ÖLÜMCÜL KADIN

Diğer Yazılar

Funda Menekşe
Funda Menekşe
Çocuklar için, sevimli öyküler yazarken ne ara cinayet kurguları tasarlamaya geçtiğini kendisi de bilmiyor. Bildiği bir tek şey var ki; yazmayı seviyor.

“Güzel miydi, diye soruyorsanız bilmiyorum. Öyle bir havası vardı ki bunu güzellik kelimesiyle tanımlayamam. Kusursuz bir yüz ya da göz kamaştıran hatları değildi mesele. Öyleleriyle çevrili etrafımız. O başka türlüydü. Büyülüydü, evet, tek kelimeyle büyülü.”

“Size büyü yaptı yani?”

Giray Karagüz, başını ellerinin arasına alıp ciğerlerinde biriken soluğu olanca gücüyle dışarıya verdi. Yüzünü bir anlığına aynalı cama doğru çevirdi. Aynanın ardında her kim varsa ipini çekmeye hazırdı. Çekilecek bir ip kaldıysa…

“İlk nerede karşılaştınız?” diye sordu bu kez Savcı.

Giray Karagüz öfkesine hâkim olmaya çalışarak “Daha önce anlattığım gibi, bir organizasyonda tanıştık. Hepsi yazılı ifademde var,” diye cevap verdi.

“Yazılı ifadenizi okudum. Bahsettiğiniz tüm adreslere bakıldı. Kadını tanıyan kimseye rastlanmadı. Otelde kaydı yok. Evi olarak söylediğiniz adres ise boş. Ev sahibi yurt dışında yaşayan yaşlı bir kadın çıktı. Evini kimseye kiralamadığını söylüyor. İşte bu yüzden baştan başlayacağız. Tüm olanı biteni bir de bana anlatacaksınız.”

Aslında bunu bekliyordu Giray, şaşırmadı. Üç gün önce ömrünün en şaşırtıcı sabahına uyanmıştı. Mükemmel ve şehvet dolu bir gecenin kanlı sabahında zorla uyandırılmıştı hatta. Gözlerini açıp karşısında polisleri görmesiyle aynı anda hissetmişti tenine bulaşan kanı. Odaya toplananlardan yükselen uğultular, bağrışlar, hatta ince bir çığlığın bulandırdığı idrak mekanizması gördüğü manzarayla tamamen allak bullak oldu. Yataktan nasıl sıyrıldığını, etrafa dağılmış kıyafetlerini giyerken ona çevrilmiş bakışlardan utandığı için elinin ayağına dolaşmasını, yerdeki bir kadehe basmasıyla kesilen ayağının acısını hayal meyal hatırlıyordu. Parmaklıklar ardına gelene kadar her şey ışık hızıyla yaşanmıştı sanki.

“Kadınlara hitaben bir organizasyondu. Xiaros Otelin toplantı salonundaydık. Girişimci bir grup kadından destek istediğim bir konuşma yapıyordum. Onlarca bakımlı, zengin ve coşkulu kadının alkışları ile coştukça coşmuştum ki gözüm ona takıldı. Arka taraflarda bir masada tek başına oturuyordu. Işıltılı, mor bir elbise giymişti. Siyah saçlarını tek yana toplamış, bir omzunu açıkta bırakmıştı. Herkes alkışlarken o uzun tırnaklarını ritmik bir şekilde masaya vurarak oturuyor, bakışlarını hiç kaçırmadan beni izliyordu. Dikkat edin dinliyordu demiyorum, izliyordu. Bakışlarının beni delip içimden geçtiğini hissettim. Sanki söylediğim her şey bir palavraymış gibi alaycı bir biçimde gülümsüyordu. Bazen tek kaşını havaya kaldırıp indiriyor, ardından göz kapakları ağır ağır kapanıp açılıyordu. Konuşmaya devam ediyor olsam da o bakışa kilitlenip kaldım. Konuşma bitip kürsüden inmemle kadınlar etrafımı sardı. Tebrik edenler, elimi sıkanlar hatta boynuma sarılanlar oldu. Korumaların ara ara oluşturduğu boşluktan onun oturduğu tarafa baktığımda onu yerinde göremedim. Büyük hayal kırıklığı yarattı bu bende. Çünkü koca salonda tanışmak istediğim tek kadın oydu.”

“İfadenize göre bir kere de bağış yemeğinde karşılaşmışsınız. Kamera kayıtlarına ulaştık; kayıtlar aynı salonda olduğunuzu doğruluyor ama yan yana olduğunuz bir kare bile yok. Kampanyanıza yüklü miktarda bağış yaptığını belirtmişsiniz. Hesapları inceledik. Böyle bir transferin izine rastlamadık.”

Giray Karagüz dişi ile dudakları arasında, “O aracı oldu sadece,” dedi. Savcı söyleneni anlamak için öne doğru eğilse de ısrarcı olmadı ve devam etmesini işaret etti eliyle.

