İkimiz de uyku sersemiydik. Gömleğinin cebinden çıkardığı paketten bir sigarayı dudaklarına götürdü. Ceplerinde çakmak aradı, bulamadı. Benim çakmağı çıkardım, avucumu rüzgâra karşı kapatarak yaktım sigarasını.
“Çakmağım arabada kalmış olmalı,” dedi.
Etrafına bakındı. Sigarası iki dudağının arasında. Huzursuzca söylendi.
“Ne olmuş? Ne işimiz var burada? Sabahı bekleyemeyecek kadar önemli olan neymiş?”
Arkamızdaki karanlığı işaret ediyordu. Gösterdiği yerde, olay yeri inceleme elemanları çalışmaktaydı.
“Ben de bilmiyorum amirim,” dedim. “Ben de yeni geldim. Henüz bir şey öğrenemedim.”
Başkomiser, cebinden çıkardığı küçük el fenerini karanlığa tuttu. Işığın aydınlattığı yerde çalışan uzmanlardan biri başını kaldırıp baktı.
Başkomiser bana döndü. “Hadi gidelim öğrenelim.”
Yeni kazılmış mezara atılmış ceset tamamen çıplaktı. Alnının ortasından tek kurşunla vurulmuştu. Mezarın yanındai küçük toprak tümseğin etrafında ayak izleri vardı. Maktulün kıyafetleri görünmüyordu. Kan izleri de yoku.
Başkomiser, cesede doğru eğildi.
“Başka bir yerde öldürülüp buraya getirilmiş olmalı,” dedi. “Getirmeden önce de kıyafetlerini çıkarmışlar.”
Ayağa kalktı. “Mezarlık görevlisi nerede?”
Mezarlık görevlisi, olay yeri inceleme memurlarını seyrediyordu. Adamı Başkomiserin yanına getirdim. Adı Mustafa’ydı. Kırk yaşlarında, zayıf, kirli sakallı, kara kuru biriydi. Korktuğunu anladım.
“Kaç yıldır burada görevlisin Mustafa?”
“Üç yıldır amirim. Belediye başkanı değişince beni buraya verdiler. Önceki başkanın korumasıydım.”
“İsabet olmuş,” dedi Başkomiser, dişlerinin arasından. “Anlat bakalım. Ne biliyorsun?”
“Valla amirim daha önce hiç böyle bir olay olmamıştı. İlk defa…”
“Geç oraları şimdi. Hiç mi ses duymadın? Akşamdan bu yana sen ne yapıyorsun?”
“Televizyonda maç izledim. Sesi biraz açıktı. Sonra da yatsı namazını kıldım işte.”
“Eeee? Kim buldu o zaman maktulü? Sen bulmadın mı?”
“Ben buldum amirim. Köpeklerin havlaması durmayınca sesin geldiği yere gittim. Cesedi görünce hemen polisi aradım.”
“Öldüğünü nereden anladın? Dokundun mu?”
“Dokundum amirim. Bazen içip içip mezarlıkta sızanlar oluyor. Ben de mezara indim baktım.”
“İyi bok yedin, aferin! Alın şunu başımdan. Hem işini yapmaz hem de delilleri yok eder.”
Başkomiser, yanımızdaki Komiser Yardımcısı İsmet’e döndü. “İsmet, yakınlarda ev yok muymuş?”
“Var da en yakın ev buraya iki kilometre uzaklıkta Amirim.”
“Bu adamı buraya yürüyerek getirecek halleri yok. Hele cüssesine bakınca… O eve gidin, araç sesi ya da ne bileyim bir gürültü duymuşlar mı görmüşler mi, dikkatlerini çeken bir şey olmuş mu? Öğrenin.”
“Şimdi mi amirim?”
“Daha duruyor musun?”
Ekip otosunun önünde bekleyen polislere döndü, yaklaşmalarını işaret etti. “Siz de boş durmayın. İşe yarar ne var bakın bakalım şu yol boyunca. Hadi!..”
Mezarlık görevlisi hâlâ yanımızdaydı. Bana dönen Amirim, “Kamera yok mu bu etrafta hiç?” diye sordu.
“Köy yerinde ne kamerası amirim.”
“Koskoca şehir mezarlığını köy yerine yapmayı biliyorlar. Bi işe yaramaz adamı bekçi diye dikiyorlar da kamera yerleştirmeyi mi akıl edemiyorlar?
“Ayıp oluyor ama amirim.” Alınmıştı bekçi Başkomiserin sözünden.
“Ne ayıbı lan? Ne ayıbı? Sen işini doğru yapsaydın bu saatte bizim burada ne işimiz olurdu?”
Araya girdim. “Tamam kardeşim. Hadi sen işine bak.”
Başkomiserle birlikte işlerini bitirmiş, gitmeye hazırlanan olay yeri inceleme elemanlarının yanına yaklaştık.
“Doktor, anlat bakalım, ne iştir bu?”
