FBI’daki Hareketlenmeler
Japonya’da Kau Kobayashi isimli kadın, yirmi yıllık süre içinde üç kişiyi öldürmüştü. Sevgilisi ile birlikte zehirleyerek, boğazlayarak ve bıçaklayarak becermişlerdi bu cinayetleri. 1952’de ilk kurbanı kocası oldu. Sekiz yıl sonra sevgilisinin eşini öldürdü. Cinayeti işlerlerken, evsiz bir adamdan yardım aldılar. Karşılığında ise para ve seks hizmetleri sundular. Evsiz adam Kobayashi’nin yeni sevgilisi oldu ve birlikte eski sevgilisini öldürdüler. Bir süre sonra ise başka bir sevgili bularak eski sevgilisini öldürmeyi planlarken yakalandı.
Hollanda’da Sjef Rijke’nin üçüncü eşi evden kaçarak polislere sığınınca, eşinin seri cinayetler kariyeri son bulmuştu. Katilin ilk iki eşi şüpheli bir şekilde ölmüşlerdi. Üçüncü eşi ise bir gün karın ağrıları ile kıvranmaya başlayınca, çareyi kaçmakta buldu ve eşinin tutuklanmasını sağladı. Katil koca, itirafında işlediği cinayetlerin nedenini şöyle açıkladı: Can çekişen eşlerini izlemekten hoşlanıyordu. Onları asla öldürmek istememiş, sadece ciddi anlamda hastalanmalarını istemişti.
Aynı zamanda FBI’da da hareketlenmeler vardı. 1935’de Hoover tarafından, Washington’da FBI Eğitim Akademisi’nin kurulmasının ardında yeni bir oluşumun tohumları atılıyordu. 1950 ile 1960’lı yılların çok sayıda seri katil türetmesi, FBI’yı harekete geçirdi. Akademi’de eğitim gören memurların tek dersi kriminoloji üzerine değildi artık. Aynı zamanda psikoloji ve sosyolojinin suç üzerinde ne kadar önemli bir etken olduğu anlaşılmıştı. Seri katillerin önüne geçilebilmesi için bu dersler de programa dâhil edilmişti. Daha önceden polislerin gözünde psikologlar seri katilleri akli dengeleri sebebiyle idamdan kurtaranlar olarak görülürken, şimdi onlardan faydalanmanın yollarını arıyorlardı.
Özel ajan Howard Teten, ünlü psikiyatrist James Brussel ile bir araya gelerek, psikolojik profillemelerin püf noktalarını öğrenmeye çalışıyordu. Brussel daha önceden, New York’ta çok sayıda kişinin ölümüne sebep olan deli bombacının nokta atışı ile yakalanmasını sağlamıştı. Teten öğrendiklerini ders programına dâhil etti. Eğitimlerini tamamlayan polis memurları ise birer profilleme uzmanı olarak mezun oluyorlardı. Bu oluşum, Behavioral Science Unit (BSU) çatısı altında toplandı. Seri katiller ile mücadelede başarılı çalışmalara imza atan bu oluşum, günümüzde Behavioral Analysis Unit olarak mücadeleye devam etmekte.
BSU birliği, Jack Kirsch önderliğinde on bir ajan ile göreve başladı. Bu on bir ajanın ilk görevi ise ABD genelinde tüm memurlara Suç Analizi ve Suç Profilleme programları kapsamında, eğitim vermekti. Amaç, seri katil potansiyeli olanları eyleme geçmeden tespit etmekti.
1977’de BSU üç alanda çok önemli gelişmeler sağladı: Olay yeri incelemesi, profilleme ve tehdit mektuplarının analizi. Bu oluşum içinde bulunan özel ajanlar, adli bilimin altın çağını başlattıklarını çok iyi biliyorlardı. Alanlarında en iyi uzmanlar bir araya gelerek, insanlık tarihinin en tehlikeli ve acımasız katillerini yakalamaya ant içmişlerdi. Uzmanlar olay yerinden (çoğunlukla cinayet olsa da başka suçlarda da olay yeri inceleniyordu) elde edilen tüm verileri çok iyi değerlendiriyorlardı. Burada özellikle karakteristik veriler önemseniyordu. Örneğin kullanılan silah, öldürme şekli, kurbanlar hakkında özellikler, cesetlerin ne şekilde başka yerlere götürüldüğü, cinayetlerin işlendiği zaman dilimleri ve olay yerinde tespit edilen nesneleri arşivleme, bunlardan sonuç çıkartma adına çok önemliydi.
Özel ajan John Douglas ile Roy Hazelwood ilk kez organize ve organize olmayan katillerin tanımlamalarını belirlediler. Bazı olaylarda ciddi hazırlıkların olduğu gözlemlenirken, bazılarının da spontan cinayetler olduğu anlaşılıyordu. Spontan gelişen cinayetlerin tehlike potansiyeli çok daha yüksekti. Özellikle bu tarz cinayetleri işleyenlerde, özel psikopatolojik tespitler yapılmaktaydı. Profilleme uzmanı aynı zamanda katilin kullandığı araçları kayıt altına alıyordu. Bu da yöntemin bir parçasıydı. Ya da ne tür cinsel fanteziler sonucu şiddet olaylarına itildikleri irdeleniyordu. Katilin kurbanına yaklaşırken aldığı riskler de göz önünde tutuluyordu. Birçok seri katil olay yerinde imzalarını bırakıyorlardı. Kimi katil cesetleri konumlandırıp imza bırakırken, kimi katil belli uzuvlara zarar vermekteydi. Bazı seri katiller ise doğrudan iletişime geçmekten hoşlanıyorlardı. Bu tür imzalar, cinayetler arasında bağlantıların kurulmasını kolaylaştırıyordu.
