Bak ölümü gör, şimdi sana anlatacaklarımı kimseye anlatma. Biliyorsun, şu hayatta senden daha fazla güvendiğim kimsem yok. Benim için kalkıp ta Norveç’ten geldin ya, haksız mıyım sana kıymetlimsin demekte. Onu biz öldürdük aslında, bunu senden başkasına nasıl anlatabilirim ki!
Bana öyle bakma! Her şeyi anlatacağım. Sema ile tanışmamızdan cinayeti nasıl planladığımıza varıncaya dek her şeyi ama kafam çok karışık, tüm olaylar birbirine girmiş gibi, sakinleştiricilerden sanırım. Birkaç hafta önceye kadar Sema da ben de net değildik.
Sema kim mi? Güzel soru… Her şeyi anlatacağım sana.
Sanırım cinayete net karar verdiğimiz an; bir ay önce çamlıktaki kır kahvesinde buluştuğumuzdaydı.
“Önümüzdeki hafta bitirelim artık şu işi.”diyerek oturdum masaya. Artık dayanamıyordum. Şaşkın baktı yüzüme.
“Nasıl olacağına bile karar vermedik ki daha!” dedi omzunu silkerek.
“Ben epey düşündüm. Evde olmaz. O hırsızlık süsü fikri hiç aklıma yatmıyor. İş yerinde olması bana tehlikeli geliyor. Zaten dükkânı daha yeni adam etti. Çevre esnaf da kameraları artırmış gibi… Gündüz gözüne, zor iş… Uzak bir yere götürsek arabayla… Dolaşmaya çıkmış gibi… Arabayı sakin bir yere çekeriz. İndiririz arabadan, vurur ve döneriz. Yani hangimiz yaparsak öyle yaparız.“ dedim. Anında itiraz etti.
“Bak daha buna bile karar vermedik. Hangimiz çekecek tetiği? Hem her yer mobese doldu artık. O sakin yere gittik diyene kadar birinden birine yakalanabiliriz.”
“Doğru… Ben bunu nasıl düşünemedim. Arabayı başkasından mı bulsak?” dedim.
Tekdüze bir ses tonuyla, “Saçma, kesin bağlantıyı kurarlar. Ben hala iş yerinde yapalım diyorum. Alacak verecek davası gibi görünsün. Tarayalım, el bombası falan atalım, ne bileyim işte…” dedi.
Dayanamadım, kahkaha attım. Bazen o kadar saf davranıyordu ki, küçük bir çocuk gibi masum oluyordu. Bu masumiyet yine de benimle oturmuş cinayet planlıyordu…
“Bana saçma diyene bak sen! İyi kötü bir ruhsatsız tabanca edinmemiz iki ay sürdü. El bombası köşedeki markette satılıyor ya sanki.”dedim.
İkimiz de sinirden gülmeye başladık. Boyumuzdan büyük bir işe kalkışıyor olduğumuzun farkındaydık ama kararı vermiştik bir kere. Birini, yakalanmayı göze almadan öldürmek, öldürelim gitsin demek kadar kolay bir iş değildi. İyi bir plan yapmadan harekete geçmemeye söz verdik. Sema’nın bakışları uzakta bir yere kilitlenmişti. Dikkatini yeniden konuşmaya çekmek için,
“Gerekirse bir yıl sürsün ama iyi bir plan olsun.”dedim. Anında itiraz etti.
“Bir yıl da sürmesin valla. Ben o lanet herifi her görüşümde, yayışarak her konuşmaya başladığında ağzının üzerine bir yumruk kapatmamak için kendimi zor tutuyorum.” Elinden tuttum. Yüzümü yüzüne iyice yaklaştırarak,
“Aman ha bırakayım deme, tut bence. Senin bu memur ellerin onun yıllarca yük kaldırmış kollarına benzemez. Sen on vurursun da o bir kere kapattı mı öbür dünyayı ondan önce boylayıverirsin. Sabırlı ol.”dedim. Gözlerini benden kaçırarak sordu,
“Hiç tereddütün var mı?”
