Çok katlı beş bloktan oluşmuştu Doğan Sitesi. Önünde toplanan kalabalığı görünce D bloğu aramamıza gerek kalmadı. Amirim bahçe kapısını tutmuş polis memuruna, “Bu arkadaşların kimliklerini ve telefonlarını topla, hepsini tanık olarak merkeze götüreceğiz,” dedi. Meraklı kalabalık bir anda sessizce dağılmaya başladı.
Bahçeden içeri girdiğimizde, blok kapısından çıkan Savcı Selim ve Adli Tabip Muttalip’le karşılaştık. “Dosya sizin ekibin,” dedi Savcı. “Toplantıya gidiyorum, akşam çıkmadan gelişmelerden haberdar edersiniz.”
Teşkilatta arkasından kendisine “Muttabip” denmesinin sebebi olarak Cinayet Büro’yu gören Muttalip, elindeki çantayı binaya doğru salladı ve “Oktay size anlatır,” diyerek yoluna devam etti.
Amirim, “İki dakikanı lütfedip sen anlatsan incilerin dökülür sanki,” diye homurdandı. Blok girişinin yan tarafında, çömelerek sırtını duvara vermiş, gözyaşları içinde bir genç kız ve onun elini tutmuş, kireç gibi bembeyaz yüzlü genç bir adam vardı.
Giriş katındaki dairede Olay Yeri İnceleme Şubesi’nin elemanları çalışıyorlardı. Ayaklarımıza galoş geçirip içeri girdik.
“Günaydın Oktay. Nasıl gidiyor?”
“Nasıl olsun, tepiniyoruz.”
İki odalı, fazla eşyası olmayan, derli toplu bir daireydi. Oktay Komiser yan odayı işaret etti, “Derya Alpman. Yirmi beş yaşında. Yatak odasında bıçaklanarak öldürülmüş.”
Üzerine beyaz bir örtü örtülmüştü Derya Alpman’ın. Amirim yavaşça kaldırdı örtüyü. Kanlar içindeydi genç kadının cesedi. Geceliği göğüslerine kadar sıyrılmıştı. Vücudunun alt tarafı çıplaktı. Aldığı darbelerden dolayı yüzü feci şekilde hasar görmüştü.
“Tecavüz bulgusu var mı?” diye sordu Amirim.
“Muttabip otopsiden sonra belli olacağını söyledi,” diye cevap verdi Oktay Komiser.
“Ölüm saatini söyledi mi?”
“Gece yarısı civarı olabileceğini söyledi. Kesin zamanı otopside mide içeriğine de baktığında saptayabilirmiş.”
“Suratını dağıtmış kızın,” dedi Amirim.
“Çetin cevizmiş ama kız da, kolay teslim olmamış.”
“Eve nasıl girmiş?”
Pencereleri işaret etti Oktay Komiser. “Pencereler demirli. Kapıda da zorlama izi yok. Kendisi içeri almış olabilir.”
“Olabilir,” dedi Amirim. “Cinayet aleti elimizde mi?”
“Bulamadık.”
“Evdeki bıçaklardan biri mi kullanılmış?”
“Muttabip avcı bıçağı olabileceğini söyledi.”
Büyükçe bir delil torbasının içindeki parçalanmış abajuru gösterdi Oktay Komiser. “Yatağın yanında yerde bulduk. Camı tuz buz, üzerinde kan var.”
“Umalım da katile ait olsun,” dedi Amirim, “çalınan bir şey var mı?”
“Görünüşe göre yok gibi. Çekmeceler filan karıştırılmamış. Kızın cüzdanı ve telefonu yerdeydi. Cüzdanın içindekilere dokunulmamış, parası ve kredi kartları duruyor. Ama telefon işinize yarar mı bilemem. Üstüne basılmış sanırım, tuzla buz.”
“Gösteririz yine de bizim teknik ekibe. Belki bir şeyler kurtarabilirler.”
“Parmak izi için fazla umutlanmayın. Muttalip kızın boğazının sıkılmış olduğunu fakat boyun çevresinde tırnak izi olmadığını söyledi.”
“Eldiven takıyormuş yani.”
“Öyle görünüyor.”
“Ölüm nedeni bıçak yaraları mı yoksa boğulma mı?”
“Dudaklarda morarma yok. Gözde ve gözkapaklarında da noktavi kanamaya rastlamadığını söyledi.”
“Bıçaklanarak öldürülmüş yani… Cesedi kim bulmuş?”
“İşyerinden arkadaşları. Dışarıdalar.”
Elemanlarının delilleri toparlayıp paketlediklerini gören Oktay Komiser, “Bizden bu kadar,” dedi, “size kolay gelsin.”
***
Derya’nın arkadaşlarını içeri aldık. Adının Aysu olduğunu öğrendiğimiz kızı salondaki kanepeye oturtup bir bardak su verdik.
Amirim genç adama döndü. “Siz de mi Derya’nın arkadaşısınız?”
Genç adamın yüzünde renk namına bir şey kalmamıştı. “Evet” dedi, “üçümüz aynı yerde çalışıyoruz.”
“Yakın mıydınız?”
“Yakındık, iş dışında da görüşürdük.”
“Cesedi hanginiz buldunuz?”
