Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Öykü: Felaket Senaryoları | Bir Zamanlar Adana’da

Diğer Yazılar

PENCEREDEKİ KADIN

ŞIPSEVDİ

TUTANAK

İbrahim Kaymak
İbrahim Kaymak
1977 yılında Sivas'ta doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Ankara'da tamamladı. Dokuz Eylül Üniversitesi İktisat bölümü mezunu. Uzun yıllar özel sektörde Dış Ticaret alanında çalıştı. Lgbtinewsturkey oluşumunun kurucu üyelerinden ve İngilizce çevirileri ile projeye destek verdi. Üniversite yıllarından itibaren şiir, öykü yazımı ve kara kalem çizim konularına ilgi duydu. Ankara'da yayınlanan Mahalle Baskısı dergisinde Vedat Yaşar mahlası ile şiir, öykü, masal ve deneme türlerinde yazıları yayınlandı.

Bir zamanlar Adana’da…

Temmuz ayında yapışkan bir sıcak Adana’nın tozlu sokaklarından dört katlı bir binanın üçüncü katında yer alan evin içine kadar giriyordu. Contası çürümüş musluktan akan su damlaları, mermeri çatlamış mutfak lavabosuna çarparak aralıklarla pat, pat diye ses çıkarıyordu. AEG marka eski buzdolabının uzaktan gelen araba motoru sesine benzeyen sesi, musluk suyunun damla seslerine karışıyordu. Üzerinde birkaç yırtık da bulunan eskimiş, beyaz bir tül ile kaplı mutfak penceresindeki bir karasineğin camdan dışarı kaçma denemelerinden kaynaklanan vızıldamaları, cama çarpma anlarında yükseliyor ve yeni bir denemeden önce, bir aralık sessizce cama konması ile son buluyordu. Eski buzdolabı bir ara büyük bir gümbürtü ile çalışmaya başladı. Sonra aniden sanki hiç çalışmıyormuş gibi bir sessizliğe gömüldü. Karasinek, camdan çıkamayacağını anlamış olacak, tülün kenarında bir boşluk bulup damlayan mutfak musluğunun üzerinden uçarak artık kirliliği nedeniyle sarıya dönmüş, eskiden beyaz olan ahşap mutfak kapısının üzerine kondu.

Salondan gelen belirli belirsiz televizyon sesi, yerel bir müzik kanalının açık kaldığını duyuruyordu. Siyah saçlı, esmer, tombul bir kadın, yarı açık dekoltesi ve arkasında biri sonradan sarıya boyanmış saçları ile esmer genç bir kadınla, diğeri uzunca, kumral, sivri burunlu genç bir adamın dansları eşliğinde şarkı söylüyordu. Karasinek mutfak kapısından havalanıp salonun kapısını da geçerek koridorun sonunda aralık duran yatak odası kapısının dikey, dikdörtgen koyu sarı renkte buzlu camına kondu. Yatak odasından gelen ağır sarımsak ve ter kokusunu, ucuz bir kadın deodorantına karışan, yine ucuz bir erkek parfümünün kokusu bastıramamıştı. Karasinek, aralık kalan yatak odasının kapısından içeri doğru tekrar uçtu. Yatakta yatmakta olan kadın ve erkeğin üzerinde bir tur attıktan sonra, kadının bir tarafı hafif morarmış yüzüne kondu.

Üzerinde çiçek figürleri olan pembe gecelikli, yarı uykulu kadın, eli ile sineği kovaladı. Sinek, kadının yüzünden havalanıp kahverengi giysi dolabının üzerine kondu. Saçlarının sarı olan boyası geçmiş, siyah saçları açığa çıkmış, esmer, dolgunca ve yapılı bir vücudu olan genç kadın, sağ gözünü açmaya çalıştı. Yanında beyaz iç çamaşırı ile yatmakta olan, ince, uzun, kara kuru, ağır sarımsak kokusunun geldiği otuzlu yaşlardaki kocasına baktı.