Savcının karşısında sakinliğini korumaya çalışan adam, bileğine geçirilen kelepçeden geriye kalan izi ovaladı bir süre. Olanları aklında tartmaya çalışırken gözleri boşlukta takılı kaldı. Yaşanılanları aklı almıyordu. “Xiaros’tan sonraki günlerde nerede konuşma yapacak olsam oradaydı. Bir görünüp bir kayboluyordu. Bir türlü kim olduğunu öğrenememiştim. Gittiğim her yerde gözüm onu arar olmuştu. Üç hafta sonraydı parti liderimiz bağışçılara yemek vermek istedi. Hem teşekkür bahanesi hem de bağışları artırmak için bir teşvik olacağını düşünmüştü,” dedi. Çok geçmişte kalan bir olayı anımsamaya çalışır gibi kaşlarını çatarak konuşmaya devam etti Giray Karagüz.

“Yemek başladıktan kısa bir süre sonra girdi salona. İncecik topuklarından çıkan ritmik sesi beynime kazımak ister gibi, salına salına ve yüzünde yine aynı alaycı tebessümle direkt masamıza doğru yürümeye başladı, fakat durmadı, geçip gitti yanımızdan. Vücuduna oturan siyah bir elbise giymişti bu kez. Saçlarını topuz yapmıştı. Beyaz bir ceket omuzlarındaydı. Topuklu ayakkabısı zarif bileklerini iyice ortaya çıkarmıştı. Ona bakarken ağzımdaki lokmayı çiğnemeyi bile unuttum. Yanımda oturan eşim masanın altından bacağıma vurmasa kendimi iyiden iyiye aptal durumuna düşürebilirdim. Ne yapıp edip kadınla tanışmalıydım. Eşimin göz hapsinden kurtulduğum ilk anda korumalarımdan en güvendiğime, Kemal’in kulağına bu isteğimi fısıldadım. ‘Bir ortam yarat bize,’ dedim. Kemal isteklerimi hiç sorgulamazdı. Keşke sorgulasaydı…”

Giray Karayüz’ün ağzından çıkan kallavi küfür konuşmasının bir süre duraksamasına sebep oldu. Savcı, başını iki yana sallamış ama müdahale etmemişti. Bu soruşturma, tıpkı karşısındaki için olduğu kadar onun için de hayat memat meselesiydi. Çok ince bir çizgi vardı arada. Daha soruşturmanın başındayken o çizgiyi aşmak istemiyor, tedbirli olmaya çalışıyordu. Tüm deliller adamın aleyhinde olsa bile…

Savcı, önündeki dosyayı karıştırırken “Sizi Kemal mi tanıştırmıştı?” diye sordu.

“Tanıştırmak diyemem. Yemek salonunun arka kapısından çıkmamı söyledi Kemal. Sanki bir ihtiyaç molasına çıkar gibi çıktım salondan. Rana kapının hemen ardında beni bekliyordu. Kamera kayıtlarına bakarsanız aynı esnada onun da salonda olmadığını görürsünüz zaten.”

Savcı, deneyimsiz olsa bu noktada, “Zaten baktık ve siz salondan çıkarken kadının diğer kapıdan salona girdiğini ve masalardan birine oturduğunu gördük,” derdi ama meslekte yeterince deneyimli olduğu için sustu. Adamın devam etmesi için başıyla onaylar gibi yaptı.

“Rana… Kendini Rana Mara Goranov olarak tanıttı ve ona Rana diye seslenebileceğimi belirtti. Kibar bir biçimde, öpmem için elini uzattı. Bizim çevremizde görmeye alışkın olmadığımız, Avrupai bir havası vardı. Söylediğine göre kocası zengin bir Bulgar’dı ve seçim kampanyamıza destek vermek istiyordu. Onun da evli oluşu işi daha heyecanlı hâle getirmişti.”

“Bir Bulgar size neden destek verir diye sorgulamadınız mı hiç?” 

“Sordum bunu. Hem de o ilk konuşmamızda sordum. Rana’nın cevabı netti: ‘Çünkü ben Türk’üm ve öyle istiyorum.’ Beni dinlediğini ve kadınlara yönelik planlarımdan bahsettiğim konuşmamdan çok etkilendiğini söyledi bana. Başımı döndürecek bir biçimde okşadı gururumu. Sayın Savcım ben aptal bir adam değilim. Hele çapkın… Nasıl oldu bilmiyorum, Rana’nın çekimine kapıldım. Bu yaşımda âşık oldum.  Şimdi tüm bu yaşadıklarım bir yana onu kaybettiğimi düşünmek… Delirecek gibi oluyorum.”

Savcı, Rana Mara Goranov adının gerçek bir isim olmadığını biliyordu. Kadına dair herhangi bir kimlik bulamasalar da bu adın sahte olduğunu resmi makamlara da onaylatmışlardı. Kadın kameralara dört yerde yakalanmıştı. İlki, bahsedildiği gibi Xiaros’ta değildi. Hatta kadının o salonda olduğuna dair kamera görüntüsü bulamamışlardı. Garsonlardan biri benzer bir tarif vermişti ama ifadesinde kadını bordo elbiseli olarak tasvir etmişti.