1978’de kadın seri katillere de rastlamak mümkündü. North Carolina’da yaşayan Velma Barfield, cinayet serisine otuzunda, yani 1971’de başladı. Önce kocasını, ardından ise annesini zehirleyerek öldürdü. Her iki cinayete de doğal ölüm teşhisi konuldu ve her ikisinden de sigorta tazminatı aldı. Toplamda dört cinayet işleyen Barfield, kurbanlarına arsenik yedirirken, ne yaptığının farkında olmadığını iddia etti. 1984’de, tıpkı kurbanlarının ölüm şekli gibi zehir enjekte edilerek idam edildi.
Benzer bir seri katil ise Audrey Hilley idi. O da cinayetlerini itiraf ederken, öldürme esnasında ikiz kardeşi olarak cinayetleri işlediğini söylüyordu. Komşularına ve akrabalarına zehirli kahve ikram etmesi, en fazla tercih ettiği öldürme şekliydi. Neyse ki, çoğunlukla başarısız oldu ve sadece üç kişiyi öldürdü. Akli dengesi bozuk olması sebebiyle, yargılanmadan akıl hastanesine yatırıldı. 1979’da iyileşti tanısı ile serbest bırakıldı. Tekrar öldürmeye kalkışınca tutuklanarak, ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı.
Ekip İşi
California’da birçok cinayet, bir seri katil tarafından değil seri katil ikilileri tarafında işlendi. Zaman zaman ikili, erkeklerden oluşurken, zaman zaman da erkek-kadın seri katil ikilisi olarak ortaya çıkmaktaydı. Genelde bu çiftlerin bir tanesi, diğerini karanlık düşünceleri ile besleyerek kendisi gibi bir seri katil yapıyordu.

1980’lerin başında Doug Clark ve Carol Bundy, cinayetler işleyerek seri katil unvanı aldılar. Carol, kızları arabalarına alıyordu; Clark ise kızlara tecavüz edip öldürüyordu. Toplamda beş kadın ve bir erkeği öldürmekten ötürü yargılanmaya başladılar. Carol Bundy’nin, diğer seri katil Ted Bundy ile hiç bir akrabalığı yokken, sadece isim benzerliği bu seri katil hikâyesini daha dikkat çekici bir hale getirmişti.
Clark sevgilisi tarafından ihanete uğradığını biliyordu. Diğer bir seri katil Ken Bianchi’ye, yataklıktan ötürü mahkûm olan Veronica Lynn Compton ile Carol Bundy aynı hücreyi paylaşıyorlardı. Clark bunu fırsat bilip, Copmton’un Bundy aleyhine ifade vermesini istedi. Plana göre Veronica, Carol’un kendisine bazı cinayetleri kendisinin işlediğine dair bir itirafta bulunduğunu söyleyecekti. Ancak bu plan işlemedi ve 28 Ocak 1982’de Clark altı cinayetten ötürü suçlu bulundu. Toplamda altı kez idam cezası alınca sonuç kaçınılmaz oldu.
Judith Ann Neelley ile Alvin Neelley mutlu bir çiftti. Birbirlerine olan bağlılıkları, seri katile dönüştükten sonra bile değişmedi. Judith eşinin yardımıyla önce bir soygun gerçekleştirdi. Ardından, on üç yaşındaki bir kızı arabalarına zorla alarak taciz ettiler. İşkence bununla bitmedi. Judith kıza cam sileceği enjekte ettikten sonra, kurşunlayarak öldürdü. Daha sonra bir adama ateş açtı ancak adam yaralı olarak kurtulmayı başardı ve Neelley çiftine karşı tanıklık etti. Her ikisi de yargılandı. Alvin iki cinayetten ötürü ömür boyu hapis cezası alırken, eşi Judith sekiz cinayetten sorumlu tutuldu. Judith ise Alvin’i, kendisini cinayete teşvik etmekle suçladı. Psikolojik analizler Judith’in baskın karakter olduğunu gösteriyordu. Jüri üyeleri bu rapora kulak vererek, Judith’e idam cezasını layık gördüler. Ancak idam cezası daha sonradan ömür boyu hapis cezasına dönüştürüldü.
Yine 1981’de Norveç’te, bir hastanede görevli olan kırk altı yaşındaki Arnfinn Nesset yirmi yedi hastasını öldürdüğünü itiraf etti. Ancak geçmişinde başka hastanelerde de çalışmıştı. Nesset hangi hastanede çalışırsa orada ölüm oranları artmıştı. Polisler altmış iki olası kurban tespit etmişlerdi. Kurbanlarını zehir enjekte ederek öldüren Nesset, toplamda yirmi beş cinayetten ötürü suçlu bulundu. Ancak Norveç kanununa göre toplamda yirmi bir yıldan fazla mahkûm edilemeyeceği için, işlediği cinayetler ile orantılı olarak çok az bir hapis cezası aldı.