“Valla peşin hükümlü olmak istemem ama görüntü de ortada. Saat 20.00-23.00 aralığında işlenmiş cinayet. Yakın mesafe. Tek kurşun. Sanırım 7.65 kalibre. Öldürdükten sonra buraya taşımışlar. Parmak izlerini aldık. Çıplak mı getirilmiş burada mı soymuşlar bilemiyorum. Mezarın içine sadece kimliğini atmışlar. Kimliğini delil poşetine attık oradan bakabilirsiniz. Maktulün adı Hikmet Ünlü. Gerisini zaten siz tespit edersiniz. Cesedin atıldığı yer yeni kazılmış, boş mezar. Raporu hazırlarım, alırsınız.”
Nöbetçi savcının yüzünden bu saatte burada olmanın hoşnutsuzluğu okunuyordu. Başkomiserle konuştuktan sonra o da gitti.
***
“Bir araç sesi duymuşlar Amirim. ‘Ama araba gibi değil de sanki iş makinesi sesiydi,’ dedi evdeki yaşlı kadın. Buradan çok iş makinesi geçiyormuş. O yüzden sesleri ayırt ediyormuş.”
İsmet elindeki notları okuyordu. Başkomiser araya girmeden dinledi. Yol üstünde de kalın lastik izleri vardı. Birden çok olduğu için ayırt edilmesi güç görünüyordu.
“Desene elimizdeki tek ipucu iş makinesi.”
“Öyle görünüyor Amirim.”
“Bir kere de basit olsun, anasını sattığımın davası. Neyse. Büroya gidelim. Bu saatten sonra eve dönülmez. Gündüz buraya başka bir ekip yollarız. Son birkaç yılda buraya gömülmüş kişilerin kimliklerini tespit etsinler.”
Cinayet bürodaki koltuklarda bir saat kadar kestirdik. Poğaça, simit ne bulduysam aldım geldim. Üç de çay söyledik. Kahvaltıdan sonra biraz açılmıştık. Maktulün kimliğini araştırdım. Evliydi. Sonradan olma zenginlerdendi. Son dört beş yılda Allah yürü ya kulum demiş. Son model arabalar, yazlıklar, evler. Öncesinde kenar mahallelerden birinde berberlik yapıyormuş.
“Berbermiş demek. Bak sen. İlginç. Çok ilginç. Nasıl zengin olmuş? Sünnetçiliğe mi başlamış?”
“Müteahhitliğe başlamış Amirim. Şehrin tam göbeğinde peş peşe üç dört tane lüks apartman dikmiş.”
“Pis kokular alıyorum Furkan. Bu işin arkasından ne bokluklar çıkacak acaba?”
Gün içinde önce maktulün evine gittik. Karısı Nermin, başına siyah bir örtü atmış, ince, uzun boylu, yirmili yaşlarının sonunda bir kadındı. Bir köşede kendi kendine ağlıyordu. Mahalleli, akrabalar, komşular doluşmuştu. Ana baba günüydü ortalık.
“Son zamanlarda telefonda birileriyle çok sık tartışıyordu,” diye anlatmaya başladı Nermin. “Hırslıydı. Hastane kantininin ihalesine girecekti, öyle bir durumu vardı. Çok sinirliydi. Her şeye kızıyor, bağırıp çağırıyordu.”
“Sizin bildiğiniz bir düşmanı var mıydı kocanızın?”
“Çekemeyenler vardı. Kocamın başarısını kıskananlar çoktu.”
“Tehdit eden var mıydı ya da öyle bir olaya denk geldiniz mi hiç?”
“Hayır.”
“En son saat kaçta gördünüz kocanızı?”
“Sabah gördüm. İşe uğurladım. ‘Akşam geç gelirim,’ dedi. Çok çalışıyordu. Ben de ‘Tamam,’ dedim. Bazen sabahı bile buluyordu gelmesi.”
“Kumar, alkol gibi alışkanlıkları var mıydı?”
“Herkes kadar. Ama iyi biriydi. Bana da oğlumuza da çok iyi davranırdı.”
Evden ayrılıp şirket binasına geldik. “Ünlü İthalat İhracat İnşaat ve Taahhüt İşleri Limited Şirketi Hikmet Ünlü” yazıyordu ışıklı kocaman tabelada. Çalışan herkesin toplanmasını istedik. Muhasebecisi, şoförü, şirket işleriyle ilgilenen müdürü ve ayak işlerini yapan bir eleman geldi.
Hikmet’in şoförü Akın Çelik bir yıl önce girmişti işe. Patronunu dün sabah saat sekizde evden aaldığını, şirkete götürdüğünü, öğlen yemeği için tekrar çıktıklarını söyledi.”
“Nerede yemek yedi?” diye sordu Başkomiser.
“Aslanlı Konak’ta.”
“Yalnız mıydı?”
“Hayır, Buse Hanım’la birlikte yediler.”
“Kim bu Buse Hanım?”
“Güzellik merkezi işletiyor. Daha önce de yemişlerdi birlikte öğlen yemeği. Bizim patron kredi tahsis edecekti ona. İş yemeğiydi yani.”