Bahsi geçen bağış yemeği kadının kameralara boy gösterdiği ilk yerdi. Denildiği gibi salona geç girmiş, belediye başkan adayının oturduğu masaya doğru yürümüş ve sonra arkalarda bir masaya oturmuştu. Konuşmaların yapıldığı kürsüye çevrilen spot ışıklarının gerisinde kalan loşlukta yüzü çok net seçilmese de güzel bir kadın olduğu çok belliydi. Basına ait kamera görüntülerinden birinde bir ara salondan çıkarken görülüyordu. Kadının arkasından da Kemal Eralemdar çıkıyordu. Ancak kısa bir süre sonra kadın, masasına yakın bir kapıdan yeniden içeriye giriyor ve başkan adayının salonda olmadığı süre boyunca oturup yemek yiyordu. Bu görüntü, başkan adayının ifadesiyle ciddi anlamda çelişiyordu. Çelişkiler bundan ibaret değildi.

Savcı’yı daldığı düşüncelerden ana döndüren Giray Karagüz’ün su isteği oldu. Başıyla aynalı cama doğru bir işaret yapmasından kısa bir süre sonra bir memur hazır su şişesiyle sorgu odasına girdi.

Giray Karagüz şişedeki suyu bir seferde yarıya indirdi. Şişenin kapağını yavaş yavaş kapatırken “Onu yeniden görmek için can atıyordum. Düşünmem gereken onca mesele varken güne onu düşünerek başlıyordum. Saçlarının olağanüstü parlaklığını, bakışlarındaki derinliği… Konuşurken arada ısırdığı dolgun dudaklarını öpmek arzusunu bastıramıyordum. Kemal, akıllılık edip Rana’nın telefonunu almıştı. Aramam için teşvik etti beni, yapamadım. Dördüncü günün sonunda daha fazla tutamadım kendimi ve Kemal’e arattım. Onu yemeğe davet etmek istediğimi söylemesini istedim. Bunun mümkün olmadığını söyleyerek reddetti. Çok bozulmuştum. Şahsi telefonumdan mesaj attım. Bir süre cevap vermesini bekledim, vermedi. Tam da eski bir milletvekili ile toplantıdayken aradı. Numarasını ekranda gördüğüm anda toplantı umurumda olmadı. Dışarıya attım kendimi. Sesi buğuluydu. Nefesi telefondan çıkıp yüzüme çarpıyormuş gibiydi. ‘Çok fazla konuşamam, eşimin adamı her an peşimde. Yarın gece saat onda verdiğim adreste olun lütfen,’ deyip kapattı.”

“Ağva’daki taş ev…” dedi Savcı.

“Evet, 21 Kasım gecesi buluştuk. Oraya ulaştığımızda neden orayı seçtiğini anlamıştım. Etrafta in cin top oynuyordu adeta. Böyle ıssız bir yerde, sırf benimle buluşabilmek için bir ev kiraladığını duyduğumda şaşırdım. ‘İkimizi de tehlikeye atamam. Eşim çok güçlü bir adamdır. Sizin de basından uzak olmanız en doğrusu olur,’ dediğinde çok akıllı bir kadın olduğunu anlamıştım. Güzel bir sofra kurulmuştu. Alkol aldık. Aslında ben içmem. Hatta Rana’ya kadar ağzıma içki sürmemiştim, ama ona hayır demek mümkün değildi. Sonrasında onunla birlikte olduk diye düşünüyorsunuz ama olmadık. Ben ne kadar istesem de o kedinin fareyle oynadığı gibi oynadı benimle. İstiyordu ama yapmayacağını da belli ediyordu. Hem söyledikleriyle hem davranışlarıyla. Kocasını aldatmak istemiyor ama benden uzak da duramıyordu. Aramızdaki çekimi anlatmam mümkün değil.  Seçimden konuştuk, rakiplerimi konuştuk, hayatımdan konuştuk. Şimdi düşünüyorum da o taş evde beş kere buluştuk ve hiçbirinde onunla ilgili bir kelime bile konuşmadık. Eşinin zengin ve yaşlı bir adam olduğu, onu mutlu edemediği dışında hiçbir şey. Sanırım bir süre o da direndi bu aşka.”

Savcı o esnada, kadının kameralara yakalandığı ikinci anın fotoğrafına bakıyordu. Şile yolunda bir MOBESE görüntüsüydü bu. 11 Aralık sabah saatlerinde peş peşe iki araç ışıkta duruyordu. Kameraya ayan beyan yakalanan Giray Karagüz arkadaki araçtan önceki araca el sallıyordu ama öndeki araçta, yüzü çok net seçilmeyen kadın tepki vermiyordu. İfadeye göre aşk yuvalarına giderlerken yolda karşılaşmışlardı. Görüntüdeki araç Giray’ın iddialarına göre kadının aracıydı ama yapılan araştırma aracın sahte bir kimlikle kiralandığını gösteriyordu. Sahte kimlik, offshore hesaplar, gizemli bir kadın, kadına ait olduğu söylenen telefon hattının kapatılması Savcı’nın kafasını karıştırıyordu. Cinayetle ilgili tüm deliller başkan adayını işaret etse de ortada bir bit yeniği vardı. Kadının kimliğini bulmaları şarttı. Savcı, biraz ara vereceğini söyleyerek sorgu odasından çıktı.

