– Nilay Hanım, öncelikle röportaj isteğimizi kabul ettiğiniz için tüm Dedektif Dergi ailesi ve okurları adına teşekkür ediyorum. Sayenizde Uzakdoğu polisiye edebiyatına ait güzel bir eseri okuma şansı bulduk. Polisiye severlere biraz kendinizden bahseder misiniz? Japonca ve Japon edebiyatıyla ilişkinizi merak ediyoruz doğrusu.
İstanbul’da doğdum. Edebiyattan tamamen farklı bir mesleğim vardı, memnun değildim. Meslek değiştirmeye karar verdim. Yabancı dillere ilgim vardı. Özellikle Rusça, İtalyanca ve Japonca dilini öğrenmeye istekliydim. Tercihimi 1995 yılında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Japonca Öğretmenliği Bölümü’nden yana kullandım. Öğrenciliğim sırasında Panasonic bursuyla Japonya’da araştırma gezisine katılma şansım oldu. MEXT bursunu kazanarak Okayama’da bir sene dil eğitimi aldım. Mezun olduktan sonra, ÇOMÜ’de araştırma görevlisi olarak çalışmaya başladım. Japonya Hükümeti MEXT Bursu ile Shizuoka Üniversitesinde edebiyat alanında yüksek lisans yaptım. Ardından Nagoya Üniversitesinde doktora ders programını tamamlayarak Çanakkale’ye döndüm. 2020 yılında üniversiteden ayrıldım, serbest çevirmen olarak çalışmaya başladım. “Şeytanın Çırağı” (İthaki Yayınları, 2021), Yabancılarla bir Yaz (İthaki Yayınları 2021) ve “Satürn Evleri” (İthaki Yayınları, 2021) adlı çevirilerim yayımlandı. Tamamlanmış ancak henüz yayımlanmamış kitap çevirilerim var.
– Pek çoğumuz başka bir dile ve kültüre ait eserleri yazıldığı dilde okuma şansına sahip değiliz. Siz kıymetli çevirmenler bu noktada hayatımızı kolaylaştırıyor ve dünya edebiyatını tanımamızı ve anlamamızı sağlıyorsunuz. Japoncadan Türkçeye çeviride yaşadığınız zorluklar nelerdir? Japon dilinden çevirinin avantajları var mı?
Yüksek Lisansımı Natsume Soseki ve eserleri üzerine yaptım. Sadece edebiyat konusunda değil bu eserler üzerinden alanlar arası bir çalışma yaptım. Japon kültürü ve sosyolojisini de inceledim. Doktoram sırasında Japonya’nın modernleşme sürecinde 1868 sonrası çocuk dergilerinde, masallarda Japon milliyetçiliğinin nasıl işlendiğine dair bir çalışma yaptım. Bu pek çok Japonca metni okumamı ve dile hâkim olmamı sağladı. Şeytan’ın Çırağı’nı çevirirken önemli bir çeviri zorluğu yaşamadım. Genel olarak Japoncadaki hitap şekillerine Türkçede karşılık bulmak biraz zor. Kişinin genç, yaşlı, kadın, erkek ya da statü olarak farklı oluşu ifadeyi değiştirir. Japonca bir metinde kimin konuştuğunu bu ifadelere bakarak anlayabilirsiniz. Türkçede bu yok. Özneyle ilgili bu sıkıntıları çeviri sırasında eklemeler yaparak aşabilirsiniz. Kendi dilinize de hakimseniz başka zorluk yaşamazsınız.
– Romanı daha önce aslından okumuş muydunuz? Çeviri süreci nasıl geçti? Anlatılan iki cinai hikâye sizi ne yönde etkiledi?
Hayır. Çeviri öncesi romanı ve yazarı tanımıyordum. Çevirmekte zorlanmadım. İkisini de zevk ve merakla çevirdim. İlk hikâyeden daha fazla etkilendiğimi anımsıyorum. Düşündürücü bir kurgusu vardı. Entrika ve aşk öyküsünden çok cinayetin nedeni ve psikolojisi beni daha çok çekiyor. Okuduğum şeyde zekâ arıyorum. Çevireceğim metinleri merak unsurunu yitirmemek için önceden okumuyorum. Sonunu merak ettiğim için çeviri daha keyifli ilerliyor. Doğrusu çevrilmiş eserleri okumayı hiç sevmiyorum. Çünkü beynim sürekli ‘Bunun orijinalinde ne denmiştir acaba?’ diye soruyor.
– Polisiye tüm dünyada yoğun hayran ve okuyucu kitlesine sahip. Ancak edebiyattaki yeri zaman zaman tartışmalı. Japonya’da Edogawa Rampo, Mephisto ve Agatha Christie Ödülleri verildiğini biliyoruz. Bu minvalde Japon okurun polisiye edebiyata bakışı ve ilgisi nasıl? Japon polisiye ve suç romanları raflarda hak ettiği yeri bulabiliyor mu?
