyerek kapıyı kapattı ama apartman koridorundaki kırmızı yüzlü yedi numaranın duyacağı şekilde şarkının nakaratını devam ettirdi. “Ooooo oooooo oooof!”
Oturma odasına gidip koltuğa oturduğunun saniyesinde -ki bu sefer öznel bir zaman kavramı değil de gerçekten bu derece bir eş zamanlılıkta- telefonu çaldı.
Bu sefer “ş” harfi olmadan, “Ahan da siki siki aldım,” diyerek uzanıp telefonu açtı.
Arayan, “alo” denmeyeceğine antrenmanlı bir şekilde söze başladı:
“Koçubey Mahallesi’nde villaların birinde kesik parmak bulunmuş. Konum atıyorum şimdi.”
İki taraf da önceki telefon görüşmesi deneyimlerine dayanarak konuşmanın devamının olmayacağını bildiğinden aynı anda telefonu kapattılar. Üzerinden çok geçmeden yardımcısı Nuri, az önce ilan ettiği mesajı gönderdi. Oflayarak gideceği yerin haritasına göz gezdirdi telefonda. Üstünü değiştirdi, apartmandan çıkarken az önceki kırmızı yüzlü yedi numaranın ziline, onun konuşmasına gönderme yaparcasına birkaç kez kesik kesik basarak “Seni kekeme bülbül seni,” dedi gülerek.
Olay yerine varıp arabadan indiğinde duraksadı. Sanki önünde boyutlar arası geçiş yapılan bir kapı açılmıştı. Kusursuz peyzajı ve aydınlatmaların etrafındaki ışık haleleriyle buranın bir bahçe değil de dünya dışında bir cennet olma ihtimali güçleniyordu. Adım atıp atmamaktaki kararsız hâline sinirlenerek, “Ulan sana asma köprü bile çok! Bir de önünde boyut kapısı mı açılacağını sanıyorsun?” diye söylene söylene arabanın kapısını sertçe kapadı.
21 numaralı villaya geldiğinde, mesafe olarak diğerlerine nazaran daha ayrışan bir konumda olduğunu gördü. Fakirlerle bir arada olmak istemeyen zengin züppe tavrı gibi adeta. Hoş, diğerlerinin sahiplerinin de kodaman olduğu su götürmez gerçekti ama 21 numara patronsa bunlar CEO olabilirdi. Zenginlikle ilgili akıl yürütmesinin bile çalışma üzerine olduğunu görünce bu sefer de kendi kendine “Ufkuna sıçayım senin, Allah’ın marabası,” diyerek içeri girdi. Onu gören yardımcısı vakit kaybetmeden konuşmaya başladı:
“Amirim, ev sahibinin adı Pervin Hıncal. 40 yaşında, tek başına yaşıyormuş. İhbarda bulunansa komşusu Aysel Güç. Üç gün önce evden kavga sesleri duymuş. Daha önceden Pervin Hanım’la aralarında bir tartışma olmuş. Sebebi ise Aysel Hanım’ın bahçesine meyve, sebze dikmek istemesi. Pervin Hanım komşusunun bahçesinin görüş alanında olduğunu ve göz zevkini bozmaya hakkı olmadığını iddia ederek Aysel Hanım’la tartışmış. Hatta yeni ektiği fidelerin bazılarını da sökmüş. Olaya gelecek olursak; Aysel Hanım geçmişteki bu münasebetten dolayı Pervin Hanım’ın geçimsiz biri olduğunu düşündüğünden sesleri önemsememiş. İki gün sonra alışverişten döndüğünde Pervin Hanım’ın ışıklarının gündüz vakti yandığını görmüş. Garip gelse de eve gelip kontrol etmemiş, kimseye de haber vermemiş ama huzursuz olmuş. Şeker hastası olduğu için gece sık sık tuvalete kalkıyormuş. Aklına takıldığı için her seferinde, penceresinden gizlice Pervin Hanım’ın evini kontrol etmiş. Alt kattaki iki odanın da lambası yanıyormuş. Sabah uyanır uyanmaz tekrar baktığında ışıkların hâlâ söndürülmediğini görünce içi rahat etmemiş ve polise haber vermiş.”
“Yani eve gelip kontrol etmemiş mi?”
“Hayır, polise haber vermiş. Bizimkiler bulmuş kesik parmağı. Kapı da açıkmış.”
“Komşunun evi hangisi?” diyerek pencereye yöneldi.
Yardımcısı Nuri, “Soldaki ev Amirim, bakın şimdi ışığı yanan odanın perdesi aralandı,” dedi.