“Patronun böyle sık sık başka hanımlarla iş yemeği yer miydi?”
“Evet. Sadece hanımlarla değil, iş adamlarıyla da yerdi.”
“Patronunun iş dışında yemek yediği hanımlar da var mıydı?”
“Onu bilemem ama…”
“Evet?”
“Ben işe yeni başladığımda Yasemin Güzel adında bir kadından bahsediyorlardı. Giyim mağazası varmış. Dediklerine göre, Hikmet Bey’in sevgilisiymiş. Ben onu hiç görmedim. Çünkü ben işe başladığımda kız ölmüştü. İntihar etmiş.”
Amirim bu finans temin etme meselesini şirketin muhasebecisi Kenan Ayık’a sordu.
“Evet, bazı şirketlere kredi veriyoruz.”
“Yani tefecilik yapıyorsunuz.”
“Olur mu öyle şey Komiserim? Biz bankalardan kredi çekmekte zorlanan işletmelere yardımcı oluyoruz sadece.”
“Buse Hanım’a da kredi tahsis ettiniz mi?”
“Evet. Buse Hanım adına bir eft yapıldı. 600 bin TL kadar.”
“Bu Buse Hanım Hikmet Bey’in sevgilisi miydi.”
Adam bir an düşündü. “Zannetmiyorum. Yani aslında patronla bir samimiyetim yoktu. Ama bu tür bir ilişki olsa mutlaka etraftan duyardım.”
“Patronunu tehdit eden filan oldu mu hiç?”
“Galiba. Bu aralar, hastanenin kantin ihalesine hazırlanıyorduk. Orayı halen işletenler geçtiğimiz günlerde birkaç defa arayıp ihaleye girmemesini istemişler patrondan. Bilmiyorum size bir faydası olur mu?”
Sırada Hikmet’in getir götür işlerini yapan yeğeni Aydın Ünlü vardı.
“Askerden geldikten sonra yanına aldı beni amcam,” diye başladı anlatmaya. “Rahmetli babanın emanetisin derdi bana. Çok severdi. Dört yıldır bu şirkette çalışıyorum. Ben de cenaze evindeydim, erkek lazım oluyor haliyle, siz çağırınca apar topar geldim. Amcam dünya iyisi bir insandı. Ona nasıl böyle bir hainlik yapabilirler bilmiyorum.”
“Amcanın son zamanlarda hali tavrı nasıldı?”
“Son birkaç haftadır sinirliydi. Eve gitmek istemiyordu pek. Yengem aradığında da ya toplantıda olduğunu ya da dışarıda olduğunu söyletiyordu.”
“Sebebini bilmiyor musun?”
Aydın başını iki yana salladı. “Bana bir şey demedi. Ama sanırım ihale yüzünden asabı bozuktu.”
“Amcanın görüştüğü hanımları tanıyor musun?”
“Tanıyorum. Buse Hanım vardı. Güzellik merkezi sahibi. Ayrıca Sevim Hanım vardı. O da diyetisyen. Başka… Merve Hanım vardı. Lokanta açmayı planlıyordu. Aşçı kendisi.”
“Bu hanımlarla arasındaki yakınlık ne boyuttaydı?”
“Sevgililer miydi diye mi soruyorsunuz?”
“Evet.”
“Bu isimlerle ilişki yaşadığını şirkette bilmeyen yoktu ki. Amcam çapkın biri değildi. Ama çekici biriydi. Kadınları kendisine çekiyordu.”
“Yengenin haberi var mıydı amcanın bu ilişkilerinden?”
“Kesin olarak bir şey diyemem ama sanmıyorum.”
Şirketin müdürü Ahmet Dinç, Hikmet’in çocukluk arkadaşıymış. Birlikte büyümüşler. Şirketi kurduğundan beri de hep yanındaymış.
“Son yılların en parlak iş adamlarından biriydi,” dedi bizim bir şey sormamızı beklemeden. “Bu sebeple etrafında onu sevenler, saygı duyanlar olduğu kadar düşman olanlar da vardı haliyle ama kimsenin açık açık düşmanlık ettiğini gördüm dersem yalan olur.”
“Girmeye hazırlandığınız ihaleyle ilgili bazı problemler varmış ama…”
“Şu telefonları mı diyorsunuz? Doğru. Kantini işletmekte olan şirket biraz darlattı bizi. Araya birkaç siyasetçi de soktular ama Hikmet kararlıydı. Namus meselesi yapmıştı bu ihaleyi. Ben boş vermesini söyledim defalarca. Dinlemedi. Ara sıra isimsiz tehdit telefonları alıyorduk ama bu zaten beklediğimiz bir şeydi, alışmıştık, takılmıyorduk böyle telefonlara.”
Ve son olarak da sekreter Burcu Çiçek karşımızdaydı.
“Ne zaman işe başladınız?”
İçini çekti. “Bir yıl oldu.”
