Korku filmlerinin en büyük yardımcıları dozunda karanlık ile etkileyici görsellikse, gerilim yapımlarının de en sıkı dostları pek çok kapıya açılabilecek bilinmezlik ve temposu hiç düşmeyen olay örgüsüdür diyebiliriz. Kendisine ikinci yolu seçmiş olan “The Watcher”, yani “Gözcü”, hikâyesini hayal gücünün engin denizleri aşan motiflerinden değil, tamamen gerçek bir olaydan almıştır. Diziye ekstra cazibe katan bu detay, onu seyretmeye niyetlenen seyirciye fazladan bir doz motivasyon sunmakta cömerttir. Yapımcı koltuğunda oturduğu zamanlarda daima takdir toplayan Ryan Murphy’nin yaşanmış öyküleri ekrana yansıtma becerisinin, iyi kurgulanmış pek çok gerilim film ve dizisinden daha sarsıcı biçimde izleyicisini vurduğu herkesçe bilinir. Çünkü korku hissi uyanmadan evvel gerilimin insanları ona hazırlamasını sağlayan hipnotizma, en doğru ve inandırıcı kılığa bürünmek için arkasında dipdiri bir gerçeklik sakladığı müddetçe, seyircinin algısı en üst eşiğe çok kolay ulaşabilir.
Netflix için mini dizi formatında hazırlanan “Gözcü”, daha konforlu, daha sakin, şehrin keşmekeşinden uzak bir yaşam sürebilmek için birikimlerini New Jersey’de bir banliyö evi satın alarak değerlendiren Brannock ailesinin başına gelen tuhaf, ürkütücü ve oldukça rahatsız edici olaylar örgüsünü konu alıyor. Hem kafalarını dinlemek hem de çocuklarına kötülüklerden uzak bir yaşam sunabilmek için büyük hayallerle taşındıkları bu evde onları bekleyen kötü sürpriz, gerilim dolu bir başlangıçla izleyicileri çabucak ekrana kilitliyor. Taşınmalarından kısa bir süre sonra evlerine “Gözcü” isimli biri tarafından gönderilen ilk mektup huzurlarını kaçırıyor. Bu mektubun arkasının gelmesi ve bir yabancı tarafından izlenmekle kalmadıklarını öğrenmeleri de uzun sürmüyor. Satın aldıkları evin nesilden nesle geçen geçen gözcüler tarafından devamlı izlendiğini belirten mektup, bir adım öteye geçiyor ve onları, evde yaptıkları değişikliklerden duyduğu rahatsızlıkları belirterek açıkça tehdit ediyor. Gözcünün hedefi ise ailenin çocukları olunca, Brannocklar için yeni ve gerilim dolu bir serüven başlıyor.

Yaşadıkları kötü sürprize kayıtsız kalamayan ebeveynler, evin bir önceki sahipleriyle iletişime geçtiklerinde korkularının iki misli artmasına engel olamıyorlar ne yazık ki. Çünkü aynı şey konuştukları ailenin de başına bir defa gelmiştir. İlerleyen her gün gözcünün tehditleri ve ailesi hakkında verdiği doğru bilgiler artınca da, Brannocklar evin tamamına kamera döşemeye karar veriyorlar. Ancak bu da çare olmuyor hatta aleyhlerine gelişen durumlar peş peşe geliyor. Polisin de olaya ilgisizliği eklenince, özel dedektif tutmak son çareleri oluyor. Karşı komşuları, mahalle sakinleri, eve kamera sistemi kuran çocuk, emlakçı, kendi tuttukları dedektif, eski ev sahipleri ve hatta başvurdukları polisler derken uzayıp giden şüpheli listesiyle başları dönüyor. Upuzun ve bilinmezliklerle dolu bir yolculuğa çıkmaları zor olmuyor artık. Her bölümde ve ilerleyen her olayda ev kendine has esrarını korurken, tehdit ısrarla dışardan gelmeyi sürdürüyor.