“Ufacık da olsa bir ipucu yakalar mıyım diye bir saattir aşk hikâyesi dinliyorum. Kadının kimliğine dair hâlâ bir bilgi yok mu?” diye sordu Başkomiser Zafer’e. Zafer başını iki yana salladı.

“Maalesef yok. Tuttuğu söylediği evin yakınlarında ne kadar kamera varsa inceledik. Siz de gördünüz komşu villadan gelen kayıtları: Bir gece vakti plakası kapalı bir araç eve yanaşıyor. Yüksek duvarların ardına geçiyor. Tahminen eşya indiriyor sonrası tam bir muamma. Sırra kadem basıyorlar. Kamerayı fark etmiş olacaklar ki sprey boya ile boyamışlar.  Taş evin sahibinin hiçbir şeyden haberi yok. Issızda yıllardır boş olan bir ev… Olay Yeri evde toplu iğne başı kadar bile olsa her alanı didik didik taradı. Yok böyle bir temizlik Sayın Savcım.”

“Bunların hepsi bana bu işin organize olduğunu söylemeye yetiyor da gel gör ki bu hiçbir şey ifade etmeyecek mahkemede. Adamın doğru söylediğini kanıtlayacak hiçbir net delil yok. Avukatlarının da eli kolu bağlı. Eğer kadının kimliğine, adamla olan bağına dair bir iz bulamazsak, gerçekten dediği gibi masum olsa bile hayatı kaydı adamın. Yapabileceğim hiçbir şey yok, iddianameyi eldeki delillere göre yazmam gerekir.” 

Başkomiser Zafer, Savcı’nın haklı olduğunun farkındaydı. Öyle berbat bir durumun içinde kalmıştı ki, bir yandan basının diğer yandan farklı görüşlerdeki siyasetçilerin baskısı yüzünden delirmek üzereydi. Belediye seçimlerinin en güçlü adaylarından biriydi Giray Karagüz. Temiz geçmişi, saygın duruşuyla tanınan ve sevilen bir doktordu. Seçime girdiği ilçede belediye başkanı olmak demek gelecekte tüm şehrin, hatta sonrasında belki ülkenin başına geçebilmek demekti.

Olay yeri olan otele isimsiz bir ihbar üzerine giden ilk ekip önce kapıyı çalmıştı. Cevap veren olmayınca da kapıyı görevlilere açtırmıştı. Polisler maktulün yanında, maktulün kanının içinde baygın gibi yatan adamı ilk anda tanıyamamıştı. Tanısalar, hemen gerekli önlemi alır ve kapıdaki kalabalığı dağıtırlardı belki. Zafer bu görevin başına getirilene kadar basın epey malzeme toplamıştı. Ülke gündemi bu olayla çalkalanıyordu. Gazete başlıkları adamın ailesi için utanç vericiydi. Giray Karagüz’ün eşi, kalp spazmı geçirdiği için hastaneye kaldırılmıştı.

Maktul 32 yaşındaydı. Maktulün kalbine saplanmış neşterde ve odanın her yerinde Giray Karagüz’ün parmak izlerine rastlanmıştı. Oda bir zevk gecesinin izleriyle doluydu. Alkolle birlikte uyuşturucunun da bu geceye eşlik ettiğine dair izler… Giray Karagüz’ün kanında da uyuşturucuya rastlanmıştı ki kendisi kesinlikle uyuşturucu madde kullanmadığını iddia ediyordu.  Cinsel ilişkiye dair izler de mevcuttu; Giray Karagüz eşini aldattığını hiç inkâr etmemişti. İtiraf ettiklerinin doğruluğunu ise kanıtlayamıyordu.

Savcı sorgu odasına döndüğünde elinde iki şişe su vardı. Birini başkan adayının önüne koydu. “Otele gelişinizle devam edelim,” dedi.

Giray Karagüz yirmi bir yıllık meslek hayatı boyunca yüzlerce kalp ameliyatı yapmıştı. Birinde bile elleri titrememiş, en ufak bir heyecan belirtisi göstermemişti. Ancak bu beyaz odada alnında terler birikmeye başlamıştı ve elleri titriyordu. Kanında uyuşturucu bulunduğunu söylemişlerdi. Vücudunun bu yabancı maddeyi atmak telaşından mıydı bu titremeler yoksa başına geleceklerden korkudan mıydı kendisi de emin olamıyordu.

