İzmir, Türk edebiyatına pek çok ünlü sanatçı yetiştirmiş, her devriyle romanlara, öykülere başka sanat eserlerine mekân olmayı başarmış bir şehir.
21 Ocak günü Alsancak semtinin Gazi Kadınlar Sokağı’na girdiğimde heyecanlıydım. Dinleyicisi olacağım söyleşi, Pusula Sahaf desteğiyle tarihi neredeyse yüz yılı aşmış Mülkiyeliler Birliği Lokali’ndeydi.2011 yılında Konak Belediyesi’nce restorasyonu tamamlanan bina sokaktaki diğer tarihi yapılarla zaman açısından uyumluydu, bu da bende Suphi Varım polisiyelerinin nahif dedektifi Sokratis Eliseos’un her an bir yerden çıkıvereceği hissini uyandırdı. Ayrıca romanlarını zevkle okuduğum yazar Suphi Varım ile tanışacağım ve sohbet etme imkânı bulacağım için de tatlı bir telaş yaşamaktaydım.
Neden roman kahramanı bir Rum?
Söyleşinin sunumunu İzmir Dayanışma Akademisi’nin Nahoş Cinayet: Suç Edebiyat Kulübü yürütücüsü Dr. Aydın Arı yaptı. Suphi Varım ve polisiye romanları hakkındaki kısa ama özenli sunumun ardından yazara yönlendirilen ilk soru “Neden mekân olarak İzmir’i seçtiniz ve neden roman kahramanınız bir Rum?” oldu. Yazar çok uluslu, ticari ve ekonomik anlamda hareketli yapısı, renkli sosyal hayatı bakımından dönemin İzmir’inin bir polisiyeye çok uygun düştüğünü söyledi. 1900’lerin başındaki İzmir’de Türk mahalleleri ve Türk nüfusun yaşamına dair kaynaklar ya yok ya da eksikti. Ermeni, Rum ve Yahudilere dairse çokça fotoğraf, anı, kartpostal, edebi metinler, mektup ve benzeri doküman bulunuşunun ana karakter seçimini bu yönde etkilediğini anlattı. Ayrıca ‘Gayrı Müslimlerin öldürme kavramı üzerine Türklerden farklı bir rasyonel düşüncede olduğu gerçeği de var. Cinayet batılılara özgü bir olaydır. O rasyonel düşünce, soğukkanlılık, planlama ve suçtan sıyrılmayı hesaplama yeteneği onlarda var. Türklerde durum pek böyle değil. Benim tercihim batı tipi, gotik bir havası olan mekanlar -binalar, sokaklar, faytonlar, lando arabaların dolaştığı ıssız sokaklar- Varım 19. yüzyıl sonu 20. yüzyıl başı İngiliz polisiyesi hayranı olduğunu, yazarken de bu temaları o dönemin İzmir’inde bulduğunu belirtti. “Farklı kültürel gruplarda sınıf çatışmasını çok iyi gördüğünüz için ve o dönemde romanların altyapısında, ekonomik ve siyasi bir zemin oluşturma imkânı bulunduğu için ve tabii ben tarihe çok meraklı olduğum için olayı bu çerçevede kurguladım.”
Modern polisiye romanlarda seri katiller, işkence sahneleri, kanlı cinayetler üzerine yoğunlaşıldığını ancak suçluları bu cürümleri işlemeye iten toplumsal faktörleri irdelemeden yüzeysel nedenlere dayandırıldığını söyleyen yazar toplumsal olgudan uzaklaşarak suça yaklaşılmasından rahatsız olduğunu belirtti. İnsanın doğuştan suçlu olduğu görüşüne katılmadığını, toplumsal yapının ve sosyoekonomik nedenlerin insanı şekillendirip bir kısmını suçluya dönüştürdüğünü anlattı.
Dönemin İzmir’i sorulduğunda “İzmir’de o dönem eşitsiz gelişme kuralları işliyor. Dışa açık, yabancı sermaye girişi fazla, buna bağlı olarak da kapitalist bir gelişme modeli var İzmir’in. Milli iktisat politikalarının devreye girmesiyle gelişme daha da hızlanıyor. Böyle bir ortam polisiye roman yazmak için idealdir. Olaya tarihsel materyalizm açısından yaklaşırsanız birçok şeyi yakalarsınız.”
