“Bir dedektif öyküsünün ana ilgi alanı bir gizemin çözülmesi olmalıdır; unsurları okuyucuya açıkça sunulan bir gizem.” – Ronald Knox
Polisiyenin Altın Çağı nedir?
Her şeyden önce bu, bir dönemi ifade eder. Yani belli bir zaman aralığı söz konusudur. Genellikle iki Dünya savaşının arasında kalan dönemde yazılan polisiye romanlar kastedilir Altın Çağ derken. Ancak, gerçeğe biraz daha yakından bakarsak Altın Çağ’ın bu dönemin dışına taştığını da söylemek mümkün. Örneğin; İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminden sonra Altın Çağ’ın pek çok yazarı aynı tarzda romanlar yazmaya devam ettiler. Söz gelimi, Agatha Christie son romanını 1972 yılında yayınladı. Bu durumda, Altın Çağ’ın savaştan otuz yıl sonra bile varlığını sürdürdüğünü söylemek mümkün.
Bu yüzden bence dönemsel bir tanımlama Altın Çağ’ı açıklamak için yetersizdir. İki savaş arasındaki dönem Altın Çağ yazarlarının en üretken olduğu, en çok okunduğu ve polisiyeye hükmettiği bir zaman dilimidir ama kavram, bundan daha fazla ve daha başka bir “şey”i ifade eder. Bu “şey”, Altın Çağ’ın, polisiyeyi bir “tür” haline getiren, kurallarını ve mecazlarını belirleyen, sınırlarını çizen bir ekol olmasıdır. Bu ekolün ilk örnekleri 1920’lerin öncesinde görüldü; 1940’lardan sonra da var olmaya devam etti. Ancak zamanla etkisini yitirdi ve 1950’lerden itibaren polisiyeye yeni bir trend hakim oldu. Bu yeni trend suçun ve dedektifin karanlık yanlarını ele alan ve Altın Çağ ekolüne bir tepki olarak ortaya çıkan ‘sert polisiye’ idi.
1990’lardan itibaren Altın Çağ, günümüzde “rahat polisiye” (cozy mystery) olarak adlandırılan ama aslında bunun da dışına taşan bir yapıyla yeniden polisiye üzerindeki hakimiyetini kurdu.

Altın Çağ ekolünün polisiyeye yaptığı katkılar ve getirdiği yenilikler, sonraki bütün tarzları (sert ve kara polisiyeler de dahil) etkiledi, onları biçimlendirdi.
Çünkü Altın Çağ, polisiye edebiyatın devrimidir.
Altın Çağ’dan önce polisiye, Edgar Allan Poe ve Conan Doyle gibi yazarlarla çizgisini belirlemiş ve popülerlik yolunda büyük adımlar atmış olsa da genel olarak bakıldığında gizem, gotik ve korku edebiyatından bu türü ayırmak pek mümkün değildi. Altın Çağ, polisiye edebiyata bir kişilik kazandırdı. Her şeyden önce Adil Oyun kuralını getirdi ki, bu bugün polisiyenin vazgeçilmez özelliklerinden biridir. İpuçlarını ve soruşturmacının edindiği bilgileri okurdan saklayan bir polisiye roman günümüzde bile yazılmamaktadır. Yazılsa bile türün kötü örneklerinden biri olarak kabul edilmektedir.
Altın Çağ’ın bir diğer mirası da “katil kim” olay örgüsüdür. Altın Çağ yazarları, olay örgüsünü çok fazla öne çıkardıkları için “katil kim” tarzı romanlar olarak da adlandırılırlar. Buna göre katilin kimliği romanın sonuna kadar gizlenir ve son bölümde açıklanır. Günümüzde gerçekten polisiye yazanlar bu kurala harfiyen uyarlar. Polisiyenin farklı bir alt-türü olan ve hikâyeyi sondan başlatan Komiser Columbo tarzı az sayıdaki kurguları hariç tutuyorum.
Altın Çağ’ın yaptığı en önemli iş, polisiyeyi bir “tür” haline getirmesidir. Her okur, bir kitabı eline aldığında yazarın ona ne vadettiğini bilmek ister. Bu yüzden kitabın başına, sonuna bakar. Arka kapağını okur. Hatta kapak resminden bile bir sonuç çıkarmaya çalışır. Elindeki kitabın polisiye olduğunu biliyorsa, artık yazarın ona ne vadettiğini de bilmektedir. Bu nedenle türün belirlenmesi ve adının konması okur açısından çok önemlidir.