“Şu soruyu bana sorup duruyorsun ya, artık senin tereddütlerin olduğunu düşünmeye başladım. İçin için hala seviyorsun sanırım sen bu manyağı.” Elini elimin altından çekerek,
“Yok be ne seveceğim, şeytan görsün yüzünü de ne bileyim, insan işte…” dedi.
Çay kaşığıyla cam bardağın içinde yaptığı dairesel hareketten çıkan şıkırtı dışında bir süre hiç ses olmadı. İkimizin de kafasında ayrı ayrı senaryolar dönüp duruyordu. Yine bir sonuca varamamıştık ama artık daha kararlıydık.
Beni anlamıyorsun değil mi, bakışlarından belli. Yok, yok bunlar sanrı falan değil. Diyorum ya kafam karışık, nereden başlayacağımı bilemedim, sen sadece dinle.
Buluştuğumuz hiçbir yerden birlikte kalkmıyor, hiçbir buluşmada aynı mekâna gitmiyorduk. Sadece bu iş için, başkalarının adına yeni bir hat bile almıştık, tarife bahanesiyle kuzenimin üniversiteye giden oğlunun adına almıştım ben. Sema da sanırım öyle bir şey yapmıştı. Numarayı başkasına vermemeye ve sonra hatları iptal ettirmeye karar vermiştik. Bu işi başardığımızda ikimiz arasında bir bağ kurulması hiç işime gelmezdi. Sema, benim gibi değildi. Daha ürkek, daha kırılgandı. Nefreti büyüktü, diş biliyordu ama düşünceler eyleme vardığında beni yarı yolda bırakmayacağından emin olamıyordum. Sigarasından aldığı son nefesi yüzüme doğru üfledi ve tablada iki büklüm olana kadar bastırdı izmariti.
“Haklısın, dışarıda olmalı. Açık alanda ve sakin bir yerde… Aylar önce Ağva tarafında bir yere gitmiştik. “dedi.
“Rasim’in Köşesi” diye böldüm sözünü. Şaşkın şaşkın baktı bir an. Sonra kendi kendine söylenir gibi,
“Niye şaşırıyorsam hala?” dedi ve sesini yeniden yükselterek devam etti.
“Evet, Rasim’in Köşesi… Madem sen de yerini biliyorsun işimiz kolaylaşır. Oraya gitmek için tuttururum. Giderken, yolda bir sapağa sapmıştı, ihtiyacımı gidermem gerekmişti. Gülme, napayım sıkışmıştım işte. Yine bahane ederim. Orada beklersin bizi. Issız bir köy yoluydu ve bitiririz işini. “ Onaylanmak ister gibi gözlerime bakıyordu. Aslında planı güzeldi. Başımı olur anlamında salladım.
“ Biliyorum, detayları düşünmeye başladın. Sen daha detaycısın benden. “ dedi. Gülümsedim. Düşünmek için bir hafta daha istedim. Haftaya yeniden buluşmak için sözleştik.
Yeri çok iyi biliyordum. Hatta bahsettiği sapağı bile sanki elimle koymuş gibi bulabileceğimden emindim. Ama bazı detaylar cidden iyi ayarlanmalıydı. Hafta içi olmazdı. İşten izin alması dikkat çekerdi. Cumartesi olmazdı, gidiş yolu yoğun olabilirdi. Ama Pazar sabah çok erken bir saat, işte bu süper … Sema’nın rolünü çok iyi oynaması gerekiyordu. Bu kısmı başarabilirse, geceden buluşma yerine gider, arabamı daha uzağa park ederdim. Onları beklerdim. Onlar gelir gelmez de Erkan’ın işini orada bitirirdik. Arabasını orada bırakır ve Sema ile dönerdik. Hatta arabayı içinde Erkan ile birlikte ateşe bile verebilirdik. Ama bu fikrin üstünü hemen çizdim. Dumanlar yakın köydekilerin dikkatini çekerdi, diğer türlü bulunması geç olurdu. Ne kadar geç bulunursa bizim o kadar işimize gelirdi.