“Patronunuzun son zamanlardaki hali tavrı nasıldı? Her zamanki gibi miydi?”
“Hemen hemen. Çok çalışyordu. Sürekli toplantılar. İş seyahatleri. Bazı akşamlar saat dokuza ona kadar ofisinden çıkmazdı.”
“Siz?”
“Ay ben de kalıyordum tabii. Mecburen bekliyordum.”
“Karısı merak etmiyor muydu?”
“Etmez mi? Mutlaka arardı. Ama Hikmet Bey, gecikecekse eğer, bunu mutlaka karısına telefon eder, haber verirdi. Ay, çok korkardı karısından biliyor musunuz. Yine de rahat durmazmış, fırsatını buldukça çapkınlık yaparmış. Ben bir şey görmedim ama şirkette konuşuluyor bunlar. İster istemez kulak misafiri oluyorsunuz.”
“Düşmanı var mıydı. Tehdit telefonları alıyormuş, doğru mu bu?
“A, evet. ‘Ona söyleyin ayağını denk alsın,’ diyenler çıkıyordu bazen. Ama patron da müdür bey de bu tür telefonları dikkate almamamı söylerlerdi hep.”
***
Dışarı çıktığımızda Başkomiser o sırada gelen bir iş makinesinin binanın arkasına doğru gittiğini gördü. Bize eşlik eden şirket müdürüne iş makinesini gösterdi. “Bunları şirket binasında çalışanlar arasında kullanabilen var mı?”
Makine operatörü sertifikası bulunan ve şirket binasında çalışan sadece maktulün yeğeniydi. İş makinelerinin park ettiği yere gittik. Kamera yoktu.
Başkomiserle birlikte hastane kantinini işletenlerle de bir görüşme yapmamız icap etti haliyle. Ancak bu görüşmeyi cinayet bürosunda gerçekleştirmeyi tercih ettik.
Abdurrahman Bıyıklı, başında takkesi, elinde kocaman tespihi, yakasız gömleğiyle oldukça fit görünümlü, iyi giyimli bir adamdı. Altmış yaşından fazla göstermiyordu. Nüfus kâğıdında yazan tarihse yetmiş üç olduğunu söylüyordu.
“Aranızda ihale yüzünden bir sıkıntı varmış. Baktınız adam kararlı, araya koyduklarınız, bürokratlar, siyasetçiler de işe yaramıyor, ortadan kaldıralım dediniz siz de.”
Amirim kitabın ortasından başlamıştı sorguya.
Adamın avukatı rahatsız oldu. “Müvekkilimi bu şekilde itham edemezsiniz. Müvekkilim saygın bir iş adamıdır.”
Kantin işletmecisi Abdurrahman Bıyıklı, sakin bir tavırla elini yavaşça avukatın göğsüne doğru uzattı. “Tamam, tamam. Bir sakıncası yok. Ne biliyorsam anlatacağım tabii ki. Vazifemiz emniyet güçlerine yardımcı olmak. Yok amirim. Asla. Katiyen kabul etmiyorum ben bu suçlamaları. Biz katil değiliz. Cinayet, affı olmayan büyük günahlardan. Allah’ın verdiği canı biz nasıl alalım? Bizde Allah korkusu var. Konuştuk evet. Rica ettik. Allah rızkınızı başka yerden versin dedik. Allah size daha çok versin dedik. Başka işlerde dilerseniz yardımcı da olabiliriz diye teklifte de bulunduk. Ama kafayı takmıştı bu ihaleye. Tabii biz gerekli önlemlerimizi almıştık Amirim zaten. O ne kadar arttırırsa o kadar çıkacaktık biz de. Sonuçta bizim için de bir haysiyet meselesi oldu. On beş yıldır elhamdülillah bizim işlettiğimiz, ekmek yediğimiz bir kapı hastane. Bizimkisi de bir aile şirketi. İki oğlumla birlikte yürütüyoruz bütün işleri. Allah razı olsun onlardan da. Böyle evlatlar yetiştirmek kolay değil bu devirde Amirim. Üstelik bizim tek kantinimiz burası da değil. Şehirdeki okulların on beş tanesi de bizim işletmemizde çok şükür. Kendi imalathanemiz var. Pasta börek falan. Amirim anlıyorum sizi ama bizim günah olan işlerde gözümüz yoktur. Suçlamaları kabul etmiyorum.”
Abdurrahman Bıyıklı’nın büyük oğlu yeni evlenmiş, bir haftadır Katar’da balayındaymış. Biz de buradaki oğlu İsmail’le devam ettik. Babasının aksine ceketinin altındaki gömleğinin yakasından kılları görünen, bıyıkları hafif aşağı sarkmış, kirli sakallı bir tipti. Racon keser gibi konuşuyordu.