Aysu ağlamaktan kızarmış gözlerini yere dikerek, “Ben buldum,” dedi. “Sabah işe gelmeyince merak ettim. Telefonunu açmayınca aklıma kötü şeyler gelmeye başladı. Doğalgazı açık unutabileceğini, banyoda kayıp düşebileceğini filan düşündüm.” Tekrar ağlamaya başladı. “Ama böyle bir şey aklımın ucundan bile geçmedi. Allahım, hâlâ inanamıyorum.”
“Nasıl hissettiğinizi tahmin edebiliyorum ama arkadaşınıza bunu yapanı yakalayabilmemiz için bize vereceğiniz her türlü bilgiye ihtiyacımız var.”
“Bir bardak daha su ister misiniz?” diye sordum.
Genç kadın elinde tuttuğu hamura dönmüş kağıt mendile gözlerinden akan yaşları silerken “Hayır, teşekkür ederim,” dedi, “daha iyiyim.”
“Pekala. Derya’dan bahsedin bize biraz. Nasıl bir insandı? Neler yapmayı severdi? Sizden başka samimi olduğu arkadaşları var mıydı?”
Aysu derin bir iç geçirdi. “O kadar iyi insandı ki… Okul arkadaşıydık biz. Aynı yurtta kaldık. Okulu bitirdikten bir süre sonra ben işe girdim. O Kütahya’ya döndü ama sınavlara girmeye, iş görüşmeleri yapmaya devam ediyordu. Altı ay kadar önce çalıştığım yer eleman alacaktı, referans oldum, o da sınavı kazanıp bizim şirkette çalışmaya başladı.”
Gözyaşları yanaklarından tekrar süzülmeye başladı. “Ben aracı olmasaydım belki hala Kütahya’da olacak, başına böyle bir şey gelmeyecekti.”
“Yapabileceğin en güzel şeyi yapmışsın.”
“Benim evimde kalıyordu. Şirkete de beraber gelip gidiyorduk.”
“Ne zaman başka eve çıktı?”
“Bir ilişkiye başlamıştı. Erkek arkadaşı istemiş tek yaşamasını.”
“Kim bu erkek arkadaş? Ne iş yapar?”
“Bilmiyorum. Bana onun hakkında hiçbir şey anlatmamıştı.”
“Bu kadar yakınsınız, yediğiniz içtiğiniz ayrı gitmiyor ve seni erkek arkadaşıyla tanıştırmadı mı?”
“Onunki özel bir durumdu, bu yüzden ısrar etmedim.”
“Nasıl bir özellik vardı durumunda?”
Genç kadın sıkılarak, söyleyeceği şeyi sanki başkasının duymasını istemiyormuş gibi alçak sesle konuştu. “Adam evliymiş. O yüzden ilişkilerini gizli tutuyorlardı.”
“Dün işten çıktıktan sonra kendisiyle temasın oldu mu? Telefonla filan konuştunuz mu?”
“Şirketten bir arkadaşın doğum günü vardı, bara gittik hep beraber.”
“Barda olağandışı bir şey yaşandı mı?”
“Olağandışı?”
“Yani Derya’yı rahatsız eden biri oldu mu? Ya da keyfini kaçıran herhangi bir olay?”
“Olmadı. Her şey çok güzeldi. Bir ara midesi bulanınca lavaboya götürdüm, o kadar. Sonra da içmedi zaten.”
“Ne zaman çıktınız bardan?”
“Gece yarısını biraz geçmişti. Ertesi gün iş olduğundan fazla geçe kalmak istemedik. Nevzat önce beni sonra da Derya’yı bıraktı.”
Amirim yüzüne hâlâ renk gelmemiş gence çevirdi bakışlarını. O da sınıfta yoklama veren çocuk gibi hafifçe elini kaldırdı. “Ben bıraktım.”
“Derya’yı son gören siz oluyorsunuz bu durumda?”
“Ben alkol kullanmıyorum. Birlikte içkili bir mekana gittiğimiz zaman arabayı ben kullanırım. Gittiğimiz mekan Bahçelievler’de olduğu için önce Aysu’yu Emek’teki evine bıraktım, sonra da Derya’yı.”
“Eve girdiniz mi? Kahve içmek için filan.”
“Hayır, kapının önünde indirdim, dairesinin ışığının yandığını görünce de ayrıldım.
“Sonra nereye gittiniz?”
“Evime.” Nevzat gözlerini kısarak baktı. “Şüpheli miyim?”
“Soruşturmanın sağlığı açısından ilk önce en yakınlarını şüpheli listesinden çıkarmamız gerekir. O yüzden bu soruları size de sormak zorundayız. Standart uygulama.”
Muttabip Derya’nın katilinin eldiven taktığını söylemişti gerçi ama yine de Nevzat’ın ellerine baktım, herhangi bir kesik, yara görünmüyordu.
“Apartman görevlimiz size apartmana girdiğim saati söyleyebilir.”
“Hayırdır,” dedim, “apartmana giriş çıkışlarda imza mı veriyorsunuz yoksa?”
“Tabii ki vermiyoruz… İki-üç önce bir daireye hırsız girmişti, giriş kapısının kilidini değiştirmişler, kapıyı açamayınca adamı uyandırmak zorunda kaldım.”