Anlıyorsun değil mi? Her türlü detayı düşünmek gerekiyordu.
Eve döner dönmez kendime bir de şahit bulmam gerekliydi. Bu şahit kısmı için doğru fikri bulmam iki gün sürdü ama emindim. Harika olacaktı. Benim şahidim sucu olacaktı. Pazar günü çağıran bir müşteriyi hangi sucu unutur ki? Zaten sıcak su tesisatının kaçıncı arızaya geçişiydi. Daha önce de gelmişti adam. Ağva ile eve dönüş arası süre uzun olmasa daha iyi olurdu ama ne yapalım.
O hafta boyunca tüm detayları analiz etmeye çalıştım. Ben sayısalcıydım lisedeyken. Gerçi sen bilirsin bunu. Üniversite okuyamadım belki ama fırsat verilse okurdum. İmkânsızlıklar işte. Sema, okumuş. İşletme okumuş o. Sonra nasıl memuriyete geçti, orasını pek konuşmadık. Tüm gün masa başında zavallı… Hiç bana göre bir iş değil. Neyse konuyu dağıtmayayım.
Ayrıntıları bir hafta boyunca düşündüm. Buluşma yerimiz bu kez bir park oldu. Filmlerdeki ajanlar gibiydik. Sanki tanımıyor gibi oturdum yanına. Güya telefonuyla ilgileniyor gibi yaptı, ben de elimle yalandan bir şey işaret edip, konuşma açar gibi… Sanırım, stres, gerilim, nefret fasıllarının yanı sıra, bu durum sıradan hayatlarımızı renklendiren bir oyuna dönmüştü. Planımı anlatmaya başladığımda şaşkındı. Artık akıllarımızın iyice birbirine benzemeye başladığından falan bahsetti. Ben anlattıkça o da eklemeler ya da çıkarmalar yaptı ve plan netleşti.
Sıkı dur, anlatıyorum şimdi!
Tarihi belirledik. İki hafta sonra olacaktı. Çünkü o hafta Erkan, Sema ile kalıyor olacaktı ve pazartesi ayrılacaklardı. Sema cumartesi gecesi, sabah Ağva’ya gitmek için Erkan’ı ikna edecekti. Onu ikna için güzel bir rakı sofrası hazırlaması yetermiş, öyle söylemişti.
Erkan, rakı içer miymiş? Ben hiç görmemiştim. Sonucu bana aramızdaki hattan mesaj atacaktı. Ben onlardan en az bir saat önce, mümkünse birkaç saat önceden, Sema’nın arabasıyla yola çıkacaktım. Benim arabanın park yerinden ayrılmaması çok önemliydi. Hatta komşuların dikkatini çekecek kadar da eğri park edecektim. Sapakta gizlenerek onları bekleyecektim. Onlar geldiğinde de Erkan’ı orada, ben öldürecektim. Arabasından Sema’nın izlerini temizleyecek ve Sema ile birlikte dönecektik. Herkes kendi evine… Sucuyu yolda arayacaktım. Ben eve girer girmez, üzerime pijamalarımı giyecektim. Sucu geldiğinde yeni uyanmış gibi davranacaktım. Polisle baş etme kısmı bende olacaktı. Çünkü bulunan ceset; Erkan Deniz olacaktı. Bir gün sonra polisi telaşlı, korkmuş bir şekilde ben arayacaktım. Erkan’ın yola gittiğini ama sekiz gündür dönmediğini, ona ulaşamadığımı anlatacaktım… Mükemmel bir plan mıydı? Şimdi düşünüyorum da daha iyisini yapabilirdik aslında…
Hayır ya! Doktor falan istemiyorum. Biliyorum… Biliyorum canım, telefonda ya da cenazeye gelenlerden duyduklarınla bu plan arasında alaka yok ama onu gerçekten biz öldürdük. Tamam, kızma, Sema’yla nasıl tanıştığımızı anlatayım önce sana.
