Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Oyuna Davet 4. Bölüm Son Nazif Pehlivan Versiyonu

Diğer Yazılar

YENİ EV

HAVUZ PROBLEMİ

Dedektif Dergi
Dedektif Dergihttps://dedektifdergi.com/
En çok aldığımız sorulardan biri, Dedektif’e yazı gönderebilir miyiz? Evet, elbette bize konusu polisiye olan öykülerinizi ve gene polisiye üzerine yazılmış denemelerinizi, incelemelerinizi, kitap/film eleştirilerinizi ve makalelerinizi gönderebilirsiniz. Öykü ve yazılarınız yayın kurulumuz tarafından değerlendirildikten sonra dergimizde yayınlanacaktır.

[Oyuna Davet’in ilk bölümü için tıkla!]

 

Mesajı şaşkınlıkla tekrar okudu. Doğru görüyordu, hedef bir avukattı. Telefonu cebine koyup köşedeki taksi durağına doğru koştu. Bir an önce işi bitirip parasını almak istiyordu. Sıradaki taksiye binip yola çıktı. Taksicinin sorusu birden irkilmesine sebep oldu.

“Nereye Abim?”

“Tren garına.”

Sustu. Aklının boşaldığını hissediyordu, uyuşmuştu. Garın önüne geldiğinde indi ve derin bir nefes aldı. Yürüyerek pasaja geldi. Bina girişindeki tabelalara baktı. Evet, aradığı isim oradaydı: Avukat Selim GÜMÜŞ.

“Haydi Osman, başlayalım,” diyerek elini ceketinin altındaki silaha attı. Yerinde olmasının verdiği güvenle ürkek ve bir o kadar da kendinden emin içeri girdi. Asansör vardı, ama zamanı uzatmak istercesine merdivenleri kullandı. Kalbi yerinden çıkacak gibiydi. Sanki ortalık biraz daha sessiz olsa, kalp çarpıntısı duyulacak diye korkuyordu.

Üçüncü kata geldiğinde uzun koridora girdi. Sağlı sollu odalara baktı. İşte oradaydı: Avukat Selim GÜMÜŞ. Yaklaştı. “Kapıyı kırıp mı girsem, yoksa çalsam mı? Ya da direk dalayım.”.

Bir süre içeriyi dinledi; ses yoktu. Kapıyı yokladı, kolunu tutup açmayı denedi, biraz daha bastırınca açıldı. Önce bir askı, sonra bir duvar kolonu ve bir koltuk onu karşıladı. Odaya kafasını uzattı. Masanın arkasındaki cama dönük oturan biri vardı. Silahı çıkarıp derin nefes aldı, tam tetiğe basacaktı ki bir şeylerde terslik olduğunu hissetti. Silahı usulca indirdi.

Seslendi. “Selim Bey, Selim Bey?” Ses yoktu.

Masaya yaklaşıp kafasını uzattı. “Aman Allah’ım, bu da ne?” Selim Bey’in boynundan aşağısı kanlar içindeydi. Vurularak öldürülmüştü. İrkildi, geri kaçtı. Şoka girmişti. Neler oluyordu? Selim Bey’i kim, neden öldürmüştü?

“Madem ölecekti, neden beni gönderdiler?” düşüncesiyle sandalyeye çöktü. Nefes alamıyor, göğsü daralıyor, aklıyla çelişiyordu.

Bir anda binaya doluşan ayak seslerine kulak kabarttı. Kapıyı açıp koridordan merdiven boşluğuna baktı. Yoğun bir polis kalabalığı merdivenlerden yukarı çıkıyordu. Hemen odaya geri koşup kapıyı kapattı. Arkadan kilitledi. Ne yapacağını bilmiyordu. Çaresizdi, kaçacak yeri yoktu. Sadece dört duvar ve bir ceset. Artık adımlar net duyuluyordu.

Üçüncü kattaydılar ve beklenen an geldi. Polislerin sesi duyuldu.

“Açın kapıyı, içerde olduğunu biliyoruz!”

Soluğu kesildi. “Buradayım!” demek istiyor, ama yapamıyordu. “Gidin, ben yapmadım!” demek istiyordu, ama sesi boğazında düğümleniyordu.

“Açın kapıyı, yoksa kıracağız! Teslim olun!”

Son bir umutla Selim Bey’in yanına koşup dürttü. “Selim Bey, Selim Bey!” Nabzına baktı, atmıyordu. Tamamen tek başınaydı. Tekrar sandalyeye çöktü. Aklı hepten karışmıştı. Ne yapsa kurtulurdu? Kalkıp cama gitti. Şöyle bir yüksekliğe baktı. Atlamayı düşündü. Eğer ölmezse, sakat kalma ihtimali yüksekti, tabii ki yakalanma ihtimali de. Nasıl aklayabilirdi ki kendini? Dinlemezlerdi bile. O ihtimalden de vazgeçti.

Kaçar yolları tek tek kapanıyordu. Son bir yol kalmıştı. Silahını tekrar eline aldı ve şakağına dayadı, tetiği çekip çekmeme arasında tereddütteydi. Son bir yüklenmeyle kapıyı kıran polisler içeri daldılar. Namlular Osman’a dönmüştü. Osman’ın silahı da başındaydı

“Hemen silahını indir. Teslim ol!”

“İnanmayacaksınız, ama ben yapmadım. Ben geldiğimde ölmüştü!”

“Tamam, indir hadi, konuşalım! Teslim ol!”

“Ben değilim!”

“Üçe kadar sayacağım, indirmezsen ateş edeceğim!”

“Ama ben… Ama durun, tamam!”

Osman polisleri durdurup silahını ateşledi. Bedeni geriye doğru devrilirken kafasını masaya vurdu.

Birden yatağından fırladı. Sabah olmuştu. Kan ter içinde kalmıştı. Çok kötü bir kâbus görmüştü. Korkuyla başını çevirdi. Serpil yatağın diğer tarafında yorgana sıkıca sarılmıştı. İçerisi soğumuştu. Kalkıp oğlunun odasına geçti. Kapıyı açıp baktı, oğlu da derin uykudaydı. Girip usulca öptü, odadan çıktı. Salona doğru yürüdü. Eliyle petekleri yokladı. Soğuktu, kombi sönmüştü. Işığın düğmesine bastı. Tahmin ettiği gibi elektrikler kesilmiş, kombi de kapanmıştı. Masada duran sigarasını alıp yaktı. Camın perdesini kaldırıp açtı. Az önce yaktığı sigaradan derin bir nefes alıp üfledi. Hava soğuktu, Ankara ayazı vardı. Gördüğü her şeyin rüya olmasının verdiği rahatlıkla sigarasını içerken bir anda neredeyse ağzından düşürecekti. Dışarıda temizlik görevini yapan Selim gözlüğünü başının üstüne kaldırıp gülümseyerek seslendi: “Osman Bey, Osman Bey, erkencisin bugün!” El salladıktan sonra işine devam etti. Osman da ona elini kaldırıp “Kolay gelsin, Selim Gümüş” diyerek selam verdikten sonra sigarasını söndürdü. Camı kapatıp yatağına geri döndü. Serpil’e sarıldı ve tekrar huzur içinde uykuya daldı.

– SON –

En Son Yazılar