Amirim sakin sakin Nevzat’ın solgun yüzüne baktı. “Derya’dan hoşlanıyordun değil mi?”
Nevzat belli ki böyle bir soru beklemiyordu.
“Ben…” dedi, “yok öyle bir şey… Yani aramızda bir şey yoktu.”
Aysu’nun kendisine baktığını görünce, “Yani, evet,” dedi. “Hoşlanırdum kendisinden…”
“Ama seni reddetti.”
“Evet. Birlikte olduğu birisi olduğunu söyledi.”
“Senin tepkin ne oldu?”
“Üzüldüm… Ama daha sonra böyle bir şey olmadığına inanmaya başladım.”
“Sebep?”
“Derya’nın değişik bir enerjisi vardı. Bir yere gittiği zaman çevresindeki erkekler büyülenmiş gibi onun etkisinde kalırlardı. Bu nedenle, rahatsız edilmemek, çevreye karşı bir kalkan oluşturmak için sanki bir ilişkisinin olduğu imajını vermek istediğini düşündüm.”
Sessiz kalmamızdan, bu savının bizi tatmin etmemiş olduğunu düşünmüş olmalı ki, devam etmek gereğini duydu. “Geçen hafta bir sabah aradı, işe gelirken arabası bozulmuş. Gelip kendisine yardım edip edemeyeceğimi sordu.”
Yüzümüze onay bekler gibi bakıyor, kendisine neden hak vermediğimize şaşırmış görünüyordu.
“Ne var bunda?” dedi Amirim.
Nevzat, bakın size ne kadar önemli bir şey açıklıyorum havasında devam etti. “Soruyorum size, eğer gerçekten birlikte olduğu bir adam olsaydı, başı sıkıştığında onu mu arardı yoksa bir iş arkadaşını mı?”
A benim geri zekalı evladım! Adam belki o sabah Ankara dışındaydı. Belki bugünlerde araları iyi değildi ve kız onu aramak istememişti. Belki araları iyiydi de senin gibi yalakalık yapıp gözüne girmek için fırsat kollayan bir salak elinin altında hazır beklerken sevgilisinin değerli zamanını almak istememişti.
Nevzat’ın bu çıkarımı Amirimi de pek etkilemişe benzemiyordu. “Peki,” dedi, “bar çıkışı evine bırakırken konuyu tekrar açtın mı?”
“Yeri ve zamanı değildi. Çok sinirliydi.”
“Neden sinirliydi?”
“Arabadayken telefonu çaldı, açar açmaz ‘Beni bir daha arama! Sakın!’ diye bağırıp kapattı.”
“Kimin aradığını biliyor musun?
“Hayır, ismiyle hitap etmedi. Kimdi diye sorduğumda, ‘Allahını seversen bir de sen üstüme gelme Nevzat, zaten midem çok kötü,’ dedi sinirli bir şekilde. Telefon birkaç dakika sonra tekrar çaldı. Ekrana bakınca, “Hah! Bir sen eksiktin” deyip direk meşgule aldı.
Sustu, söylesin mi söylemesin mi karar verememiş gibiydi.
“Aslında araştırmanız gereken…”
“Söyle, aslında kimi araştırmamız gerekiyor?”
“Sancar denen o iti,” dedi Nevzat. “Elindekinin kıymetini bilemedi hiç. Aldattı Derya’yı.”
“Sonra?”
“Derya ilişkiyi bitirdi. O günden beri kızın peşini bırakmadı.”
“Derya’ya karşı şiddet uyguladı mı bu Sancar?”
“Bilmiyorum ama sürekli telefonla taciz eder, olur olmadık yerde karşısına çıkardı.”
“Ayrılmak istediğini söylediğinde biraz hırpalamıştı Derya’yı,” diye söze karıştı Aysu.
“Tanır mıydın Sancar’ı?” diye sordu Amirim.
“Derya’yla ben aynı evi paylaşırken birlikteydiler. Sonradan çok pişman oldu, defalarca af diledi ama Derya hiçbir zaman af etmedi.”
“Ne iş yapar bu Sancar?”
“Müzisyen. Barlarda gitar çalar, şarkı söyler.”
***
Aysu ve Nevzat’ı gönderdikten sonra Derya’nın birlikte olduğunu varsaydığımız adam ile ilgili bir şeyler bulabilecek miyiz diye evi baştan aşağı gözden geçirdik.
Amirim gardıroba göz gezdirirken ben de şifonyere göz attım. “Mesleğin alışamadığım tek yanı bu,” dedim Amirime, “insanların mahremine girmek kendimi röntgenci gibi hissetmeme neden oluyor.”
“Benim de pek hoşuma gittiğini söyleyemem,” dedi Amirim, dolabın ikinci kapağını da kapatırken, “burada bir erkeğe ait olabilecek hiçbir şey yok.”
“Burada da durum aynı,” diye karşılık verdim.
Komodinin çekmecelerinde de yüzükler, kolyeler, saç tokalarından başka bir şey yoktu.
“Çok garip,” diye mırıldandı Amirim. “Bir ilişki yaşıyorsun ve evinde sevgiline ait en küçük bir iz bile yok. Bir gömlek, bir çamaşır… Hiçbir şey… Bir hayaletle mi ilişkisi vardı bu kızın?”