İzmir tarihine olan merakı ve araştırmacı karakterinin yazdığı romanlarda mekân ve konulara başarıyla yansıdığını gördüğümüz Varım, bugün romanlarına mekân olan pek çok yerin özellikle büyük İzmir yangınından sonra artık ayakta olmadığını söyledi. Kurguda kullandığı mekanların bir kısmı hayali olsa da çoğu sokak, bina ve kurum -isimleri değiştiyse de- dönemin gerçek tarihinden alınmıştır. Kurgusal mekanlarını gerçek mekanlar içine ustalıkla yerleştiren yazar bugün modern mimaride artık kullanılmayan detayların süslediği evleri, sokakları başarıyla tasvir ederek kanlı canlı, hareketli ve gerçekçi bir İzmir’i önümüze seriyor. Sırf bu sebeple bile Suphi Varım romanı okumak o döneme bir zaman yolculuğu yapmak gibi. Söyleşi boyunca bahsettiği tarihi mekanlar (Kordelya, Cafe de Paris, Al Hamra birahanesi, İtalyan Kız Okulu, Kramer Oteli gibi) ve olaylar romanlarındaki atmosferi daha net algılamamızı sağlıyor.
İzmir’in tekinsiz mekanları
Olaylara mekân olan tekinsiz yerleri nasıl kurguladığı sorulduğunda yazar dönemin Buca’sı üzerinden örnekleme yaparak yanıtladı. “Zamanında Buca çok tekinsiz bir yer mesela. Paradiso İstasyonu’nda iniyorsunuz, Buca’nın ana yerleşim yeri Komenler Mahallesi denilen yer. Bugün ki Şirinyer parkı civarı. Oraya ulaşmak için böyle ağaçlık tuhaf yollardan, metruk binalar arasından geçmeniz gerekiyor. Adam İngiliz, Buca’da evi var. Yazları geliyor oraya. Romanda içinde kimsenin olmadığı evlerin etrafında dolaşıyorsunuz. Sokak lambası falan yok, evlerde gaz lambaları yanıyor. Buca’da bağlar vardır, kiliseler, tekinsiz yerler bunlar. Kilise özellikle gerilim filmlerinde korku veren bir mekân olarak kullanılır. Ben de buraları kullandım.”
Varım’a özellikle Sokratis polisiyelerinde kullandığı dil soruldu. “Diyaloglarda Smernika kullanıyorum mesela, bir İzmir lehçesidir. İçinde biraz Rumca, Ermenice, Latino, İspanyolca, İtalyanca ve tabii Türkçe kelimeler vardır. Halk arasında kullanılır, enteresandır. Onları diyaloglarda sıkça kullanırım. Mekân olarak neden İzmir’i seçtiğim sorusunun bir başka cevabı da bu.”
Dönem romanı yazmada dilin önemini vurgulayan yazar kullanılan kelime ve terimlerin tarihe uygun olmasına dikkat ettiğini belirtti. Roman gerçekliğini sağlamak adına kullandığı dilin genç okurlarca anlaşılmasının zor olabileceğini ancak romanın atmosferini yansıtmak maksadıyla kullanılması gerektiğini anlattı. “Dönem diline hakim olmadan oraya nüfuz edemezsiniz. En azından diyaloglarda bunu kullanmak zaruridir.”
DNA analizi ve MOBESE
O zamanlarda cinayet çözümlemede adli tıp biliminin henüz kullanılmadığına dikkat çeken Varım, “Güncel polisiyelerde roman boyunca olay anlatılır, sonunda bir DNA analizi, MOBESE’den alınan bir görüntü olayı çözer. Klasik polisiyeci olduğumdan bu bana tatsız tuzsuz geliyor. Ancak benim romanlarımda bunlar yok, bunları okumaktan da yazmaktan da hoşlanmıyorum. Benim dedektifim ipucu yakalamak, kanıt sağlamak için gidip insanlarla konuşuyor. Bunun için de ofisinden çıkarıp Frenk mahallesine, trenle Buca’ya, vapurla Kordelya’ya göndereceksiniz. Çeşmenin, hanın, sinemanın yanından geçecek. Yani ne kadar araştırma yaparsanız kentsel yapıyı o derece gerçekçi yansıtıyorsunuz. Bu romana bir renk, çeşni katıyor.”
Tarihi dokümana nasıl ulaştığı ve bunları biriktirip biriktirmediği sorusunu Varım şöyle yanıtladı.
“Antikacı dostlarımın dükkanlarından ediniyorum. İnternette çok fazla bilgi, belge var. İzmir tarihine ilişkin buradan göç etmiş kişilerin anı kitapları ve fotoğraf arşivleri var. Bunları biriktireyim gibi bir hobim yok.”