Bir süre eve baktılar. Perde sürekli açılıp kapanıyordu. Neler olup bittiğine bakmak istiyor ama sonra korkudan kapatıyordu anlaşılan.
“Bu evin dış kapısı, komşunun görüş alanında değil. Parmak nerede bulunmuş?” diye sordu yardımcısına. Sonra onun adımlarını takip etti.
“Mutfakta Amirim. Sol el, yüzük parmağı kesilen. Alyansı hâlâ üstünde duruyor.”
“Kesik parmak ev sahibine ait olmayabilir yani. Yalnız yaşıyor dedin, değil mi en başta?”
“Evet yalnız yaşıyor, fakat…” Parmağın bulunduğu tezgâhın tam üstündeki resim çerçevesini gösterdi. “Tabii, henüz incelenmedi ve komşunun söylediklerinden yola çıkarak tahminen üç gün geçtiği için uzuvda renk değişimi olsa da tırnak yapısı itibariyle fotoğraftakine benzemiyor mu Amirim?”
Şeref, eğilip resim çerçevesine baktı, sonra hemen yakınındaki kesik parmağa. Ardından mutfağı incelemeye başladı. Oldukça genişti, neredeyse bir stüdyo daire kadar. İki duvarı da kaplayan dolaplar, ortada ise yeni tip mutfaklarda bulunan “ada” olarak tabir edilen geniş bir tezgâhla pencere tarafında bir masa ve koltuklarından oluşan oturma grubu bulunuyordu. Bu kadar yer varken neden resim çerçevesi ocağın, lavabonun bulunduğu tezgâha konulmuştu? Adeta biri süreci hızlandırmak istercesine onları yönlendirmek istiyordu.
“Burada sana tuhaf gelen bir şey var mı?” diye yardımcısına sordu.
“Evet Amirim, kesik parmaktan resim çerçevesine doğru giden oklar ya da yanıp sönen ışıklar beklerdim.”
Şeref hem yardımcısı Nuri’nin muzipliğinden hem de bu ‘aklın yolu bir’ durumuyla düşüncesinin teyit edilmesinden hoşnut, tebessüm etti.
“Parmağı hemen incelesinler. Biz de şu ürkek tavşanla bir konuşalım ama öncesinde bizimkilere söyle, her yeri didik didik arasınlar. Başka bir uzuv bulmayız umarım. Hastanelere parmak kesilmesi ya da kopmasıyla ilgili Pervin Hıncal’ın bir başvurusu olmuş mu araştırsınlar.”
Komşunun kapısını çaldıklarında, ev sahibi kısa sürede kapıya geldi ama duraksadı. Kapıya tekrar vurdular.
Kapının hemen ardında olmadığını belli eden bir uzaklıktan ev sahibi seslendi. “Kim o?”
“Polis, Aysel Hanım. Komşunuz Pervin Hanım hakkında birkaç sorumuz var.”
Kapının ardında hiç hareket olmadı. Yardımcısı Nuri tekrar seslendi:
“Kapıyı açar mısınız Aysel Hanım?”
Kadın komutu aldığında ayaklarını belli ki sürüyerek kapıya yanaştı, zinciri taktı ve gözleriyle burnu görünecek kadar açarak “Ben her şeyi anlattım. Daha fazlasını bilmiyorum. O kadınla uğraştırmayın beni,” dedi.
Zinciri kaldırtmak için üniformanın işe yarayacağını düşünen Şeref az ilerideki polisi gösterdi. “Şu an, buradan daha güvenli bir yerde olamazsınız Aysel Hanım. Lütfen kapıyı açın da konuşalım.”
Kadın biraz düşündükten sonra “Ama bahçede konuşacağız,” dedi. Belli ki bu ikilinin sivil kıyafetli olmalarından huylanmış, diğer üniformalı polislerin görebileceği yerde bulunmak istiyordu.
Amiri bu teklifi çoktan kabul etmişti. Taşlı yürüyüş yolunda birkaç adım geriye çekildi. Nuri, “Tabii Aysel Hanım, bahçede konuşalım,” dedi.
Aysel Hanım, anahtarını yanına alıp şalını tutarak yanlarına geldi.
Şeref hemen sorguya başladı:
“Pervin Hanım’la kaç senedir komşusunuz?”
“Yedi yıl önce yerleştim buraya. Benden birkaç hafta sonra da onlar taşındılar.”
“Onlar derken, Pervin Hanım yalnız yaşamıyordu o zaman?”