“Belki de Nevzat haklıdır,” diye cevap verdim. “Belki de kendisini çevresindeki erkeklerden korumak için uydurdu bu sevgili hikayesini.”
“En yakın olduğu arkadaşına da mı yalan söyledi yani?”
Tüm eşyası tek kişilik bir yatak, küçük bir kütüphane, üzerinde bilgisayar olan bir masadan oluşan ve hem çalışma hem de misafir odası olarak kullanıldığı belli olan ikinci odada da işimize yarayacak herhangi bir şey bulamadım.
Amirim elinde iki diş fırçasıyla banyodan çıktı. “Bizim hayaletin giysisi olmayabilir ama anlaşılan dişleri varmış.”
***
Komşularla yaptığımız görüşmelerden işimize yarayacak bir şey öğrenemedik. Deryanın komşuluk ilişkilerine pek önem vermediği belli oluyordu. Koskoca bloktan görüştüğü tek kişi bile yoktu. Komşuları sessiz, sakin bir kız olduğunu, kendisini ara sıra girip çıkarken gördüklerini söylediler. Geleni gideni olup olmadığını bilmiyorlardı.
***
Merkeze geçmeden önce Nevzat’ın oturduğu apartmana uğradık. Apartman görevlisi, söylediklerini doğruladı. Yöneticiyle de konuştuk. Apartman sakinleri tarafından sevilen bir insandı Nevzat. Çocukları ders çalıştırır, kimin ne derdi varsa koşardı. Örnek bir insandı. Yönetici, bir kızı olsaydı hiç tereddüt etmeden bu gence verebileceğini söyledi. Adama kızların bu kadar iyi çocukları pek çekici bulmadıklarını söylemedik. Bu yaşa kadar mademki bu bilgiyi edinmeden gelebilmişti, bundan sonra da bu şekilde idare edebilirdi. Bize neydi.
***
Teknik ekipteki çocuklar Derya’nın telefondan bilgi kurtarmanın mümkün olmadığını söylediler. Biz de konuşma ve yazışmaların dökümünü almak için cep telefonu operatörüne yazı yazdık.
Aysu, Nevzat ve Sancar’ı araştırdık. Aysu ve Nevzat temizdi, daha önce bizim buralara yolları düşmemişti. Sancar Ongun’un ise uyuşturucu kullanmaktan halen süren bir davası vardı. Adresini tespit edip arama izni çıkardık.
***
Sancar’ın oturduğu dairenin giriş katında olduğunu görünce, Amirim benim pencerenin altında beklememi söyleyerek apartmana girdi. Birkaç dakika sonra altında beklediğim pencerelerden birinin açıldığını duyunca kafamı kaldırdım. Dosyasındaki fotoğrafından tanıdığım Sancar aşağıya atlamak üzereydi. Elimi uzattım. “Atlayacak mısın birader? Gel, yardım edeyim.”
Yardımımla aşağıya atlayan Sancar’ın bileğine kelepçe taktım. “Sancar Ongun değil mi? Yanlışlık olmasın!”
***
Evinde yaptığımız aramada üç-beş extasy ve birkaç fişeklik esrar bulduk. Asıl ilgimizi çeken ise, kafasındaki dikiş atılmış yara ve banyosunda bulduğumuz kan lekeli tişörttü.
“Beni neden buraya getirdiniz?” diye sordu sorgu odasına girdiğimizde.
“Sen söyle,” diye cevap verdi Amirim.
“Bilmiyorum,” dedi. “Evimde birkaç tane hap, iki üç gram da ot buldunuz. Neden Narkotik’te değil de Cinayet’teyim?”
“Dün gece neredeydin?” diye sordu Amirim.
“Çalışıyordum.”
“Nerede çalışıyordun?”
“Barda. Müzik yapıyorum ben.”
“Kaça kadar çalıştın?”
“Gece yarısı biter işim.”
“Çıktıktan sonra nereye gittin?”
“Eve. Bir kaç gündür uykusuzdum. Erken yattım.”
“Eve gitmeden önce nereye gittin?”
“Hiçbir yere. Doğrudan eve gittim.”
“Çayyolu’na neden gittin?”
” Çayyolu’na filan gitmedim, doğrudan eve gittim.”
“Derya’nın evine gitmedin mi?”
Sancar gözlerini kocaman açtı. “Ne? O mu şikayet etti? Ne yani, tacizden mi aldınız beni?”
“Cinayetten,” dedi Amirim.
Sancar dondu kaldı. Ya Derya’nın öldüğünden gerçekten haberi yoktu ya da müzisyenliğinin yanısıra oyunculuğu da vardı.
“Derya… Derya öldü mü?”
Sorusuna soruyla cevap verdi Amirim. “En son ne zaman gördün Derya’yı?”
“Ben… Hatırlamıyorum… Epey olmuştur.”
“Sürekli önüne çıkıp tehdit ediyormuşsun kızı?”
“Tehdit mi? Kim uydurdu bunu?”
“Seninle tekrar birlikte olması için zorluyormuşsun.”
“Bana dönmesini istiyordum ama zorlamadım, tehdit de etmedim.”
