Bu kurban bayramı hikayesinde, kurbanın ne kadar küçük olduğunun bir önemi var mı bunu sorgulayacağız. Kurban hikayemizin kahramanı, komiser Aylin Türkoğlu’nun başına gelenler ile bunu düşüneceğiz.
Bulunduğum odada gözlerimi açtığımda, bilincimin hala uyuyor olduğunu, gözümün önünde beliren kabusun parçasının çanlı oluşundan anlamam uzun sürmedi. Karanlık bir odada ellerim duvara zincirlenmiş ama ben sanki ne olacağını biliyormuş gibi kıpırdamadan bekliyordum. Yanımdan geçen ve bana tüyleri ile dokunan hayvan bile bu sakinliğimi bozamamıştı. Oysa ki hiç bir tüylü hayvana dokunamam ben. Burada korkmam veya bağırmam için tutulmadığımı biliyordum. Bu bilinç ile hiç sesimi çıkarmadan kıpırtısız bir halde dizlerimin üzerinde oturmaya devam ettim ta ki bir ses duyana kadar. Bu ses betona çarpan ayak sesiydi. Tüm duyularım açılmış, karanlıkta bana yaklaşan kişiyi bekliyordum. Adım sesleri ritmik bir şekilde bana yaklaşıyordu. Gözlerim karanlığa alıştığı için, önüme gelmeden gelen adamın; ayaklarını yere kuvvetli bir şekilde basmasından adam olduğunu anladığım ziyaretçimin bulunduğum yer kadar kara olan kıyafetlerini görmem uzun sürmedi. Yanılmamıştım. Karşımda duran adamın boyu ben yerde oturduğum için gözüme dev gibi göründü. Adam kıpırdamadan tam önüme gelip durmuştu. Bir şeyler söylemesini bekledim fakat oda benim gibi ısrarla sessizliğini koruyordu. Bir müddet öylece kaldıktan sonra geldiği gibi karanlığa dönerek benden uzaklaştı. Neden bilmiyorum ama uzun bir nefes aldım. Sessiz kalması konuşmasından daha önemliydi. Eğer konuşursa neler söyleyebileceğini biliyordum. Biraz önce bacağıma değen tüylü hayvan şimdi de dizimin üzerinde duran elime dokunmuştu. Elimi hareket ettirmemle birlikte bileklerimde bağlı olan zincirin sesi boş ve karanlık yeri doldurdu ama ben hala sesimi çıkarmıyordum. Zincirli ellerimi ağzımın önüne kadar getirip, parmağımı dişlerimin arasına alıp, ısırdım. Kanın tadı ağzıma gelince kalp atışım hızlandı. Bu tadı seviyordum. Parmağım ağzımdayken düşünmeye başladım. Nasıl bilmiyorum ama birilerinin beni izlediğini biliyordum. Onlar benim ne yaptığımı öğrenmek için beni buraya getirmişlerdi. Bense onlarla hiç bir şekilde konuşmayacaktım. Kabuslarımın dışında benim varlığımdan bile haberi olmayanlar şimdi bana ulaşmak için her yolu deniyorlardı. Bense her zaman bir karar verdiğimde bu kararın arkasında duracak kadar dirençli bir iradeye sahiptim. Keşke kabusum devam etseydi. Beni izleyenleri nasıl yıldırdığımı görmek için her şeyi yapardım. Neyse şimdi yattığım yerden kalkıp, elimi yüzümü yıkayıp, kahvaltımı beklemeliydim. Kabusumda karanlık giyenler burada beyaz giyiniyor odama her geldiklerinde bana sevgi dolu gözlerle bakıp konuşmam için her yolu deniyorlardı. Ben ise onları tanımadığım için konuşmuyordum. Hem neden konuşacaktım ki? İnsan hiç yabancılarla konuşur mu? Annem bunu görse çok sevinirdi. Çünkü çocukken bana hep aynı cümleyi söyler ve beni bıktırırdı. Gerçi buraya gelemez. O bu dünyayı terk edeli çok uzun zaman oldu. Eksikliğini duyuyor muyum diye kendime defalarca soruyorum ama cevabım hiç değişmiyor. Duymuyorum. O benim çocukken söylediklerimi duymadı ki ben onun söylediklerini duyayım. Babam onu döverken ben hep bir köşeye çekilir annemin babama karşı koymasını beklerdim. O ise babam ona her ne sebepten vurursa vursun hep beni bahane ederdi. “Gömleklerini benim derslerimi yaptırdığı için yetiştirememiş, yemekleri benim dağınıklığımı topladığı için eksik yapmış, çamaşırlar okula toplantıya geldiği için ortadaymış.” Annem ne söylerse söylesin babam ona olan öfkesini bırakıp bana doğru her geldiğinde korkudan altımı ıslatır, yok olmayı diler, bulunduğum yerde daha da küçülmek isterdim ama bu dediklerimin hiç biri olmazdı. Babam ben sessiz kaldıkça tokat ve tekmelerini vurmakta daha da ısrarcı davranırdı. Çoğunlukla ağlamamaya çalışır ama başaramazdım. Saçlarımın dibine kadar duyduğum ağrı uyumama engel olmaz olduğum yerde sızıp kalırdım. Elim yüzüm yara bere içinde ikinci sınıfa gittiğim bir gün öğretmenim düştüğüm yalanına inanmayarak beni doktora götürüp darp raporu aldı. Evimize gelen yabancı adamlar anne ve babamla konuşup eğer bir daha haklarında şikayet olursa beni ellerinden alıp, yetiştirme yurduna yerleştireceklerini söylediler. Onlar gittikten sonra ise yediğim dayak bilincimi kaybetmeme ve artık acı duymama sebep oldu. Okula gitmediğim için öğretmenim polis olan eşi ile beni görmeye gelince annem korkudan kapıyı açmak zorunda kaldı ve benim bir Kurban Bayramında yetiştirme yurdunda ki duygusuz, duyarsız hayatım o dönem başladı. Annem ve babam beni kurban olarak kesmişlerdi. Bu Kurban Bayramını ölünceye kadar unutmayacaktım. Buna o gün yemin etmiştim.