“Yaklaşık bir senedir tek diye biliyorum. Çok da takip etmiyorum kendisini. Neye kızıp da karşıdakinin üstüne saldıracağı belli olmayan biridir, o yüzden ‘Evimi mi gözlüyorsun?” der diye pek bakmam o tarafa.”
“Ondan önce kiminle yaşıyordu?”
“Evliydi, kocasıyla birlikte taşınmışlardı.” Çevresine şöyle bir göz gezdirip sesini kıstı. Önemli bir bilgi vereceğinin sinyalini yakarak “Ama adam aldatmış bunu,” dedi. Hemen de ekledi. “Kim çeker ki o çirkefi?” Son kelimeyi o kadar içten bir nefret vurgusuyla söylemişti ki burnu yukarı çekilip tiksinmeyle kırıştı.
“Evet, aranızda yaşanan kavganın bilgisini aldım, oraya da geleceğim. Kendisiyle bu kadar irtibatınız kopukken bu detayları nereden biliyorsunuz?” diye sordu Şeref.
“Fatma söyledi,” dedi kadın, sanki karşısındaki iki adam da Fatma’yı tanıyormuş gibi.
Kısa bir sessizlik oldu. İkisi de Aysel’in sorulmadan Fatma’nın kim olduğunu açıklayacağını umut etti ama kadın hiç oralı değildi. Bir kediyi karşınıza alıp kim gözlerini kırpmadan duracak yarışına girmek gibiydi bu bekleyiş. Yarışmanın galibinin istisnasız her zaman kediler olduğunu bilen Nuri, Aysel’in sorulmadan miyavlamayacağını anlayarak “Fatma kim Aysel Hanım?’’ dedi.
Aysel hiç nazlanmadan cevap verdi.
“Haftada bir gün, pazartesileri bana temizliğe gelir. Çarşamba da ona gider. Temizlik yaparken çenesi hiç durmaz; ya şarkı söyler ya kocasından yakınır ya da sitede diğer temizliğe gittiği evlerden konuşur. Ben dedikoduyu asla sevmem, başlarda anlatma desem de laf dinletemedim.”
Yalan makinesine bağlasalar anında alarmı öttürecek olan bu asılsız ‘dedikoduyu sevmem’ beyanı sorgulamayı yanlış yöne götürmeyecek nitelikte olduğundan ikisi de takılmadı.
“Pervin Hanım’ı en son ne zaman gördünüz?”
“Görmedim, diyorum ya bakmam o tarafa ama en son tartışmanın olduğu gün sesini duydum işte.” Yine etrafa hızlıca göz gezdirdi. “Ama bir gün önce Fatma oradaydı, o görmüş. Dediğine göre yine her zamanki huysuzluğu üzerindeymiş. Hatta başta onu eve almak istememiş.”
“Fatma Hanım mı söyledi bunu size?”
“Yok, Pervin cadısı geldi söyledi bana. Tövbe ya rabbim, kim söyleyecek, tabii Fatma dedi.”
Huysuz ihtiyar yakıştırmasına birkaç senesi kalan kadının yaşına hürmeten, bu terslemenin üstünde durmayan Şeref. “Siz, Fatma Hanım’la bayağı yakınsınız galiba?” dedi.
“Yoo, bunu da nereden çıkardınız?”
“Az önce dediğinize göre Pervin Hanım’a çarşamba günü gitmiş olmalı, size de pazartesi günü gelecekti. Gününden önce görüştüğünüze göre iş dışında da samimi olmalısınız,” dedi Nuri. Yardımcısı da onunla aynı mantıktaydı demek. “Bu çocukta iş var,” diye düşündü Şeref.
“Amaan ondan mı dediniz. Yok canım. Bana geldiği gün çocuğunun okulundan çağırmışlardı, apar topar gitti. İki odanın camlarını silecekti daha.” Hiç yapılır mı bu der gibi bir yüz ifadesiyle “Yeni yıkanmış perdelerimi, pis cama takıp gitmişti apar topar. Çarşamba da Pervin cadısı bunu önce eve almak istememiş, kendi günü olduğu hâlde. Sonra ne düşündüyse vazgeçmiş ama sadece “Oturma odasını sil, süpür, git,” demiş. Fatma da ondan erken çıkınca benim camları silmeye geldi.”
“Peki, ikinizin de ortak tanıdığı biri, yani Fatma Hanım varken neden komşunuzun ışıklarını gündüz açık gördüğünüzde gidip bir kontrol etmesini söylemediniz?” dedi Nuri.