Bundan dört ay önce o beni buldu. Elinde bir fotoğrafla dikildi kapıma. “ Bu adamı tanıyor musunuz?” dedi. Karşımda omuzları düşük, ağlamaktan gözleri şişmiş bir yabancı kadın, elinde eşimin fotoğrafıyla dikiliyordu. İstemsizce kaşlarımı çatarak, “Neden soruyorsunuz?” dedim. Bir alacaklı olduğunu düşünmüştüm. Sesi titriyordu. Neredeyse fısıltı sayılacak bir sesle,
“Bu adam benim kocam. Ama sanırım aynı zamanda sizin de kocanız.”dedi.
Ne saçma bir şeydi bu. Hani böyle, bazen saçma bir şey duyarsın, inanılması mümkün olmayan. Ama içinden bir ses de inatla doğru olabilir der ya, işte öyle bir andı. Sen beni bilirsin, o an bağırıp çağırıp kadını kovmam beklenirdi benden ama yapamadım.
Karşımda sessiz sessiz ağlıyordu. İçeri aldım kadını. Karşılıklı oturduk ve bana yaşadıklarını anlatmaya çalışmasını bekledim. Nereden başlayacağını bilemiyordu. Nüfus müdürlüğünde çalışıyordu. İşte kayıtlarla ilgili düzenleme yapıyorlarmış falan. Eşinin fotoğrafını görmüş. Başka bir isimle, başka nüfus bilgileriyle… Önce anlamsız bulmuş. Ama fotoğraftaki benzerlik değilmiş ki! Aynı fotoğraf kendi evinde bir sehpanın üzerinde çerçeveli olarak duruyormuş. O sırada eşi, iş için yurt dışındaymış. Mesaj yazmayı, belgelerin hesabını sormayı düşünmüş önce ama inkâr edeceğine eminmiş. Kendi araştırmasını yapmaya karar vermiş. Erkan’ın – ona göre Deniz Erkan’ın- nüfus bilgilerindeki tutarsızlıkları bulması uzun sürmemiş. Salak adam, adı ile soyadının yerini değiştirerek sahte bir kimlik bulmuş kendine. Alternatif üretecek kadar bile zekâ yokmuş benim kocamda.
Bunları dinlerken benim halimi bir düşünsene, sinirden tırnaklarımı kemiriyordum. İnanmak istemiyordum. Erkan’ın benimle gerçek kimliğini kullanarak evlendiğini duyunca saçma bir mutluluk bile yaşadım, inan. Sanki orijinali bende olan bir şey gibi… Biliyorum komik ama düşünsene bir halimi…
Beş yıldır evli olduğum, âşık olduğum adam… Pazarlamacılık yaptığı için sık sık il dışına gittiğinde özlediğim, dönüşlerinde deliye döndüğüm adam… Birden bir kadın çıkıyor ve bu adam bana ait, diyor sana. Evlilik cüzdanlarını gösteriyor. Kadın anlattıkça içimde kadın doğruyu söylüyor diyerek beni ikna etmeye çalışan o ses an be an haklı çıkıyordu. Erkan’ın son dönemdeki yolculuk zamanları birbirini tutuyordu. Bana yeni bir işe girdiğini, artık uzun yolculuklara çıkması gerektiğini söylediği zaman, kadınla evlendiği zamana denk geliyordu. Ama neden böyle bir şey yapmıştı ki! İşte o an içimdeki ses yeniden konuşmaya başladı. “Çocuk için”
Biliyorsun hala çocuk sahibi olamadık…
Sema, anlattıkça açıldı, o açıldıkça ben içime kapandım. İçime nefret tohumları ekilmişti. Erkan, eve gelmek üzereydi. Ertesi gün de yola gidecekti. Yani Sema’ya gidecekti anlaşılan. Onun haftası başlıyordu. Düşünsene, iki yıldır bu şekilde kandırılıyorduk ikimiz de… Yeniden buluşmak üzere onu yollarken yalvardı bana,
“Ne olur her şeyden emin olmadan ona bir şey deme! Karşısına güçlü çıkmak ve ondan intikam almak istiyorum.” Kapıyı kapattığım anda dizlerimin bağı çözüldü. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Telefonumu aldım elime. Erkan’ı aramak, sövüp saymak istiyordum. Yapamadım. Emin olmadan yapmak istemedim. Ya kadın yalan söylüyorsa, ya eşime kafayı takmış, evliliğimi bozmak isteyen bir ruh hastasıysa… Aklımda sorular dönüp duruyordu. Elimi yüzümü yıkadım. Makyaj yaptım ve nasıl becerdim bilmiyorum ama onu gülümseyerek karşıladım.
