Sultanat Eyalet-Şehri’ndeki Belediye Bilişim ve Enformasyon Binası diğer adıyla Bel-Bil Kulesi, ortadaki kocaman bir iç avluya bakan ve balkonlar halinde daralarak yükselen katlardan oluşuyordu. Başkan yedinci kattaki odasının avluya bakan balkonuna çıktı. En yakın rakibi Cumhuriyetçi Vatandaş Partisi- CEVAP adayı İmelik Çekçek’i yenen Sade Vatandaş Partisi- SEVAP adayı İkram Papazoğlu’nun ilk belediye başkanı oluşunu kutluyorduk. Başkan çalınan seçim sandıkları ve oy çuvallarını kurtaran Sultanat Şehri Özel Kuvvetler- SSOK birliklerine dair övgü dolu sözler sarfediyordu. Artık bir polis köpeği olan Çakır’la ben de bu gurur tablosunda Başkan’ın yanındaki yerimizi almıştık.
“İşte bu polisler, gafillerin oy çalmalarına engel olarak, çuval çuval oyların seçim merkezine taşınmasını sağlayarak bugün burada olmamızı sağlayan gençlerdir!”
Cenah gazetesi muhabirinden gelen soru:
“Sayın Başkan bu yanınızdaki cılız kadınla uyuz köpeği mi yeni SSOK birliklerine atanan kişi? Çuval çuval oyları araçları devirerek mi yoksa hırsızları ısırarak mı yakaladılar?”
Başkanı dinleyen kalabalığın arasında krem rengi uzun pardösülü, güneş gözlüklü ve kasketli bir adam gözüme çarpmıştı. İki elinin de sürekli cebinde olduğunu ve cebinden çıkardığı akrep dövmeli sağ elini arada çok kısa süreyle kulağına götürdüğünü fark etmiştim. Çok aksiyon filmi izlemenin faydaları. Uzun pardösü. Kasket. İç mekânda güneş gözlüğü. Kulaklık. Casus. Ya da tetikçi.
Fazla düşünmedim. Aslında düşündüm. Balkondan aşağı yedi kat boyunca düşerken, “İnşallah özel kuvvetlerin kulaklıkları da böyle salak salak elini kulağına götürerek konuşulacak şekilde tasarlanmamıştır!” diye düşündüğümü hatırlıyorum. Düşünmek hızlı tabii ki. Düşmek daha hızlı.
Yerdeyim. Yerdeyiz. Peşimden Çakır’ın da atlayacağını nerden bileyim? Musa’nın ikiye yardığı Kızıldeniz gibi açılan kalabalık. Çığlıklar. Patates çuvalı haline gelişim. Çakır’ın patates çuvalı haline gelişi. Sonra güçlü kadın moduna geçişim. Çakır’ın güçlü kocaman bir köpek moduna geçişi. Pardösülü adamı yakalamam filan hepsi beş saniye sürdü. En son baktığımda Çakır kendine uyuz köpek diyen Cenah gazetesi muhabirini yere yatırmış, üzerinde hırlıyordu.
“Gel kızım!” dedim. “Paçavra bir gazetenin muhabirini ısırdığına değmez.”
***
Pardösüsünün altında Uzi saklayan eli akrep dövmeli adamı yakalamamın üzerinden bir belediye başkanlığı seçimi daha geçti. Papazoğlu ‘halktan ve haktan yana lider’ imajıyla tekrar seçildi. Artık koltuğa iyice yerleştiği için balkona tek başına çıkıp kimseye teşekkür etmeden konuştu. Geçen seçimlerde “Çalınan oylar sizin değil, diğer adayın da olsa yine aynı hassasiyetle görevimi yapardım. Ben siz başkan seçilesiniz diye uğraşmadım. Sadece haksızlığa engel oldum,” diyemediğim için çok pişmandım.
***
SSOK tarafından, Kapalı Kapılar Ardında Komünizm Partisi Ülkesi- KKKP vatandaşı ve çok zengin bir oligarç olan Baramoviç’in süperyatına gizli görevle gönderilmiştim. Yat havaya uçtu, ben kurtuldum ama zimmetime 60 milyon avro geçirmek, bununla Vuvuzuella’dan 5 ton kochain getirtmek ve bunlardan dolayı vatan hainliği suçlarından tutuklandım. Her şey bir yana arkamdan iş çevirerek beni tutuklayan kişinin kankam ve iş arkadaşım Ramazan olması beni yıkmıştı.
