Dedektif Dergi’nin bir önceki sayısında yer alan incelememde Attila İlhan şiirlerini ele almış, cinayet ve ölüm üzerine yazdığı dizeler üzerinde durmuştum. Uzun zamandır kafamı kurcalayan bir soru var: “Şiir cinayete, ölüme neden bu kadar yakın?” Aslında sorunun cevabı, sorunun kendisi kadar doğal. Şair duygularını coşkun bir şekilde yaşayan özel insandır. Cinayet de tutkunun, hırsın coşkunluğu nedeniyle aklın ve mantığın devreden çıkmasının bir sonucudur. Şairlerin potansiyel bir suçlu olduğu savına bağlamayacağım sözlerimi. Onlar, estetiğin peşinde koşan, dünyayı bambaşka algılayan insanlardır. Sanatçı duyarlılığı fiili bir cinayetten çok uzaktadır. Sait Faik Abasıyanık’ın “Dülger Balığının Ölümü”, Ömer Seyfettin’in “İlk Cinayet” isimli öykülerini okuduysanız (veya okursanız) bir sanatçının ne denli hassas bir yüreğe sahip olduğunu fark etmişsinizdir.
Bu yazıda Cahit Sıtkı Tarancı’nın şiirlerinde yer alan “ölüm” kavramı üzerinde duracağım. Cahit Sıtkı Tarancı, Türk edebiyatında “ölüm” kavramını en çok ele alan şairler arasındadır. Öyle ki şairin Otuz Beş Yaş isimli eserini elinize alıp “İçindekiler” kısmına bakarsanız birçok şiir başlığının içerisinde bile doğrudan “ölüm” kelimesini görürsünüz. Tabii burada sizlere bütün bu şiirlerden örnekler sunmayacağım. Benim ele alacak olduklarım daha çok sert ölüm duygularının ele alındığı dizeler olacak, arka planı olan ölümler. Bu “ölümler”, her seferinde bizi şaşırtan, farklı açılardan ele alınan ölümler olur. Örneğin “Benimsin” isimli şiirindeki şu dizelere bakın:
Gündüz kelebeklerin
Gece yıldızlarındır,
Ölüler böceklerin,
Azap günahkârlarındır
Sen de benimsin benim.
Bu dizelerde bizi bir korku filmi sahnesinin kesitine götürür adeta. Bize korkunç bir görüntü sunar, oysa vermeye çalıştığı sadece bir “aşk” temi değil midir? Şair “ölüm” kavramını aklından çıkarmakta zorlanıyor, her an -aşkta bile- ölümü düşünüyor. Bir başka ünlü şiiri olan “Desem ki”de:
Şayet sesimi farkedemezsen,
Rüzgârların, nehirlerin, kuşların sesinden,
Bil ki ölmüşüm.
Fakat yine üzülme, müsterih ol;
Kabirde böceklere ezberletirim güzelliğini…
diyor. Kulağa garip gelebilir ama şair; kabir (mezar), naaş ve böcek ilişkisini sevmiş gibi. Şiirlerinde ısrarla buralarda dolaşıyor.
Şair “Son Gece” isimli şiirinde yine “mezar”ı mekan olarak seçmiş kendisine:
Ey her gün bir mezarın taşını omuzlayan;
Kalmadı gökte bile senin için ağlayan
Kalkmamak ümidiyle haydi toprağa kapan.
“Ölüm” onun için bazen bir istek olmuştur, bir intihar arzusu… Neden şair bu kadar ölümü düşünmüştür, diye sorarsak eğer. Cevabı nettir aslında: ölüm korkusu. İnsan korktuğu şeyi çok fazla dile, kaleme döker. Psikoloji bunu söylüyor. Örneğin kendisi korkak olan bir baba, oğluna sürekli erkekliğin gereklerinden ve cesur olmaktan bahseder. Durumun bundan pek de farkı yok. Cahit Sıtkı Tarancı’nın tüm şiirlerinin toplandığı “Otuz Beş Yaş” isimli kitabının “İçindekiler” bölümüne baktığınızda dahi birçok şiirinin başlığında “ölüm” kelimesini bulacaksınız.
