Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yerli Gatsby | 2

Diğer Yazılar

KAMBUR

KAYIP

BİR EFSANE BİR CİNAYET

Funda Menekşe
Funda Menekşe
Çocuklar için, sevimli öyküler yazarken ne ara cinayet kurguları tasarlamaya geçtiğini kendisi de bilmiyor. Bildiği bir tek şey var ki; yazmayı seviyor.

 Hikâyenin birinci bölümünü daha önce okumadıysanız, birinci bölüme Dedektif’in 24. sayısından ulaşabilirsiniz.

 

Sorunun Kürşat’ı şaşırttığı anlamak için yüzüne bakmak yeterliydi. Adamın kaşları havaya kalkmış, gözleri irileşmişti.

“Nasıl neden? Burada kalmak kötü mü?”

“Elbette değil ama ben, benden ne istediğinizi anlamış değilim. Bu da beni rahatsız ediyor. Bu iyiliğin sonunda ne çıkacak diye endişeleniyorum.”

“İşte Avukat, ben de sana bundan bahsediyordum işte. Bu çocuk çok açık sözlü. İçi dışı bir, akıllı, nerede konuşacağını nerede susacağını biliyor.”

“Sağ olun da soruma yanıt vermezseniz misafiriniz olarak kalamam.”

Kürşat, “Etrafım çakallarla dolu. Bu avukat da dahil,” dediğinde Engin’in bakışları hemen Sedat’a çevrildi ama adamın yüz ifadesi değişmemişti. Geldiğinden beri yaptığı gibi kumaş bir mendille alnında biriken terleri silmekten başka insani bir belirti göstermemişti. Kürşat ayağa kalktı. Bir baş işaretiyle avukatına çıkmasını işaret etti. Engin’i masasının karşısındaki koltuklardan birine oturttu.

“Vasiyetimi Bodrum’a gelmeden önce, Hollanda’daki avukatıma yazdırdım. Orada neyim var neyim yoksa hepsinin satışı yapılacak. Artık dönmeyeceğim oraya. Yıllarca oğlumu aradım ama bulmam zaten imkânsız gibi bir şeydi. Senden ne mi istiyorum evlat? Kalan ömrümde bana evlatlık yapmanı. Yıllardır senin gibi pek çok delikanlıyı konuk ettim, hepsini de aynı sınava tabii tuttum. Tüm gün yalnız bıraktım onları ya bir kızın koynunda ya da bar taburesinin üzerinde geçirdiler günü. Sense benim gençliğimde yapmaktan en keyif aldığım şeyi yaptın: Gerçek hazineyi aradın, buldun, onunla konuştun ve günün gerisini sadece gözlem yaparak geçirdin. Kendini kaptırmadın şatafata.

Seni ilk geçen yaz görmüştüm aslında. Sadece bugün için değil, nerdeyse bir yıldır takip ediliyorsun. İsmail bu konuda çok iyidir. Ne de olsa eski polis.”

Engin ne zaman kafasını çevirse burnunun dibinde biten adamın aslında ne iş yaptığını anladığı için bir rahatlama hissetti ama takip edilişini fark etmediği için gerildi.

“Sessizsin. Kabul etmiyorum deme bana. Yapman gereken tek şey, bir evlat gibi yakınımda olmak ve paramı keyfince kullanmak. Arada, bir evlat babasını nasıl kızdırırsa aynen o şekilde beni kızdırmak, bu kadar.”

Son cümlesini tamamlayan Kürşat bir puro yaktı. O esnada İsmail oda kapısında göründü.

“Doktor Bey artık iyice sabırsızlanıyor,” dedi usulca.

“Yine ne istiyor bu benden? Çağırın Mümtaz’ı gelsin, kurtarsın beni bu işkolikten. Bitmemiş mi kızının düğün teranesi?”

Engin’in aklı allak bullak olmuştu. Ona altın tepside sunulan yeni bir hayat vardı önünde ve bu tuhaf bir işti. Çocukluğundan beri ekmeğini taştan çıkarmış, bir kere bile elindekinden fazlasına meyletmemiş, küfürbaz değil de şükürbaz olan delikanlı, “Düşüneceğim,” dedi odadan çıkarken ve kapıda karşılaştığı doktora bile isteye çarptı; duygularını saklamak sanatından hiç anlamadığı için sonradan kendine kızdı.