“Seninle birlikteyken de dövüyormuşsun kızı.”
“Yok öyle bir şey… Bir keresinde bardaki bir kızı kıskanıp bana tokat atmıştı. Bir tane de ben ona vurmuştum. Hepsi bu. Yoksa neden döveyim.”
Sanki aklına bir şey gelmiş gibi, “Tabii ya,” dedi, “bütün bunları size anlatan o işyerindeki sümsük değil mi?”
“Nevzat’tan mı söz ediyorsun?”
“Hah, Nevzat’tı adı… Derya’da gözü vardı herifin, ilişkimiz boyunca sürekli arkamdan çalıştı, kötüledi beni kıza.”
“Dün gece de Derya’nın kapısına dayanmışsın!”
“Yapmadım öyle bir şey… Telefon ettim, açmadı bile, direkt meşgule attı.”
“Sen de kızdın, atladın evine gittin.”
“Yemin ediyorum öyle bir şey yapmadım. Bardan çıktım, doğruca evime gittim.”
“Seni eve girerken gören var mı?”
“Kimseyle karşılaşmadım.”
Amirim kafasındaki dikiş izini gösterdi. “Kafanı nerede kırdırdın?”
“Evvelki gece barda kavga çıktı. Birkaç kişi kız yüzünden birbirlerine girdi. Arada kaldım. Lavuğun biri şişeyle vurdu.”
“Dikişi nerede attırdın?”
“Acilde…”
Sancar’ı gözaltına aldık. Eve gitmeden önce Sancar’ın çalıştığı bara uğradım. Barın işletmecisi ve garsonlar iki gece önceki kavgayı doğruladılar. Hastane kayıtlarında da kafasındaki yarığa dikiş atıldığı ve röntgen çekildiği belirtilmişti. Dikişi atan doktor, Sancar’ın kafasından cam kırıkları çıkardığını söyledi.
***
Sabah otopsi ve kriminal raporları elimize geçti. Ölüm zamanı gece yarısı ile iki arasıydı. Ölüm sebebi bıçak yaralarıydı. Tecavüz bulgusuna rastlanmamıştı. Evde Derya’dan başka üç kişinin daha parmak izi bulunmuştu. Aysu ve Nevzat’ın haricindeki parmak izleri Kerim Ekemen adında bir şahsa aitti. Kerim’in, Derya’nın çalıştığı şirketin müdürlerinden biri olduğunu öğrendik.
Şirkete gittiğimizde önce Aysu’nun yanına uğradık. Uykusuz ve yorgun bir hali vardı. Kerim Ekemen’in nasıl biri olduğunu sorduğumuzda duraladı, “Ben Derya’nın olayıyla ilgili geldiğinizi sanmıştım,” dedi.
“Onun için geldik,” dedi Amirim. “Derya’nın herkesten gizlediği sevgilisi Kerim Ekemen olabilir mi?”
Aysu’nun böyle bir olasılığı aklının ucundan bile geçirmediği belliydi, şaşkınlıkla, “Olamaz,” dedi, “niye böyle bir şey düşündünüz ki?”
“Derya’nın evinde parmak izlerini bulduk,” diye cevap verdi Amirim. “Senin ve Nevzat’ın dışındaki tek parmak izi onunki.”
“Bilemiyorum,” dedi Aysu. “Bazen geç vakte kadar çalıştığımız olur. Belki o günlerden birinde evine bırakmıştır.”
“Derya’nın arabası olduğunu söylemiştiniz.”
“Evet, var.”
“Derya’nın yatak odası Kerim’in parmak izleriyle dolu. Komodinin üstü, gardırop kapağı… Ayrıca parçalanmış abajurun metal kısmında da bulundu.”
“Bilemiyorum Kerim Beyin parmak izlerinin Derya’nın yatak odasında ne işi olduğunu… Ama kendisi öyle bir insan değildir.”
“Nasıl bir insan değildir?”
“Yani… Bir kere evli barklı… Çoluk çocuk sahibi bir insan… Hem Derya’nın babası yaşında… Bir de, ailesine bağlıdır yani… Hem muhafazakar, dindar bir insandır kendisi. Cuma namazlarını filan hiç kaçırmaz.”
İşin acı tarafı, kız bunları inanarak söylüyor gibi görünüyordu.
“Mutlu bir evliliği var. Daha dün gece barda konu olmuştu… Satın alma şubesinden bir arkadaşa evlilik yıldönümleri için bir kolye araştırmasını söylemiş, epey pahalı bir tane almış.”
“Bu konu açıldığında Derya’nın tepkisi ne oldu?”
“Ne bileyim? Yani, farkında değilim…”
“Başının ağrıdığını, kalkmak istediğini ne zaman söyledi?”
Aysu elini alnına götürdü. “Tabii ya… Nasıl da fark etmedim?”
***
“Mesaiye kaldığımız akşamlardan birinde bırakmıştım evine Derya’yı,” dedi Kerim Ekemen. “Yorgunluk kahvesi içmeye davet etmişti, o zamandan kalmış olabilir parmak izlerim evinde.”
“Ne zaman yapmıştınız bu fazla mesaiyi?”
“Zaman zaman yaparız, on beş gün kadar olmuştur herhalde.”