Belli ki gece yine eve sarhoş geldi diye düşündü. Kocası ölü gibi uyuyordu. Keşke ölse diye geçirdi içinden bir an, sonra utandı kendi düşüncesinden. Dün geceki tartışmaları sonrasında suratına yediği yumruk nedeniyle yüzünün sol tarafı hâlâ acı içindeydi. Yataktan doğruldu ve gözlerini ovaladı. Kocasının sağa, sola fırlattığı gömleği, pantolonu ve çoraplarını gördü. Çoraplardan gelen ekşi ter kokusu ile keskin sarımsak kokusu midesini bulandırdı. Yataktan kalktı ve koyu kahverengi perdeyi aralayıp, zaten açık olan pencerenin önünü tümüyle açtı. Sokaktan bir arabanın geçtiğini duydu.

Kadın yatak odasından çıkıp, koridordan geçerek banyoya gitti. Banyo musluğuna uzandı ve musluğu açıp yüzünü yıkadı. Bir ara aynada yüzüne bakarken sol yanağındaki şişkinliği ve morluğu gördüğünde yine kendisine engel olamadı. “Geber e mi?” dedi.

Yüzünü kurulayıp saçlarını toparladıktan sonra salondan gelen televizyon sesine doğru yöneldi. Yerel müzik kanalında bu sefer siyah bıyıklı, göbekli bir adam, gömleğinin üstten iki düğmesi açık, göğüs kılları dışarı fırlamış, bir sandalyede oturarak sazı ile türkü söylüyordu. Gece televizyonu kapatmayı bile becerememiş. Televizyonu kapattı ve mutfağa geçti. Buzdolabından soğuk su şişesini, mutfak dolabından da üzerinde kedi çizimleri olan kupayı aldı. Soğuk suyu kana kana içti. Kendisine her sabah yaptığı gibi bir Türk kahvesi yapmaya karar verdi. Mutfak tezgâhına elindeki kupayı bıraktı. Üst mutfak çekmecelerinden bir tanesi açtı, cezveyi, fincanı ve Türk kahvesini çıkardı. Cezveye, elindeki soğuk su şişesinden fincana döktüğü suyu boşalttı. Alt tarafındaki mutfak çekmecesinden bir çay kaşığı aldı. Türk kahvesini koyduğu kavanozu açıp, üç kez çay kaşığını kavanoza daldırıp cezveye boca etti. Ocağın en küçük olanını yaktı ve cezveyi üzerine koydu. Çay kaşığını da lavabonun içine attı. Mutfak masasının üzerinde olan sigarasına ve hemen yanında, gazı bitmek üzere olan kırmızı çakmağa uzandı. Masanın pencereye yakın sandalyelerden birine oturdu. Bir sigara yaktı ve içmeye başladı.

Gözü mutfak masasının üzerinde duran bir önceki günün gazetesine takıldı. Gazeteyi hızlıca çevirdi ve resimlere baktı uzun uzun. Dün akşam da bakmıştı gazeteye biraz. Siyasetçiler, magazin ünlülüleri, sporcular hepsinin fotoğrafına baktı uzun uzun tekrar. Okumadığı haberlere göz gezdirmeye başladığı sırada kahvenin taşmakta olduğunu gördü. Gazeteyi masaya bıraktı. Ayağa kalkıp kahve cezveden ocağa taşarken ocağı söndürdü. Kahvesini fincana boca edip sandalyesine oturdu. Sigarasının külü sandalyeye otururken geceliğine döküldü. Geceliğin üzerine düşen külü eliyle alarak kül tablasına attı. Elinde kalan kısmını yine geceliğine sürterek temizledi. Gece yatmadan başlayan ve uzunca bir süre, ağrı kesici almadan kendisini uyutmayan baş ağrısı daha hafiflemiş de olsa hâlâ devam ediyordu. Bir şeyler atıştırdıktan sonra bir tane daha ağrı kesici almaya karar verdi. Biraz önce bıraktığı gazeteye tekrar uzandı. Gazetenin sayfalarını çevirmeye başladı. At yarışları ile ilgili bölüme gözü takıldı. Üzerine tükenmez kalemle bazı notlar alınmıştı. İçindeki nefret duygusu bir volkan gibi patlamaya hazırdı. Yazıları görünce “Adı batasıca, yine maaşını alır almaz, gidip ata para yatırmış,” diye kısık sesle söylendi.