Kapı kapanırken Kürşat’ın bıkkın bir ses tonuyla, “Seni çağırmadan gelme demedim mi Doktor? İşim var,” dediğini duydu.

Engin için o gece sıkıntılı başladı. Bir yanda tüm hayatını değiştirme fırsatı vardı ki kim olursa olsun böylesi bir hayatı havada karada kabul ederdi, diğer yanda “Bu işte bir bit yeniği var,” diyen içsesi vardı. Bu devirde kim eski insanlar gibi yanında besleme büyütürdü ki? Haydi öyle bir niyeti olsun böyle bir durum için kim, yirmi altı yaşında birini tercih ederdi? Böyle nüfuzlu bir adam, devlet yurtlarında bir aile için dua eden yüzlerce yetimden birini evlatlık alabilirdi. Bu düşünceleri biraz da olsa unutabilmek için aklına takılan başka bir konu hakkında araştırma yapmak üzere telefonunu eline aldı. Bir süre internette gezindi ve şüphelerinde haklı olduğunu gördü. Yine de rahatlayamadı, aklındaki düşünceler kocaman kamarayı ona dar ediyordu. Derinden gelen sesler birilerinin eğlenceye devam ediyor olması gerektirdiğini düşündürdü. Duyduğu inleme sesinin bir kadından geldiğine emin olunca daha fazla kulak misafiri olmamak için kamarasından uzaklaşmaya kadar verdi.

Kürşat Kalacan’ınki ile aynı koridorda olan kamarasının kapısını usulca kapattı. Zengin adamın oda kapısının altından süzülen ışığa baktı bir süre. İçeri girip yeniden konuşmayı düşündüyse de bu düşünceyi gerçekleştirmedi, yürümeye devam etti. Koridordaki üçüncü kapının ardında kimin kaldığını merak etti. Daha doğrusu Yeşim’in kamarası olup olmadığını…   Ses çıkarmamaya özen göstererek bir süre pupada yürüdü. Annesini arayıp ona akıl danışmayı düşündü ama saate baktığında annesinin uyuyor olacağını tahmin edip bu fikirden de vazgeçti. Güvertedeki rattan koltuklardan ikili olana uzandı. Denizden gelen esintiyi teninde hissederken gözlerini kapattı. Gecenin karanlığında, ıssızlığın ortasında, alargadaki yatta sabahki curcunadan eser kalmamıştı, bandıranın çıkardığı ses dışında tam bir sessizlik hakimdi. Sessizliğin içinde, aklındaki onlarca sesin esir aldığı Engin, üzerine doğru eğilen birinin varlığını hissettiğinde birden gözlerini açtı ve Yeşim’le burun buruna geldi.

Yeşim battaniyeyi işaret ederek “Hey, sakin ol, benim!” dedi, “Geceler soğuk oluyor, burada uyuyup hasta olma. Kürşat Bey de senin gibidir, bayılır koltukta sabahlamaya. Doğal klimalı der bu koltuklara, ‘Adamı klima gibi hasta etmez, çarpmaz bu esinti’ der. Ama battaniyesiz de oturmaz.”

“Senin koruma kalkanın mı var?” diye sordu Engin, Yeşim’in üzerindeki penye pijamaları işaret ederek ve duyduğu inlemeleri düşündüğünde, genç kadını penye pijamaları içinde gördüğüne şükrederek.

Yeşim, “Boby beni koruyor,” dedi pijamadaki ayıcık figürüne atıfta bulunarak. Eliyle kaymasını işaret edip Engin’in yanına oturdu.

“Biliyor musun, bazen bu yatla dünya turuna çıktığımı hayal ediyorum. Elbette içine doluşan beleşçi tayfa olmadan. Hepsi bu iyi niyetli adamı sömürüyor. Kürşat Bey’i yıl içinde çok az görüyorum ama çok iyi tanıyor ve anlıyorum aptal değil ama iyi niyetli işte. Zenginler neden bu tip insanlara prim veriyor, anlamıyorum. Yalakalar ordusu…”

“Sen de zengin sayılırsın bence.”