Baramoviç’in yardımıyla hapishaneden kaçırılıp serbest bırakıldım. Ama bana önerdiği gibi sahte pasaportla sonsuza kadar kaçak olarak yeni bir hayata başlamayı gururuma yediremedim. Çünkü masumdum ve eyalet-şehrime dönüp masum olduğumu ispat ederek temize çıkmam gerekiyordu. İnat edip hakkında tutuklama kararı çıkmış kaçak bir polis olarak Sultanat’a gizli gizli girmiş ve Ramazan’ı kendi ellerimle vurmuştum. Ben doğruluk ve adalet adına silah taşıdığımızı sanırken, Sultanat Şehri’nde tüm dengeler değişmişti. Adalet sarayları haklıyı değil, güçlüyü savunmak üzere yeniden dekore edilmişti.
Ramazan’a göre yanlış taraftaydım. Hep muhalefetteydim. Güçlüden, paradan yana olsaydım sırtım yere gelmezdi. Bana bunları dedikten sonra sırtı yere gelen maalesef Ramazan’ın ta kendisiydi.
***
Ramazan’ın babası Tekelci Bakkal Necati Amca’ya hangisini anlatabilirdim ki? Oğlunun bana ve babasının inandığı tüm değerlere ihanet eden bir hain olduğunu mu yoksa benim kurşunumla öldüğünü mü? Hiçbirini söyleyemezdim. Söyleyemedim de.
Sırada Papazoğlu, Solomon Sert ve Hayri Kozak’la hesaplaşmam vardı. Bu işin içinde kimin parmağı varsa yirmi tırnağım ahirette değil bu dünyada yakasında olacaktı. Bu dünyanın işini, olup olmadığını kimsenin teyit edemediği ahirete bırakmaya hiç niyetim yoktu.
***
Sultanat Şehri de tüm dünya gibi rap müzik hayranlarıyla dolup taşarken 3KSİK3T3K isimli bir kadın rap’çi N3FR3T isimli şarkısıyla ortalığı kasıp kavurmaya başladı.
Bu devirde kimse hükümdar değil bezirgân değil kimse şah değil padişah değil
O kadar güvenme hiç kendine yaptığın hiçbir şey pek matah değil
Bu dünya Süleyman’a bile kalmamış sana da kalacak değil
Senin hükümdarlığın sonsuz bizim boyun eğmemiz sınırsız değil
***
İkram Papazoğlu Sultanat Şehri belediye başkanlığını tekrar kazanmış olmasına rağmen koltuğunda rahat rahat oturamıyordu. Önümüzdeki haziran ayında yapılacak belediye meclisi seçimlerinde, SEVAP partisi olarak eyalet vekili çoğunluğunu sağlayamazsa şehri tek başına yönetebilmek ayrıcalığından olacaktı. Bu yüzden sinirinden kuduruyordu. SULTV’ye yaptığı bir konuşmada 300 eyalet vekili verin bu iş sükûnet içinde çözülsün!” dediği zaman hiç kimse sükûnet içinde çözülmezse ne olacak acaba diye sormayı akıl edemedi.
Seçimlerden önceki şubat ayında eyalet-şehrin çözüm sürecini yürüten yetkilileri, Tulslarla aramızdaki anlaşmazlıkları masaya yatırmak için Solmazbahçe Sarayı’nda toplandı. Yasadışı Tulsa Tulslarındır Özel Kuvvetler- TTOK örgütüne Sultanat Şehri üzerinde yürüttüğü silahlı faaliyetleri sonlandırması için çağrı yapıldı. Papazoğlu toplantıdan sonra yapılan açıklamalar için “İpe un seriyorlar,” dedi.
Papazoğlu’nun belediye başkanı olarak Sultanat Valiliğini feshetmek istediği ve valiliği kendi bünyesine katarak bir vali-başkan olmak istediği kamuoyunca bilinen bir gerçekti. Mart ayına gelinince dananın kuyruğu koptu. Her Daim Ezilen Vatandaş Partisi- HEWAP lideri Selocan Çakmaktaş ‘Seni vali-başkan yaptırmayacağız’ çıkışıyla gündeme oturdu.
