Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Ölüm Büyüsü, “Pale Horse” üzerine

Diğer Yazılar

Kerem Kaş
Kerem Kaş
1978 yılının güzel bir Mayıs sabahı dünyaya gözlerini açan Kerem KAŞ İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi mezunudur. 2019 Mayıs ayı sonunda ilk polisiye romanı "İNTİKAM" AZ Yayınevi tarafından basıldı. İlk hikayelerini 13 yaşından itibaren yazmaya başlayan yazar kendi branşı dışında çeşitli sinema filmlerinde yardımcı oyunculuk, özel bir radyoya skeç yazarlığı yaptı.

Agatha Christie’nin genel tarzı olan kapalı alan polisiyelerinden ayrılan romanlarından biridir Pale Horse. Altın Kitaplar yayınevi tarafından “Ölüm Büyüsü” adıyla çevrilmiştir ama kelime olarak anlamı “Solgun, soluk At” anlamına gelmektedir. Romanın içinde bu isimden bahsedildiği zaman da Altın Kitaplar bu kelimeyi “Kır At” olarak çevirmiş.

Ölüm Büyüsü, 1997 yılında ilk defa televizyon filmi olarak sinemaya uyarlandı ve bu filmde Corrigan rolünü, Yüzüklerin Efendisi filminde  Gollum’u canlandırarak ünlenen Andy Serkins oynadı. Daha sonraki yıllarda herhalde Poirot dizisi tutunca yapımcılar, yeni bir Marple dizisi yapmaya karar vermiş olmalılar ki ve Ölüm Büyüsü’ne bu kez Jane Marple’ı da yerleştirerek seriye eklediler. 2010 yılındaki bu filmde Jane Marple’ı, bence bu karaktere en çok yakışan aktris Julia McKenzie oynadı.

Aslında kitapta, çıtkırıldım ev kızı Miss Marple yoktur ve bu cinayet onun çözdüğü vakalardan biri değildir. Yapımcılar herhalde Miss Marple filmleri az geldiği için seriye bu romanı da katıverdiler.

Roman geçtiğimiz aylarda tekrar çekildi. Başrollerinde Rufus Sewell’in oynadığı proje, Mart ayında ekranlarda oldu.

1961 yılında yazılan roman Türkiye’de Altın Kitaplar tarafından 1973 yılında ve 2006 yılında aynı isimle iki defa basıldı. Başka bir baskısı da yoktur. Cinayet romanları kraliçesi Christie’nin bütün romanlarını okumuş birisi olarak bende 1973 baskısı olan kitap var. Altın Kitaplar tekrar baskı yaptığı zaman bu kitabın da adını değiştirmedi.

Christie’nin genelde bir evin içinde veya köyde işlenen, sanıkların aile bireylerinden oluştuğu kapalı alan polisiyesi dediğimiz tarzından farklıdır Ölüm Büyüsü kitabı. Christie bu kitabı artık emeklilik zamanları diyebileceğimiz bir dönemde yazmıştır. Aslında çok değişik ve ilginç bir konusu vardır. 1960’lı yıllarda yazılmış olmasına rağmen, kitapta Agatha Christie’nin aslında hayal gücünün ne kadar derin olduğunu görürüz.

Konusuna gelirsek; ölmek üzere olan bir kadın, son saatlerini yaşadığını anladığında evine doktor yerine Katolik bir peder çağırır. Pedere bir isim listesi verir ve bir itiraf yapar. Daha sonra bu isimleri aklında tutamayacağını anlayan peder, isimleri oturduğu çayhanedeki garsonun getirdiği alelade bir kese kâğıdına yazıp ayakkabısına saklar. O akşam evine giderken de sokakta ıssız bir köşede kafasına ağır bir cisimle defalarca vurulmak suretiyle öldürülür. Ancak katil veya katiller pederin ayakkabısına sakladığı listeyi bulamazlar çünkü peder, bu isim listesini cebi delik olduğu için mecburen ve tamamen şans eseri ayakkabısına sokuşturmuştur. Bu küçük ayrıntı olayların gelişebilmesini sağlar çünkü katil, zavallı yaşlı pederi öldürdükten sonra üzerini aramıştır. Büyük ihtimalle listeyi aramış ancak bulamamıştır.