Derin derin nefes alarak kahvesini yudumladı ve sigarasından bir nefes aldı. Gazetenin sayfalarını çevirmeye devam etti. Ünlü pop yıldızı kadının fotoğraflarının olduğu sayfaya gözü takıldı. İstanbul’da bir mekândan çıkan, üzerinde kırmızı mini elbise olan kadının yanında sevgilisi ile lüks arabalarına binerken fotoğraflarını çekmişlerdi. Haberde “Birlikte yaşamaya karar verdiler,” şeklinde bir manşet vardı. Dikkatlice yazıyı okumaya koyuldu. Bir yandan da pop yıldızı kadının üzerindeki elbisenin güzelliğini inceliyordu. Yazıyı okumayı bitirdikten sonra diğer sayfalara bakmak için gazetenin sayfalarını çevirmeye devam etti. Gözü Adana ile ilgili bir habere takıldı. Bir kadın kocasını öldürmüştü. Kocasından gördüğü şiddete dayanamayan, polise şikâyet etmesine rağmen herhangi bir sonuç alamayan kadın, en sonunda kocasının kendisini fuhuş yapmaya zorlaması sonucu, yine kocasına ait bir tabanca ile adamı altı yerinden vurmuştu. Bir de kızları olduğunu okudu. Kadının elleri kelepçeli, yanında iki kadın polis varken çekilen fotoğrafında omuzları geride, kafası dik bir şekilde iken yüzündeki gülümseme dikkatini çekti. Habere göre, kadın bir de “Hep kadınlar mı ölecek, biraz da erkekler ölsün,” diye bir şeyler söylemişti. Helal olsun kadına diye geçirdi içinden önce. Ne kadar zulüm gördüyse artık kocasından, kavat bir de karısını satmaya kalkmış. Erkek milleti değil mi, soyları kurusun. Kadının kocasını öldürmesini kendisine bir zafer nişanı olarak görüp keyifle sigarasından bir nefes aldı. İçindeki sinir harbi biraz olsun yatışmıştı ki sağ eli ile hafifçe yanağına dokundu. Suratındaki şişliğin acısı ile bir anlık keyfi yeniden kaçtı. Kafasının içinde yeniden dün gece Kemal ile yaşadıkları dönmeye başladı.
Bana orospu dedi ibne. Allah korusun ya, babam bana böyle küfür ettiğini duysa, rezil rüsva olurum. Köpek herif telefonumu karıştırmış yine, Cemal’in “Merhaba, nasılsın? Bir görüşelim mi?” yazan mesajını okuduktan sonra, telefonumu alıp duvara çarptı. Bana da orospu diye bağırdı. Ben de kendimi tutamayıp “Ne atıyorsun lan ibne!” diye küfrettim.
Küfrettiğim için de vurdu. Küfür etmesem vurmazdı belki. Ama bu kaçıncı kez beni dövmesi kıskançlığından? Ben de ağır bir şey söyledim gerçi, insan kocasına öyle şey söyler mi? Ama o karısına orospu diyor? Ne, yalan mı yani? Karı gibi cır cır konuşması yok mu, sonra da salya sümük ağlaması? Katlanamıyorum artık bu herife. Sinirlendiği için kapıyı çekip çıktı. Arkadaşları ile içmeye gitmiş demek ki cehennem olasıca…

Evleneli iki yıl olmuştu. Liseyi ikinci sınıfta terk ettikten sonra, üç kız kardeşten en büyüğü olduğu ve yaşlandığı için artık eskisi gibi inşaat işçiliği yapamayan babasına destek olması gerektiğinden, Yeni Adana’nın merkezinde bulunan Saray Züccaciye dükkânında çalışmaya başlamıştı. Züccaciye dükkânına babasının bir tanıdığı vasıtası ile girmişti. Hâlâ da orda çalışmaya devam ediyordu. Annesi, Esra ortaokula giderken kanserden ölmüştü. Bu yüzden evdeki tüm işleri ve kardeşlerinin bakımını o üstlenmişti. Zor ve parasız bir hayat yaşamıştı. Evlendiğinde rahata kavuşacağını umuyordu.