“Bir de ‘Başkalarıyla benim dedikodumu mu yapıyorsun?’ diye evimi mi bassaydı? Merak ettim etmesine ama ‘Neme lazım, bulaşma,’ dedim kendi kendime. Fatma bir ara onun sinir ilacı kullandığını söylemişti. O geceki kavgadan sonra yatışmak için belki de bir tane fazla içti, o da uyku yaptı diye de düşünmüştüm.”
“Hımm, peki intihar etmiş olabileceği aklınıza gelmedi mi?”
“O mu? Yok bee! Kavga edeee edeee edeee karşısındakinin beynini yer bitirir, öldürür de geri çekilmez o,” derken yine gözleri kısıldı, burnu kırıştı öfkeden.
“Peki, teşekkürler. Fatma Hanım’ın telefon numarasını alalım sizden,” dedi Nuri.
“Telefonum şarjda, içeri götürüp getirtmeyin beni ne olur. Zaten onlar da burada oturuyor. Kocası sitenin bahçıvanıdır. Bu yoldan doğruca gidin, küçük bir ormanlık var, onu da geçince karşınıza çıkan ilk ev.”
Herhâlde kendileriyle aynı klasmanda olmadıklarını vurgulamak içindi personelin evinin sitenin içinde yer almaması. “Küçük orman da zenginler ve fakirler arasına kurulmuş barikat görevi görüyor olabilir,” diye aklından geçirdi Şeref. Nuri’ye baktı. Acaba o da böyle düşünmüş müydü yoksa her ay maaşının ucu ucuna yetişinden kaynaklı bir hüsnükuruntu muydu bu?
Arabaya bindiler, kadının dediği gibi pahalı müstakil evler ve cennet replikası bahçeleri geçtikten sonra koruya girdiler. Hemen bitiminde de ışığı yanan evi gördüler.
Fatma’nın kısmen de olsa Aysel Hanım’ın hayal ettiği hayatı yaşıyor olduğunu gördüler bahçeye ekilen domates, biber, nane, fesleğen gibi bilumum yeşillikten. Belki de iki kadının kavga etmesine neden olan bahçede zerzevat yetiştirme fikrini Fatma vermişti.
Aysel’in kapıyı hemen ve neredeyse ardına kadar açtı.
“İyi akşamlar, Emniyet’ten geliyoruz. Pervin Hıncal’ın evinde bulunan kesik parmak olayını soruşturuyoruz. Fatma Hanım’la görüşmek istiyorduk.”
“Benim komserim, buyrun,” dedi. Hiç şaşırmamıştı. Sol elinde tuttuğu telefon tuş kilidine geçmemişti, ekran ışığı hâlâ açıktı. Büyük ihtimalle Aysel, Nuri’yle ikisi onun yanından ayrılır ayrılmaz şarjda olan telefonuyla Fatma’yı aramış, flaş gelişmeyi aktarmıştı. Ne de olsa olay daha sıcakken yapılan dedikodunun tadına doyum olmazdı.
İçeri geçen Şeref, bu sefer düşüncelerini yardımcısına teyit ettirmek yerine doğrudan Fatma’ya yöneldi.
“Aysel Hanım’ın yanından geliyoruz. Vakit geç olduğu için sizi arayıp yola çıktığımızı söylemesini rica etmiştik.”
Fatma, Türk polisine güvenle bunun bir blöf olduğunu zerre düşünmeden yanıtladı.
“Evet evet, şimdi Aysel Abla’yla konuşuyorduk, söyledi bize geleceğinizi.”
Kısa bir an yardımcısıyla göz göze gelen Şeref devam etti.
“Aysel Hanım, sizin Pervin Hanım’ın evine çarşamba günü gittiğinizi söyledi. Pervin Hanım’ı o günden sonra gördünüz mü acaba?”
“Yok, hayır komserim, en son çarşamba gördüm. O da çok kısa süreliğine zaten. Yine bir şeye sinirlenmişti, eve bile girmeme müsaade etmedi baştan.”
“Neden? Hep böyle geri çevirir mi?”
“Yoo, haddinden fazla titizdir. Geri çevirmeyi bırakın, her gittiğimde çıkmama yakın bir iş icat eder. Hiç 18.00 dedi mi çıktığım görülmemiştir Pervin Hanım’ın evinden.”
“Yine bir şeye sinirlenmişti, dediniz az önce. Nasıl biridir Pervin Hanım?”