“On beş gündür etrafı süpürüp silmesiydi bok götürürdü evi. Halbuki her taraf pırıl pırıldı.”
Yüzü karardı Kerim’in. Bir şey demeye hazırlanıyordu ki, Amirimin telefonuna mesaj geldi. Okuyup tekrar Kerim’e döndü: “Yatak odasında mı içtiniz kahveyi?”
“Ne… Ne münasebet… Salonda içtik tabii ki…”
“O zaman parmak izleriniz yatak odasına nasıl gitti?”
“Yatak odası mı? Ha, şimdi hatırladım… Şeyi bozulmuştu… Abajuru… Uyumadan önce kitap okuyamadığını, tamir edip edemeyeceğimi sormuştu.”
“Tamir edemediniz herhalde.”
Kerim’in gömleğinde yer yer ter lekeleri belirmeye başlamıştı. “Yo, ettim. Elimden gelir öyle işler.”
Amirim elinde duran telefonuna çevirdi gözlerini. “Ne bileyim, dün gece size ‘Allah belanı versin. Beni bir daha arama sakın’ diye mesaj atmış da. Ben de abajurunu bozduğunuz için kızdı size sandım.”
Kerim aniden kalkıp bürosunun kapısını kapattı ve sanki arkadan ittirip açmaya çalışan birileri varmış gibi sırtını kapıya dayadı. “Bakın… Düşündüğünüz gibi değil!”
Amirim sakince tekrar oturmasını işaret etti. “Banyosunda da diş fırçanızı bulduk.”
Kocaman deri koltuğuna çöktü Kerim. Gözlüklerini çıkarıp yüzündeki terleri sildikten sonra alçak sesle, yalvarır gibi, “Bu iş ortaya çıkarsa mahvolurum,” dedi, “kariyerim, ailem mevzubahis.”
“Hayatın mevzubahis,” dedi Amirim, “karını aldatman ya da patronuna kendini nasıl gösterdiğin değil burada bizi ilgilendiren, cinayetten söz ediyoruz. Dün gece yarısı ile iki arasında neredeydin?”
Kerim yine alçak sesle, “Evlilik yıldönümümüzdü,” dedi, “karım, çocuklarım, baldızım ve banacağımla yemekteydim.”
“Eşiniz aldığınız kolyeyi beğendi mi bari?” dedi Amirim. Belli ki, o da benim gibi, bu ikiyüzlü, sinsi heriften hiç haz etmemişti, bıçağı soktuğu yetmiyormuş gibi bir de içeride çeviriyordu.
“Beğendi,” demekle yetindi Kerim.
“Kaçta ayrıldınız mekandan?”
“Kapanmak üzereydi neredeyse. En son biz kalmıştık. Yarımı geçmişti sanırım.”
“Doğrudan evinize mi gittiniz?”
“Hayır, önce baldızla bacanağı Keçiören’e bıraktık.”
“Mahkemelerce yakın akraba tanıklığının tek başına pek bir anlam ifade etmediğini hatırlatmama gerek yok sanırım.”
Kerim elini telefona attı, “Kasa… Kasa fişini gösterebilirim istersiniz.”
“İyi olur,” dedi Amirim.
Kerim muhasebeye telefon edip dün verdiği yemek fişini getirmelerini istedi. Fişin kesiliş saati 00.37’ydi.
***
“Kavaklıdere’den Keçiören’e gitmek nereden baksan en az yarım saat…” dedi Amirim Merkeze dönerken. “Karısını çocuklarını Ayrancı’ya bırakması da o kadar sürer. Sonra da Çayyolu’na gidecek de… I-ıh… Tutmaz bu hesap.”
“O saatte karısının yanından ne mazeret uydurup da ayrılacak zaten,” dedim.
Her ihtimale karşı, Kerim’in gittiğini söylediği restorana uğradık. Şef garson tüm söylediklerini doğruladı. Merkeze dönene kadar ikimiz de ağzımızı açmadık.
***
Cinayet Büro’nun gözbebeği, bilişim dehası Hacer, Sancar’ın tişörtünde bulunan kan izi analizinin geldiğini söyledi. Kan Sancar’a aitti.
Elimizde şüpheli olarak, Nevzat, Sancar ve Kerim vardı. Hepsinin de sağlam tanıkları vardı. Bir yerde bir şeyleri atlıyorduk ama…
Olayın üzerinden tüm ayrıntılarıyla bir kez daha geçtik. Sonra bir kez daha… Kanıtları yeniden gözden geçirdik… Şüpheli ifadelerini tekrar okuduk… Ne yaparsak yapalım bir sonuca varamıyorduk.
“Belki de bakış açımızı değiştirmeliyiz,” dedi Hacer.
Amirimin ‘devam et’ işaretinden sonra, “Adamın hırsızlık için girmediğini biliyoruz,” dedi Hacer, “belki amacı Derya’yı öldürmek de değildi.”
“Tecavüz etmemiş,” dedi Amirim.
“Belki amacı oydu, Derya direnince paniğe kapıldı, öldürmek zorunda kaldı.”
“Belki Derya kendisini tanıdı,” dedi Amirim, “son bir yıl içinde Ankara’da, özellikle de Çayyolu ve civarındaki benzer vakalara bir bak bakalım.”