Kendi tecrübe ve bilgim dahilinde Japonya’da polisiye türü sevilip satılıyor mu bilemiyorum. Böyle olduğuna inanıyorum ancak istatistiksel bir veriye ulaşamadım. Ancak benim de gençliğimde yaptığım gibi okuma alışkanlığı kazanmak için genç Japon okurların polisiye roman ve manga okuduklarını tahmin ediyorum. Hamao’yu yeni nesilden ziyade eskiler belki tanıyabilir. Ancak Japon halkının iyi bildiği bir isim Matsumato Seicho var. Seicho dedektif kurguyu Japonya’da popülerleştiren yazardır. Akagawa Jiro var. Gizem ve muamma içeren romanları vardır. Bölümümdeki öğrencilere Japonca olarak okuması kolay olduğundan tavsiye ederdim. Çağdaş dönem ve güncel edebiyatçılardan – polisiye denir mi bilemiyorum ama- gizem yazan kadın yazarlar var. Doğrusu onları da çevirmeyi çok isterim.
– Okurları heveslendirmek adına Şeytanın Çırağı’ndan biraz bahsedebilir misiniz? Kitabı siz mi seçtiniz yoksa yayınevi mi?
Çeviri talebi yayınevinden geldi. Şeytanın Çırağı iki uzun öyküden oluşan bir kitap. İlk öyküde tuttuğu günlük nedeniyle bir kadının ölümünden sorumlu tutulan Eizo Shimamura’nın davanın savcısına yazdığı mektupları okuyoruz. İkinci uzun öykü “Onları Öldürdü mü”de genç bir avukat, cinayeti işlediğine kesin gözüyle bakılan ve suçunu kabul eden bir adamın masum olma ihtimalinin peşinden gidiyor. Her iki öykü de sürükleyici.
– Yazar Şiro Hamao kimdir? Japon polisiyesindeki yeri nedir?
1985 doğumlu Şiro, dönemin önde gelen ailelerinden birine mensup bir hukukcuymuş. Tokyo İmparatorluk Üniversitesi başkanı ve Tokyo Güzel Sanatlar Okulunun kurucusu Vikont Arata Hamao’nun kızıyla evlenerek eşinin aile ismini almış. Arata Hamao öldükten sonra vikont olmuş ve aynı sene Tokyo Bölge Mahkemesinde savcılık görevine başlamış. Daha sonra bu görevden ayrılarak kendi hukuk bürosunu açmış ve dedektif öyküleri yazmaya da bu yıllarda başlamış. Polisiye türünde yazıyor oluşu nedeniyle çevresinden ağır eleştiriler almış. Ancak yılmamış. Meslek hayatındaki bilgi ve deneyimlerini kullanarak gerçekçi metinler ortaya koyan yazar Doyle ve Poe’dan etkilenmiş. Hamao aynı zamanda bir eşcinsel savunucusuydu. Japonya’nın ünlü polisiye yazarı Edogava Rampo “Homoseksüellik konusunda her şeyi ondan öğrendim,” demiştir. Rampo’ya ilham veren kişidir. Yazdığı metinlerin bugünkü Japon polisiyesine ilham kaynağı olduğu söylenmekte.
– Romandaki iki uzun öyküde yoğun bir şekilde kadına şiddet teması işleniyor. Japon toplumunun bazı adet ve kurallarının bizlere benzediği söylenir. Ülkemizde kadın cinayetleri yüz kızartan bir sayıyla her gün ana haber bültenlerinde yer buluyor. Japonya’da kadının toplumdaki yeri ve kadına şiddet konusunda neler söylemek istersiniz?
Japonya’da kadına şiddet yok diyemem. Aile içi şiddet dediğimiz türde olaylar var. Ancak basını meşgul edecek kadar yoğun değil. En azından olayların kadın cinayetine varacak kadar büyümediğini düşünüyorum. Çocuk istismarı haberlerini zaman zaman basında görüyorum. Kültürel yapılarında eşinden ayrılmak isteyen kadını sahiplenme düşüncesi yok. Boşanma süreci Japonya’da oldukça pahalı. O nedenle boşanmayıp ayrı yaşayan çiftler çoğunlukta. Nadiren olaylar olabilir tabii. Ama öldürmeye kadar gitmiyor. Dini inançları, namus anlayışları, töre ve adetler değişik olunca şiddet davranışları ve kadına bakışları ülkemizde gördüklerimizden farklı.
– Japonların okuma alışkanlıkları ülkemizde hep örnek gösterilir ve övülür. Sıra beklerken, metro ve otobüste sürekli okudukları bilgisi bir şehir efsanesi mi yoksa gerçek mi?