Bütün bu cümleler Tulslarla aramızdaki geçimsizliği aşmak isteyen çözüm sürecini yerle bir etmeye yetti.
***
Sığınabileceğim tek yer hacker arkadaşlarım olan Siber Can ve ekibinin yanıydı. Allah’tan onları kendi düşmanlarından saklanmaları için mahallemdeki terk edilmiş transformatör fabrikasına yerleştirmiştim. Ramazan’ın ihanetinden sonra diğer kankam Hüsnü’ye de güvenemezdim. Kendim aklanana ve insanlara hesap sorabilir pozisyona gelinceye kadar bir kaçak olarak gölgelerde yaşamaya mecburdum.
Ben köşe bucak saklanırken Ramazan’a sadece topraklarımızı savunurken ölen asker ve polislere yapılan Eyalet-Şehir Cenaze Töreni yapıldı. Tutuklandığım gün, Burgaziçi Limanı’nda 5 ton kochain taşıyan Vuvuzuella gemisi mürettebatıyla SSOK birlikleri arasında çatışma çıkmıştı. Ramazan bu çatışmada öldü gösterilmiş, bu yüzden özel cenaze törenine hak kazanmıştı. Hainlerin törenle gömüldüğü bir eyalet-şehirde, törenle gömülmesi gerekenlere ne yapılırdı kim bilir?
***
Eyalet vekili seçimlerinden bir hafta önce gazeteci Johnny Yesterday, Sultanat İstihbarat Ajansı- SIA tırlarının insanî yardım değil mühimmat taşıdığıyla ilgili bir haber patlattı. SIA müstahdemi Amirkhan Sapöling bu duruma sessiz kalırken seçim stresi ayyuka çıkmış olan İkram Papazoğlu çok sinirlendi.
Başkan, 8 Haziran seçim sonuçlarından da istediğini elde edemeyince küplere bindi. SEVAP’ın aldığı %40 oyla ancak başka bir partiyle koalisyon yaparak şehri yönetebilecekti. Fakat Papazoğlu’nun en tepedeki koltuğu paylaşmaya hiç niyeti yoktu.
***
N3FR3T
Kopardın attın milletin sanat denen hayat damarlarını
Bağladın doksan dokuz odalı ahırın kapısına havlayan çomarlarını
Köprüler yaptırdın gelip geçmeye parası az diyorsun ama yalan
Deli Dumrul gibisin memleketin her köşesinde var bir talan
***
Siber Can ve ekibi internette geceli gündüzlü masumiyetimi ispat edecek veriler ararlarken Sultanat şehrinin emniyet güçleri olan SSOK’ta kirli polisleri araştıran bir istihbarat servisi kurulduğunu keşfettiler. Bu servisin adı Kirli Polis Araştırma Birimi- KİRPO idi. Bu servis sayesinde polislerin güvenliğimizi tehlikeye atacak eyalet-şehir sırlarını düşmanlarımıza satmaları gibi olayların önüne geçilecekti. İstihbarat içinde istihbarat, resim içinde resim, ‘mise en abym’di bu birim. Şaşırtıcı yanı bu birimin başına, benim başımın derdi olan Solomon Sert’in getirilmiş olmasıydı. Adam, şehrin tüm içişlerini yönetecek kişi olmaya doğru emin adımlarla ilerliyordu. Artık tek tuşuyla bir polisi hain ilan edebilecek ve infazını gözünü kırpmadan gerçekleştirebilecekti.
Araştırdıkları polislerin ilk sırasında tabii ki ben vardım. İkinci sırada da Amirim Hayri Kozak vardı. “Bu birimin peşine düşmesi bile Hayri Kozak’ın masumluğunu ispata yeter,” dedi Siber Can.
“Ben gözlerinin içine bakıp sormadan ve cevap almadan hayatta inanmam suçsuz olduğuna!” dedim kükreyerek.