“Valla buraya geldikleri ilk üç, dört sene şeker gibi bir kadındı. Hatta çocuklarımın doğum günlerinde hediye bile alırdı. Kocası olacak adam mahvetti kadını,” dedi. Sonra dedikodu yaptığı kişilerin Aysel değil de polis olduğu gerçeği dank edince, “Aman komserim, bu dediklerimi onlar bilecekler mi?” dedi korkuyla.
Bir olayda herkese potansiyel suçlu olarak yaklaşırdı Şeref ama karşısındaki kadını, gündelik hayatta dedikoduya yatkınlığından dolayı bu sorgulamada muhbire çevirmek istiyordu. Onu ürkütmemek ve bilgi akışını kesmemek için “Fatma Hanım, evinize çok yakın bir yerde kesik parmak bulundu. Bu belki devamı gelecek ve sıradakinin kim olacağını şu an bilemediğimiz bir saldırı da olabilir. Biz, sizi korumakla yükümlüyüz, buna güvenebilirsiniz,” gibi ucu açık bir laf etti. Aslen polisin asayişi sağlaması adına söylediği bu sözleri, kadının anlattıklarını başkasının bilmeyeceği adına bir güvence olarak anlamasını umut etti ve öyle de oldu.
“Peki, komserim. Normalde etliye, sütlüye karışmam, dedikodudan da nefret ederim (yalan makinesi dejavusu) ama polisimize yardım etmek boynumuzun borcu. Adım geçmeyecekse ne biliyorsam anlatırım.”
İçeriden bir horlama sesi geldi. Şeref koridordan odaya başını uzattığında kanepede uyuyan bir adam gördü. Yanında da rakı şişesi ve boş bir kadeh.
Fatma yanlış anlaşılmamak için “Eşim uyuyor da,” dedi.
Şeref içinden “sızdı” olarak düzeltti kadının cümlesini ve “Uykusu ağır sanırım,” dedi. “Fatma Hanım, Pervin Hanım’ın kocasından bahseder misiniz?”
Fatma önce biraz çekinse de sonrasında birilerini çekiştirecek olmanın verdiği haz okundu gözlerinden.
“Cemal Bey, yani Pervin Hanım’ın kocası aldatıyormuş karısını. Kadın da bunu öğrendikten sonra yıkıldı tabii. Kolay kolay kendine gelemedi. Hatta doktorlara gitti, sinir ilacı kullandı ama nafile. Hiç işe yaramadı. Önceleri ayrılmamak için direndi ama sonra çok affedersiniz kocasını o kadınla basınca geçen sene boşandı. Hem de adamın donuna kadar aldı nerdeyse,” der demez sustu. “Affedersiniz,” diye ekledi ardından. Kızarmıştı. “Zina bir kadın için çok ağır darbe komserim. Pervin Hanım huysuzdur falan ama kolay değil yaşadıkları da.”
O sırada Nuri’nin telefonu çaldı. Biraz uzaklaşarak konuştu. Şeref kadına sordu. “Çocukları var mı Pervin Hanım’la Cemal Bey’in?”
“Yok, zaten kadını da bu yıktı. Adam doktormuş. Evde gürültü istemiyorum diyerek hep ertelemiş çocuk sahibi olmayı. Pervin Hanım bunları basmadan önce öğreniyor ki yedi aylık çocukları varmış. Dünya başına yıkıldı kadının.”
“Sizinle dertleşir miydi bu konularda?” dedi Şeref.
“Yok, ama evin içinde olunca hâliyle telefon konuşmalarına kulak misafiri oluyorsun istemeden. Hatta kadın bunu bilmesine rağmen yuvasını kurtarmak için yüzüne vurmadı adamın.”
“Bunu nereden biliyorsunuz?”
“Telefonda ağlayarak birine anlatıyordu. ‘Kimseye söylemeyeceksin,’ diye de arada bağırıyordu. Kimle konuşuyorsa artık.”
Kadın lafını tamamladığında Nuri yanlarına gelmişti. “Amirim, yeni gelişmeler var, eğer soracağınız başka bir şey yoksa çıkalım mı?”
Kadın heyecanla ona doğru bir adım atarak “Aaaa, ne olmuş komserim?” dedi. Verdiği bilgilerden sonra alma sırasının kendine geçtiğine inanıyordu herhâlde.
Nuri bir süre bomboş baktı, sonra “Teşekkürler Fatma Hanım, daha sonra sizinle tekrar konuşabiliriz,” dedi.