“Ben mi? Yapma ya! Ben sıradan bir çalışandan farklı değilim.”

“Anladığım kadarıyla Mustafa Bey zengin, seni de onlar büyüttüğüne göre…”

“Mustafa Bey’in iyi bir geliri olduğu doğru ama sahip olduğu imkânların hepsi Kürşat Bey’in. Türkan annem bana her zaman, ‘Bugün paramız olabilir ama yarın yokmuş gibi yaşamamız gerekiyor,’ derdi. Tutumlu ve akıllı bir kadındı.”

“Mustafa Bey de her ne kadar tersi gibi davransa da o da akıllı birine benziyor bence.”

Yeşim, kısa bir süre karanlık denizde belirsiz bir noktaya dikti gözlerini. Bir bilgisayarın dosyaları taraması sırasında çıkan bildirim çubuğunun yüklenişini beklemek gibi sakince doğru dosyanın bulunmasını bekledi Engin.

“Ben ona güvenmiyorum,” diye mırıldandı Yeşim. Gözlerini delikanlının gözlerine dikip “Çok kurnazdır. Kürşat Bey’e ilah gibi davranır ve…”

” Ve..?”

“İşte, nasıl ifade edeceğimi bulamıyorum. İnsanlar yaratıcıdan neden çekinirler? Ya gücünden korktukları için ya da sevdikleri için. Mustafa Bey de patrondan öyle çekinir işte. Sevgi? Orasından emin değilim ama korku: kesinlikle. Türkiye’deki tüm işleri yönetiyor olsa da her an kapı önüne konulma korkusu taşıdığını biliyorum. Kürşat Bey böyle bir şey yapar mı dersen, yapmaz. O sözüne çok sadık ve açık sözlü bir adamdır.”

“Neden ona hisse vermiyor peki?”

“Sen de bir günde ne kadar çok şey öğrenmişsin böyle? Aramıza sızmış bir ajan falan değilsin, değil mi? Tamam, suçluyu açıklıyorum ama aramızda kalsın.”

Yeşim’in neşeli hali Engin’i kalbinden vuruyordu.

“Çünkü kumara yatırıp kaybedeceğini biliyor. Kürşat Bey’in gözünde para riske atılabilir ama hisse senetleri ya da gayrimenkuller atılamaz. Ne yazık ki Mustafa Bey’de böyle bir hırs var. Ne kadar çok olursa elinde onu daha da çok yapmak için her türlü riske atılır.”

Denizdeki aynı nokta yine Yeşim’in gözlerinin himayesine girdi. Engin bir süre daha, hoşlandığı kız yanı başında otururken kendini yalnız hissetti. Battaniyenin bir ucunu kızın omuzlarına doğru sardığında Yeşim başını Engin’in omuzlarına bıraktı.

“Beni sokaklarda bırakabilirlerdi. Mustafa Bey neden beni seçti, bilmesem de beni evlat gibi görmediğini biliyorum. Belki eşine aldığı bir hediyeden farklı görmedi beni, belki bir proje gibi gördü. Fakat Türkan annem beni o kadar çok sevdi ki bana gerçek ailem onlarmış gibi hissettirdi. Ben de o yüzden ona anne dedim ama Mustafa Bey’e… Beni duygusuz ve taş kalpli olmakla suçluyorlar, değilim oysa. Sadece hayata onlar gibi başlamadım ve bunu unutamıyorum. Neyse. Anasız babasız bir başına kim bilir kimin ellerinde… Belki şimdiye ölüp gitmiştim.”

“Benim de babam yok. Hiç tanımadım. Bir annem var ama o da pek konuşmaz, nasıl desem safça, zayıf mizaçlı bir kadındır. Dedem, ölene kadar bize kol kanat gerdi fakat o da ben on beş yaşındayken öldüğünde, aileme erkek olmak zorunda kaldım.”