“Şimdi Amirim, ben ilgileniyordum ihale işleriyle. Hikmet Bey’i arayan da bendim. Babam rica etmişti. O bakımdan yani. Hatta yüz yüze görüşme talebimiz de vardı ama kabul etmedi. Biz de üstelemedik. Adam öldürecek halimiz yok bunun için. Değil mi ama? Bizim de bu piyasada bir ismimiz var çok şükür. Namımızı lekeleyecek değiliz. Allah’ından bulmuş işte. Dedik ona biz. Birinden bulursun belanı diye uyarmıştım onu.”
Soruşturma bitene kadar şehirden ayrılmamalarını tembihleyip ikisini de yolcu ettik.
Mezarlık bilgileri gün içinde geldi. Son birkaç yıl içinde mezarlığa gömülenler arasında dikkat çeken bir isim görünmüyordu. Maktulün yeğeninin ifadesindeki isimlere ulaştık. Buse Zerrin’in güzellik merkezine, Sevim Devrim’in diyetisyen ofisine, Merve Taş’ın yeni açtığı restorana gittik. İş ilişkisi dışında görüştüklerine ilişkin hiçbir bilgiye ulaşamadık. Kamera kayıtlarında da olağan dışı bir giriş çıkış trafiğine rastlamadık. Bir tuhaflık vardı. Ya yeğeni yalan söylüyordu ya da bu kayıtlar. Sonuç olarak şahısların telefon kayıtlarını istettik. Maktulün haftanın iki akşamı gittiği kumarhaneye de uğradıysak da buradan bize ekmek çıkmayacağı açıktı.
Ertesi gün cenaze kaldırıldı. Başkomiserim, İsmet ve ben de katıldık törene. Oldukça kalabalıktı. Karısı Nermin siyahlar içindeydi, ayakta zor duruyordu.
Ben bu arada intihar eden kadınla ilgili ufak çaplı bir araştırma yaptım. Bir yıl önce gazete ve televizyonlara da çıkmış, haber olmuştu bu intihar olayı. Kaldığı rezidanstan atlamıştı. İlk başta Hikmet Ünlü’den şüphelenilmiş ise de bir delil bulunamadığından intihar olarak geçmişti kayıtlara. Olay sırasında başka yerde olduğuna ilişkin iki şahidi vardı. Bu şahitlerden biri yeğeni Aydın’dı. Telefon sinyalleri de doğruluyordu ifadeleri.
Mezarlığın bir kilometre kadar ilerisinde maktulün ihaledeki rakibinin oğlu İsmail Bıyıklı’nın telefonunun sinyal bilgileri bulunduğunu öğrenince İsmail Bıyıklı’yı yeniden merkeze aldık. Elemanın külhanbeyi tavırları yoktu bu defa. Hatta biraz sesi titriyordu.
“Doğru Amirim. O akşam beni gizli numaradan biri aradı. Hikmet Bey sizinle görüşecek dedi. Bir adres verildi. Bu mezarlığı geçtikten sonra bir kilometre ötede kullanılmayan bir değirmen var. Oraya gittim. Ama gelen olmadı. Ben de oradaki yoldan devam ettim, tali yoldan döndüm. Haberlerde mezarlığı görünce tanıdım orayı. Ben kimseyi öldürmedim Amirim.
Başkomiser, değirmene nasıl gittiğini sordu. Çakma külhanbeyi, kendi aracıyla gittiğini söyledi.
Dosyanın savcısı ile görüştükten sonra savcılıktan yurt dışına çıkmamasına yönelik adli kontrol tedbiri uygulandı baba ve oğluna.
Ertesi gün gelen bir ihbarla, mezarlığın beş kilometre gerisinde, olay akşamı tali yol üzerinde bulunan bir benzin istasyonun kameralarında şirkete ait bir iş makinesinin mazot aldığına ilişkin görüntülere ulaştık. Şoför ise Aydın Ünlü’ydü. Şahsı cinayet şüphelisi olarak sorgu odasına aldık.
“Evet Aydın. Daha önce ifadende söz ettiğin kadınlarla görüştük, iş ilişkisi dışında bir ilişkiyi hiç biri kabul etmiyor. Senin iddialarını kanıtlar hiçbir kamera kaydı da yok. Ne şirketlerde ne de yemek yedikleri restoranlarda. Bize neden yalan söyledin? Amcanı neden öldürdün?”
“Amcamı ben öldürmedim. Yemin ederim ben yapmadım. Tamam. Yalan söylediğimi kabul ediyorum. Ben bu kadınların üçüne de arkadaşlık teklif ettim ama orospular başkalarına verirken iyi bana gelince namuslu kesildiler. Biraz canlarını yakmak istedim sadece.”
“Pekâlâ. Diyelim ki doğru söylüyorsun. Amcanı bulduğumuz yere yakın bir noktadaki benzin istasyonundan iş makinesi ile mazot aldığın görüntülere ulaştık. Buna ne diyorsun?”