Evden çıktıklarında Şeref, yardımcısına güldü. “Seni Aysel Hanım sandı galiba. İki şey söyleyeydin, kadının hayattaki güç kaynağı dedikodu belli ki.” Arabaya bindiklerinde devam etti. “Aslında var ya MOBESE gibi her mahallede böyle birkaç kişi olacak. Olay mı oldu, tak bilgi geçecekler sana.” Yeni gelişmeyi öğrenmek yerine kadını çekiştirdiği için utandı. “Acaba dedikodu bulaşıcı bir şey mi?” diye düşündü. Daha da imajını zedelememek adına hemen sordu yardımcısına, hafif de kızmış gibi yaparak. “Eeee hadi, ben sormadan söylemeyecek misin be adam? Ne konuştun?”
“Amirim, kadının evinde telefon bulmuşlar. Numara sorgulamasına göre ev sahibine ait. Çarşamba günü en son ‘Bok pislik piç’ diye kayıtlı biriyle konuşmuş, mesajlaşmış.”
“Dur tahmin edeyim, eski kocası değil mi?” dedi Şeref.
“Evet, numara Cemal Bozuk adına kayıtlı. Dahası kesik uzvun parmak izi raporu da çıkmış. Pervin Hıncal’a ait.”
Şeref, Nuri telefonla konuştuğu sırada kadından öğrendiklerini özet geçti ve Pervin Hıncal’ın telefonda biriyle konuştuğunu, gayrimeşru çocuktan bahsettiğini ama kim olduğunu bilmediğini söyledi. “Boşanmadan önce bildiğine ve bebek de o sırada yedi aylık olduğuna göre bir sene öncesinden başlayarak önceki yedi aylık süreçteki konuşmalarını bir inceletelim. Cemal Bozuk’la Whatsapp yazışmalarının dökümünü ve ses kayıtlarını da alalım,” dedi.
Tam sözlerini bitirmişti ki ormandaki ekip arabalarının ışıkları ikisinin de gözlerini kamaştırdı. O sırada Nuri’nin telefonu çaldı fakat Nuri aramayı meşgule verdi. Çünkü muhtemelen bilgi vermek için arayan polis meslektaşını az ötede görüyordu.
Arabadan inip arayanın yanına gittiler, adam onları bekletmeden söze başladı:
“Ağaçların arasında bir kadın cesedi bulduk. Sol elindeki parmak eksiğine göre muhtemelen Pervin Hıncal’a ait. Ama daha ilginci kadının rahmi çıkarılıp hemen yanına bırakılmış.”
Cesedin olduğu yere gittiler. Feneri yerde yatan kadına doğrulttuklarında hâlâ kanlı canlı duran nefret ifadesi çarptı yüzlerine. Can çekişmekten değil de artık mimiklerine sabitlenmiş öfkeden çatılmış kaşlar, büzüşmüş dudaklardı bunlar.
Olay yerinden ayrıldıklarında üzerlerine ölü toprağı serpilmişçesine sessizdiler. Cemal Bozuk’u aldırdıkları Emniyet’e gidiyorlardı. Sessizliği ilk Şeref bozdu.
“Pervin Hıncal’ın evini gören ya da yakınlarındaki evlerde kamera var mıymış?”
“Ben de sordurttum. Yok Amirim.”
“Ne ilginç. Bok gibi paraları var orda oturan herkesin. Evlerinin önünü botanik bahçesine çevirttirmişler de bir kamera mı koydurmamışlar? Hava atmak önemli tabii, öncelik vitrinin façasında!”
Gündelikçi Fatma’yla MOBESE benzetmesi yaparak dalga geçmişti ama kadının geleneksel gözlemciliğini içinden takdir etti . Ne de olsa onlara önemli bilgiler vermişti.
Emniyet’e girdiklerinde doğruca sorgu odasına gittiler. İçeri girmeden polis memuru, “Adamı zor zapt ettik. Her yeri yumrukladı. Kapalı yerde kalma fobisi varmış. Sorgu odasını hücreyle mi karıştırdı ne?” diyerek güldü.
Hem söylenen söz komik olmadığından hem de az önce gördükleri ceset sebebiyle ikisinin de gülecek hâli yoktu. Memur devam etti. “Evde bir kadın ve bir bebek varmış.” Şeref sanki bu bilgiyi bekliyormuşçasına “Hemen kadını da aldırın,” dedi ve içeri girdiler.
Kapıyı açılınca adam hışımla üstlerine geliyordu ki birden durdu. Belli ki kapıyı yumruklamaya geliyordu. Bir anlık şaşkınlıktan sonra bağırmaya başladı.
“Beni niye buraya getirttiniz? Dava edeceğim hepinizi!”