“O zaman dön bak bakalım gözlerimin içine!” diye bir ses geldi arkamdan. Amirim, köpeğim Çakır’ı da alıp gizlendiğimiz fabrikaya gelmişti. Tabii ki bunda Siber Can’ın parmağı vardı. Canım köpeğim Çakır zincirinden boşalınca sevinçten üzerime atladı ve beni yere yıktı. Ben gözyaşları içinde ona sarılırken Amirim yanımıza çömeldi. Gözleri dolu dolu olmuştu.
“Topun ağzındayım Ozan. Demek Siber Can’ın sağduyusu olmasa benim de alnıma üç kurşun sıkacaktın öyle mi?”
“Okul müdürünün Özel Çamlıca Lisesi’ni kapatacağını öğrenmiş Mahmut Hoca gibi bakma bana Amirim. Ramazan hain çıktı. Düşünsene Ramazan yahu! Aynı şişeden bira içtiğim, aynı kaşıktan yemek yediğim, birayı fazla kaçırınca ayak uçlu baş uçlu uyuduğum, bayramda annesinin babasının elini öptüğüm bir adamdı!”
“Haklısın Ozan. Beynini yıkamışlar çocuğun. ‘Sonsuza kadar varoş mahalledeki bir bakkalın oğlu olarak mı kalacaksın?’ demişler. Hüsnü de perişan. Cenazesine bile gidemediğin için eminim sen de perişansındır.”
“Nereden anladın o üç kurşunu benim sıktığımı?”
“Bir tek ben mi? Tüm teşkilat anladı. Eli silah tutup üç kurşunu da milimetrik olarak aynı yere isabet ettirebilecek kim var ki senden başka?”
***
N3FR3T
Her saat başı ana haber bülteninde anılır adın
Bir tek başa çıkamadığın şey var onun adı da kadın
Nefes aldın yattın kalktın bizi hep yaftaladın
Açık dedin kapalı dedin üç çocuk dedin eve kapadın
Memleket umurlarında değil yeter ki paralar onlara aksın
Sen başkalarının ektiği tarlaya girip bir baştan bir başa talan eden bir malaksın
Ne okuman var ne yazman akşama kadar aynı şeyleri dinleyen bir salaksın
Sen iplerini kim bilir kimlerin tuttuğu kukla bir bunaksın
***
“Önce eyaletin senin adına açtığı hesaptaki 60 milyon avronun devlet adına yapılan sahte Sultanatyum satışından geldiğini ispat etmeliyiz Ozan. Sonraki iş bu paranın Burgaziçi Limanı’na kochain tozu getiren Vuvuzuellalılara senin iznin olmadan EFT yapıldığını göstermekte,” dedi Siber Can.
“Her şeyi düşünmüşler. Hesabı açan ben, sahte Sultanatyum’u herkesten habersiz satan ben, paraları alan ben, Vuvuzuella’ya aktaran bizzat ben. Online işlemler benim telefonumdan ve kâğıt işlemler de benim imzamla yapılmış olarak görünüyor. Açık yok Siberciğim. Adamların tarafında da çok iyi hacker’lar ve sahte belge düzenleyenler var. Temize çıkmam için bize gökten zembille bir mucize inmesi lazım.”
Siber Can’la ben çaresizlik içinde düşünürken, sığınağımızın dışındaki gece görüş modundaki güvenlik kameraları bir hareket algıladılar ve sessiz alarm devreye girdi. Siber Can, partneri Adonis Kazım, elemanları Tilki Baki’yle Haypatya ve ben hemen silahlarımıza davrandık. O sırada kameradan gözüme bir karaltı takıldı. Kendimize üs yaptığımız bu yeraltı deposunun neresinden kaçtığı belli olmayan Basti ismindeki siyah beyaz kedimiz, koşarak bahçeye paraşütle inmiş olan kişinin yanına koştu. Koşmakla kalmadı, büyük bir aşkla gelen kişinin ayaklarına dolandı.
“Durun!” diye bağırdım. “Gelen her kimse Basti onu çok iyi tanıyor. İnsanlar ihanet eder ama hayvanlar etmez. Basti daha önce bize çok kıymetli bilgiler getirmişti, gelen kişiyi tanıyorsa müttefikimizdir.”