“Doğrudur. Ama bunun olayla ilişkisini anlayamadım. İş makinesi operatörü belgem var. İsimsiz bir numaradan telefon geldi. Benzin istasyonuna yakın bir iş makinesi bulmuşlar yolun kenarında. Üzerinde bizim şirketin telefon numarası varmış. Oradan bulup aramışlar. Ben de şirketteydim o sırada. Telefon gelince taksiye atlayıp gittim. Kimin aradığını bilmiyorum. Belki şirket telefonunun kayıtlarında çıkar. Az bir mazot kalmıştı, ben de yakındaki istasyondan yakıt aldım. Yemin ediyorum ben yapmadım amirim.”
Eldeki bulguları, delilleri, ifadeleri dosyanın ilgili savcısı ile değerlendirdikten sonra Aydın Ünlü hakkında gözaltı kararı verdik.
Başkomiserim odada sigara içiyordu. Genelde bir işi sonuçlandırdığımızdaki hali yoktu. Keyifsizdi. Eliyle koltuğu gösterince oturdum. Hikmet Ünlü dosyası önündeydi.
“Bence bu herif böcek bile öldüremez, değil ki amcasını öldürsün. Götünden korkuyor daha. Ne biçim iş anlamadım.”
“Siz ne diyorsunuz peki Amirim?”
“Benim kafam şu intihar eden kadına takıldı. O kadın nerede yatıyormuş biliyor musun?”
“O mezarlıkta demeyeceksin değil mi Amirim? Ama nasıl olur? Gözümüzden kaçmaması gerekirdi.”
“Çok basit. Kendi adıyla değil de başka bir isimle geçirilmiş kayıtlara mezarlıkta. Para halletmiş sanırım. Yasemin Güzel yerine Neriman Dinç yazdırılmış.”
“Müdürle aynı soyadı taşımaları tesadüf mü?”
“Bilmiyorum. Ben de yeni öğrendim. Tesadüf mü değil mi öğrenmek de bizim işimiz. Haydi.”
Amirim, yolda Komiser Yardımcısı İsmet’i arayarak acele etmesini söyledi. Hayırdır anlamında baktıysam da hiç renk vermedi Başkomiserim. “Yola bak sen. Öğrenirsin merak etme.”
Şirkete gideceğiz diye düşünürken şirket müdürü Ahmet Dinç’in dairesine gittik. Meğer müdürle Amirim öncesinde konuşmuş, şüpheliyi yakaladıklarını söylemiş, birkaç prosedür kaldığını, bunları da halletmeleri gerektiğini anlatmış. Müdür patronunun öldürülmesinin üzüntüsünü üzerinden atamadığı için bir haftalık izne çıkmış. Evdeymiş. Bizi kederli bir yüzle karşıladı.
“Canım kardeşimin öldürülmesine ne kadar üzüldüysem katilinin yakalandığına da o kadar sevindim amirim. O şerefsiz nasıl kıymış amcasına?”
İçeri geçtik. Karısı Zerrin Hanım karşıladı bizi içeride. “Tanıştırayım. Eşim Zerrin.”
Oldukça şatafatlı döşenmişti içerisi. Tam sonradan görme diye geçirdim içimden. Başkomiserim de aynısını düşünmüş olacak ki kulağıma eğildi ve ‘Vay canına yandığım, millette ne para var arkadaş,’ diye fısıldadı.
Başkomiserim birkaç gereksiz ayrıntıdan bahsetti. Katil zanlısıyla ilgili alakasız şeyler anlattı. Normalde hiç yaptığı iş değildir. Akışına bıraktım ben de. Ahmet Dinç’in yüz hatlarında şaşırdığına ilişkin bir belirti yoktu. Çok sakin karşıladı. Kahvelerimizi içerken Başkomiserime bir telefon geldi. Müsaade isteyip balkona çıktı. Kısa bir konuşmadan sonra içeri girdi.
“Ahmet Bey, Zerrin Hanım, kahve için teşekkür ederim.”
“Afiyet olsun,” dedi Ahmet Ünlü gülümseyerek. “Önemli bir telefondu sanırım amirim?”
“Evet. Başka bir olayla ilgili bir bilgi. Hazır lafı açılmışken sizinle de paylaşabilirim. Müdürü olduğunuz şirkette bir yıl önce intihar eden sekreteriniz Yasemin Güzel’le alakalı.”
Dikkatlice bakıyordum Ahmet Dinç’e. Yüzünde hiçbir değişiklik yoktu. Zerrin Hanım kalktı, mutfağa gitti.
“İyi bir kızdı,” dedi Ahmet Dinç. “İntihar ettiğinde çok üzüldük. Hepimiz severdik.”
“Hikmet Bey’den şüphelenmişler önce. Doğru mu?”
“Ah, evet. Rahmetli, karıncayı bile incitemezdi. Zavallı kızla adını çıkardılar bir de utanmadan.”
“Aralarında bir gönül ilişkisi yoktu yani öyle mi?”
“Tabii ki yoktu. Olsa bilirdik.”
“Tabii ya. İnsan kız kardeşinin kiminle ilişkisi olduğunu bilmez mi?”
Ahmet Dinç’in yüz ifadesi bir anda değişti. Rengi attı. Suratı düştü.