Sonraki günler mi? Sonraki günler hatta haftalar dedektifçilik oynayarak geçti.
Ertesi gün, Bolu’ya gideceğini söyleyerek evden çıktığı anda takip etmeye başladım. Üç mahalle ötede, aynı gün Sema’nın evi olduğunu öğrendiğim bir başka eve kadar sürdü yolculuk. Evin girişini gören bir pastanede oturup beklemeye başladım. Saat altıya doğru Sema çıkıp geldi. Ertesi sabaha kadar arabanın içinde oturdum.
Gülme lütfen, yalan söylemiyorum. Tamam, benden beklenmeyecek bir sabır biliyorum ama yaptım işte.
Sabah Erkan evden çıktığında yeniden takibe başladım. Bir dükkâna girdi. Düşünebiliyor musun, benim büyük bir şirkette pazarlama müdürü sandığım kocam aslında bir manifaturacıymış. Dükkânı varmış. Gerçi evlendiğimizde de dükkânı vardı. Ama bu iş için kapatmıştı.
Daha bombasını zaten haberlerde duymuşsundur. Duymadın mı? Haklısın nereden duyacaksın? Seni aramasam haberin bile yoktu. İyi ki kalktın geldin, telefonda bunları anlatamazdım.
Benim sevgili kocam aslında manifaturacı da değilmiş. Dükkân sadece göstermelikmiş. Adam uyuşturucu işindeymiş. Bunu da o ölünce öğrendik.
Ağzın açık kaldı değil mi? İşte ilk günlerde, her şey böyle tek tek ortaya çıkmaya başladığında ben de aynı senin şu anki yüz ifadenle dolaşıyordum.
Sema ile buluştukça, konuştukça aslında onun hakkında hiçbir şey bilmediğimizi fark etmeye başladık. Ya da inandığımız doğruların koskoca yalanlar olduğunu anlamaya başladık diyelim. Konuştukça nefretimiz arttı. Arttıkça bir sakinlik bizi sarmalamaya başladı. Hatta bir konuşma sırasında, geçen yılki doğum günlerimizde ikimize aynı elbiseyi hediye ettiğini fark ettiğimizde o kadar gülmüştük ki, karnıma ağrılar girmişti. Hayatlarımızla böylesine oynayan, bizimle dalga geçen bu adam kesinlikle hastaydı, bulaşıcı bir hastalıktı. Onu yok etmemiz gerektiğini ilk söyleyen bendim sanırım. Başka türlü içimiz soğur muydu bilmiyorum ama Sema da, “Kesinlikle ölmeli!” diye haykırmıştı. İlk ayımız Erkan’ı ürkütmeden ağzını aramaya çalışmakla, onu takip etmekle, hatta onu anlamaya çalışmakla geçti diyebilirim. Neden farklı kişiliklere büründüğünü, sahte kimliği nasıl elde ettiğini anlamaya çalışmakla falan… Anlayabildik mi? Sanmam.