Şeref ve Nuri kısa bir süre adamı izlediler. Bu panik hâli ve sık nefes alışlar, kapalı yerde kalma fobisinden mi yoksa potansiyel bir suçlunun yakalanma korkusundan mıydı? Peki bu küstah tavırları, doktorlara özgü Tanrı egosundan mıydı yoksa yine mevkiinden güç alan bir nevi “Siz benim kim olduğumu biliyor musunuz?” meydan okuması mıydı?
Cemal Bozuk’un histeri krizine girmesine ramak kala Şeref sordu:
“Eski eşiniz Pervin Hıncal ile en son ne zaman görüştünüz?”
Adam işte şimdi çıldırmıştı.
“O Allah’ın cezası ruh hastası şikâyet etti diye mi kapattınız beni buraya?”
“Sizi neden şikâyet etti sizce?”
“Allah onu kahretsin, tanıdığım güne lanet olsun! Ben çıkıyorum buradan. Onun saçmalıklarına bir dakikamı bile vermem,” diyerek kapıya yöneldiği anda Şeref konuştu:
“Kahrolmasından kastınız ölmesiyse eski eşiniz bugün ölü bulundu!”
Adam şimşek gibi bir hızla döndü ve boğuk bir sesle uzunca “Neee?” diyebildi.
“Eşiniz… eski eşiniz Pervin Hıncal bu akşam evinin yakınındaki ormanda ölü bulundu. Bu olay öncesinde, aldığımız ihbar üzerine evine gittiğimizde yine Pervin Hıncal’a ait kesik parmaktan yola çıkarak bu araştırmayı yaptık.”
Adamın bacakları gözleri görünür şekilde titremeye başladı, rengi sapsarı oldu. Verdiği durum bilgisiyle sağlı, sollu aparkatlardan sonra Şeref, “Eski eşinizi, rahmi çıkarılmış ve yanına konulmuş hâlde bulduk,” diyerek kroşeyi de indirdi.
Adam gerçek bir darbe almışçasına bir anda dizlerinin üstüne düşerek kusmaya başladı. Cemal Bozuk yanlarında olmasa ve mevzubahis de bir ceset üzerinden gelişmese, adamın mesleğini tiye alarak yardımcısına “Acaba kan mı tuttu?” diye espri yapabilirdi.
İkisi de kusmuk kokusu içinde durmak istemiyordu ama bu savunmasız hâlinden faydalanıp belki de önemli bir bilgi ya da daha güzeli bir itiraf alabilme umuduyla devam ettiler. Şeref başladı:
“Bir sene önce boşanmışsınız. Az önceki lanetlerinize bakılırsa da yüzünü görmek istemediğiniz bir kişiymiş. Neden olay günü Pervin Hıncal’ı sürekli aradınız, mesajla taciz ettiniz ve hatta…” Nuri anlıyordu ki amirinden bir blöf gelecek. Şeref onu yanıltmadı. “Hatta onu görmeye gittiniz?”
Ya bugün karşılarına saf insanlar çıkıyordu ya da adam aldığı haberlerin şokuyla döküldü.
“Çünkü Seda’nın… Seda benim sevgilim. Seda’yı takip etmiş ve bir kafede oturduğu sırada cep telefonunu masadan almış. Kafenin kamera kayıtlarına baktığımızda gördük. Aklınca telefondan yazışmalara vesaireye bakıp bana ne gibi yeni tazminat davaları açabileceğini düşünüyordu herhâlde. Kendisini telefonu vermesi için aradım. Her zamanki gibi tartıştık, sonra ağlamaya başladı. ‘Gel, al sevgilinin telefonunu,’ dedi. Çağırmasa neden gideyim deli miyim?”
Nuri, “Madem ortada bir telefon gaspı var, eski eşinizle muhatap olmamak için polise haber verebilirdiniz,” dedi.
Bozuk Cemal, “İnanın polis, mahkeme bu tarz şeylerle o kadar uğraştım ki özellikle son bir senede, tahammülüm kalmadı. Tıpkı bir fobiye dönüştü mahkeme ya da Emniyet. Olaylı bir boşanmaydı bizimki.”
“Evet eşinizi aldatmışsınız ve zina davası açmış size.”
Adam üzüntüyle “Evet,” dedi. Yaptığından mı utanmıştı? Yoksa vahşice öldürülen eski eşine acıdığı için bu aldatılmayı hak etmediğini mi düşündü ilk kez?