“Yetimler kulübüne beni de ekleyebilirsiniz,” dedi arkalarından bir ses. Doktorun bir süredir arkalarında durup onları dinlediği neredeyse sönmek üzere olan sigarasından belliydi. Teklif beklemeden kendini koltuklardan birine bıraktı Doktor.

“Sohbetinizi bölmedim umarım.”

Engin oturduğu yerde huzursuzca kıpırdandı. Kendisinden daha yakışıklı, kariyer sahibi bu genç adamı kendisi için tehlike olarak gördüğünün farkındaydı. Dişiye kendini beğendirme çabasındaki bir kuşun tüylerini kabartması ve rakipleri arasında daha iri görünmeye çalışması gibi bir çabayla oturduğu yerde dikleşti. Bu his onu öfkelendiriyordu. Yeşim bu gerginliğin farkında olduğunu ve tarafını belli eden o hareketi yapmadan önce Engin, Doktor’a ters bir cevap vermeye hazırlanıyordu. Yeşim’in kendisine daha da sokulup koluna girdiğini görmek yakışıklı Doktor’u anında unutmasına yetti.

Yeşim, “Birbirimizi yakından tanımaya çalışıyoruz. Bu arkadaşlık yatta kalmayacak. Sahi sizi hiç tanımıyoruz, adınızı duyduğumu bile sanmıyorum,” dedi sert bir ses tonuyla.

“Doktor diye seslenilmesini ben de sevmiyorum aslında. Adım Okan. Kaç gündür yattayım, keşke daha önce sorsaydınız.”

“Varlığınızı önemsememişim demek ki!” dedi Yeşim ukalaca. Onun bu cevabı Engin’in bıyık altından gülmesine sebep oldu ama genç doktor umursamamış gibiydi.

“Artık önemsiyorsunuz demektir bu, ne güzel bir gelişme,” dedi pişkinlikle, “Hava soğuk değil mi?”

“Üşüdüyseniz, kamaranıza dönebilirsiniz dostum. Biz de sohbetimize devam ederiz.”

Okan, Engin’in gülerek kurduğu cümleye aynı şekilde yapay bir gülümsemeyle karşılık verdi:

“Merak etmeyin sohbetinizi bölmeye gelmedim. İsmail Bey’in başı ağrıyormuş, ona bir ağrı kesici vermek için çıkmıştım. Tüm gün güvertede gezindi, güneş çarpmış adamı. Neyse, dikkat edin de siz de sabaha üşütmüş olarak uyanmayın.”

Ellerini beyaz pantolonunun ceplerine sokmuş, baston yutmuş gibi dik bir şekilde yürüyüp üst katın merdivenlerine yönelen adamın arkasından baktılar. Sessizce yürümek konusunda oldukça maharetli olan adam merdivenlerden inmekte olan Nalan’ı görünce kibarca yana çekildi. Yaşına hiç de uygun olmayacak transparanlıkta bir gecelik giyinmiş olan Nalan’a yol verdi. Nalan beyaz geceliğin üzerine aynı renkte bir sabahlık giyinmiş olsa da sabahlığın önünü kapatma gereği hissetmeden, estetikli vücudunu sergileyerek rahatça geziyordu. Kadın, güvertenin karanlık noktasında kalan iki kişinin ve kendisine dikilmiş bakışlarının farkında olmadan kamaraların olduğu koridora yöneldi. Kürşat’ın kapısının önünde birkaç tur attı. Kapıyı tıklatmak konusunda yaşadığı kararsızlığın sonunda koridordan kattaki ortak salona geçti. Açık bardan kendisine bir içki doldurdu.

Engin, “Yardım gerekir mi acaba?” diye sordu Yeşim’e.

“Derdi nedir bilmiyorum ama yardım edecek kişi geliyor merak etme,” dedi Yeşim, başıyla merdivenleri göstererek. Bora merdivenleri birer ikişer indi. Nalan’ın koluna girdi ve odalarına doğru götürmeye çalıştı. Nalan genç sevgilisine direndi. İkilinin arasında bir tartışma olduğu çok belliydi. Bora’nın suratının orta yerinde patlayan tokada şahit olmak Engin’le Yeşim’in koltuktan aşağıya doğru kaymaya başlamalarına sebep oldu. Kavga eden çift gözden kaybolduğunda Yeşim kıkırdamaya başladı.