Gerçek. Japonlar okumayı seviyor. 2003-2010 yılları arasında Japonya’daydım ve metrolarda görüntü buydu, evet. Herkesin elinde manga olsun roman olsun mutlaka bir kitap vardır. Son zamanlarda bizdeki gibi telefon ekranından okumaya dönmüş olabilirler. 2007-2008 yıllarında cep telefonu romanları yaygınlaşmaya başlamıştı. Kısa, doğrudan telefondan okunabilecek metinlerdi bunlar. Şöyle söyleyeyim öğlen yemeği saatinde kütüphaneye gelip okuma yahut araştırma yapan pek çok Japon’a rastladım. Edo döneminde bile – ki kapalı bir dönemdir, samurayların olduğu zamanlar- toplumun okuma yazma oranı oldukça yüksekmiş. Okumayı seviyorlar. Yaşlı bir teyzeyi okurken görmek, bir amcayı araştırırken bulmak çok sıradan, olağan bir durum. Çanakkale’deki bölümümüze Bodrum’a yerleşen bir Japon kadının vefatı sonrası epeyce bir kitap kızı tarafından bağışlanmıştı. Halk kütüphanelerinde bile geniş ve güncel kaynaklara ulaşmak mümkün. Üniversite kütüphaneleri halka açık. O nedenle kütüphaneler aktif. Japonya’da kitap alamıyorum o yüzden okuyamıyorum deme bahaneniz yok. İkinci el kitap satışı yaygın. Çok temiz kitapları uygun ücretlere alabilirsiniz. Bizdeki sahaflardan farklı olarak bu yerler son derece düzenli ve temizdir.
– Ülkemizde Uzakdoğu dendiğinde akla ilk olarak Kore dramaları ile Japon manga ve animeleri geliyor. İstatistik verilere göre Türkler zaten az okuyor. Okuyan ve dünya edebiyatına ilgi duyan seçkin bir kesim yok değil. Japon edebiyatıyla yeni tanışacak Türk okurlar için tavsiyeleriniz var mı? Hangi yazarları ve eserleri öncelikli okumalarını salık verirsiniz?
– Japon mangaları Türk gençleri arasında zaten popüler. Okumaya alışma adına da bunlara öncelik verilebilir. Murakami ülkemizde beğenilerek okunuyor. Polisiye edebiyattan da az önce bahsettiğim Rampo, Seicho ve Jiro romanlarını önerebilirim. Kitapseverler Türkçe çevirilerine ulaşabildikleri Japon yazarları okusunlar, kültürü tanısınlar isterim.
– Nilay Çalşimşek polisiye okur mu, polisiye dizi ve filmler izler mi? Neden?
Gençlik yıllarımda polisiye okurdum. Agatha Christie’nin Türkçeye çevrilmiş tüm kitaplarını okumuşumdur. Poirot karakterine çok düşkün değilim. Aslında o yıllarda elime ne geçerse okuyordum. Çılgınca okurdum. Annem kızıyor diye yorganın altında el feneri ışığında okumuşluğum vardır. Polisiye ve gizem dizileri, filmleri izlemeyi severim. Sezonları tamamlanmış dizileri izlemeyi tercih ediyorum. Criminal Minds izliyorum bu ara. İngiliz Endeavour dizisi var, onu çok beğenmiştim. Modern yöntemler olmadan ipuçlarıyla davaları çözmeleri güzeldi. Eskilerden Bones dizisi vardı hatırlarsanız. Birkaç kez izlemiştim onu da. Ayrıca seri cinayetlerin ele alındığı film ve belgeselleri de seviyorum. Neden derseniz, işin içine takıntı ve saplantıyla beraber zekanın da dahil olması beni çekiyor.
– Roman çevirinizde “Kadınlara ilgi duymayan/nefret eden” şeklinde ifade ettiğiniz eşcinsellik Japonya’da nasıl görülüyor?
Yazarın romanı yazdığı dönem henüz bu kavramların Japonya’da kabul görmediği ve tabu sayıldığı yıllar. O nedenle de kelime olarak karşılığı yok. Yazar bu şekilde ifade etmiş. Biz batıyla iç içe olduğumuz için bazı kavramların bize gelişi daha hızlı oluyor. Ama Japonya’da modernleşme döneminde bizim daha Osmanlı zamanında bildiğimiz kavramlar yeni yeni konuşuluyordu. Çocuğun birey olarak kabul edilmesi bile bizden çok sonra Japonya’da gerçekleşmiştir. Kadına bakışları için de aynı şeyleri söyleyebiliriz. Eşi ve ailesi için yeterli olabilmesi adına eğitim görüyorlardı. Kadın ve erkeğin rollerinin sert çizgilerle ayrıldığı bir dönemde eşcinsellik ailenin ve dolayısıyla devletin düşmanı sayılmış. Bu nedenle eşcinsel kavramının karşılığı bir kelime yoktu. Şu an da Japon kültüründe eşcinsellik çok onay alan bir durum değil. Bizim kadar tutucular bu konuda.
– Yakın zamanda sizin çevirinizle başka Japon polisiye eserler okuyabilecek miyiz?
Aslında Natsume Soseki romanları üzerinde çalıştığım, tümünü yazıldığı dilde okuduğum için çevirmeyi isterim. Henüz buna vakit bulamadım. Yeni dönem polisiye yazan kadın yazarların kitaplarını da Türkçeye kazandırmayı çok isterim. Tabii yayın hakları vs. nedeniyle yayınevinin taleplerine bağlı kalmak durumundayım.