“O gece saat yine onda Rana ile buluşacaktık. Tam yola koyulacakken aradı beni. Sesinde bir gariplik vardı. Korkuyor gibiydi. Taş evin deşifre olduğunu düşünüyordu. Buluşmanın riskli olacağını söylüyordu. ‘Ben de kaldığım otelden ayrılamam birkaç gün,’ deyince beynimden vurulmuşa döndüm. Zaten bir haftadır seçim yüzünden yollardaydım, yorgundum ve onun özleminden delirmek üzereydim. Ona çok ihtiyacım olduğunu söyleyince, ‘Benden haber bekle, bir saate kalmadan seni yeniden arayacağım. Buraya bir ayar vermem lazım’ dedi.”

“Kaldığı otele yani.”

“Evet, ülkeye geldiğinden beri o otelde kalıyordu. Kocasının adamı da…”

“Anladım. Peki 405 numaralı odayı tutmanızı Rana Mara Goranov mu istemişti? Otel kayıtlarında, bulunduğunuz odanın yanındaki 405 numaralı oda Kemal Eralemdar adına kayıtlıydı.”

“Rana’nın şoförü, koruması, her ne haltsa işte otelin barına iner inmez aramıştı beni Rana. ‘Hemen 405’i tut. Arada kapı var. Kimseye görünmeden benim odaya geçebilirsin. Ama Kemal de otele gelsin. Ne olur ne olmaz bizimki belki kapıya dayanır, bilmiyorum işte. Güvende hissetmeliyiz sevgilim,’ dedi telefonda. Bana ilk defa sevgilim diyordu. Çok düşünmedim detayları. Bir an önce o beyaz tenin kokusuyla sarhoş olmak istedim. Çok utanıyorum yaptıklarımdan ama aşk böyle bir şey olmalı, düşünmüyorsun, yapıyorsun sadece.”

Savcı, sudan bir yudum aldı. Boynunu iki yana yatırıp çıtırdattı. “Otele gelişiniz, odaya girdiğiniz ana geri dönelim,” dedi.

“Kemal’le 405’e girdik. Kemal’e dikkatli olmasını, her an otelden ayrılacakmışız gibi tetikte olmasını söyledim. Diyorum ya sorgulamazdı beni. Hem de gizliliğe önem veren Rana’yı çok takdir ediyordu. Bizim aşkımızı bilen tek kişiydi. Kemal’den ayrılır ayrılmaz Rana’yı kollarıma aldım. Birlikte olduk. Alkol aldık, yeniden birlikte olduk.”

“Kemal 405’te mi kaldı?”

Savcı’nın sorusu üzerine Giray Karagüz gözlerini kapattı. Sinirleri o kadar yıpranmıştı ki göz kapakları altında biriken gözyaşları gözlerini açmasıyla birlikte yanaklarına süzüldü.

“Her şey mükemmeldi. Sadece bir kadeh içki içtim, yemin ediyorum başka hiçbir şey… Ben kimseyi öldürmedim. Sadece sevdiğim kadınla… Tüm bunlar bir komplo. Birileri… Bence Rana’nın kocası bizi öğrendi. İntikam almak istedi ve suçu benim üzerime yıkmaya çalışıyor. Bana inanmak zorundasınız. Tek niyetleri beni bitirmek. Kocasının adını bilmiyorum ama siz bulursunuz değil mi? Bunu kim yaptı, Rana’ya ne olduğunu bilmek istiyorum.”

Giray Karagüz daha fazla konuşabilecek gibi değildi. Sinir krizi geçirmek üzereydi. Avukatı kısa bir ara vermenin iyi olacağını söyleyince Savcı bu teklifi kabul etti ve ofisine dönerken ellerini iki yana açıp Zafer Başkomiser’e ne demek istediğini sessizce anlatmış oldu.

Zafer, ofisine çekilmiş ve kapıyı kilitleyip bir sigara yakmıştı. Tüm hayatı boyunca siyasete zerre bulaşmadan bulunduğu yere kadar gelmişti. Bugün de bir taraf olmak niyetinde değildi. Bu sebeple siyasi baskılara boyun eğmeyecekti ama kalbinde bir ses bu olayda Giray Karagüz’ün tarafındaydı. Adamın hikâyesini kanıtlayacak, kimliği meçhul kadını tanıyan bir tane bile şahit yoktu.

Kamera kayıtları Giray Karagüz ve Kemal Eralemdar’ın otele birlikte geldiklerini, 405 numaralı odanın olduğu kata çıktıklarını gösteriyordu. Koridorlarda otel politikası sebebiyle kamera yoktu. Sadece her katta asansörü gösteren bir kamera bulunuyordu ki o kamera da iki adamın birlikte ve gülüşerek asansörden indiğini doğruluyordu. Başkan adayının henüz bilmediği şeylerden biri 403 numaralı odanın da Kemal’in adına kayıtlı olduğuydu. İşte bu nokta işleri karışıyordu. Otelin neredeyse bir aylık kamera kayıtları incelenmişti. Gizemli kadının otele girişini ya da çıkışını gösteren bir kayıt bulamamışlardı memurlar. Odada parmak izleri vardı ama karşılaştırabilecekleri bir iz olmadığından bir işe yaramıyorlardı.