Anne tarafını hiç tanımadığını anlatmıştı bana. Baba tarafından da pek akrabası olmadığını…
Düğünümüzde bir avuç arkadaşı vardı. Hatırlasana, sen de garipsememiş miydin? Kardeşi vardı ya, Mehtap, onu da bir kere düğünümüzde görmüştüm sadece.
Sema çok naif ve zarif bir kadın, o kadar da güzel ki dönüp dönüp bakası gelir insanın. Zamanın insanı da değil. Evlenmeden önce Erkan’ı evine bile almamış. Bina kapısına bile yaklaştırmamış hatta. Erkan kendini çok beğenirdi. Alelade birinden çocuk yapamazdı. Sanırım Sema’dan bir çocuğu olsun istedi. Ama evlenmeden de Sema’yı ikna edemezdi. Gerçi oldurmayan Allah yine oldurmamış. Sanırım o yüzden de Sema’yı hırpalamaya başlamış. Sema ile düğün de yapmamışlar. Sema’nın ikinci evliliğiymiş. Aile arasında bir nikâh yapmışlar sadece. Akrabam diye tanıttıkları kimlerdi acaba? Kiralanmış oyuncular bile olabileceğini düşündük. Sema onları bir daha görmemiş düğünden sonra. Mehtap’ı hiç tanımıyor. Belki onu da bizim düğün için kiralamıştır. Kimbilir?
Erkan Deniz; anne ve babası o çocukken ölen, rahmetli babaannesi tarafından büyütülen, Şafak Deniz’in kocası, bir şirketin pazarlama müdürü, kitapları, klasik müziği seven, içine kapanık, sakin, evine düşkün bir adam…
Deniz Erkan; anne ve babası o çocukken ölen, rahmetli amcası tarafından büyütülen Sema Erkan’ın kocası, bir ilaç firmasında müdür, türkü sever, , agresif çıkışları olan ama dışadönük, sosyal bir adam…
Akıllı olduğunu iddia eden ben, beş yıl boyunca nasıl mı hiç şüphelenmedim? Haklısın ama bir insanın birbirinden alakasız hayatları bir arada yürütebilmesi için çok zeki bir oyuncu olması gerekmez mi? İnan ben de hala tam anlayabilmiş değilim.
Bir de Kozanlı Erkan varmış işte. Uyuşturucu işlerinde aracılık yapan, dükkânını depo gibi kullandıran… O kısım tamamen sürpriz oldu bize.
Evimiz bile o paralarla alınmış, düşünebiliyor musun?
Öğrendikten sonraki ikinci ayda biraz delilikler yaptık. Arabasını çizik çizik ettik. Çorbasına müshil kattık. Atletine kaşıntı tozu serptik gibi küçük intikamlar. İçimizi rahatlattık güya… Sonra bir gece Erkan benleyken, Sema üzerine erkek kıyafetleri geçirip, dükkânını ateşe verdi. Gece gelen telefonla delirdi benimki. Bir arkadaşının kaza geçirmiş olduğu yalanını söyleyerek, evden uçarcasına çıktı. Sema’ya da çalıştığı şirkette yangın çıktığını ama gece bekçisinin erken fark edip, daha itfaiye bile gelmeden söndürdüğünü anlatmış. Biz, onun acı çekmesini isteyerek başlamıştık bu işe ama sonra, ruhsatsız silah bulmaya, onu öldürmeye kadar… Of!
Polis günlerce sorguladı beni. Benim de mağdur olduğuma karar vermiş olacaklar ki bıraktılar sonra. Polise ne Sema’dan, ne Deniz Erkan’dan bahsetmedim. Çünkü onu aslında biz öldürdük.
Arkanda peçete var, ağlama, yapma böyle şeyler… Dinle sadece, devam ediyorum. Uzatmayayım. Zamanı gelmişti.