Roman yine  Christie’nin tarzı olmayan bir şekilde birinci tekil şahıs ağzından yazılmıştır. Öyküyü romanın da kahramanı olan Mark Easterbrook adlı bir adam anlatır. Vakayla ilgilenen polis, listedeki insanların birçoğunun öldürülmüş olduğunu öğrenince kitap hızlanır. Christie okuyucuya baştan beri “Acaba bir insan oturduğu yerden uzaktaki bir insanı büyü yoluyla öldürebilir mi?” sorusunu yöneltir  ve bu soruyu romanın sonuna kadar canlı tutarak okuyucuyu romanın içine hapseder. Yani en azından ben böyle düşündüm, bendeki etkisi bu oldu.

Romanın kahramanı Mark Easterbrook biraz da tesadüf eseri karşılaştığı birkaç arkadaşından bu olayla ilgilenmesini sağlayacak bazı bilgiler öğrenir. Sonunda kendisini eski bir köyde, eski bir evde cadı gibi gözüken üç kadının arasında bulur. Bir köyün içine hapsolmuş yaşayan bu üç acayip kadın, insanların içindeki ölüm isteğinden ve insanı büyüyle öldürmekten bahsederler. Köyde ayrıca tekerlekli sandalyeye mahkum yaşayan bir de zengin bir adam vardır. Olaylarla ilgisi olmayan bir eczacı, çok kibar ve saygın biri gibi görünen bu adamı, cinayet saatinde pederi izlerken gördüğünü iddia etmektedir.

Romanın ilginç yanlarından biri, Agatha Christie’nin daha önce “Briç Masası’nda Cinayet” adlı kitabında karşımıza çıkan bazı karakterlerine, Ölüm Büyüsü romanında da yer vermiş olmasıdır. Bunlar; Briç masası Cinayeti’nde  binbaşı iken bu romanda -tabii aradan yıllar geçtiği için- artık albay olmuş Hugh Despard; yine önceki romanda genç bir kız olarak tanıdığımız ama şimdi Binbaşının  karısı olan Rhoda ve ünlü polisiye roman yazarı -ki bu karakteri kendi duygularını okuyucularına yansıtmak için yarattığını düşünüyorum-  Mrs. Ariadne Oliver’dır. Ancak cinayet romanları yazarı Bayan Oliver bu sefer olaya tam olarak karışmaz ama yine de romanın sonlarına doğru kahramanımıza söylediği bir söz, romanın kahramanı Mark Easterbrook’un olayı çözmesini sağlar.

Ölüm Büyüsü’nün diğer ilginç bir özelliği de gerçek hayata doğrudan etkisinin olmasıdır. Çünkü Christie’nin kurgu olarak yarattığı bu öldürme şekli diyelim, gerçek hayatta bazı olayların çözümünde etkili olmuştur. 1971 yılında Graham Frederick Young adlı bir seri katil, bu romanı okuyan bir doktorun dikkati sayesinde yakalanmıştır. “Pale Horse” romanını henüz okumuş olan doktor, İngiltere’de bir fabrikadaki ölümlerin bu romana ne kadar benzediğinden şüphelenerek polise şikâyette bulunur ve hakikaten de haklı çıkar. Olay bu şekilde çözülür. Bir başka olay da 1975 yılında yaşanır. Christie, Latin Amerika’da bir kadından mektup alır. Kadın mektubunda romanı okuduğunu ve kocasının kendisini aynı yöntemle öldürmek istediğinden şüphelendiğini yazmıştır. Nitekim 1977 yılında Katar’da aynı etkileri küçük bir bebekte gören Marsha Maitland adlı bir hemşire, durumu yetkililere iletir. Böylece Katar’dan Londra’ya uçan ufacık bir bebeğin hayatını kurtarır. Son olarak 1988 yılında “Mensa Cinayeti” olarak adlandırılan cinayette Mensa Kulübü üyesi George Trepal komşuları Pye ve Peggy Carr’ı ve çocuklarını aynı yöntemle öldürmeye çalışmıştır. Pye Carr ve çocuklar kurtulurken maalesef Peggy Carr, bu olay sonunda ölmüş katil amacına ulaşmıştır.

Konusundan çok bahsetmek istemiyorum çünkü tadı kaçmasın ama dediğim gibi Christie okuyucuya uzaktan büyü veya başka bir yolla bir insanı öldürmek mümkün müdür sorusunu soruyor ve bu soruyu devamlı canlı tutup insanı meraka sürükleyerek ne kadar usta bir romancı olduğunu kanıtlıyor.

Kesinlikle okumanızı tavsiye edeceğim bir kitaptır. Keyifli okumalar…

En Son Yazılar