Giray Karagüz’ün gizemli sevgilisiyle aşk gecesi hikâyesi burada patlıyor yerini gözle görünen bulgular alıyordu: otopside maktulün kanında da uyuşturucu bulunması, maktuldeki zorla cinsel ilişki bulguları, profesyonel bir elden çıkan tek neşter darbesiyle gerçekleşen cinayet, mobil cihazların sinyal takibi sonucunda iki ismin de sürekli aynı konumlarda bulunduğunun belirlenmesi, Kemal Eralemdar’ın Ağva’da da otel kayıtlarının bulunması…

Zafer ikinci sigarayı söndürdükten sonra bilgisayarını açtı. Karşısına çıkan ilk gazete başlığına tıkladı. “Başkan adayının, korumasıyla yaşadığı yasak ilişkinin sonu ölümle bitti. İki erkeğin arasındaki bu sıra dışı aşkla ilgili detaylar mide bulandırıyor.” diyordu haber. “Hay ben sizin midenize…” diyen Zafer, haberin devamında kendi adına da rastlayınca sinirlendi ve bilgisayarı kapattı.

Savcı, profesyonel bir psikolojik değerlendirme talep etmişti. Şüphelinin akli dengesinin yerinde olup olmadığı tespit edilsin istiyordu. Yaşadığı eşcinsel ilişkiyi, toplum baskısı yüzünden hayalinde geliştirdiği bir sevgiliyle örtmeye çalıştığından şüpheleniyordu. Sevgilisi olduğunu iddia ettiği kadınla fiziki hiçbir bağlantısı yoktu. Onunla, aşk yuvasında olduğunu söylediği günlerden birinde kadının otomobili ve kadın ufak çaplı bir kazayla MOBESE’ye takılmıştı. Ayaküstü parayla kapatılan kaza tutanaklara geçmemişti ama kayıtlarda alenen görünüyordu ki kadın o sırada şehrin neredeyse diğer ucundaydı. Giray Karagüz ise iddialarında o kadar ısrarcıydı ve o kadar gerçekçi anlatıyordu ki Savcı ne diyeceğini bilemiyordu. Kadının kimliği tespit edilebilirse böyle bir ilişkinin olup olmadığı da bulunabilirdi ama kadın sırra kadem basmıştı.

Kadının dördüncü ve en net kamera görüntüsüne ait fotoğrafa uzun uzun baktı Zafer. Yüzünün neredeyse yarısını kapatan güneş gözlüğünün altında, iri ve ıslakmış gibi duran dudaklarla biçimli bir çene görünüyordu. Cinayetin işlendiği otelin karşısındaki bir kafenin güvenlik kamerası görüntülerini onlarca kez izlemişti Zafer. Kadının otomobilini kullanan iri yarı bir adam, kimliği belirsizdi, otomobilden iniyor, kadının kapısını açtıktan sonra yeniden otomobile binip uzaklaşıyordu. Kadın bir süre otelin karşısındaki kafede oturuyor ve sonra yeniden onu almaya gelen aynı otomobile binip gidiyordu. Bu süreçte gözlüğünü hiç çıkarmamıştı. Bu görüntüde dikkati çeken tek şey maktul Kemal Eralemdar’ın kafeye gelip kadına bir zarf vermesiydi. Kadın, zarfı alırken sanki Kemal’in elini okşuyor gibiydi. Görüntüler büyütülmüş ve defalarca izlenmişti. Anlık temasa bir anlam mı yükleniyordu yoksa kadınla Kemal arasında bir bağ mı vardı bilemiyorlardı. Kadın ortalarda yoktu, Kemal morgda yatıyordu. Giray hiçbir şey kanıtlayamıyordu. Zarfta ne olduğu ise bir başka bilinmez olarak dosyaya işlenmişti.    

Zafer günlerdir gecesini gündüzüne katmış, evin yolunu unutmuştu. Eve gidip bir duş almaya karar verdi. Emniyet’ten çıkıp otomobili Yadigâr’a bindi. Kırmızı ışıkta beklerken parlak kızıl saçlı bir kadın aracının önünden geçti. Işık henüz yeşile dönmeden aynı kadın yeniden aracın önünden geçtiğinde Zafer bunun dejavu olduğunu düşündü önce. Kadının ardından bakınca yolun diğer tarafında iki kadını birden gördü. Aynı boyda, aynı parlaklıkta saçlar ve neredeyse aynı tarzda giyinmiş iki kadın birbirine sarılıyordu. Zafer gülümsedi. “Aynı parlaklıkta saçlar… Peruk… İki kadın…” dedi ve kahkaha attı. Bu bilginin ne işe yarayacağını henüz bilmese de bir gizem çözülmüştü en azından. Giray Karagüz’ün güzel sevgilisi hayal ürünü değildi. 403 numaralı odada buldukları sarı uzun naylon ip de bir kıyafetten gelmiyordu. Bir peruktan düşmüştü.  