“Siz dışarıdayken burada boş mu oturuyorum sanıyorsunuz Amirim,” dedi Hacer, “baktım bile.”
Son bir yıl içinde Ankara’da Emniyet’e intikal eden tecavüz olaylarından sekiz tanesinin failleri yakalanamamıştı. Sayfaları önümüze koyan Hacer, fosforlu kalemle işaretlenmiş iki tanesini gösterdi. “Biri üç ay, diğeri bir ay önceki olaylar. Bu olaylarla bizim dava arasında çok önemli bir benzerlik var,” dedi.”
Hacer zeki, esprili bir kızdı. Ayrıca, düşündüğünü çekinmeden, adamın yüzüne söyleyiveren bir yapısı vardı. Büroda kapalı kalmaktan, bütün gün bilgisayar işleriyle uğraşmaktan pek haz etmiyor, bizimle birlikte sokaklarda olmak istiyordu. Duraklayıp da yüzümüze bakınca, hah diye düşündüm, şimdi, “Bundan sonra beni de sahaya çıkarırsanız söylerim, yoksa söylemem,” diye Amirimle pazarlık edecek. Neyse ki beni yanılttı.
“Tecavüze uğrayan iki kadın da, akşam evlerine geldiklerinde tecavüzcünün evde kendilerini beklediğini söylemişler.”
“Adamların eve nasıl girdikleri anlaşılamamış mı?” diye sordu Amirim.
“Hayır,” diye devam etti Hacer. “Birisi duşa girdiğinde adam banyo kapısını açıp içeri girivermiş, öteki de yatağına girdiğinde birden yatak odasında bitivermiş.”
Kadınların ifadelerini okuduk. Evlerine geldiklerinde herhangi bir olağan dışılık fark etmediklerini söylemişlerdi. Sonra birden adamı karşılarında bulmuşlardı.
***
Kadınlarla görüşmeye giderken Hacer’i de aldık yanımıza. Her ikisi de başlarına gelen olayın etkilerini henüz üzerlerinden atabilmiş değillerdi. Biri hâlâ çalışamadığını, sokağa çıkmak şöyle dursun, evinde bile yalnız kalmaya korktuğunu söyledi. Adamın evlerine nasıl girdiğini bilmiyorlardı. Kar maskesi ve eldiven takmış, iri yapılı bir adamı birdenbire karşılarında bulmuşlardı. Adam elindeki bıçakla onları tehdit etmiş, tecavüz ettikten sonra da banyoya sokmuş ve yıkanmalarını istemişti. Banyodan çıktıklarında adamın evi terk ettiğini görmüşlerdi.
İkinci mağdurdan da birinciden öğrendiklerimizden fazlasını öğrenememiştik.
“İyice düşünün,” dedi Amirim, “olaydan önce sizi izleyen, yanaşmaya çalışan biri olmadı mı? Otobüste, ne bileyim markette, alışveriş merkezinde, sokakta…”
“Olmadı, dikkatimi çeken bir şey olmadı,” derken gözyaşlarını daha fazla tutamadı genç kadın. “Zaten o günlerde hiçbir şey yolunda gitmiyordu, aksilik aksilik üstüne gelmişti. Önce annemin hastalığını öğrendim, ertesi gün Kızılay’ın göbeğinde arabam bozuldu, sonra da bu olay…”
“Bir dakika,” dedi Amirim.
***
Bir saat kadar önce görüştüğümüz birinci mağduru arayıp olay gününden önce arabasının arıza yapıp yapmadığını sorduk. Yaptığını söyledi. Öğlen tamirciye bırakmış, akşamüzeri gidip almıştı.
“Olay yerinde Nevzat’la yaptığımız görüşmede, Derya’nın arabası bozulduğunda kendisini aradığını söylemişti,” dedi Amirim. Nevzat ve tecavüz mağduru iki kadının verdiği adres aynı oto tamircisini gösteriyordu.
***
Kaputu açık bir arabanın içine yarı beline kadar girmiş olan lacivert tulumlu adam doğrulup cebinden çıkardığı üstüpüyle ellerini sildi. “Buyurun, hoş geldiniz.”
“Buranın sahibi siz misiniz?” diye sordu Amirim. On üç-on dört yaşlarında bir çırak, yerdeki bir kabın içinde bazı parçaları yıkıyordu.
“Benim,” dedi adam, “sorun neydi?”
Amirim, üzerinde üç aracın plaka numaraları yazılı olan kağıdı uzattı adama. “Bu araçları siz mi tamir ettiniz?”
“Numaradan hatırlayamam,” dedi adam, “sorun neydi?”
“Cinayet Büro’dan geliyoruz,” dedi Amirim.
Adamın kaşları çatıldı, alnındaki kırışıklıklar derinleşti. “Cinayet büro mu? Sorun neydi?”
“Faturalara bir bakın,” dedi Amirim. “Sorun büyük.”
Adam masasının yanında duran raftan bir klasör çekip sayfalarını karıştırmaya başladı. Arada da masanın üstüne koyduğu kağıda bakıyordu.