O sırada bahçede, kumral uzun saçlı, uzun boylu, siyahlar giyinmiş bir kadın, paraşüt malzemelerinden kurtulur kurtulmaz Basti’yi kucağına aldı ve kameralardan birinin önüne geldi. Üzerinde şunlar yazan bir kâğıdı kameraya gösterdi:
BEN DEDEKTİF TİLDA AHIRKAPI
OZAN ILGIN’I AKLAYACAK GÖRÜNTÜ VE SES KAYITLARINI GETİRDİM
***
Bütün bunlar olurken, uluslararası alanda savunma ve danışmanlık hizmetleri veren bir kuruluş olan War and Defense Administration Company- WADAC, Başkan Papazoğlu’nun himayesinde giderek güçleniyordu. Görev tanımında SSOK için mühimmat ve savaş teknolojileri üretmek olsa da eli silah tutan insanların akın akın katıldığı bir birlik haline geliyordu.
Yeni çıkartılan bir Belediyeler Kanunu Hükmünde Kararname -BKHK ile polis kuvvetlerinin gece mesaisini hafifletmek amacıyla silahlı bir birlik daha kurulduğu duyuruldu. Belediyeyi Ekstra Koruyacak Cahitler Harekâtı- BEKCHİ ismi verilen bu birliğe katılanların çoğunun sağ elinde, WADAC’a katılanlar gibi akrep dövmesi vardı.
Aklıma hemen, Başkan’ın kazandığı ilk seçimler sonrası Bel-Bil Kulesi’nde yakaladığım sağ eli akrep dövmeli adam geldi. Siber Can’la yaptığımız ufak bir internet sörfü sonrası Başkan’a suikast yapacakmış gibi rol kesip pardösüsünün altında Uzi’yle kendini bana yakalatan adamın yeni kurulan BEKCHİ birliğinde yönetici pozisyonunda olduğunu öğrendik. Meğer Başkan o basın toplantısına güçlü kadın halimle değil de cılız halimle gelmemi isterken ve o adam kör gözüne parmağım bir şekilde casus ya da tetikçi tipiyle orada boy gösterirken, yedinci kattan atlayıp onu tutuklayacağımı önceden tahmin etmişti. Bir Osteogenesis Imperfecta hastasıyken, çeşitli kimyasallarla süper güçlü kadına çevirttiği ben ve Çakır’la gazetecilere şov yapmıştı.
Hayri Kozak amirime “Eli akrep dövmeli adamı buldum,” dediğimde “Her akrep dövmeliyi içeri mi tıkacaksın? Mafya babası Nuri Körleğene’nin adamları arasında çok yaygın bir dövme,” diye cevap verecekti bana. “Evet yaygın ama sağ elinde akrep dövmesi olanlar bu aralar akın akın WADAC’a ve onun bir kolu olan BEKCHİ birliğine yazılıyorlar,” dediğimde ise “Bundan sonra bu başkana milim güvenmem haberiniz olsun gençler,” diye cevap verecekti.
***
Neler olup bittiğini kimse anlayamadan, 8 Haziran seçimlerinden sonra eyalet-şehir birbirine girdi.
22 Temmuz 2015 Xuruch semtinde Zobani’deki Muriyelilere yardım götürmek için toplanan sosyalist gençlerden 33’ü, gruba yapılan intihar saldırısında öldü. Saldırıyı Parayla İş Yapan Tetikçiler- PIŞYT üstlendi.
8 Eylül’de SEVAP eyalet vekili Merciful Thinneck liderliğinde, eyalet-şehrin çok tirajlı gazetelerinden biri olan Liberty gazetesinin binası basıldı.
12 Ekim’de Sultanat Tren Garı önündeki barış mitingine bombalı saldırı yapıldı. Sonradan ‘Sultanat Garı Katliamı’ olarak adlandırılacak olayda 102 kişi öldü. Saldırıyı yine PIŞYT üstlendi.
***
N3FR3T
Senin kınından çekilmiş kılıcından bile güçlüdür benim kalemim
Nohut oda bakla sofa yaşarım olmasa da halı kilimim
Sen ki yedi kat göğün üstüne yükselen saraylara alışacaksın
Soğuk zindanlara düşünce yalvarıp yakarıp kaçmaya çalışacaksın
Hani evlerinde zor tuttuğun yüzdeyi sokaklara salsana
Geleceğimizi çaldın inancımızı ve umudumuzu da çalsana
Ben kadınım kadın nadasa bırakamazsın beni değilim senin tarlan
Deve yüküyle KDV koyup alıp satamazsın beni kârlan
***
“Teknoloji gelişti de insanlar gelişemedi. Ben ‘kral çıplak’ diyorum siz donu var ya diyorsunuz! E oldu olacak sikini daşşağını sallayarak gezsin yahu!”