Bu noktada “Gözcü” dikkat çekici bir farklılık sunuyor bizlere: Araç evdir fakat ev odaklı hazırlanan benzer gerilim filmlerinin aksine kötülük evin içinden değil, dışından gelip kapıyı çalar. Korku odağı evden bağımsız değildir ve her hamlesini evle ve evin içinde yaşayanlarla bağlantı kurarak yapar. Bu da, Brannock ailesi için fazla seçenek kalmadığı anlamını taşır. “Evden kaç ve evi bir an evvel sat” düşüncesi, bir noktadan sonra tek kurtuluş çareleri olur. Hatta bu aşamada evin kredisini ödemekte zorlanan aile reisi Dean bile şüpheli durumuna düşmekten kurtulamaz. Ve her yeni bölüm, gerilimi bir üst seviyeye tırmandırdığı gibi izleyicinin kafasını karıştırmakla da yetinmez, yeni “gözcü” adayları bulmanıza ve herkesten şüphe etmenize yol açar.

İşte bu açından bakıp diziye merak odaklı yaklaşınca, çok başarılı bir gerilim serüveni olarak kabul edilebilir “Gözcü.” Her karakter kendine has bir bilinmezlik yaratıp gölgede duran parçasını belli ederek, sırlarla dolu bir arka plana sahip olduğu izlenimi veriyor. Ve asla olmaz diyeceğiniz birisi, sadece bir bölüm sonra baş şüpheliye dönüşebiliyor. Hatta konu da, basit bir düzleme oturmaktan hayli uzak. Gözcünün kimliğini merak etmenin yanı sıra, o evi neden hedef aldığı ve nelerden korumaya çalıştığı sorularıyla da boğuşmaya mecbursunuz. Sürekli eklenen sürprizler arasında evin tekinsizliğini belgeleyecek bir sürü kanıt da ortaya dökülünce, soru işaretlerini hikâyenin ana ve yan karakterlerinin yüzlerinde aramaktan başka çareniz kalmıyor, dersem abartmamış olurum.
Yazımın başında Ryan Murphy demiş ve yutkunmuştum. Oyuncu kadrosu da bu ismin gölgesinde kalmayacak kadar etkileyici aslında. Hikayenin en güçlü karakterleri olan anne ve baba rollerini Bobby Cannavele ve Naomi Watts’a teslim etmek ciddi bir kurnazlık bence. Bobby Cannavale tutarsız görünümü başarıyla taşımakta zorlanmıyor hiç. Naomi Watts ise dram filmlerinde olduğu gibi gerilim dizi ve filmlerinde de hikâyeye güç ve derinlik katacak başarılı bir oyunculuk sergiliyor. Her ikisi de diziye ve konuya cuk oturmuş diyebilirim. Bu ikilinin yanında, emlakçı rolündeki Jennifer Coolidge’yi ekstra başarılı buldum açıkçası. Estetikli yüz hatlarını, gizemi elinde tutmaya çalışan, kurnaz ve dost canlısı bir emlakçı olarak epey inandırıcı biçimde kullanıyor. Gerilimin içerisine biraz tuhaflık serpiştirmek istenince akla gelmesi muhtemel ikili, Margo Martindale ve Richard Kind da oldukça dikkat çekici. Dizinin içerisinde apayrı bir motif oluşturup asla gözden kaçmayan bir detay oluyorlar.
Özetle, büyük hayallerle satın aldığınız, taşındığınız evin, perili veya cinli olmadan, şeytanın istilâsına uğramadan nasıl bu kadar tehditkâr, tekinsiz ve rahatsız edici olabileceğinin en güzel ispatını yapıyor “The Watcher” (Gözcü). Sadece orijinal hikâyesini merak edenler için bile fazlasıyla izlenmeye değer. Ama ısrarla belirttiğim gibi, ters köşeleri, yüksek temposu, başarılı oyunculukları ve “puzzle” hassasiyeti ile hazırlanmış bölümleri ile basit bir merak unsuru olmaktan çok daha fazlasını hak ediyor. Gerçek bir gerilimin inandırıcılığında katili değil ama gözcüyü aramak istiyorsanız, muhakkak izlemenizi tavsiye ederim. İyi seyirler.