Önceleri birlikte çalıştığı kocası ile Saray Züccaciye’de tanışmışlardı. Kemal, sonradan bir gıda firmasında satış elemanı olarak çalışmaya başlamıştı. Altına araba bile vermişlerdi. İşinde de başarılı sayılırdı. Belki bir gün müdür bile olabilirdi. Gıda firmasında çalışmaya başladığında her Allah’ın günü arabasını züccaciye dükkânının önüne çekiyor, takım elbisesi ile havalı havalı dükkâna geliyordu. Hatta akşamları Esra’yı iş yerinden alıp, eve bırakıyordu. Esra birlikte çalışırken hiç düşünmemişti, bu adamla bir gün evlenebileceğini. Kemal iyi bir insandı ama uzak dururdu, pek konuşmazdı. İş ile ilgili konuşurlar, zaman zaman da öğle yemeğine çıkıp diğer arkadaşları ile çay içerlerdi. Gıda firmasına girdikten sonra bir gün Esra’yı arabası ile eve bırakırken, “Seyhan’ın kenarında bir çay içelim mi?” diye sormuştu. Esra da “İçelim,” demişti. Zaten tavırları değişmişti Esra’ya karşı, daha bir kendinden emindi hareketleri eskiye nazaran. Esra da anlamıştı ya, anlamazlığa veriyordu. Sonra evlenme teklif etmişti Esra’ya. Esra çok mutlu olmuştu.

Kemal ilk zamanlar çok anlayışlı ve kibar davranıyordu. Evlenmeden önce küçük kıskançlıklar yapsa da fazlaca bir sorunları yoktu. Evlendikten sonra başladı, Esra’nın telefonlarını kontrol etmeye, erkeklerle konuşmasından rahatsız olmaya, her konuştuğu erkeğin şeceresini sormaya.

Esra boğulacak gibi hissediyordu böyle zamanlarda. Bunları düşünürken kahvesini bitirdi. Telefonun ekranı kırılmıştı ama hâlâ çalışıyordu. Kırık camdan zar zor da olsa isimler okunuyordu. Gece telefonuna birkaç reklam mesajı gelmişti. Mesajlarına bakıp, sildi. Daldığı düşünceler nedeniyle ikinci sigarasının kül tablasında bittiğini fark etti. Bu sırada yatak odasından sesler geliyordu. Uyandı benimki dedi içinden.

Kemal dört çocuklu memur bir ailenin en küçük çocuğuydu. Diğer üçü kendisinden büyük ablalarıydı. Kendisine en yakın olan ablası ile arasında on yaş fark vardı. Çocukluğu boyunca annesinden ve en büyük ablasından dayak yiyerek büyüdü. Ortanca ablaları Kemal’i severlerdi. Hatta bazen dayak yememesi için annesi ve en büyük ablaları ile Kemal’in arasına girerlerdi. Ancak onlar için de bir şey lazım olduğunda bakkala falan gönderilecek küçük kardeşti. Ergenliği döneminde kadınlardan hep uzak durdu. En büyük yakınlaşması platonik olarak âşık olmaktı. Yirmili yaşlarda birkaç kısa süreli, yüzeysel ilişki yaşamıştı. Liseden sonra Saray Züccaciye’de çalışmaya başladı. O da arkadaşları gibi evlenmek, çocuk sahibi olmak istiyordu. Yaşadığı bir aşk bunalımından sonra askere gitti. Askerliğini İzmir’de denizci olarak yaptı. Acemilikte aldığı eğitimi bitirdikten sonra yazıcı oldu. Nöbet defterlerini yazmak dışında bir sorumluluğu yoktu. Bütün gün askeri tesiste çay içip, gelen-gidenle muhabbet ediyordu. Komutanları sözlerini harfiyle dinleyen, yerine getiren Kemal’i severlerdi.