“Evet,” dedi sayfanın birini klasörden çıkararak, “bu renoyu biz tamir etmişiz, bir buçuk ay önce gelmiş araç bize. Benzin otomatiğini değiştirmişiz.”
“Güzel,” dedi Amirim, “diğerleri?”
Adam raftan ikinci bir klasör daha indirdiği sırada bir araba yanaştı tamirhanenin önüne. Yirmi-yirmi beş yaşlarında, yapılı, kafası sargı bezi ile sarılı bir genç indi içinden, “Bu tamam usta,” dedi adama. Amirimle göz göze geldik.
***
“Tedavini kendin mi yaptın?” diye sordu Amirim sorgu odasında karşımızda oturmakta olan Mümtaz’a.
“Önemli bir şey değildi,” diye cevap verdi Mümtaz.
“Önemli olmaz mı?” dedi Amirim, “koskoca abajur kırıldı kafanda. Cam kırıkları kalmış olabilir yaranın içinde.”
“Abajur filan kırılmadı,” diye terslendi Mümtaz, “dükkanda raftan parça düştü kafama.”
“Pek belli etmiyorsun ama yine de çalışıyormuş o kalın kafan. Hastane kayıtlarını kontrol edeceğimizi tahmin ettiğin için tedavini kendin yapmaya çalışmışsın.”
Mümtaz yine ağzını açmadı. Amirim önündeki dosyadan çıkardığı fotoğrafları birer birer masanın üzerine koymaya başladı. İlk iki fotoğraf birkaç saat önce görüştüğümüz tecavüz mağdurlarıydı, sonuncusu Derya’nın. Diğer dördünü ben de ilk kez görüyordum.
“Yedi tecavüz, bir cinayet,” dedi Amirim.
Mümtaz kafasını iki yana salladı. “Benim bir ilgim yok.”
“Bak aslanım, cinayeti işlediğin bıçağı yok etmiş olabilirsin ama evlere girdiğinde kafana taktığın kar başlığını dolabında bulduk. Derya parmağının ucunu bile değmiş olsa DNA’sı kalmıştır üzerinde.”
Mümtaz’ın ağzını açmasına fırsat vermeden devam etti. “Senden aldığımız kan örneğiyle kafanda kırılan abajurdakinin de uyuşacağından eminim. Eli kulağında, az sonra alırız sonucu.”
Kanıtların henüz kesinleşmemiş olmasından dolayı Mümtaz hala kurtulma umudu taşıyor olmalıydı ki, suçlarını itiraf etmeye yanaşmıyordu. O sırada kapı açıldı, kafasını içeri uzatan Hacer, “Amirim, anahtarların kopyasını yapan anahtarcı bulundu. Fotoğrafından teşhis etti zanlıyı,” dedi.
Mümtaz’ın suratı karıştı, omuzları düştü. İlk iki fotoğrafı ve Derya’nınkini gösterdi.
“Diğer dördüyle benim ilgim yok,” dedi. “Onları hiç görmedim.”
Amirim diğer fotoğrafları kenara ayırdı.
“Pekala, şimdi başından anlat!”
Mümtaz, ilk tecavüz kurbanının fotoğrafını işaret etti. “Önemli bir arıza değildi. Akşama hazır olur dedim. Güzel kızdı. İyi davranmıştı bana, şaka falan bile yapmıştı. Arabayı bıraktı, iş çıkışı taksiyle gelip alacağını söyledi. Ben de arkadaşlık kurmayı düşünerek zahmet etmemesini, işyerine getirebileceğimi söyledim. Birden tavrı değişti, sert bir biçimde ‘Ne münasebet, yüz vermeye gelmiyor sizin gibilere de,’ dedi. Parçayı değiştirdikten sonra arabayı tecrübe etmek için biraz dolaştım. O sırada gözüm kontakta sallanan anahtarlara ilişti. Ev anahtarı da araba anahtarıyla aynı anahtarlığa takılmıştı. Dükkana dönmeden önce anahtarcıya uğrayıp yedeklerini yaptırdım.”
“Faturadan da adresini öğrendin.”
“Evet,” dedi Mümtaz, “birkaç akşam gözetledim evini. Giriş çıkış saatlerini öğrendim.”
“Uygun bir zaman bulduğunda da…”
Kafasını salladı Mümtaz.
“Neden banyo yapmalarını istiyordun?”
“Televizyonda görmüştüm, üzerlerinde kıl, saç, ter filan kalmasın diye banyoya sokuyordum, onlar banyodayken de kaçıyordum.”
“Peki Derya’yı neden öldürdün?”
“Bana tokat attı, küfür etti. Ben de suratına bir tane vurdum.”
“Bir tane mi vurdun? Dağıtmışsın kızın suratını.”
“Boğazına bıçağı dayamama rağmen rahat durmuyordu, boğuşurken başlığı kafamdan çıkardı.”
“Hatırladı mı kim olduğunu?”
“Hatırladı. Hakaretlerine devam edince sinirlendim ve…”
“Sapladın bıçağı.”
Amirim masada duran fotoğrafları toplayıp dosyasına koyduktan sonra ayağa kalktı, “Cezaevinde seks yapamayacağın için üzülme sakın. Tecavüzcü olduğun duyulduğunda bol bol seks yapma imkanın olacak!”