Şairin “Ölüm-I” başlıklı şiirindeki şu dizelere bakalım birlikte:
Ne yapsam gün doğmuyor gönlümce;
Sudur akar kendi bildiğince,
Hangi pencereye koşsam gece;
Gitmiyor bu ten bu canda ölüm.
Şair “ölümü” arzulamakta, hayata karşı bir bıkkınlık hissi içerisinde. Hayatın seyri istediği şekilde ilerlemiyor. Ne geçmiş günlerde yaşadıkları onu memnun etmiş ne de gelecekle ilgili güzel hayalleri var. Ölüm, yaşanan ve yaşanacak olan kötü anların bir sonu; şair için bir kurtuluştur. Sabırsızlıkla o anı beklemektedir. Sözlerimizin dayanağı sadece bu dizeler değil tabii. Şiirin devamı şöyle:
Ne vefasız geçmişten hayır var,
Ne gelecekler imdada koşar,
Çoktandır tekneyi aldı sular;
Çoktandır ümitler sende ölüm.
“Ölüm-II” başlıklı şiirinde de benzer bir bekleyiş var:
Ne gün aslına dönecek bu ten?
-Taş, toprak, çiçek, su veya maden-
Ruha ebediyeti vadeden
Efsanevi yalan nerde ölüm?
Şair ölümü arzuladığı gibi ölümden sonra da yaşama inanmakta, “Desem ki” şiirinde bunun izlerini görebilmekteyiz:
…
Kabirde böceklere ezberletirim güzelliğini,
Ve neden sonra
Tekrar duyduğun gün sesimi gökkubbede,
Hatırla ki mahşer günüdür
Ortalığa düşmüşüm seni arıyorum.
Şair kabir yaşantısına ve ondan sonra gerçekleşeceğine inandığı mahşer gününe yer vermiştir şiirinde.
Birçok şiirinde ölümü arzulayan şairin dünyayı arzulayan şiirleri de mevcut. Biraz da ümitvar bir son oluşturmak adına, ölümle ilgili yazdığı onlarca şiire rağmen “Gün Eksilmesin Penceremden” şiiriyle noktalayalım yazımızı. Şairimizi de bu yazıyı da bu dizelerle hatırlayalım:
Ne doğan güne hükmüm geçer,
Ne halden anlayan bulunur;
Ah aklımdan ölümüm geçer;
Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur.
Ve gönül Tanrısına der ki:
– Pervam yok verdiğin elemden;
Her mihnet kabulüm, yeter ki
Gün eksilmesin penceremden!
Bu dünyadan ölümü arzulayan ve çok genç yaşta hayata gözlerini yuman güzel bir insan geçti.
Edebiyatla kalın, güzel kalın.
Cahit Sıtkı Tarancı
- Doğum 4 Ekim 1910, Diyarbakır – Ölüm 13 Ekim 1956, Viyana
- Galatasaray Lisesi mezunudur.
- Mülkiye Mektebi’nde okudu.
- Sümerbank’ta çalıştı.
- BBC Paris Radyosu’nda Türkçe yayınlar spikerliği yaptı.
- Çeşitli devlet memurluklarında çalıştı.
- Geçirdiği kısmi felç nedeniyle konuşma yeteneğini kaybetti, tedavi için gittiği Viyana’da yaşamını yitirdi.
- Fransız sembolizminden etkilendi.
- En yakın arkadaşı Ziya Osman Saba’ydı.
- Sanatçının arkadaşı Ziya Osman Saba’ya yazdığı mektuplar, “Ziya’ya Mektuplar” adıyla yayımlanmıştır.
- Henüz 46 yaşındayken hayata gözlerini yumdu.