Esra’dan önce bir tane ciddi ilişkisi olmuştu uzatmalı. Uğruna intihara bile kalkmıştı. Eski sevgilisi başkası ile evlenmeye karar verdiğini Kemal’e söylediğinde bütün gün barda votka içmiş, sonrasında Eski Toros Bulvarı’nda bulunan, ailesi ile yaşadığı eve gidip buzdolabındaki tüm ilaçları içmişti. İlaçları içtikten sonra eski sevgilisini aramış, ağlamış ve “Benim yüzümden,” diye kendisini suçlamıştı. Kızcağız telefon konuşmasından hemen sonra mahallede bir komşularına misafirliğe giden ailesine haber verdi. Ailesi de Kemal’i Acil Servis’e yetiştirdi de hayatı kurtuldu. Midesi yıkandı, karaciğere kömür verildi. Birkaç gün yoğun bakımda kaldı. Yoğun bakımda zaman zaman “Benim yüzümden,” diye ağlama krizlerine giriyordu. Ailesi perişan olmuştu. Sonrasında psikiyatri bölümüne sevk ettiler Kemal’i. İki hafta sonra hasta olduğu için gitmediği Saray Züccaciye’deki işine geri dönmüştü. İş yerindekilere midesinde bir rahatsızlık olduğu, bir operasyon geçirdiği söylendi. Doktorlar Kemal’e ağır antidepresanlar ve anti-psikosomatik ilaçlar verdiler. İşe gitmediği bu iki haftanın çok büyük bir bölümünü uyuyarak geçirmişti. Bu süre zarfında babası çekti bir gün Kemal’i. “Bir kadın için bu yapılmaz ki!” dedi sert bir üslupla. Annesi “Hayırlısı değilmiş,” diye teselli etti. Birkaç ay sonra askere gitti.

Askerliği bitirdikten sonra bir yıl kadar iş aradı. Bu dönemde parasız pulsuz kaldığı için ufak tefek işlere koşturuyor harçlığını çıkarmaya çalışıyordu. Sonra bir gıda firmasında satış temsilcisi olarak işe başladı. Kısa bir süre sonra da Esra ile evlendi. Her ay şefleri önlerine bir satış hedefi koyuyordu. Kemal de diğer satış temsilcileri gibi bütün bir ay at gibi bu hedefi tutturmaya çalışıyordu. Altında arabası vardı ya, arabası olmasa çekilecek iş değildi doğrusu. Bütün gün bakkal-market sipariş topluyor, siparişlerin gelmesini, ürünlerin raflarda düzgün dizilmesini sağlıyordu. Çok fazla olmasa da fena olmayan bir maaş alıyor, Esra’nın maaşı da eklenince geçimlerini sağlıyorlardı.

Kemal yatağın sağ tarafında ağzından salya akarken uyanmıştı. Eliyle ağzını sildi. Beyaz yastık kılıfının üzerine kadar akmıştı salyaları. Yastık kılıfı ıslanmıştı. Kemal’in bunu görecek hali yoktu. Yataktan doğruldu. Dün geceyi hatırlamaya çalıştı. Arkadaşları Hasan ve Kaya ile eski Adana’nın merkezinde her zaman gittikleri Yeni Onbaşılar meyhanesinde rakı içmişlerdi. İkisi de yeni iş yerinden kendisi gibi satış temsilcisi olan kişilerdi. Kemal, Esra’nın kendisine küfretmesine sinirlenmiş ve onları rakı içmeye çağırmıştı. Canının sıkkın olduğu her halinden belliydi. Gece boyunca alınan rakının etkisi ile Kemal, kafasının içinde Esra ile yaptığı kavgayı daha fazla içinde tutamayıp arkadaşlarına anlattı. Bugüne kadar Esra’yı ne kadar çok sevdiğini, onun için nelere katlandığını anlattı durdu. Esra’nın kendisine küfür ettiğinden ve kendisini aldatıyor olabileceğinden bahsetti. Zaman zaman sesi yükseliyordu, “Öldüreceğim hem Esra’yı hem de Cemal denen o piçi, o olacak!” diye hiddetleniyordu.

Kaya ve Hasan kendisini sakinleştiriyorlardı, “Olmaz öyle şey,” diye. Ama Kemal’in içinde büyük bir hınç vardı. Arkadaşları ne derlerse desinler, bozuk plak gibi birkaç duble sonra yeniden Esra’ya küfürler savuruyordu. Arada da kafasında dönen düşünceler nedeniyle uzun uzun dalıyordu.

Ya gerçekten Esra beni aldatıyorsa, ya ben gerçekten bir ibneysem? Bu nasıl mümkün olabilir? Nasıl yaşarım bununla? Ben nasıl bir ibne olabilirim. Yoksa tüm bunlar Esra’nın fikirleri mi sadece? Baksana, erkek arkadaşlarım bana hiçbir zaman böyle bir şey söyleyemez. Kesin beni aldattığı için kendince bana laf sokuyor orospu! diye hiddetleniyordu.

