Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Tosca v2.0

Diğer Yazılar

KAMBUR

KAYIP

BİR EFSANE BİR CİNAYET

Özgür Hünel
Özgür Hünelhttps://www.ozgurhunel.com/
1989'da Ankara'da doğdum. ​ Çocukluğumdan itibaren sanata ve kurguya büyük ilgi duymam sonucu, kariyerimi bu alanlarda yapmaya karar verdim. Böylelikle, 2007'de Ankara Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi Resim bölümünden, 2015'te ise Eskişehir Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, Grafik bölümünden mezun oldum. Halen aynı üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsü Halkla İlişkiler ve Reklamcılık bölümünde tezli yüksek lisans öğrenimimi sürdürmekteyim. ​ Yazarlığım ise, kişisel merak, kendi kendimi yetiştirme ve deneyimin birleşimi olarak ortaya çıktı. ​ Çalışmalarımı halihazırda Ankara'da sürdürmekteyim. ​

Bu mektubumda size “Cavaradossi” diye hitap edeceğim dedektif, bu durumda kendime de “Scarpia” demem uygun olur. Gerçek ile kurgunun iç içe geçip, birbirine karıştığı son olaylar dizisi düşünülürse, Tosca operasının iki ana erkek karakterinin isimleri, artık bizler için gerçek isimlerimizden daha gerçek. Hemen şunu belirtmek isterim ki sayın Cavaradossi, bu mektubu bitirdiğinizde aklınızda hiçbir soru işareti kalmayacak. Her şey, operayı izlerken gizlice ceketinizin iç cebinden çıkarıp içtiğiniz matara içindeki viski kadar berrak olacak. Tabii bu berraklığı sağlamak için, her şeyin başladığı zamana dönmeli ve anlatmaya oradan başlamalıyım.

Henüz genç bir adamdım. Görünüş olarak, yaşına bakmaksızın hemen herkesin genç göründüğü bu zamanda, benim kastettiğim sadece fiziksel değil, ruhsal olarak da genç olduğum zamanlar. Hayatımda ilk defa operaya gitmiştim o gün. Neden gitmek istedim, ilgimi çeken neydi tam olarak emin olduğumu söyleyemem. Belki de afişi hoşuma gitmişti. Elinde kılıç taşıyan görkemli bir meleğin kanat çırpışını gösteren, sürekli tekrar eden 10 saniyelik bir animasyonu vardı ve üç boyutluydu. Nano teknoloji ve grafik tasarımın mükemmel bir dansı, özel bir kağıt baskıydı. Dijital değil de, animasyon saklayabilen yeni nesil nano-kağıtlardan olması yüzünden bu kadar hoşuma gitmişti belki de. Bu bana dijital bir panoda görebileceğim bir animasyondan çok daha gerçekçi görünüyordu ve kendimi bildim bileli “gerçeklik” kavramına kafayı takmış biriyimdir. Her neyse, animasyondan gözlerimi ayırıp afişin alt kısmındaki yazıyı okudum sonunda: TOSCA. Tosca’nın yaratıcısı Giacomo Puccini’nin operada “verismo” (gerçeklik) akımının temsilcilerinden olduğunu biliyordum, bu da eseri izleme isteğimi artırmıştı tabii. Bir bilet aldım, izleyicilere dağıtılan artırılmış gerçeklik vizörlerinden birini taktım ve izlemeye başladım. Opera, ortaya çıktığı zamandan beri asırlar içerisinde değişime uğramış ve teknoloji her daim operanın yardımına koşmuştu. Günümüzde opera teknolojisinin geldiği noktanın muazzam olduğunu duymuş ama izleme şansına kavuşamamıştım. Duyduklarım doğruymuş. Konusu alabildiğine basitti. Ama önemli olan konusu değil, o konunun nasıl anlatıldığıydı… 3 saat süren müzik, dans, ses, ışık ve renk cümbüşünden sonra hipnoz olmuş bir vaziyette adeta sendeleyerek opera binasından kendimi dışarı attım ve o an karar verdim; opera benim mesleğim olacaktı.

Ve işte o günden tam 25 yıl sonra, şehirdeki en görkemli operanın sahibi ve yöneticisiydim. Sahne sanatları teknolojilerini her daim yakından takip ettim ve hatta kazancımın büyük kısmını bu teknolojileri daha da geliştirmeye yarayacak projelere yatırdım. Böylece operam, sadece sanatında değil, teknolojisinde de önde gelen bir yer oldu. Tüm bu süre boyunca en büyük hayalim, izlediğim o ilk operayı, Tosca’yı, o günkü mükemmel halinden daha da ileri taşımak, daha mükemmel hale getirmekti. 25 yıllık tecrübemin ve operamdaki teknolojik olanakların artık kafamdakileri gerçeğe dönüştürmek için yeterli olduğuna kanaat getirdim ve alanındaki en iyi sanatçıları bir araya toplayarak, elimdeki tüm tek-dünya kredilerini bu işe harcayarak, çalışmaları başlattım.