“Bu da neydi böyle? Aile kavgası mı? Yazık çocuğa.”

“Bence yazık değil. Sevmediğin bir kadınla sırf parasını yemek için birlikte oluyorsan ve üstüne üstlük onu aldatıyorsan o tokattan fazlasını hak ediyorsun demektir.”

“Hım, çıkar dilinin altındaki baklayı.”

“Boş ver şimdi bunları. Ben başkasıyla ilgilenmiyorum. Sadece… Sadece seni daha yakından tanımak istiyorum.”

Yeşim ve Engin gecenin büyük bir kısmını sohbet ederek geçirdiler. Engin, Yeşim’in anlattığı her anıda genç kıza hayran olmasını sağlayacak başka bir ayrıntı buluyordu. Yeşim gerçekten kendini geliştirmek ve bulunduğu yeri hak edebilmek için çok çalışmıştı. Engin, onu dinlerken okumamış olmanın ezikliğini daha fazla hissetmeye başlamıştı. Oysa onun anlattıkları, yaşam mücadelesi ve ekmeğini taştan çıkarma gayreti de Yeşim’i derinden etkilemişti. “İşin kolayına kaçmak istesen bir Bora da sen olabilirdin,” demişti Yeşim.

Sabaha karşı, güneş henüz yüzünü tam olarak göstermemişken, yatın yeniden açılmaya başladığını haykıran motor sesleri sessizliği yırtmaya başladı. Gözlerini aralayan Engin, koltukta uyuyakaldıklarını fark edip gülümsedi. Ancak kıpırdandığı anda uyuşmuş ve katılaşmış olduğunu hissettiği kaslar gülümsemiyordu. Yeşim’in de üşümüş olduğunu düşünüp onu da usulca uyandırdı. Yeşim’e üst katta olduğunu öğrendiği kamarasına kadar refakat ettikten sonra kendi kamarasına doğru yürümeye başladı. Kürşat’ın kamarasından hala ışık sızıyordu. Aynı şekilde koridordaki üçüncü kapının altından da ışık sızıyordu.

İçeriden gelen sesi hemen tanıdı.  Adam telefonda konuşuyor olabilirdi. Ne dediği tam anlaşılmasa da sesi gergin geliyordu. Engin yürüyüp gidecekken, “Her şey yolunda mı sence doktor?” sorusunu duyunca durakladı ama konuşmanın devamı gelmedi. Aklındaki tek şey sıcak bir duş almak ve bir saat bile olsa rahat yatakta yatmaktı, kendini kamarasına attı.

Çarpan bir kapı sesiyle yeniden uyandığında saat dokuz çeyrekti. Her sabah yedide uyanmaya kurulmuş bedeni o sabah kendini uykunun tatlı kollarına bırakmıştı. Kahvaltı servisinin sekiz otuzda başlamış olması gerektiğini hatırlayınca yataktan fırladı ve hızla giyinmeye başladı. Bu acele açlığından değil de Yeşim ile Doktor Okan’ın yalnız kalmasını istemeyişindendi. Bez ayakkabının bir teki ayağında diğer teki elinde banyoya parfüm almaya geçerken anladı: Sadece Yeşim’i daha sık görebilmek için bile olsa Kürşat’ın teklifini kabul edecekti.

Kaptan’ın “Funda” komutu müzik yayınına karışırken yemek salonuna girdi. Yeşim’i göremedi. Mustafa Bey, Nalan Hanım ve sevgilisi Bora, Melike ve Tuba masadaydılar, konuşmadan kahvaltı ediyorlardı. Tayfun Kırmaz kenardaki koltuklardan birine kurulmuş, Avukat Sedat Bey’le laflıyordu. Engin, özellikle yanındaki sandalyeyi boş bırakarak Tuba Hanım’ın tam karşısına oturdu. Artık tüm kahvaltılarının bu çeşitliğe sahip olabileceğini düşünmek Engin’i gülümsetti.