[bctt tweet=”Ben kurban edildiysem onlarda edilmeliydi! Nurhan Işkın” username=”dedektifdergi”]
Yurtta ki hayatıma alışmam uzun sürmedi. Sayısız çocuk vardı. Burada yediğim dayaklar babamdan yediklerim kadar korkunç değildi ya da ben acıyı kanıksamıştım. Derslerim ise yerlerde sürünüyordu. Bana kimse dokunmazsa ben de kimse ile muhatap olmuyordum. Geceleri yatakhanede çocuklar anneleri için ağladığında onları öldürmek istiyordum. Onları ne şekilde öldüreceğimi, neler yapacağımı günlerce düşünüyor sonrasında ise düşüncelerimi yetersiz buluyordum. Her gün bu konuda düşünüp onları kurban gibi kestiğimi hayal ediyordum. Bundan garip bir şekilde haz alıyordum. Kanın rengini, yapısını büyülü buluyordum. Damarlarımızda dolaşması ise bana inanılmaz derece de ilginç geliyordu. Bazen parmağımı sınıfta bulduğum bir ataç veya yemekhanede yemek yerken çatalın ucu ile delip, kanayan parmağımı saatlerce emip, kanın tadında kendimi kaybediyordum. Bu yıllarca devam etti. On sekiz yaşıma geldiğimde ise bizi dışarı bıraktılar. Ogün yurtta ki bir çok genç kız ne yapacakları ile ilgili endişe duyarken ben yurda gelip giden bilgisayarcı çocuğun bana olan ilgisi ile bu düşüncelerle hiç uğraşmadım. Dışarıya adımımı attığımda ise adı Cengiz olan çocuk ve annesinin beni beklediğini görerek içimde beliren düşmanlığı zorla bastırarak yanlarına gittim. Bundan sonrası ise onlar adına kabusun başladığı dönemdi fakat bunun farkında değillerdi.
Kurban bayramı hikayesi Devam ediyor….
O dönem beni bir gün bile merak etmeyen ailemi bulamayı aklıma getirmiştim. Cengiz’in yardımı ile bir fırında çalışmaya başladım. Öncelikle bir telefon alıp aklımda kalan ev numaramızı aradım. Annemin sesini duyar duymaz hemen kapatıp, bulunduğum şehirden eskiden de evim olmayan şehre doğru yola çıktım. Cengiz’e ise farklı bir şehir ismi verip ailemi araştıracağım yalanını uydurdum. Alt tarafı iki günlüğüne gidiyordum. Sabahın erken saatlerinde eski mahallemize gittiğimde ise annemin dışarı çıkması için bir kaç saat bir ağacın altında bekledim. Onunla ilgili tüm anılarım silinmişti. Evimizin olduğu mahalle değişmiş yeni yeni binalar yapılmıştı fakat çarşıya gitmek için kullanılan orman yolu aynı ürkünçlüğü ile yerinde duruyordu. Annemin babamın iş yerine giderken bu yolu kullanacağını biliyordum. Bu garip duygu ile onu takip ettim sonrasında ise geldiğim gibi Cengiz’in evinin bulunduğu şehre geri döndüm. Annesi beni büyük bir şefkat ve sevgi ile karşıladıysa da ben onun beni sevmediğini, hatta oğlunun da sevmediğini biliyordum ama gidecek kimsem ve insanlar ile iletişimim yoktu. Zorunlu olmadıkça konuşmuyordum. Cümlelerim ise bir bütün gün içinde dört beş kelimeyi geçmiyordu. Cengiz ve annesi bu durumumu kabullenmişlerdi. Bense dışımdan değil kendimle konuşmayı seviyordum.