25 yıl boyunca operamda sahnelenen sayısız esere rağmen, Tosca’nın neden hiç sahnelenmediğini sorar dururdu eleştirmenler, şimdi sebebini anlayacaklardı. 2100 yılının soğuk bir kış günü, eserin ilk sahnelenmesinden 200 yıl sonraki o anlamlı günde sahneye konulacaktı ve sadece 1 gün oynanacaktı. Onca hazırlıktan sonra neden sadece 1 gün diye sorabilirsiniz. Çünkü gerçek sadece bir defa yaşanır dedektif. Ve daha önce belirttiğim gibi, gerçeklik konusunda oldukça takıntılıyımdır.

Sizinle ilk ve son defa, sahneleme gününde, perdenin açılmasına saatler kala holofon üzerinden görüştük dedektif. Hatırlayacağınız gibi, size operanın sahnelenmesi sırasında cinayet  işleneceği ve tetikte olmanız ihbarında bulunmuştum. Yanınızda birkaç polisle birlikte bilet alıp koltuklara oturmuştunuz. Destek ekipleri localarda, koridorlarda konuşlanmıştı. Elbette, ne benim o kadar dedektif arasından sizi aramam, ne de sizin, olayı aşırı ciddiye alarak, onca destek eşliğinde gelmeniz tesadüftü. Başrol, güzeller güzeli Tosca’yı canlandıran hanımefendi sizin nişanlınız, benimse platonik aşkımdı. Tüm izleyiciler artırılmış gerçeklik vizörlerini takıp, salonda yayınlanan rahatlatıcı hipnotik ses dalgaları sayesinde gevşeyip koltuklarına gömüldüklerinde, devasa salonun devasa sahnesindeki devasa holo-perde yavaşça silikleşmeye başladı. Tüm salonda heyecanlı bir bekleyiş hissediliyorken, sizde ise endişe, gerginlik ve korku hakimdi dedektif. Nereden mi biliyorum? Çünkü sahnedeydim ve sizi gördüm. Scarpia’yı ben oynuyordum. Yıllarca aldığım şan, oyunculuk ve dans derslerine rağmen, sadece bir defa, o gece Tosca’da sahneye çıkmıştım. Opera binasının sahibi ve aynı zamanda yöneticisi olan kişinin sahnede olması beklenen bir şey değildi, o yüzden oyuncular dışında hemen hemen kimse beni tanımamıştı bile. Holo-perde tamamen yok oldu, ve işte Tosca’nın “son versiyonu” ilk ve son defa izleyici karşısındaydı. Bu mektubu boşuna bir nano-kağıda yazmıyorum dedektif, operadaki 3 perde boyunca neler olduğunu, mektubun devamındaki hafıza-canlandırıcılar ve arşivimdeki animasyonlara eşlik eden sesim eşliğinde takip edebileceksiniz.

 

Perde 1.0

(Hafıza-canlandırıcı devrede.) Sant’Andrea kilisesi dekoru. Holo-partiküller havada dolaşıyor, tüm salonu kiliseye çeviriyor. Sahne sadece sahnede değil, sahne tüm salonda; sahne her yerde. Artırılmış gerçeklik vizörleri kilise hakkındaki tarihi verileri hızlı hızlı not düşüyor. Ayrıca, Partiküllerin neredeyse dokunulabilecek kadar gerçek görünmesini sağlıyorlar. Cavaradossi yağlı boya tablosu üzerinde çalışmakta. Tablosunu gerçekten o an yapıyor. Attığı her fırça darbesi gözlüklere naklen veriliyor. Aşkı geliyor sahneye, Tosca. İzleyici koltuğundaki dedektif, nişanlısını görünce geriliyor, gerçekten bir cinayet işlenecek mi? Ya sevgilisine bir zarar gelirse? İzleyici koltukları havalanmaya, yer değiştirmeye başlıyor. Karmaşık görünen ama aslında mükemmel bir düzene göre hareket eden yüzlerce koltuk, sanal kilise içerisinde gezintiye çıkıyor. Tam o sırada Tosca ve Cavaradossi’nin mükemmel aşk düeti başlıyor. Ve arkasından birçok farklı karakterin aryaları ve düetleri birbirini takip ediyor. Müzik… Orkestradaki enstrümanların hiçbiri, salonun büyüklüğüne rağmen hoparlöre bağlı değil. Her çalgı doğrudan izleyici vizörlerinin kulaklık kısmına yayın yapıyor. Her izleyici, orkestra yalnızca kendisi için çalıyormuş gibi hissediyor. Bir ara, zangoçun uğursuz sesi yankılanıyor:

Angelus Domini nuntiavit Mariae,

Et concepit de Spiritu Sancto.