Ertesi gün Başkomiser Zafer tüm kamera kayıtlarını istetti. Giray Karagüz’ün 21 Kasım tarihinden önce konuşma yaptığı meydanları bile inceledi. Her birinde aynı siyah saçlı kadını tespit edebilmişti. Bağış yemeğinde salondan çıkan ve salona girip yemeğe devam eden kadınların aynı boyda olmadığını da… Her şekilde yüzünü gizlemeyi başaran bu iki kadından birinin cinayet gecesinde sarı bir peruk takmış hâlini, otelin arkasındaki caddeyi gösteren kamera kayıtlarından birinde tespit eden de Zafer olmuştu. Kadının izbandut gibi şoförü de valizleri taşıyan bir çalışan kılığında otele giriyordu. Hem de maktulle şüpheliden hemen sonra. Tüm bu detayları gözden kaçıran memurlara bir ton azarı çeken Zafer ne bir isim ne adres bulabilmişti ama peşinden koşacakları ilk ipucunu 405 numaralı odada bulmuşlardı: Kısmi de olsa bir parmak izi onları başka bir davanın aranan zanlısı olan Admir Olek’e bağlamıştı. Yani sadece bir görüntüde gördükleri ve Rana Mara Goranov’un şoförü olarak bildikleri adama. Admir Olek bir tetikçiydi ve kabarık bir suç dosyası vardı.

Zafer Başkomiser emniyetin farklı birimlerindeki dostlarıyla uzun telefon görüşmeleri yaptı. Dosyalar masasına yığılmıştı. Admir Olek ve Rana Mara Goranov olarak bildikleri kadının fotoğrafları, kılık değiştirebilecekleri bilgisiyle birlikte tüm havalimanlarına ve sınır kapılarına ulaştırılmıştı.

Altıncı günde beklenen haber geldi. Admir Olek, boş görünen bir tırın dorsesindeki gizli bir bölmede ülkeden çıkmaya çalışırken Aziziye Dereköy Sınır Kapısı’nda yakalanmıştı.

Hüseyin Komiser, Admir Olek’in alındığı sorgu odasından çıkar çıkmaz Zafer’e bilgi vermeye koştu.

“Adam elimde kalacak vallahi. Tek kelime etmedi. Ne kadınla ilgili ne suçlarıyla… Konuşmuyor.”

Zafer bunu bekliyordu. Bulgar mafyası ile bağlantısı olan bir tetikçinin konuşması ölüm fermanını kendi eliyle imzalamasına eşdeğerdi. “Bir tetikçiyi değil, bir babayı sorgularız o halde,” dedi Zafer. Hüseyin’in boş bakışlarıyla karşılaşınca masasındaki dosya yığınının arasından bir dosyayı eline aldı ve Hüseyin’e peşinden gelmesini söyledi.

Admir Olek, kızının fotoğrafları masaya saçıldığında olduğu yerde kıpırdandı. Sonra başını başka yöne çevirdi. Zafer, “Ya şimdi konuşursun, ben de bir şekilde sana ve ailene koruma sağlarım ya da susmaya devam edersin ben de hakkındaki tüm suçlamaları kabul ettiğini ve patronların hakkında da itirafçı olacağını tüm birimlere duyururum. Tabii bu duyum nerelere kadar ulaşır, ulaştığı yerlerdekiler de ailene neler yapar orasını bilemem,” deyince Olek’in gözbebekleri irileşti.

“Gözlerinden okunuyor ki dilimizi oldukça iyi biliyorsun. Haydi başlayalım,” dedi Zafer. Yirmi dakikası ikna turlarıyla geçen iki saatlik sorguya Savcı da dahil olmuştu. Cinayetle ilgisini itiraf eden Olek, Organize Suçlarla Mücadele ekiplerine teslim edilmişti.

Giray Karagüz, yeniden aynalı odaya götürüldüğü düşüncesiyle parmaklıkların ardından çıkarken on beş gün önceki adama hiç benzemiyordu. Başkan adayı doktorun omuzları çökmüş, yüzüne on yaş eklenmişti neredeyse.

Zafer Başkomiser’in odasına alındığında avukatı da onu orada bekliyordu. Avukat yüzüne yayılmış gülümsemeyle karşıladı Giray Karagüz’ü. “Geçmiş olsun, hepsi bitti. Hakkınızdaki tüm suçlamalar düştü,” dediğinde adamcağız şaşırdı. Ömrünce kurtulamayacağı bir pisliğe bulaştığını düşünüyordu.

İlk sorusu, “Ya Rana? Onu da mı öldürdüler yoksa?” oldu.