Dün gece yavaş yavaş gözlerinin önüne gelmeye başlamıştı. Kalbi hızla ve düzensiz bir şekilde çarpıyordu. Kafasını tutarak ayağa kalkmaya çalıştı. Bir an için gözü kararsa da elinin yardımıyla duvara tutunarak ayağa kalktı. Etrafına şöyle bir göz gezdirdi. Sonra yine ellerinin yardımıyla yürüye yürüye banyoya kadar gitti. Hemen suyu açıp duşa girdi. Önü beyaz üzerine kırmızı renkli çiçekli bir naylon duş perdesi olan, beyaz küçük bir küvetin içindeydi. Kalbi hızla çarpmaya devam ediyordu. Son zamanlarda iş yerinde de birkaç kez kalp çarpıntısı ile nefes darlığı yaşamıştı. Böyle zamanlarda hemen kendini dışarı atıyor ve derin derin nefes almaya çalışıyordu. İçindeki suçluluk hissinin altında, bir hamalın sırtındaki yükün ağırlığında ezilmesi gibi eziliyordu. Burada olmak istemiyordu. Banyoları sevmezdi. Annesi çocukken birkaç kez banyoda hortum ile kendisini dövmüştü. Bu yüzden banyoda gerektiğinden fazla zaman geçirmezdi. Şampuana uzandı ama yanlışlıkla vücut jelini eline döktüğünü ancak jeli kafasına sürdüğünde ve elindeki kutuya baktığında anladı. Huzursuzluğu daha da arttı. Bir an önce çıkmak istiyordu duştan. Suyun soğuk tarafını açtı sonuna kadar, kafasını soğuk suyla yıkadı iyice ayılmak için. Birkaç dakika soğuk suyun altında kalınca biraz olsun rahatladı. Yine de içinde huzursuzlukla duştan çıktı. Banyo kapısının arkasındaki askıda sadece Esra’nın pembe havlusu asılıydı. Onu aldı, sarındı ve dışarı çıktı. Esra sigarasını bitirmiş, çayı koymuştu. Kahvaltı hazırlamak için, sebzeleri lavabonun içinde yıkamış ve bir yemek bıçağı ile patatesleri doğruyordu. Kemal mutfağa girip doğruca buzdolabındaki soğuk suya yöneldi. Soğuk suyu ve raftan cam su bardağını alıp birkaç bardak arka arkaya içti. İçi yanıyordu hâlâ. Başının ağrısı azalsa da devam ediyordu. Bir tane ağrı kesici aldı buzdolabından attı ağzına, içtiği soğuk suyla yuttu. Esra, Kemal’in üzerindeki havluya bakıp gülümsedi. Kemal rengine takılmadan üzerine almıştı, ama Esra’nın gülmesine sinirlendi.

“Neye gülüyorsun kızım sen?’’ diye bağırdı.

Esra ‘Havlumu giymişsin, ona güldüm,” dedi biraz ciddi, ama hâlâ muzip bir tavırla.

“Yoktu başka temiz havlu banyoda, yıkamıyorsun ki!” diye bağırdı yeniden Kemal

“Temiz havlular banyo dolabının içinde, oradan alsana!” diye bağırdı Esra da dayanamayıp. Ne kadar unutmak isterse istesin Kemal’e olan siniri bir türlü geçmiyordu. Sinirden ellerinin titrediğini fark etti.

Kemal sinirle çıktı mutfaktan, yatak odasına gitti. Üstüne bir şort geçirdi. Sabah saatleri olmasına rağmen duvarlardan dahi sıcaklık geliyordu ve yapışkan sıcak insanın yüzüne çarpıyor, nefes almasını zorlaştırıyordu. Kafasının içinde hâlâ Esra’nın kendisini aldattığı ve kendisine ibne demesi dönüyordu.

“Geberteceğim ben bu orospuyu, o olacak sonunda!” diye homurdandı odadan. Yerde oraya buraya saçılan eşyalarını toparlarken düşüncelere daldı.

Geçenlerde de yanımda süslenip, püslenip bana nispet yaparcasına, ilk zamanlarda benimle yaptığı gibi Hasan ile kıvırtarak konuşmuştu orospu. Yine beni çileden çıkarmıştı. Hasan çok sevdiğim bir arkadaşım benim, yapmaz öyle şey. Ama kadın milletine de güven olmaz ki anasını satayım diye kendisini haklı çıkartmaya çalıştı düşüncelerinde.