Sinirimden düşündüklerimi sesli söylerken sağa sola saldırıyordum. Delirmek üzereydim. Başım beladaydı. Nereden baksan tutarsızlık, nereden baksan tüm yaşananlar ahmakçaydı. Ama kuklalar iplerini tutanlar ne derse onu söylemeye mahkumdu. Kukla olmayanlara ise söz hakkı verilmiyordu. Yapılacak hiçbir şey yoktu.
Herhangi bir TV dizisinde, kötü işlerden para kazanan kötü adam, politikaya atılacağını, seneye valiliğe adaylığını koyacağını söylüyordu. Biz de sanıyorduk ki bu kötü işlerden para kazanan adamlar sadece filmlerde valiliklere filan aday oluyorlardı. Aslında gerçekte de bu kötü işlerden para kazanan kötü adamlar en büyük işlere aday oluyorlardı. Çünkü kötü işlerden para kazanan kötü adamlar biliyorlardı ki büyük işlerde büyük paralar dönüyordu. Büyük paraların döndüğü yerdeki paralara kara para deniyordu. Kara parayı aklamak için milyarlarca simit satamazdınız. O yüzden geceliği yüz bin lira olan oteller zinciri açardınız ve bizim gibi salak insanları o otellere o paraları verip gelenler olduğuna inandırırdınız. Fakirin aklının hayalinin almadığı için telaffuz edemediği, zengininse sadece banka hesabında rakamlardan ibaret gördüğü o milyon dolarlarını böylece tertemiz yapardınız.
***
Suçlarımdan aklanmamı asla istemeyen Solomon Sert’in tek derdi saklandığım yerde beni bularak sonsuza kadar hapsetmekti. Elinden geleni ardına koymadı. Kaçak bir fareyi deliğinden çıkarmak için kapana ne kadar büyüklükte bir peynir koyması gerektiğini çok iyi biliyordu.
Papazoğlu ve Solomon Sert de Kozak Hayri gibi Ramazan’ı benim infaz ettiğimi biliyorlardı fakat ispat edemiyorlardı. O yüzden çabucak çıkarılan bir başka BKHK ile vatan hainliğinden yargılanacak polislerin kaçak da olsa mahkemesinin görülmesi tertip edildi. Karara göre -ki benim mahkememden çıkacak karar belliydi- bu şekilde hüküm giymiş kaçakların tüm silahlı emniyet birimleri tarafından görüldükleri yerde sorgusuz sualsiz vurulabilmeleri için emir verilecekti.
Solomon Sert, sanıksız mahkeme olmasın diye anneannem Cilmaya’yı bana yardım ve yataklık etmekten gözaltına aldırdı. Cilmaya, ben ortaya çıkayım ya da çıkmayayım, yıllar önce emekli olmasına rağmen aktif görevdeymiş gibi bana isnat edilen tüm suçlardan yargılanacaktı. Mahkeme günü belirlenmiş ve medya aracılığıyla tüm eyalet-şehre duyurulmuştu.
Mahkemenin tek amacı vardı. Papazoğlu da Sert de biliyorlardı ki, ya Cilmaya’mı haksız bir mahkemeye kurban edecektim ya da ortaya çıkıp o haksız mahkemedeki tüm suçlamaları kabul edip kendimi feda edecektim. Mert olmam, namertlerin gözünde bir çeşit salaklık gibiydi. Kimin yaman olduğu yakında görülecekti.
Gıyabımda yargılanabilecek olmam Sultanat’ta öyle yankı uyandırmış ve sıvacının hakkımda hazırladığı tertemiz yalan olan iddianame o kadar beğenilmişti ki Cenah gazetesi yazarlarından Besim Osman Külahlı, yazın dünyasındaki kısa ismiyle B.O.K., bir köşe yazısında o sıvacının heykelinin dikilmesi gerektiğini yazmıştı.