Şaşkın bir âşıkla uğraşmaya zerre niyeti olmayan Zafer gülmemek için kendini zor tuttu. “Olan biteni avukatınız size açıklar artık. Geçmiş olsun,” diyerek adamları yolcu ettikten sonra içinde tuttuğu cılız kahkahayı dışarıya bıraktı. Aynı esnada karşısındaki masada oturan polis memuru Selim, izinden dönen ekip arkadaşı Sevcan’a Admir Olek’in ifadesi okuyordu.

Ben bana emredileni yaptım. Kadını Türkiye’ye getirdim. Buradaki bağlantılarımın yardımıyla adamın konuşma yapacağı yerlere soktum. Bana söylenilen kadını korumam ve o ne derse yapmam gerektiğiydi. Yemin ediyorum kadını ilk defa görmüştüm. Tüm planı o yaptı. Adamı kendisine âşık etti. İstediği gibi yönlendirdi. Seçim kampanyası üzerinden kara para aklayacak bazı kişilerle adamı tanıştırdı. Onlara güvenmesini sağladı. Giray Karagüz’ü parmağında oynattı anlayacağınız. Cazibesiyle Kemal’i de bu dümenin içine soktu.  Tüm plan kara para aklamak ve kabak Giray’ın ya da kurmaylarından birinin  başına patlamadan önce hiç var olmamışçasına ortadan yok olmaktı. Giray ne derse desin kadınla ilişkisini kanıtlayamayacaktı. Kadın, onunla olduğu tüm gizli buluşmalar sırasında farklı yerlerde olduğunu kanıtlamak için dublör kullanıyordu. Sonra işin seyri değişti. Adamdan ve aynı zamanda bize bilgi uçuran Kemal’den kurtulmamız gerektiğini söyledi. Nedenini bilmiyorum. Tüm anketlerde önde görünen Giray Karagüz için bu seçimi kazanmamalı, diyordu. Otel planını o yaptı. Ben sadece bana söyleneni yaptım. Sonra tezgâhı hazırladık. Kadın, Giray’la işi biter bitmez bana haber uçurdu. Beni odaya aldığında Giray Karagüz bebekler gibi uyuyordu. 405’e kadının odasından geçtim. Beni birden karşısında gören Kemal’in karşı koyma fırsatı olmadı. Onu bayılttım. Uyuşturucuyu ben enjekte ettim. Kıyafetlerini çıkardık ve odaya saçtık. Uyuşturulmuş bir adamı (bip) bile izledi. Kadın, Kemal’i öldürdüğümden ve Giray’ı işaret edecek delilleri istediği gibi yerleştirdiğimden emin olana kadar odadan çıkmadı.

Sevcan elini ağzına kapatmış, hayretler içinde kalmıştı. “Yani bir de adama tecavüz mü etmiş?” diye sormuştu.

“Kızım bipledik, yine de soruyorsun. Aynen öyle yapmış işte,” dedi Selim.

“Ya diğer kadın? Hani şu dublör dediği, onu buldunuz mu?”

“Öldürülmüş. Kimliği belirsiz bir kadının cesedini bulmuşlardı on yedi gün önce. Bu olayda bahsedilen kadın olabileceğinden şüpheleniyorlar.”

Sevcan, “Of!” dedi. “Ben de izne çıkacak zamanı bulmuşum. Peki bu Goranov’dan haber yok mu? Olek bilmiyor mu nerede olduğunu?”

“Bulgar tetikçi, kadını bir daha görmediğini söylüyor. Bak, kadınla ilgili ne demiş okuyayım: ‘O, bu hayatta tanıdığım en tehlikeli insan. Bir melek kadar saf görünüşlü şeytan. Hakkındaki söylentilerin ne kadarı doğru bilmiyorum ama çocukluktan itibaren sırf bu tip politik komplolar ve suikastlar için yetiştirilmiş. En az yedi dili, ana dili gibi konuştuğu söyleniyor. Ancak hangi milletten olduğu bilen yok. Şimdi dünyanın hangi ülkesini karıştırmaya gitmiştir, şu an nasıl görünüyordur kim bilir?’”

Tüm olayı baştan sona dinleyen Sevcan elini saçlarına götürdü ve at kuyruğu şeklinde topladığı saç tutamını omzunun gerisine savurdu. “Ne kadınlar var. Bu, hayatımda duyduğum en manyakça plan,” dedi. Selim’in, “Giray Karagüz ismini siyaset arenasında bir daha duymayız sanırım. Adamın istikbâli yok oldu. Kendini aklasa da insanlar bu olayı asla unutmayacaklar,” dediğini duyan Zafer, bu olayda kendini Rana Mara Goranov olarak tanıtan ve gerçek ismini kimsenin bilmediği kadının fotoğrafına uzun uzun baktı. İstihbarattan gelen diğer fotoğrafların olduğu dosyaya koydu ve dosyayı kapattı. Dosyanın üzerinde “фатална жена (Ölümcül Kadın)” yazıyordu.

Facebook Yorumları
Önceki İçerik
Sonraki İçerik
spot_img
spot_img
Suç Öykülerispot_img

En Son Yazılar