[bctt tweet=”İnsan önce kendini dinlemeli! Dinlemeli ki ne istediğini bilsin. Nurhan Işkın ” username=”dedektifdergi”]
Ben artık ne isteyip istemediğimi de bilmiyordum. Bu evden gitmek istiyor fakat bir türlü gidemiyordum. Çalıştığım fırında ki iki kişide benim sessiz halimi kabul etmişlerdi. Bana soru sormuyor aralarında fısıldıyorlardı. Ben ise onları umursamıyor, yok sayıyordum. O hafta gazeteleri özellikle takip etmiştim sebebi ise sadece merakımdı. Geldiğimin ikinci günü annemin küçük fotoğrafı eşliğinde, büyük puntolarla yazan yazıyı görünce hayatımda ilk kez kendimi mutlu ve özgür hissettim. Haberi yazan muhabir mesleğinin hakkını vermişti. Annemin her gün kullandığı yolda ilk kez bir cinayet işlenmiş, katil ise ne bir parmak izi ne de ipucu bırakmıştı. Annemin cesedi ormanda bulunan ve sık ağaçlarla çevrili köprünün üzerinde boğazı kesilmiş bir halde bulunmuştu. Bu olaydan iki yıl sonra Cengiz ile evlendim. Bunu neden yaptım bilmiyorum ama içimdeki sesim bir şekilde ona minnetimi ödemek için evlendiğimi söylüyor oysa ben minnet duymam. Ben sadece nefret ve şiddeti bilirim.Cengizin bana söylediği hiç bir söz hiç bir şiir yüreğime inemedi. Bedenime dokunduğunda ve beni tatmin etmeye çalıştığında bu duyguların ne kadar basit olduğu ile yüzleşmek zorunda kalıyorum. Ben bir kez tatmin oldum o da annemin boğazını kestiğim gündü. O gün yaşadığım hazzı bana ne cinsellik ne de kuru sevgi sözleri veremez. Kanını eldivenli elimi batırıp, ağzıma aldığımda çocukluk yıllarımın tüm sevgisizliğinin sevgisini hissetmiştim. Sıra da babam vardı ama aradan yıllar geçmeliydi.
Bir gün sabah kalktığımda midemin bulanması ve kusma ile hastaneye gitmek zorunda kaldım. yapılan tahlillere göre hamileydim. Oysa sağlık ocağından çocuğum olmasın diye doğum kontrol hapı almış ve kullanmaya devam etmiştim. Bu habere Cengiz ve annesi çok sevinseler de ben kendimle bu çocuğun doğmaması için neler yapabileceğimi konuşuyordum. Cengiz’e daha çok erken olduğunu söylediğimde ise önce tartışmış, sonrasında ise beni kollarımdan tutup tartaklamıştı. Tehditlerini ise tüm mahalleli duymuştu. Eğer bu çocuğun başına bir şey gelirse ölümlerden ölüm beğenmemi söylemiş ve beni yok saymaya başlamıştı. Bense fırında un çuvallarını kaldırmaya evde kimse yokken kanepeleri yerlerinden kaldırıp bırakarak hamileliğimi sonlandırmaya boşu boşuna uğraşmıştım. Doğuma günler kala hala bu çocuğun doğmaması gerektiğine olan inancımı diri tutmuştum ama o doğdu. Kızdı. Ona baktığım ilk gün kendi acizliğimi gördüm. Tuhaftır ama ona karşı hiç bir duygum yoktu. O ise siyah gözlerini bana dikmiş pis pis bakıyordu. Hemşire onu doyurmam gerektiğini söylediğinde ben arkamı dönüp yatmaya devam ettim. Bu nasıl bir bebekti? Ağlamıyordu. Benim gibi sessizliğin en büyük ses olduğuna mı karar vermişti. Cengiz ve annesi geldiğinde doktor eve gidebileceğimizi söyledi. Bana bir kaç şey söyledi. İki gün sonra “Kurban Bayramı” olduğu için Cengiz bu habere çok mutlu oldu. Eve giderken bana söylediği onca sevgi sözü midemin bulanmasına sebep oldu. Doğan benim gibi bir kız çocuğuydu ve onu kimse kurban seçmeden önce ben onu kurban etmeliydim.