“Bize kız kardeşiniz Neriman Dinç’le alakalı söylemek istediğiniz bir şey var mı Ahmet Bey?”
Ahmet Dinç, orta sehpadaki sigara paketine uzandı. “Çok özür dilerim,” dedi, bir sigara yaktı.
“Nereden öğrendiniz bilmiyorum ama Yasemin benim kız kardeşimdi doğru. Annemle babam ayrıldığında ben on bir yaşındaydım kız kardeşim ise daha bir yaşındaydı. Ben babamda kaldım, kardeşim annemde. Yıllarca birbirimizden haber alamadık. Sonra bir gün annemin vefat ettiğini söylediler. Buradan dört yüz kilometre uzakta başka bir şehirde. Gittim. Kız kardeşimle ilk defa o zaman karşılaştım. Kimsesi kalmamıştı. Neriman öldü, dedi bana, ben Yasemin’im. Neriman, babaannemin adıydı. Boşandıktan sonra annem kardeşimi Yasemin diye çağırmaya başlamış. Adı da öyle kalmış. Beş-altı yaşlarındayken de mahkeme kararıyla adını değiştirmiş kardeşimin. Başından çok küçük yaşta bir de evlilik geçmiş. Boşandıktan sonra aynı soyadını kullanmaya devam etmiş. Beş sene önceydi. Buraya getirdim, bir daire satın aldım ona.
“Butik açtım işletmesi için. Şehrin başka bir tarafına. Uzak tuttum çevremden. Daha doğrusu uzak tuttuğumu sanıyordum. Kimse kardeşim olduğunu bilmek zorunda değildi. Hikmet’le nerede nasıl tanıştıklarını bilmiyorum ama bir ilişki yaşadıklarını öğrendiğimde beynimden vurulmuşa döndüm. Evli olmasa, yaşı yaşına uygun olsa… Bunu bana yapma dedim. Uzak dur kardeşimden dedim. Yasemin’den de bu ilişkiye derhal son vermesini söyledim. Evli o dedim. İkisi de dinlemedi beni.
“Aralarında yaş farkı çoktu. Hikmet’le birlikte büyüdük biz. Beni koruyup kollardı. Benden altı yaş büyüktü. Bana hep abilik yaptı. Böyle bir şey ondan bekleyeceğim son şey bile değildi.”
“Biliyordu o zaman Yasemin’in senin kardeşin olduğunu, değil mi?”
“Evet. Biliyordu. Defalarca tartıştık. Bırak kardeşimin peşini dedim. Seviyorum, dedi. Karımı boşayacağım kız kardeşini alacağım, dedi. Ama sonra bir şey oldu. Karısına döndü. Kendisi ayrıldı kardeşimden.”
“Ne olmuş peki öğrenebildiniz mi?”
Karısı Zerrin içeri girdi o sırada. “Ne olacak. Hikmet abi Yasemin’i kendi tuttuğu rezidansta eski şoförüyle basmış.”
Ters ters baktı Ahmet Dinç karısına.
“Yalan mı? Şoförü kovdu, kız kardeşini de attı işte balkondan aşağıya. Sonra da yeğeni yalancı tanıklık yaptı. Yeğeni ile şirkettelermiş. Hikmet, telefonlarına cevap alamayınca sinirlenmiş. Artık nasıl gözü döndüyse telefonu falan şirkette bırakıp gitmiş. Kamera kayıtlarını yok etmişler. Bir aydır bozukmuş güya. Şirketten ayrıldığına ilişkin delilleri ortadan kaldırmışlar yani. İspatlayamadık tabii. Sonra da kapandı olay. Para her şeyi kapatıyor.”
Başkomiserim gülümsedi. “Paranın da satın alamayacağı şeyler vardır Zerrin Hanım,” dedi. “Emin olun.”
Ahmet Dinç’e döndü. “Güzel bir plandı Ahmet Bey. Sizi tebrik etmek istiyorum. Kız kardeşinizi öldüren Hikmet Ünlü’den, yalancı şahitlik yapan yeğeninden aynı anda kurtuldunuz. Hedef şaşırtmak için de kantincileri kullandınız. Hatta o hastane kantini ihalesine girmek, Bıyıklı ailesi ile onu takıştırmak da aslında sizin fikrinizdi sanırım. Zor da olsa aklına soktunuz. Sonra da o bunu gurur meselesi yaptı. Valla bravo.”
Ayaklanır gibi olduysa da adamın dizine koydu elini Amirim. “Otur otur. Celallenme. Ben değilim diyeceksin. Biliyorum. Tek hatan ne oldu biliyor musun?”
Soran gözlerle bakıyordu.
“Bu işleri yaparken kiraladığın araçların içinde GPS olduğunu nasıl bilemezsin?”
“Hayır. Ben GPS’leri sökmüştüm araçlardan. Yalan söylüyorsun.”
Başkomiser güldü. Ahmet Dinç ne söylediğinin farkına vardığında artık çok geçti.