Galina Zavadski, yemek salonuna oldukça seksi bir mayokini ile girdi. Mürettebattan biri kadına hemen bir havlu yetiştirdi. Motorlar durup demir atılır atılmaz denize atladığı belli olan kadının saçlarından hala sular damlıyordu. Tayfun’un yanına gidip ıslaklığına aldırmadan adamın dizine oturdu, adamı tahrik etmek istercesine ve kimseye aldırmadan dudaklarından öptü. Çat pat bir Türkçeyle adamı kamaraya doğru sürüklemeye başladı. Tayfun Bey’in neşesi yerindeydi. Galina’nın peşinden giderken dönüp avukata, “Hayatımı kurtardınız. Bu hizmetinizin karşılığını alacaksınız. Kürşat’ın da alacağı olsun, neden baştan bana sizi önermediyse?” dedi. Sedat Bey başıyla selam vermekle yetindi ve yattan ayrılacağını dile getirerek herkese veda etti.

Engin, yatın sahibinin oturuyor olması gereken sandalyeye baktı. “Ev sahibimiz uyanmadı mı daha?” diye sordu.

“Çoktan kalkmıştır o. İsmail de ortalarda yok. Eğer botlardan biri de eksikse bence karaya çıkmışlardır,” diye yanıtladı Tuba Hanım.

Kadının yine harika göründüğünü düşündü Engin. Oysa Nalan Hanım on yaş yaşlanmış gibi görünüyordu. Omuzları düşmüştü, tabağında kalan salatalık parçalarıyla oynayıp duruyordu. Birden çatalını sertçe tabağa bıraktı ve Bora’ya dönüp komut verir gibi: “Kalk ve hazırlan, biz de avukatla birlikte yattan ayrılıyoruz,” dedi.

Bora, itaatkâr bir köle misali kalktı ve kimseyle göz göze gelmemeye özen göstererek hızla yemek salonundan ayrıldı.

Melike’nin lokması çatalında, ağzı ise açık kalmıştı. Öfkeden kıpkırmızı olmuştu. “Ona böyle davranmaya hakkınız yok!” diye çıkıştı.

“Kime nasıl davranacağımı sana soracak değilim!”

“Paraya ihtiyacı var diye onu böyle aşağılayamazsınız.”

“Bana bak küçük şırfıntı, onu elimden alacağını mı sanıyorsun? Bana akıl verebileceğini kim söyledi sana? Aklın olsaydı başkasının sevgilisini baştan çıkaracağına Kürşat’ın koynundaki yerini sağlamlaştırmaya çalışırdın.”

Melike Mercan hışımla Nalan’ın üzerine yürümeye başlayana kadar herkes donmuş gibi ikilinin arasındaki kavgayı izliyordu. İlk hareketlenen Melike’nin yanında oturan Mustafa Bey, oldu. Genç kadının kollarından tutup uzaklaştırmaya çalıştı. Yine ne ara geldiği belli olmayan doktor da Nalan Hanım’ı tutmuştu.

Melike yemek salonundan çıkarken birden döndü, “Bora bana tüm planlarınızı anlattı. Onu dahil olmak istemediği bir oyuna sürüklüyorsunuz, Kürşat’a hepsini anlatacağım. Senin gerçek yüzünü görecek,” diye bağırdı ve hızlı adımlarla Kürşat Kalacan’ın kamarasına doğru yürümeye başladı. Mustafa Bey, öfkeli film yıldızının peşinden gitti ve onu sakinleştirmeye çalıştı. Doktor da kızın arkasından bakakalan Nalan’ın koluna girdi ve ayakta durmakta zorlanan kadını salondan çıkardı. Engin, tıpkı Tuba Hanım gibi yerinden kıpırdamamıştı.

“Zenginler ve yalan hayatları,” diye mırıldandı yazar ve hiçbir şey olmamış gibi boşalan fincanına çay doldurmaya başladı.

“Her şeyi bildiğiniz gibi akraba olduklarını da biliyorsunuz değil mi?”