Odanın kapısı açılınca, hiç kımıldamadan yattığım yatakta beklemeye devam ettim. Gelen beyaz kıyafetlilerin yanında duran siyah giyimli adam bana soruları olduğunu söylediyse de ben onu dinlememeye karalıydım ama o bana
“Yarın günlerden ne biliyor musun?” deyince istemeden de olsa başımı ona doğru hafifçe çevirdim. Bağlı olduğum yatak hareketlerimi kısıtlıyordu. Adam kıpırtımı fark etmişti. Geldiği onca gün hiç onunla konuşmamış onu duymamıştım ama bugün ona tepki vermiştim ve o bunu kaçırmamıştı.
“Kurban Bayramı.”Diye biraz seslice söyleyip tam yüzümün üstüne eğilmiş gözlerime bakıyordu.
“Kurban kesmeyi sevdiğini biliyorum eğer bana kızına ne yaptığını söylersen sana bu konuda yardım edebilirim.”
Bunu söylediği an burnuma kan kokusu geldi, tadı ise ağzımdaydı.
“Kurban kesmeme izin verecek misin?”
“Eğer soruma cevap verirsen, vereceğim.”
“Kurbanın ne yapıldığını bilmiyor musun?” Gülmeye başlamıştım. Koca adam kurbana ne yapıldığını bu yaşına kadar öğrenememişti.
“Bilmiyorum. Bu konuda senin yardımına ihtiyacım var.”
“Kurban dağıtılır. İnsan kurban kestiği zaman onu dağıtır. Beğenmediği yerlerini de toprağa gömer.”
“Peki, sen en son ne zaman kurban kestin?”
“Son bayramda.”
“O kurbanın kimlere dağıttın ve beğenmediğin parçalarını nereye gömdün?”
“Söylemem. Hiç insan kestiği kurbanı kime verdiğini söyler mi?”
“Elbette söyler. Bak eğer söylersen yarın kestiğin kurbanı beraber aynı kişilere götürürüz olmaz mı?” Artık onu dinlemek istemiyordum. Başkası konuşunca kendimle konuşamıyordum. O yüzden sustum. Gülmemi de durdurdum. Yattığım yerde sallanmaya başladım. Adam ise hala bana bakıyordu. Elini elime uzatıp,
“Bak sorduğum soruya cevap verirsen, sana yarın buradaki kurbanlıklardan kimi istiyorsan onu getiririm. Anlaştık mı?”
İçim ürpermeye başladı.
“Ama bıçağım yok.”
“Sen merak etme ben onu da getiririm.”
Kurban bayramı hikayesi sonuca doğru
“O zaman bana sürekli iğne yapan kız var ya onu getir. O çok iyi bir kurban olur. Bana sürekli bağırıyor. Altımı ıslatınca bana vuruyor. Babamın bana çok vurduğunu biliyor musun? Annem de onu izliyor. Bana yardım etmiyor. Eğer yardım ederse babam onu da döver. Hem sen her gün kabusuma gelip beni bekliyorsun. Bana kurban getireceğini söyleseydin sana daha önce de bunları söylerdim.” Tekrar gülmeye başladım. Dilimle saçımı yakalayıp, ağzımda kan varmış gibi emmeye başladım. Adam hala bana bakıyordu.
“Bak, hala kızına ne yaptığını söylemedin. Hadi bana yardım et. Et ki yarın ki kurbanımız için yer bulayım, kime dağıtacağımıza karar verip hazırlık yapayım.”
“Onun boğazını kesip derisini yüzdüm. Çok küçük olduğu için çok eti çıkmadı Ama olsun yine de onu kurban ettim. Babamın oturduğu mahalleye götürüp arka sokağında ki iki çok fakir komşularına verdim.” Ellerim uyuşmaya kanın kokusunu tekrar duymaya başlamıştım. Adam ise bana bir değişik bakıyordu.
“Beğenmediğin yerlerini ne yaptın?”
“Annemi kurban ettiğim ormanda ki köprünün yanına gömdüm.”
“Yani anneni ve kızını öldürdün öyle mi?”
“Hayır, öldürmedim! Onları kurban ettim. Kurban bayramı olduğu için insan kurban kesmeli. Ben de onları kestim. Allah kabul etsin!” dediğimde adam benden uzaklaşıp kapıya gitti. Beyaz kıyafetli kadın ise bana bakıp,
“İnsan hiç kızını kurban eder mi?” Dediğinde.
“Beni de etmişlerdi. Hem ben onları gerçekten kurban ettim. Annem ve babam ise beni elleri ile kurban etti sağ iken başkalarına dağıttı. Şimdi onlar mı, ben mi kasabım?” Deyip, adam bir sonra ki kurbanımı getirene kadar sadece kendimle konuşmaya karar verdim. İnsanları beni hiç dinlemedi. Şimdi de ben onları dinlemeyecektim. Sallanmamı artırıp, kabuslarımda ki kan tadını almak için uyumaya çalışmalıydım…