Bu polisiye türünün de “Altın Çağ tarzı polisiye” olarak adlandırılması gerektiğini düşünüyorum. Bu ifade yeterince açık öyle değil mi? Evet, polisiye ama Altın Çağ tarzı. Şimdi okur artık kendisini neyin beklediğini biliyor: Bir cinayet işlenecek, resmi olmayan bir dedektif (bir amatör ya da özel dedektif) bu cinayeti çözmek için soruşturma yapacak. Çok sayıda şüpheliyle konuşacak, olguları gözlemleyecek, sonunda elde ettiği ipuçları sayesinde mantıksal bir muhakeme yaparak bir sonuca varacak ve katili yakalayacak.
Altın Çağ ekolünde şüpheli sayısı fazladır ama sınırlıdır. Çünkü cinayet sınırlandırılmış bir ortamda gerçekleşir. Çoğumuz, bunun küçük ve dışa kapalı bir köy ortamı olduğunu, okuduğumuz romanlardan hatırlarız. Ancak olayın yaşandığı yer bir tren, bir gemi, bir uçak da olabilir. Bazen de bir ev, malikane, şato vs.
Cinayetin yalıtılmış bir ortamda işlenmesi, kuşkusuz olay örgüsünü daha zor ve incelikli bir hale getirir. Öyle ya, şehirdeki milyonlarca kişiden birinin katil olmasıyla köydeki birinin katil olması aynı şey olamaz. Hiç kuşkusuz, köydeki katili okurlardan saklamak, yazar açısından çok daha zor bir iştir.
Cinayetin izole bir ortamda işlenmesi, bu tarz hikayelere ‘kapalı oda cinayeti’ adı verilmesine yol açmıştır. Yalnız bunu ‘kilitli oda’ ile karıştırmayalım. Ki bu çok sık yapılıyor. Kilitli oda farklı bir teknik. Her kilitli oda cinayeti aynı zamanda bir kapalı oda cinayetidir ama her kapalı oda cinayeti, kilitli oda cinayeti olmak zorunda değil. Kilitli oda cinayeti, Altın Çağ polisiyesinin en sofistike olay örgülerinden biridir ve bu terim, içeriye girilmesi ya da dışarıya çıkılması imkansız olan bir yerde işlenen “imkansız bir cinayet”i ifade eder.
Altın Çağ polisiyesini sadece İngilizlere has bir ekol olduğunu da sanmayın. Bazıları öyle zannetse bile bu doğru değil. Tabii en başta Amerikalılar var. Bir kısmı İngiliz kökenli olmakla birlikte birçok Amerikalı yazar Altın Çağ polisiyesinin en önemli isimleri arasında yer alıyorlar. Diğer yandan bu ekol Fransa, İtalya, İskandinavya başta olmak üzere Avrupa’da da oldukça geniş bir etki alanına sahip.
Örneğin, Noel Vindry…
Bu adı hiç duymuş muydunuz? 1896-1954 yılları arasında yaşayan bu Fransız yazar, Altın Çağ’ın bence en önemli kişilerinden biri. Ekole sıkı sıkı bağlılığıyla iftihar eden Vindry, yazdığı 13 polisiye romanda imkansız suç gizemine odaklanmış. Altın Çağ’ın bu en eğlenceli ve en karmaşık olay örgüsü, kilitli odayı da kapsayan bir teknik. Onu günümüzde takip eden Fransız yazar ise Paul Halter. Halter, kilitli oda romanlarıyla tanınıyor. Paul Halter’den haberiniz olmayınca, “günümüzde kilitli oda polisiyesi yazılmıyor,” diyebilirsiniz elbette. Ama doğruyu söylemiş olmazsınız. Çünkü günümüzde sadece Halter değil, başka birçok yazar kilitli oda gizemi yazmakta.
Altın Çağ’a Japonya’dan da katkı var. Örneğin: Honjin Cinayetleri. 1946’da basılmış. Yazarı Seishi Yokomizo. Roman, honkaku tarzı bir polisiye olarak tanımlanıyor. Honkaku, Altın Çağ ekolüyle şaşırtıcı bir benzerliğe sahip olan ve 1920’lerde ortaya çıkan bir tarz. Haruta Yoshimate, bunu salt soruşturma sürecine odaklanmış, mantıksal muhakeme yoluyla çözülen eğlenceli bir dedektif hikâyesi olarak tanımlıyor. Honjin Cinayetleri, bir düğün gecesinin sonunda, gelin ve damadın yataklarında bıçaklanmış olarak bulunmasıyla başlar. Kapı içeriden kilitlenmiştir ve dışarıda korkunç bir kar yağışı vardır. Nasıl? Çok fazla tanıdık değil mi?