Bu sırada Esra’nın cep telefonu çaldı. Arayan Cemal’di. Cemal parasızlık nedeniyle Esra’dan borç isteyecekti ama bunu telefonda direk istemeye çekiniyordu. Esra ile birlikte bir yerlerde bir kahve içip öyle istemeyi düşünüyordu. Kemal telefonun çaldığını, Esra’nın “Merhaba Cemal,” dediğini duydu. Bir kafeden bahsediyordu Esra, bahsedilen saatte kafeye gelemeyeceğini geveliyordu…
Kemal’in Cemal ismini duymasıyla kan beynine sıçradı. Elindeki eşyaları bir kenara atıp hiddetle mutfağa doğru koşar adım gitmeye başladı. Esra, Kemal kızmasın diye Cemal’e kendisi ile görüşemeyeceğini anlatmaya çalışıyordu. Cemal’in ısrarları üzerine mecburen “Olur görüşelim,” deyivermişti ki Kemal mutfağa girdi. Mutfak tezgâhının üzerinde duran yemek bıçağını aldı. Esra, Kemal’in elinde bıçakla kendisine doğru geldiğini görünce bir çığlık atarak elindeki telefonu Kemal’e fırlattı. Kemal telefondan sakınmak için sağa çekilse de telefon göğüs kafesine çarptı ve canını epey yaktı. Bunun siniri ile elindeki bıçağı daha bir kuvvetle kavradı. Esra korku içinde çığlık atarken kendisine uzanan bıçaktan kaçabilmek için bir adım geri çekildi. Bu sırada Kemal’in savurduğu bıçak Esra’nın sol kolunu kesti. Esra kolundan damlayan kanları ve kesiği görünce can havliyle Kemal’in üzerine çullandı. Kemal bıçağı kısmen boşluğa savurduğundan dengesini kaybetti. Esra’nın tüm gücü ile itmesiyle dengesini tümüyle kaybetti ve arkası üstü yere yapıştı. Düşerken kafasını sandalyelerden birine çarptı ve sersemledi. Bu sırada bıçak elinden düştü. Esra gözü dönmüş gibi yerde duran bıçağa doğru hamle yaptı ve bıçağı kavrayıp tüm gücüyle Kemal’in sol göğsüne sapladı. Kemal’in acı bağırışları ve güçsüz kolları ile Esra’dan kurtulma çabası işe yaramıyordu. Esra, Kemal’in üzerine tamamen yüklendi ve bıçağı sonuna kadar soktu. Sonra da Kemal’in çıplak göğsünde bıçağı bırakarak geriye doğru kendini attı. Ne yaptığını bilmez bir şekilde etrafına, Kemal’e ve göğsündeki bıçağa bakıyordu. Yaptığına inanamıyor, ancak nedenini bilmediği bir rahatlama yaşıyordu aynı zamanda. Derin bir nefes aldı oturup kaldığı mutfak zemininde.
Kemal şaşkınlıkla bıçağa bakıyordu. Ağzından ‘Orospu’ diye bir inleme çıktı. Kan bıçağın üzerinden ve Kemal’in çıplak, kara kuru vücudundan süzülerek yerdeki kilime ve mutfak fayanslarına akmaya devam ediyordu. Kemal bir yandan göğsünden akan kanı eli ile tutmaya çalışıyor, diğer yandan acıyla haykırıyordu. Bir zaman sonra gözleri kararmaya ve içi geçmeye başladı. Sonra da hareketsiz şekilde yerde kalakaldı.

Esra şoka girmiş bir şekilde uzun uzun Kemal’i izledi oturup kaldığı mutfak zemininde. Kendine geldiğinde Kemal’e yardım etsem mi diye düşündü bir an. Sonra Kemal’in acı içinde karşısında inlemesini ve hareketsiz kalışını ses çıkarmadan, büyük bir kayıtsızlıkla izledi.

Karasinek uçarak geldi ve Kemal’in kanlı göğsünün üzerine kondu. Sonra da açık olan mutfak penceresinden uçup gitti.

En Son Yazılar