Ecce ancilla Domini,

Fiat mihi secundum verbum tuum.

Et Verbum caro factum est,

Et habitavit in nobis…

Ve izleyiciler, içinde yaşadıkları çağa ragmen daha önce benzerini görmedikleri teknolojik cümbüşten dolayı ağızları açık kalmışken, 1. Perde sona eriyor. (Hafıza-canlandırıcı devre dışı.)

Aslında insanların etkilendiği şey, operamdaki üstün teknoloji değil dedektif. Asırlar sonra bile insanlar neden hala operaya bu kadar ilgi duyuyor biliyor musunuz? Çünkü insanlar “gerçeği” istiyorlar. Orkestradaki bir kemanı düşünün örneğin. Onun çıkardığı her sesi, yaptığı müziği pekala bir bilgisayarla da üretebilirim. Ama yine de orada gerçek bir kemancı ve elinde gerçek bir keman var. Aradaki farkı tek kelimeyle açıklayabilirim: “ruh”. Bilgisayar mükemmel çalabilirken, kemancı hata yapabilir ama kemancı hala daha üstündür. Çünkü kemancı “ruh”tur. Burada teknolojinin amacı; gerçek olanı daha gerçek kılmaktır. Geçmişi hatırla, başta sadece keman vardı. Hoparlör geldiğinde, kemanın sesini çok daha geniş bir alana yayabildik. Ve şimdi de gerçeklik artırıcılarımızla, keman ve dinleyici arasındaki tüm aracıları kaldırıyoruz. Teknoloji sayesinde gerçek, kademe kademe daha gerçek oluyor.

 

Perde 2.0

(Hafıza-canlandırıcı devrede.) Dansçılar, mükemmel bir uyumla ve olanca doğallıklarıyla dans ediyorlar. Koreografileri insancıl, fakat yine de hareketlerinde mekanik bir şeyler var. Öyle ki, milimetrik bir hata bile yapmadan, onlarca dansçı aynı anda aynı hareketi yapabiliyor. “Synerchip” denilen, adından da anlaşılacağı üzere, sinerji kavramına yeni bir boyut katan çipler sayesinde oluyor bu. Tüm dansçılar, beyinlerindeki implant çipler sayesinde birbirlerinin beyin dalgalarını algılayabiliyor ve mükemmel senkronizasyonu yakalayabiliyorlar. İzleyici koltukları da koreografinin bir parçası. Dansın akışına ve figürlerin yapısına uyacak şekilde koltuklar havada dönüyor, usulca sağa sola savruluyorlar.

Kötü karakter Scarpia, Tosca’ya tecavüz etmeye çalışıyor. Aryalar havalarda uçuşuyor. Tosca, kendini savunmak için eline aldığı bıçakla adamı öldürüyor. Artırılmış gerçeklik vizörleri, izleyicilerin beyin nöronlarını uyarıyor ve izleyiciler, kendi vücutlarında, Scarpia’ya bıçağın saplandığı noktada bir karıncalanma hissediyorlar. Scarpia öyle bir çığlık atıyor ki acısı ancak, gerçek olabilir. Tosca’yı canlandıran soprano sanki fark etmemiştir fakat Scarpia bıçağa eliyle güç vererek gerçekten kendine saplanmasını sağlamıştır.

Kanın seni boğuyor mu?

Bir kadın tarafından öldürülüyorsun!

Bana çok işkence ettin!…

Duyuyor musun? Konuş!… Bana bak!…

Ben Tosca’yım… ey Scarpia!

(Hafıza-canlandırıcı devre dışı.)

Biliyor musun dedektif, bu operada hiç saçmalık yok. En absürd lirikler, en gereksiz görünen sahneler bile matematikten ibaret, bir bütüne hizmet ediyorlar. Çünkü, kurgu ile gerçek arasındaki tek fark, kurgunun mantıklı olmak zorunda olmasıdır. Oysa ki gerçek hayatın böyle bir zorunluluğu yoktur. Tüm bu okuduklarında sana saçma ve sebepsiz gelen şeyler varsa, bu, okuduğunun gerçek olmasından kaynaklanıyor; saçmalık, gerçekliğin en büyük kanıtıdır.

 

Perde 3.0

(Hafıza-canlandırıcı devrede.) Askerler Cavaradossi’yi idam etmek üzere duvara yaslıyorlar. Gözlerini bağlıyorlar. Ateş etmek üzere tüfekleriyle nişan alıyorlar. Tosca, tüm bunların düzmece olduğunu, silahların içinde sadece boş kurşunlar olduğunu sanıyor. Sonunda sevgilisinin özgür kalacağını düşünüyor. Tüfekler muazzam bir gürültüyle patlıyor, sahnenin ışık oyunları eserin başından beri görülmüş en şaşaalı gösteriyi sunuyor. Tosca, Cavaradossi’nin gerçekten öldüğünü fark edince çığlık atıyor. Acısından kurtulmak için tek çaresi, kale surları şeklinde oluşturulmuş dekordan atlayıp intihar etmek oluyor. O intihar için atlayıp gözden kaybolduğunda, artırılmış gerçeklik vizörleri, izleyenlerin beyin nöronlarına acı ve yas tohumları ekiyor, ister istemez çoğu, gözyaşı döküyorlar.