***
Mahkeme günü gelip çattı. Sıvacı Xachary Core iddianamesini okuduktan sonra Çakır’la beraber mahkeme salonuna girdim. Bir köpeğin mahkemeye girmesi bugüne kadar görülmemiş bir şeydi ama kimsenin gıkı çıkmadı. Ne de olsa Çakır genetik olarak var olan tüyleri, dört ayağı, dik kulakları ve kuyruğuyla sadık bir dost olduğunu defalarca kanıtlamış bir köpekti. Aynı mekânda genetik olarak köpek özellikleri taşımayan ama en sadık dostumuza hakaret edercesine köpek gibi yaltaklanan iki ayaklılar vardı ki, onlar köpekliğin de insanlığın da yüz karasıydılar.
Mahkemede sanık koltuğunda oturan Cilmaya, beni görür görmez elleri kelepçeli olmasına rağmen koşup sarılmak istedi. İki yanındaki polisler kadıncağıza engel oldu. Eyalet Kadısı’nın karşısında dimdik durup Dedektif Tilda’nın getirdiği ses ve görüntü kayıtlarını sıvacılık makamına sundum. Görüntüde Baramoviç ve Ramazan’ın süperyattaki kameralardan alınmış konuşmaları vardı.
“Ozan bu işe uyanmadan 60 milyon avroyu bir an önce Vuvuzuellalılara aktaralım. Uyanırsa vatana ihanetten tutuklama işi gümbürtüye gider,” diyordu Ramazan.
Kasetteki konuşmalar o kadar net ve su götürmezdi ki tutuksuz yargılanmak üzere salıverileceğimi biliyordum. Salondakiler ağızları bir karış açık kasetteki görüntüleri izlerken, Çakır’a Cilmaya’nın kelepçelerini ısırmasını işaret ettim. Çakır sevinçten Cilmaya’nın üzerine atlarken ben de anneanneme sarıldım. Mahkemeyi terk etmeden önce Kadı’ya döndüm.
“Berat ettiğimi bildiren evraka göreve iade yazımı da eklemeyi unutmazsınız herhalde.”
***
Ben özgürdüm ama şehrim tutsaktı. Cilmaya ve ben salıverildikten sonra 2 Kasım tarihinde tekrar edilen eyalet vekilleri seçiminde istediği 300 eyalet vekilini alan Papazoğlu sonunda sükûnete kavuştu. O sükûnete kavuşsun diye bir sürü can toprağa kavuşmak zorunda kalmıştı.
Fakat Papazoğlu, seçimlerden beş gün önce yani 27 Ekim’de, beraber yürüdük biz bu yollarda diye şarkılar söylediği ve ‘Ne istediniz de vermedik?’ diyerek isyan ettiği Quiri cemaati için, “Quiri bir terör örgütüdür!” diyecekti.
Bunun üzerine bir eyalet bakanı, “Ay ne varmış Quiri’de? Elimizin Quiri! Ahahhahaah!” diye tivit attı.
Bu topluluk, güzelim Sultçe dilimizde artık Quiri Terör Örgütü veya kısaca QUİRTÖ olarak anılacaktı. Yıllarca dayanak olarak kullanıldıktan sonra suçlu ilan edilmiş bu oluşuma gönül vermiş sıvacılardan birisinin, benim iddianamemi hazırlayan heykeli dikilesi adam Xachary Core olduğunu bilmek tabii ki beni hiç şaşırtmayacaktı.
***
N3FR3T
Artık vere vere kalmadı bende nabza göre şerbet
Ağladın ettin ama en son kandırıldık dedin ey halkım beni affet
Bekleme benden sana en ufak kırıntı şeklinde bile merhamet
Çünkü tek yaptığın etmek kendin gibi olmayan herkesten nefret
***
Tekrarlanan seçimlerden 26 gün sonra 28 Kasım’da Hatai ve Edene eyalet-şehirlerinde sıvacılar tarafından durdurulan Sultanat İstihbarat Ajansı (SIA)’na ait tırlarla ilgili haberi yapan gazeteci Johnny Yesterday gözaltına alındı.
Buradan anlaşılıyordu ki, hiçbir ‘gerçek’ cezasız kalmayacaktı.