Polisiye öykü ve romanlar, ilk başlarda ayrı bir tür olarak kabul edilmese de uzun yıllardan beri edebiyatın köşe taşlarından birisini oluşturmakta ve özellikle son yıllarda giderek artan bir ilgiyle okunmaktadır.
Katil kavramı, suçun bir cinayet olduğu polisiye edebiyatın olmazsa olmazıdır. Sayfalar boyunca olaylar gelişir, kader ağlarını örer ve dedektifimiz türlü zorlukların üstesinden gelerek bir şekilde emeklerinin karşılığını alır. Bizler de okurlar olarak bu düğümün çözümüne büyük bir hayranlıkla tanıklık ederiz. Kitabın arka kapağını kapattığımızda katilin kim olduğunu öğrenmiş oluruz. Hatta tahminimiz doğru çıkmış ise büyük bir keyif ile bir sonraki macera için sabırsızlanırız.
Yazmak, zeka gerektiren bir iştir. Olayın kurgusu, karakterlerin gelişimi ve zaman döngüsü gibi kavramlar birbiri ardına cümlelerle dizilir ve zihnimizde adeta bir sinema perdesi gibi canlanır.
Yazar, çoğunlukla büyük bir ustalıkla katili okuyucudan gizler. Kitabın son satırlarına dek bu sır perdesi aralanmaz. Peki, okurlar olarak hiç düşündünüz mü; yazar bu olayları kurgulayıp sözcüklere dökerken nasıl bir hissiyat içerisinde olur? Cevabınızı duyar gibiyim; adeta yaşar gibi değil mi? Ya bu yaşamak olayı, gerçekten deneyimlenen bir hâl alırsa nasıl olurdu?
Çok ilginç bir biçimde, edebiyat dünyasında zaman zaman bu gibi olaylara rastlamak mümkün. Geniş kitlelerce okunan, olumlu eleştiriler alan, bazıları milyonlarca satmış eserlerdeki katilin, aslında yazarın ta kendisi olduğuna ilişkin haberler, zaman zaman tüm dünyayı derinden sarsmıştır.
Birçok insan şiddete karşı olduğunu söyler. Doğal olan da budur. Ancak, hepimizin, içimizdeki kötülüğün dışa yansımasına engel olamadığımız anlar olmuştur, olmaktadır ve daima da olacaktır. Önemli olan, bu düşüncelere, eyleme geçmeden evvel engel olabilmektir.
Katillerin kirli tarihi, bizlere bu kişiler hakkında pek çok ortak çıkarım yapabilme imkânı verir. Bazı kişilerce, özellikle seri katillerin oldukça zeki olduğu dile getirilmektedir. Yazmak kavramının da zeka gerektiren bir eylem olduğundan bahsetmiştik. Bu durumda, karmaşık cinayet kurguları yaratabilen bir yazarın, pekâlâ bunları hayatının bir anında yaşayıp tecrübe etmiş olması da imkan dahilindedir.
Ben de bu yazıda, yakın tarihte buna benzer durumlara verilebilecek iki örneği sizlere sunmak istedim.

Liu Yongbiao
İlk örneğimiz Çinli yazar Liu Yongbiao. Kendisi 2010 yılında Günahkar Sır (The Guilty Secret) isimli bir kitap yazmış ve bundan üç sene sonra, 2013 yılında Çin Yazarlar Derneği’ne kabul edilmişti. Uzun yıllar boyunca yazarlık kariyerine devam eden yazar bu alanda yerel ödüller de kazanmıştı. Takvimler 2017’yi gösterdiğinde altmış dört yaşında olan yazar, Çin polisinin gelişen teknolojinin nimetlerinden yararlanarak çözdüğü bir cinayet soruşturmasının sonucunda, dört kişinin ölümünden sorumlu tutuldu. 29 Kasım 1995’te bir pansiyonda öldürülen bu dört kişinin katili, altmış bin parmak izinin analiziyle yazar Liu ile suç ortağı Wang çıktı.
Yazar, polis onu almaya geldiğinde “Uzun süredir sizi bekliyordum. Nihayet yıllardan beri çektiğim ızdıraptan kurtulacağım!” diyerek herkesi şaşırtmıştır.
Krystian Bala
Bu konudaki bir diğer örnek ise Polonya’dan. Polonya polisi takvimler 2007’yi gösterirken, 2000 yılında işkence edilerek öldürüldükten sonra nehre atılan bir işadamının katil zanlısı olarak polisiye roman yazarı Krystian Bala’yı tutukladı. Yazar, bir gazetede okuduğu cinayet haberinden etkilenerek kaleme aldığını belirttiği ve 2003’te yayınlanan Amok adlı romanında, işadamı Dariusz J’nin cinayetini, en ince ayrıntısına kadar anlatmıştı.
Polis soruşturmasında herhangi bir delil elde edilememişti. Faili meçhul cinayet, televizyonlarda bile aktüel programlara konu olmuş, kanala telefon eden ve Uzakdoğu’dan aradığını belirten bir kişi, cinayetin çözülmesinin pek mümkün görünmediğini bile söylemişti.
Ancak gelen bir ihbar işin seyrini tamamen değiştirdi! Kimliğini açıklamayan itirafçı, cinayetin çözümü için yazar Bala’nın Amok adlı romanını işaret ediyordu. Yapılan incelemede, kitaptaki cinayetin işadamı Dariusz’un olayı ile tamamen örtüştüğü saptandı. Soruşturmada ayrıca, Bala’nın boşandığı eşinin işadamını tanıdığı da ortaya çıktı.
Bala mahkemede, mükemmel cinayet kurgusu yaratma tutkusunun olduğunu ve romanını da gazete haberinden yola çıkarak yazdığını söyleyerek suçlamaları reddetti. Ancak kitapta, kurbana ait kimsenin bilemeyeceği bilgiler de yer alıyordu. Polis baskını ile gözaltına alınan yazarın evindeki notlardan, başka bir cinayeti daha planladığı ortaya çıktı. Ayrıca cinayetin incelendiği televizyon kanalını arayan kişinin de o olduğu anlaşıldı! Mahkeme sonucunda Bala, yirmi beş yıl hapse mahkum edildi.
Halen cezaevinde cezasını çekmekte olan yazarın, katil olduğu medyaya yansıyınca, ilk zamanlarda çok fazla satmayan Amok romanı, başta Polonya olmak üzere tüm dünyada satış rekorları kırdı.
Görüyorsunuz, kimi zaman polisiye yazarları da akıl almaz bir şekilde olayların gerçek faili olabiliyor. Kim bilir; şu anda okumakta olduğunuz polisiye kitabın faili de yazarıdır, olamaz mı?
Cinayetlerin yalnızca kitap satırlarında kalması dileği ile, iyi okumalar dilerim.
Unutmayın; iyi polisiye iyi edebiyattır!