O hafta komşularımı sık sık çağırdım eve. Cumartesi sabahı, onlara özellikle kocamdan haber alamadığımı anlattım. Ama hemen polisi akıllarına getirmemeleri için de güya kendi kendimi ikna için bahaneler buluyordum. Telefonu bozulmuş olabilir, çekmeyen bir yere gitmiş olabilir, toplantıda olabilir… Normalde buna endişelenmezdim çünkü genelde seyahatteyken hattı kapalı olurdu. Toplantıları olduğunu söyler, acil bir şey olursa mesaj atmamı, görür görmez arayacağını söyledi. Komşularım da uzun yolculuklarına alışkınlardı ama nereden bilsinler, kocam dediğim ruh hastasının o sırada ikinci evinde olduğunu. Neyse, uzatmayacaktım. Cesedinin bulunmadığı her gün daha da endişeli olacaktım. Komşular da polise bu şekilde ifade vereceklerdi. Ama o gün akşam gelen mesajla anladım, bir şeyler ters gitmeye başlamıştı. Planı ertelememiz gerekebilirdi. Sema, Erkan’ın öğleden sonra evden çıktığını ama hala dönmediğini yazdı. Telefonu da kapalıymış. Beklemeye başladık. Benimle konuştuğu hat zaten kapalıydı, özellikle ısrarlı aramalar yapmıştım. Polis aramalara bakarsa diye… O gece dönmedi Sema’nın evine, sabah da, öğlen de, akşam da… Sonra mı? Pazartesi, sabaha doğru polis kapımdaydı. Cesedini ormanlık alanda yolun kenarına atılı bulmuşlar.
O an ne düşündüm biliyor musun? “Sema bunu bana nasıl yapar? Bensiz nasıl öldürür onu!” Sinirimden ağlayamadım bile. Polis, cesedi teşhis etmem için beni morga götürmeye gelmişti. Üzerimi değişme bahanesi ile odama geçtim. Son bir mesaj çekip, hattı saklamayı düşünerek telefonu elime aldığımda bir mesaj daha gelmişti.
“Polis kapımda, bensiz nasıl yaparsın bunu? Telefon hattını klozete atıp evden çıkacağım şimdi. Seni asla ispiyonlamayacağım, rahat ol. Hoşça kal.”
Morgda karşılaştık. İkimiz de bu adam benim kocam demek zorunda kaldık. Çünkü ruh hastasının üzerinden iki kimlik de çıkmış. Parmağında Sema’nın alyansı… İç cebinde de benim adım yazılı alyans. Kapıda bir polis bizi durdurunca, beni beklettiler. Önce o girmiş morga. Çıkarken başını çevirip bakmadı bile bana. Yüzü dehşet içindeydi. Aynı dehşeti ben de yaşadım ve Erkan’ı gördüğüm anda anladım, o yapmış olamazdı…
Aklındaki soruyu biliyorum, biz onu nasıl öldürdük?
Dükkânını yaktığımızı söylemiştim ya, işte öyle… Artık kimlerle ne iş karıştırıyorduysa, dükkânı yaktığımızda güçlü birilerinin mallarını da yakmışız galiba. Yanında çalışan bekçinin ifadesine göre, adamlar bizimkini tehdit etmişler. Bu da, yakanı bulun o ödesin, deyip inatlaşmış adamlarla. Adamlar da, artık her kimseler bilemiyorum, bunu döve döve öldürmüşler. Bizi bilseler onu öldürmezlerdi değil mi?
Gülme ya… Beni de güldüreceksin şimdi. Cenaze evindeyiz. Konu komşu ne der sonra?
Şimdi her şey çorbaya döndü. Sanırım Sema da hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi davranıyor olmalı. Dün gelen polislere bizimkiler Perşembe yemeğinden ikram etmek istemişler, adamlar diğer cenaze evinde yedik de geliyoruz, demişler. İkimiz de bir hastadan kurtulduk ama şimdi arkasından yasını tutuyoruz.
İyi ki geldin, kafayı yemek üzereydim. Sema ile de konuşamıyoruz artık. Kimseye de bir şey anlatamıyorum ki! Sence polisler bize ulaşırlar mı?