(E lucevan le stele…)

Yıldızlar ışıldardı…

ve etraf toprak kokardı…

bahçe kapısı gıcırdardı…

onun adımları kumları okşardı…

kokusuyla içeri girerdi o,

kendini kollarıma bırakırdı…

Oh! Tatlı öpücükler, o yumuşak okşamalar,

ben titrerken

güzel vücudunu giysilerinden arındırırdı!

Aşk hayallerim sonsuza kadar yok oldu…

Fani dünya…

Şimdi umutsuzluk içinde ölüyorum!

Daha hayata doyamadan!…

(Hafıza-canlandırıcı devre dışı.)

Ve işte her şey orada bitti dedektif. Sahnede oturmuş, tetikte bekliyordun. Holo-perde kapanırken hiçbir şey olmadığını düşünüp rahatladın büyük ihtimalle, oysa ki her şey gözünün önünde olup bitivermişti bile.

İnsanlar operaya kurguyu izlemeye geldiklerini sanırlar ama aslında gerçeği izlemek için gelirler. Kendileri de bunun farkında değiller. Opera, gerçek ve kurgunun sevişmesidir. Opera kurguyu anlatır ama sahnedeki her şey gerçektir. Bir an sonra ne olacağı belli değildir. Aynı oyuncunun bir sonraki sahnelemedeki performansı, orkestranın çalışı, her şey aynı gibi görünse de o kadar farklıdır ki aslında… Aynı suda iki kere yıkanılamayacağı gibi, aynı operayı da iki kere izleyemezsin!

Mektubun başında, okumayı bitirdiğinde aklında soru işareti kalmayacağını vaat etmiştim. Şimdi sözümü tutayım. Biliyorsun Scarpia’yı ben canlandırıyordum. Nişanlınıza, Tosca’yı canlandıran sopranoma gerçekten aşıktım ve hislerim gerçekti. Bana saplayacağı köreltilmiş bıçağı önceden gerçek bir bıçakla değiştirmiş ve elimle destekleyerek kendime saplamıştım. Operadaki yönetim ofisimde bu mektubu yazarken, bir yandan da kan kaybından ölmekle meşgulüm. Cavaradossi de öldü. Hayır sizin takma isminiz değil elbet, operadaki karakter olan, Tosca’nın büyük aşkı Cavaradossi. Libretto’daki senaryo gereği boş kurşunlarla vurulacağı ve ölmeyeceği sanılıyorken, gerçek kurşunlarla öldürüldüğü ortaya çıkıyordu. İşte o kurşunlar gerçekten gerçekti dedektif. Sahte tüfekleri gerçekleriyle değiştirmiştim. Tosca’nın gerçek dünyadaki aşkı olan sizi öldüremedim belki, ama sahnedeki aşığını öldürdüm. Ve Tosca’nın intiharına gelince. Normalde sopranonun intihar sahnesi için dekor arkasına koyduğumuz, düşüşü yavaşlatan anti-yerçekimi cihazı yerine, onu orada sivri metal kazıklar bekliyordu. Kendisi gerçekten intihar etti. Ya da ettirildi diyelim. Her iki cesedi de apar topar odama taşıdım. Henüz kimse olanların farkında değil. Evet, artık her şeyi biliyorsunuz dedektif. Odama gelip, üçümüzün de kokuşmuş cesetlerimizi görebilir ve dosyayı daha açılmadan kapatabilirsiniz.

Tosca aslında çok basit bir öyküdür. Onu güzel yapan anlatılış biçimidir. Gördüğünüz üzere aslında benim öyküm de çok basit dedektif, ama onu güzel yapan, -tabii eğer beğendiyseniz- anlatılış biçimi. Tosca’ya sahip olamasam da seni yendim. Senden intikamımı aldım Cavaradossi! Ben gerçekten Scarpia’yım!… Ve şimdi, gerçekten öleceğim!…

 

 

* Bu öykü, 2014 yılında Türkiye Bilişim Derneği Bilimkurgu Yarışmasında üçüncülük ödülü kazanmıştır.

* Bu öykü ilk olarak, İletişim Yayınları tarafından 2016’da basılan “Dünyalılar” adlı öykü antolojisinde yayınlanmıştır.

 

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

En Son Yazılar

EDİTÖRDEN

SUÇÜSTÜ

GECE YOLCUSU