“Maalesef Ahmet Bey. Bu tür durumlara karşı önlem olarak artık bazı kiralama şirketleri görünür takip cihazlarının dışında bir de kimsenin bulamayacağı yerlere ikinci bir GPS monte ediyorlar. Az önceki telefonda bana, iki ayrı firmadan iki sahte kimlikle iki araç kiralayanın sen olduğunu fotoğraflarından teyit edildiği bilgisi verildi.”
Ahmet Dinç başını iki elinin arasına aldı. Öylece kaldı.
“Maktulü bulduğumuzda, o gece karanlığında, mezarlıktan çıkıp da büroya dönerken yol kıyısına bırakılmış bir araç fark etmiştim. Aynı aracın ertesi gün de aynı yerde öylece beklediğini görünce yardımcım İsmet’ten şirketlerin GPS sistemlerinden bu yakınlarda sinyal veren kiralık araçları, bir de yol kenarında bekleyen aracın bilgilerini araştırmasını istemiştim. Yakınlardaki araçlar tespit edilince de İsmet’ten bu araçların kiralandığı araç kiralama şirketlerine tek tek giderek kantincilerden yeğene, senden şoföre kadar şüpheli olabilecek herkesin fotoğrafını göstermesini istedim. Şirketlerden biri seni tanıdı ama o kiraladığın aracın sinyaline ulaşamadıkları için elimizde bir delil yoktu hâlâ. Senin üzerinde yoğunlaşmalarını, bütün araç kiralama şirketlerini gezmelerini istedim. Az önce gelen telefon, ikinci GPS sistemi sayesinde yeri tespit edilen, yine fotoğraftan senin kiraladığının anlaşıldığı, benzin istasyonuna ve mezarlığa yakın olan, benim de yolun kenarında gördüğüm araç çıkmış. Tabii plakayı değiştirmeyi ihmal etmemişsin. Kız kardeşinin intikamını almak için neredeyse kusursuza yakın bir plan yapmışsın. İkinci bir gps olmayan öbür aracı da bulmuşlar tabi. O aracın bulunduğu yerde ise kan izleri varmış.”
Susmaya devam ediyordu Ahmet Dinç. Başı yerdeydi.
“Yolun sonuna geldik Ahmet. Az önce kendin de itiraf ettin zaten. Anlatacak mısın artık?”
“Kız kardeşim içindi Amirim, evet. Benim kardeşimi öldürdü, sonra da gözümün içine baka baka ‘İntihar ettiği için çok üzgünüm ama benim suçum değil,’ dedi. Nasıl olsa suçlu ortaya çıkacak diye içime attım. Olayın üstü kapatılınca da intikam yemini ettim. Cinayet akşamı Hikmet’e kantincilerin şirketi aradığını, ana avrat sövdüklerini, şu kadarcık adamsa karşımıza çıksın, dediklerini söyledim. Adresi verdikten sonra da sen bakma onlara, boş yapıyorlar yine, sakın gitme, dedim. Ana avrat sövdüklerini duyduğunda beni dinlemeyeceğini biliyordum. O şirketten çıktıktan sonra takibe aldım. Sahte plakalı bir araçla. Sahte kimlikle kiralamıştım aracı. Ne gittiği yerde ne de yol üzerinde kamera olmadığını biliyordum. Araçtan inince arkasından yaklaştım, bana döndüğü anda yakın mesafeden ateş ettim. Kiraladığım aracı daha önceden oraya sakladığım iş makinesinin yanında bıraktım. O yoldan sürekli iş makinelerinin geçtiğini bildiğimden kimsenin dikkatini çekmeyecektim. İş makinesine koyduğum cesedi mezarlığa getirdim. Amacım mezarlıkta öylece bırakmaktı ama yeni kazılmış bir mezarlık görünce önce soydum ardından da içine attım. Sonra da iş makinesini benzinliğin yakınlarında bıraktım. Yine daha önce kiraladığım başka bir araçla şehir merkezine döndüm. Telefon kulübesinden şirketi aradım. Aydın’a o akşam için halletmesi gereken işler bırakmıştım. Sesimi değiştirerek aracın bulunduğu yeri tarif ettim. İş makinesini oradan almak için çıkacağına emindim. O işi halledince dediğiniz gibi hedef saptırmak için de kantincinin oğlunu aradım, yine sesimi değiştirerek patronun onlarla görüşmek istediğini, tek başına gelmesini, patronun tek başına geleceğini söyledim, tek başına gelmeyeceğini biliyordum tabii ki. Böylece İsmail’in de bu sayede adamlarıyla birlikte mezarlığın yanından geçmelerini sağladım. Böyle olmasını istemezdim. Ama benim kız kardeşime yaklaşma diye çok uyarmıştım Hikmet’i. Dinlemedi beni.”
“Mezar taşına neden Neriman Dinç yazdırdınız?” diye sordum. Kafama takılmıştı.
“Bizim sülalede isim bir kere konur Komiser Bey,” dedi. “Talakla konan isim neyse öldüğünde mezar taşına da o yazılır.”