Altın Çağ, bir tarz olarak karmaşık olay örgüsü ve oyunu adil oynama kuralıyla belirginleşen bir ekoldür. Okuru sahte şüphelilere yöneltmek anlamına gelen “kırmızı ringa balığı”, Altın Çağ’la birlikte polisiyeye giren bir edebi tekniktir. Hâlâ kullanılan bu teknik, Altın Çağ’dan günümüze kadar ulaşan önemli bir mirastır. Bu ekolde çözüm, mantık ve muhakeme yoluyla sağlanır. Bu nedenle olay örgüsünün entelektüel bir boyutu da vardır.
“Katil kim” olay örgüsü, çok sayıda şüphelinin varlığı, dedektifin mantık ve muhakeme yoluyla çözüme gitmesi günümüzde birçok polisiye yazarı tarafından hâlâ sürdürülen bir tarz. Miss Marple geleneği “rahat polisiye” adı altında başlı başına bir ekole dönüşürken, Altın Çağ ekolü günümüzde çok sayıda yazar tarafından devam ettirilmektedir.
Sadece roman ve öykülerde değil, sinema ve televizyonda da özellikle “katil kim” tarzı film ve dizilerin son yıllarda çok revaçta olduğunu görüyoruz. Dedektif karakterlerinin arketiplerinden Hercule Poirot ise son otuz yıldaki uyarlamalarla hâlâ gündemde ve bir külte dönüşmüş durumda.
Günümüzün Altın Çağ yazarları dendiğinde, benim aklıma ilk olarak Anthony Horowitz geliyor. Yakınlarda Mugpie Murders adlı televizyon dizisini izlediğim Horowitz, Altın Çağ ekolünün 21. Yüzyıldaki en başarılı isimlerinden biri. Richard Osman, Donna Leon, Stuart Turton, Soji Shimada, Tom Hindle, Lucy Foley de çağdaş Altın Çağ ekolünün önemli yazarları.
Son yıllarda polisiyenin Altın Çağ’ına ilgi giderek artmakta. Bunu İngiltere’de, dönemin unutulmaya yüz tutmuş birçok yazarının romanlarının uzun bir aradan sonra yeniden basılmasından anlıyoruz. Kuşkusuz Agatha Christie bu alanda rakipsiz. Sadece Altın çağ ekolü yazarlarını değil, Amerikan sert polisiye yazarlarını da ezip geçen bir satış rekoruna sahip. Raymond Chandler, Dashiel Hammet gibi olağanüstü güçlü yazarlar ABD’de bile unutulduğu halde Christie’nin kitapları dünyanın dört bir yanında satılmaya devam ediyor. Bunun sebeplerine ileride değineceğim. Onun için üzerinde şimdilik durmuyorum.
Dorothy Sayers, Margery Alingham, Edmun Crispin, Josephine Tay ve daha birçoklarının yeniden basılması ve okunması Altın Çağ’ın hâlâ yaşamakta olduğunu, ona ilgi duyulduğunu gösteriyor. Sadece İngiltere’de ve Amerika’da değil dünyanın başka ülkelerinde de örneğin Japonya’da da Altın Çağ ekolünün yeniden canlandığına tanık oluyoruz.
Altın Çağ’ın Miss Marple sapması(!) ise “rahat polisiye” adı altında kendisine bambaşka bir yol çizmiş durumda. Her yıl milyonlarca basılan ve satılan rahat polisiye romanları ABD’de en çok okunan kitapların başında geliyor. Bir zamanlar, Altın Çağ polisiyesini aşağılamak için kullanılan “rahat” tabiri, ironik bir biçimde polisiye edebiyatın en güçlü tarzı haline dönüştü. Sert polisiye yanlısı kimi eleştirmenlerin, 1950’lerde, 1970’lerde “cozy (rahat)” diyerek küçük düşürmeye çalıştıkları bu ekolün en önemli özelliği dedektifin kadın ve amatör olması. Seks ve şiddete yer vermeyen bu cinayet bulmacalarında dedektif, aşçılık, bahçıvanlık, köpek eğitmenliği, turizm rehberliği gibi bir hobi mesleğe sahip. Bu tarzın öncüsü Miss Marple polisiyeleri.
Günümüzün Altın Çağ polisiyeleri ise daha farklı bir kulvarda ilerliyorlar. Burada dedektif, amatör veya resmi görevli biri olabilir. Anlatım da rahat polisiyedeki kadar “rahat” olmak zorunda değil. Buna karşılık klasik Altın Çağ’da olduğu gibi kapalı ortamlar, kırmızı ringa balıkları, çok ama sınırlı sayıda şüpheli, adil oyun, şaşırtıcı final ve adaletin tesisi gibi unsurlar bu romanlarda mutlaka bulunması gereken mecazlardır.
Tabii bir de işin içinde kilitli odalar, imkansız cinayetler olursa yeme de yanında yat!