“Tabii ki biliyorum ama senin bilmene şaşırdım doğrusu. Herkes Kürşat’ın Erzurum’un bir köyünden çıktığı bilir ama kimse sosyete modacısı Nalan’ın da aynı köyün çeşmesinden su taşıdığını bilmez.”

“Tesadüfen öğrenilmiş bir bilgi sadece. Kürşat Bey’in başka yakın akrabası var mı acaba? Çocuğu, eşi olmayan biri ölürse varlığı yakın akrabasına mı kalır peki?”

“Dün de buna benzer bir soru sordun delikanlı. O güzel kafandan neler geçtiğini anlatmadığın sürece sana yanıt vermeyeceğim.”

“Hiç. Ben sadece…”

Engin’in konuşması, Yeşim’in göz kamaştıracak güzelliğinin yanı başında belirmesiyle kesildi.

Yeşim, “Bir sabah geç kalktım, tüm eğlenceyi kaçırmışım, az önce Okan anlattı her şeyi,” diyerek doktorun adını duymasıyla suratı asılan Engin’in sağ tarafındaki sandalyeye oturdu. “Daha da üzüldüğüm şey Kürşat Bey’in tüm bu tantanayı kaçırmış olması. O sever kaosu. Sahi o nerede, Bodrum’a mı geçti?”

“Bu sabah görmedim tatlım. Ama geçtiyse bana haber vermediği için çok ayıp etti; acil bir işim çıktığını, dönmek zorunda olduğumu dün gece bildirmiştim oysa. Konuşmamız gereken bir şey vardı.”

Adının Şebnem olduğunu öğrendiği hostes masaya Yeşim için sıcak kahve getirdiğinde Yeşim sordu:

“Şebnem, Kürşat Bey sizin çımarıva sırasında gördün mü?”

Şebnem kahveyi servis ederken, Kürşat Bey’in bu sabah odasından hiç çıkmadığını söyledi. Engin çımarıvanın, yat personelinin sıraya dizilmesi olduğunu, bu şekilde kaptanı ya da gelen misafirleri selamlama merasimi yapıldığını biliyordu.

“Çok ilginç, Kürşat Bey yatta kaldığında mutlaka sabahları yapılan törene katılır. Mürettebattan ve yönetim biriminden bilgileri alır. İsmail nerede, onu da görmedim bu sabah?”

Yeşim’in sorusu cevapsız kaldı. Mustafa Bey, salona doktorla birlikte döndü. “Günaydın tatlım,” dedi asistanına göz kırparak. “Siz kadınlarla baş etmek gerçekten zor.”

“Dünyanın en uysal kadınıyla yaşadığınız yıllardan sonra diğer tüm kadınların zor gelmesi normal.”

Mustafa Bey’in gözleri birden doldu. Elinin tersi ile yanağına süzülen yaşı sildi.

“Üzgünüm, Türkan annemi hatırlatarak sizi üzmek değildi niyetim.”

“Biliyorum kızım, biliyorum. Bu sabah sinirlerim bozuldu biraz, ondandır. Kürşat bilirdi, bir anacığımın bir de eşimin -Allah hepsine rahmet eylesin- hakları çoktur üzerimde.”

Masa başındaki herkesin kanını donduran bir çığlık yükseldi alt kattan. Mürettebatın telaşlı adımlarına misafirler de katıldı. Kamaralarda olanlar da ortaya çıkmıştı. Kürşat Kalacan’ın kamarasının kapısına yığılıp kalmış olan Şebnem’i, mürettebattan Ali kucakladı. İsmail odanın içinde bağırıyordu.

“Doktoru çağırın hemen!”

Engin doktorun peşi sıra odaya daldı. Tüyleri bir anda diken diken oldu. Kürşat Bey’in cansız bedeni çalışma masasının yanında yerdeydi. Engin dişlerinin birbirine çarptığını hissetti. Yerde yatan adamın nabzını kontrol eden doktorun yanına diz çöktü. İsmail onu dışarıya çıkarmaya çalışırken gözleri hızla etrafı taradı, kan yoktu.

 

Devamı 26. Sayıda…

En Son Yazılar