Soyadına yakışır, bozuk bir ses tonuyla devam etti adam. “O gün evde tartıştık, evet, ama ben ona bir şey yapmadım. İlginç bir şekilde çok da zora sokmadan telefonu verdi, ben de evden çıkıp gittim.”
Şeref yardımcısına işaret etti, dışarı çıktılar. “Adamın dediği kafeye ait video kayıtlarına ve o caddedeki MOBESE ve dükkân kameralarına baktıralım,” dedi.
Araya giren iki kahve içimi ve bir yuva yıkan sevgili sorgusundan sonra video odasındaydılar. Niyeyse her ikisine de kadının hâl ve tavırları, sevgilisi Bozuk’tan daha tuhaf gelmişti. Hissikablelvuku elle tutulur delil kadar kıymetlidir deneyimli bir cinayet polisi için. Kamera kayıtlarına baktıklarında bu önsezileri daha da güçlendi. Bozuk’un sevgilisi Seda mekâna yaklaşırken ara sıra arkasına bakıyordu ve tam da birinde Pervin Hıncal, onun görüş alanına girecek şekilde göze çarpmıştı. Seda onu görmüş olacak ki daha da hızlandı ve kafeye girdi. Vücut dili sanki bir işi bir an önce bitirmeye çalışır gibiydi. Kayıtlardan telefonu alma kısmına geldiklerinde, sahibi eliyle telefonu Pervin Hıncal’a verse daha iyi olurdu dedirtecek bir durum vardı. Maktul masaya yanaştığında Seda sağa sola değil de ilginç bir şekilde arkasındaki duvara döndü. Oturduğu koltuğun arkasıyla kalçası arasına sıkıştırdığı çantasından bir şey arar gibi yaptı ama içinden hiçbir şey almadı. Tekrar masaya döndüğünde bir ara duraksadı; sanki yeterli süre verip vermediğini, erken dönüp dönmediğini düşündü. Şeref, yardımcısı Nuri’nin de böyle düşündüğüne emindi. Nuri aklını okurcasına “Bozuk’un sevgilisini sorguya aldırıyorum,” dedi. Şeref ekledi. “Onun ve yakınlarının banka kayıtlarını da inceletelim.”
İkisi birlikte odaya girdiklerinde Nuri sözü blöf ustası amirine verdi.
“Pervin Hıncal, bu komplo için size yüklüce bir para ödemiş. Çocuğunuz olmasa çok cazip bir teklif ama birlikte evladınız olan bir adama neden bunu yaptınız?”
Daha banka hesap hareketlerini görmeden yönelttiği bu soru sonrasında kadın ağlamaya başladı. İkisi de heyecanlandılar. Gerçi doğum yapmasının üstünden çok zaman geçmişti ama bu gergin ortam hormonları üzerinde bir etki yapmış olabilirdi. Lütfen öyle olmasındı. Derken Seda anlatmaya başladı:
“Altı ay önce Cemal’in beni aldattığını öğrendim. Gerçi bunu bana Pervin söyledi. Sapık gibi Cemal’in peşini hâlâ bırakmadığı, takip ettirdiği için beni aldattığını öğrenmiş. ‘Salak gördün mü, değdi mi, sana da acımadı,’ diyerek anlattı bana. Ona yardım edersem ikimizin de intikamını alacağını söyledi. Cemal’in en büyük korkusu hapishaneye girmekti, çünkü kapalı yerde kalma fobisi var. ‘O pisliği ömür boyu içeri attıracağım, sadece dediklerimi yap,’ dedi. İnanın sadece kafeye kadar olan kısmında vardım ben,” demesiyle masaya ağlayarak kapanması bir oldu.
Tam sırada kapı açıldı. Bir polis memuru, “Amirim bakabilir misiniz, bir ipucu bulmuş olabiliriz,” dedi.
***
Aradan iki gün geçmesine rağmen Şeref’le Nuri şaşkındı ve hâlâ sorguluyorlardı, bu nasıl bir intikam duygusu diye.
O gün polis memurunun bahsettiği ipucundan yola çıkarak maktulün videoda kısa süreliğine (saniyenin altmışta biri) bir adamla konuştuğunu saptamışlardı. Sonrasında bu adamın Cemal Bozuk’un cerrah arkadaşı olduğu ve onun da banka hesabına yüklü miktarda para girişi yapıldığı saptanmıştı.
Şeref, Nuri’ye döndü. “Bir kadını asla susturamazsın. İntikam almak için kocasını hapse gönderirken bile alyansını taktığı parmağını kestirerek ve rahmini aldırarak adama vebal olsun diye mesaj gönderiyor, vay be.”