Bir katılımcıdan gelen “Polisiye romanda zeka faktörü gerekli midir? Romanlarınızda buna dikkat eder misiniz?” sorusuna yazar “Sokratis karakterim ortalama zekaya sahip bir arkadaş. Çok sakardır, ateş edemez, birini takip etse koşarken kapaklanır yere düşer. Damdan dama atlayamaz. Aslında çok normal bir karakter, karısından çekinir mesela. Ben bu karakteri özellikle böyle yarattım. Çünkü polisiye romanlardaki süper karakterleri gerçekçi bulmam, okumayı da sevmem. Amerikan kara romanında dedektifler normal zekalıdır ve vakayı daha çok kaba kuvvetle, silahla çözümler. Zaten bu romanlarda katilin düşünüp taşındığı, suçu planladığı yoktur. Genelde örgütlü suç ve mafya faktörü konu edilir. Klasik polisiyelerde kahraman olayı elbette zekasıyla çözer. Sherlock Holmes, Hercule Poirot gibi zeki dedektif türü hiç şiddete bulaşmaz, tabii içinde abartılar da vardır. Yani bunlar metodik çalışarak suçluya ulaşırlar. Günümüzde teknolojik gelişmeler nedeniyle artık çok fazla klasik polisiye yazılmıyor. Geleneksel polisiyede suçlu romanın başından itibaren kişiler arasındadır. Güncel polisiyede ise çoğu zaman romanın sonunda bir adli tıp verisi yahut kamera görüntüsüyle ortaya çıkar. Post modern edebiyatta artık üç dört karakterle bir roman ortaya çıkabiliyor. Temalar benzer, bunalımlı, insan ilişkileri sorunlu karakterlerin içsel dünyası üzerine kurulu. Şablon aynı. İtiraf edeyim ben post modern edebiyatı sevmiyorum.”
Sokratis veda mı ediyor?
Söyleşinin ilerleyen dakikalarında dönemin İzmir’inde gayrı Müslimlerin ilginç sosyal faaliyetleri üzerine bilgiler veren Varım “O dönemlerde İngiliz ve Rum kadınların ortak toplantıları vardı. Nargile içerlerdi. Yine o dönemlerde ruhlarla temas meselesi çok meşhurdu. Viktorya dönemi İngiltere’si sanayi devrimiyle değişti. Bir tarafta makineleşme ve pozitif düşüncenin yaygınlaşması diğer yanda metafizik olayların gelişen bilim yoluyla incelenmesi söz konusu. Bunun edebiyattaki sonu Mary Shelley’nin Frankenstein romanı. Dönemi temsil etmesi açısından önemli bir romandır. O yıllarda ruhsal araştırmalar için özel dernekler kuruluyor. İzmir’de de var. Spiritüel metinler okunuyor, toplantılar yapılıyor. Ben de bunları uydurmadım, anılardan öğrendim. Bu gerçekleri romanlarımda kullandım doğal olarak.”
Söyleşi sonunda Suphi Varım Sokratis karakterinin serinin onuncu kitabıyla bize veda edeceğini açıkladı. Bildiğiniz üzere Sokratis’in emekliliğe dair en büyük hayali polisiye kitaplar yazmaktı. Varım fazla detay vermese de seriyi sonlandırarak kahramanımızı dinlenmeye gönderiyor belli ki. İleriki projeleri sorulduğunda günümüzde geçen bir roman yazmayı planlamadığını aklında iki farklı dönem polisiyesi olduğunu ve bunun için araştırmalar yaptığını belirtti. Dr. Aydın Arı’nın son sorusu “Romanlarınız sinema sekanslarına uygun yazılmış, senaryoya uyarlanabilmesi mümkün metinler. Böyle bir proje var mı?” oldu.
“Genelde yazarken sinema ve çizgi romana uygun olması mantığıyla giderim. Bölümlerim kısadır. Ancak mekanlarımın çoğu artık yok ve tekrar oluşturulması büyük paralar gerektirir. Şu anki dizi ve sinema sektörü başka konulara para harcıyor. Belki ilerde sanal gerçeklik teknolojisiyle falan bu mümkün olabilir, bilemiyorum.”
Bu keyifli söyleşi sonrası yazardan imza alma ve kısa bir sohbet etme fırsatı bulan katılımcılar ve tabii ki bendeniz tarihi binadan memnuniyetle ayrıldık.
Son olarak içten ve ufuk açıcı sözleriyle bizi bilgilendiren Suphi Varım’a, detaylı bilgileri bizimle paylaşıp akıcı bir sunum yapan Dr. Aydın Arı’ya, tarihi mekânın kapılarını biz polisiye severlere açan İzmir Mülkiyeliler Derneği yetkililerine teşekkür etmek isterim.
İzmirli polisiyeseverlere de aylık tekrarlanan kitap kulübü toplantılarına katılmalarını salık veriyorum.