Orta Çağ’ın karanlık yüzü aydınlanmaya başlayınca, dünya değişime uğradı. Aynı zamanda suç dünyası da değişime uğradı. Sanayi devrimi Avrupa’yı kasıp kavururken, farklı kültürlerden farklı ırklar daha kolay bir şekilde iletişime geçmeye başladılar. Devrim vesilesiyle göçler başladı. Kültürler ve gelenekler birbirine karışmaya başladığı gibi, çatışmalara da neden oldu. Sanayi gelişirken, suç oranı da paralel bir şekilde büyümekteydi.
Biraz geriye gidelim.
1453’te Osmanlı İmparatorluğu İstanbul’u fethetmeyi başardı. Bu durum kimileri için büyük tehdit oluşturuyordu. Çünkü Avrupa-Orta Asya-Çin ticari hattı kimilerine göre Osmanlı İmparatorluğu’nun eline geçmek üzereydi. Avrupa ülkeleri yeni bir arayış içerisine girdi. Gelişen endüstri ile birlikte kâşifler okyanuslara açılarak yeni topraklar keşfetmeye başladılar. Afrika, Hindistan ve Amerika keşfedildi. Gerçi Amerika daha önceden de Vikingler tarafından keşfedilmişti, ancak onlara göre orada kalmak için bir sebep yoktu. Özellikle İspanya ve Portekiz, Güney ve Orta Amerika üzerinde hakimiyet kurarken; İngiltere, Fransa ve diğerleri Kuzey Amerika kıtasını tercih etmişlerdi. Fransa bugünkü adıyla Kanada’ya yerleşirken, Hollanda Manhattan adasına yerleşmişti. İspanya bugünkü Florida bölgesi ile Avrupa arasında mekik dokuyorken, Britanya tüm avantajı eline geçirmeyi bildi. İngiltere kralı, Kuzey Amerika’ya göçün artması amacıyla teşvikler sunmaktaydı. Böylelikle Atlantik Okyanusu sahili boyunca kıtanın kontrolü İngilizlerin eline geçti. 1624’de Virgina ilk kraliyet kolonisi olarak kabul edildi ve ilk valisini belirledi. Tütün ve şeker ihracatını arttırmak adına daha fazla iş gücüne ihtiyaç vardı. Çözüm Afrika’da bulundu. Afrika’dan getirilen köleler bu iş gücünü karşıladı. Daha sonrasında İngiltere bir şekilde Hollandalıları alt etmeyi başardı ve böylelikle Atlantik okyanusu sahil şeridi tamamıyla İngilizlerin oldu. 1756 ile 1763 yılları arasında bu sefer Fransa ile İngiltere arasında çatışma başladı.
Fransızca, eğitimin ana dili olarak kabul edilmekteydi. Bu durum Voltaire, Rousseau ve Diderot gibi isimlerin ortaya çıkmasını sağladı. Özellikle adalet ve siyaset ile ilgili görüşleri, bu alanların gelişmi için büyük katkı sağladı. Amerika Birleşik Devletleri’nin ilk tohumları atılmaya başlandı. Bu yıllardan itibaren, demokratik siyaset anlayışının ve modern dünyanın ilk temsilcileri olma özelliğini üstlenmişlerdi. Ancak bu süreç hiç de kolay değildi. Kuzey Amerika toprakları üzerinde iç çatışma devam etmekteydi. Özellikle kıtanın batı kesimi tamamıyla bir karmaşa içerisindeydi. Tüm bu karmaşanın içerisinde Amerika tarihinin ilk kayda geçmiş seri katil olayı yaşandı. Micajah ve Wiley Harp (daha sonradan isimleri William ve Joshua Harpe olarak değişecekti) kuzenleri, vahşi cinayetlerin baş aktörleri olacaklardı. Harpe kardeşler olarak bilinen bu ikili, aslında kuzenlerdi. Amerika’nın bağımsızlık savaşı içerisinde aktif rol alan bu ikili, Amerika’nın ilk resmi seri katilleri olarak tarihe geçtiler. İskoç göçmen bir ailenin çocukları olan William “Little” Harp ve Joshua “Big” Harp, Kuzey Carolina bölgesine toprak sahibi olma hevesiyle gittiklerinde, kendilerini bir anda savaşın içerisinde buldular. İngilizler için savaşan Harp ikilisi, 1781’de askeriyeden men edildiler.
Birliklerinden atılan Harp ikilisi, iki kadını kaçırıp kendilerine eş ilan ettikten sonra, Amerika’nın vahşi doğasında yaşamaya karar verdiler. Eşleri doğum yaptıktan sonra, bebekleri acımasızca katlettiler. Kentucky ile Tennessee bölgeleri arasında, aralarında kendi akrabaları ve tesadüfen karşılaştıkları kişiler olmak üzere, birçok kişiyi öldürdüler. Kurban sayısının yaklaşık 20 ile 40 arasında olduğu tahmin edilmekteydi. Kurbanlarını öldürdükten sonra, üzerlerindeki ganimetleri alıp, ölü bedenleri parçalayıp, vahşi havanlara yem etmek üzere öylece bırakıyorlardı. Bazı kurbanlarının karınlarını açıp, içlerine taş doldurup nehrin derin sularına bırakıyorlardı. Kaynaklara göre, nehir korsanlarına katılarak, sadist eylemlerini orada yaşamaya devam ettiler. Kayda geçmiş bir olay da bir adamı çırılçıplak soyup bir atın üzerine bağlayıp, atın uçurumdan aşağıya atlamasını sağlamalarıydı. Kurban konusunda seçici davranmıyorlardı. Kadın, erkek, çocuk, köle veya zengin; hiç kimseyi ayırt etmiyorlardı. Öldürüyorlardı, tecavüz ediyorlardı, gasp ediyorlardı. Her kesimden insan, onlardan nasibini aldı. Hikâyenin en ilginç kısmı ise, defalarca yakalanıp, bir şekilde firar etmeyi başarmış olmalarıydı. Ancak en sonunda gerçek anlamda yakalandılar. İlk önce 1800’ün başlarında Big Harpe yakalandı. 20 kişiyi öldürmekten ötürü idam cezasına çarptırıldı. Kafası kesildikten sonra, Kentucky’nin her köşesinde sergilendi. Little Harpe, kuzeninin ölümünden sonra, 4 yıl firar etmeyi başardı. Başka bir suçlunun kellesine konulmuş ödüle göz dikince, yakayı ele verdi. Ödülü almaya gittiğinde, kimliği fark edilen Little Harpe, hızlıca yargılanıp asıldı.
Harpe ikilisinin 1790’lı yıllarda cinayetlerini bu kadar rahat işlemeleri için en büyük etken, dönemin kanunlarının takibinin zor olması, savaş hali ve özellikle dağlık bölgede firar eden katillerin izlerini süremenin zorluklarıydı.
Günümüzde profilleme konusunda çok ilerideyiz. Seri katillerin öldürme şekli genelde aynıdır. Harpe ikilisi ise farklı farklı öldürme şekillerini tercih ediyorlardı.
Amerika yeni bir ülke olma yolunda emeklerken, ilk seri katilleri ile çok erken bir süreçte tanıştılar. Ancak hemen hemen aynı dönemde Avrupa’da yaşanacak başka bir olay, adlî bilim tarihinde yer edecekti. 1787’de, Johann Daniel Metzger, arsenik ile ilgili farklı bir keşif yapmıştı. Arsenikli oksit kömür ile ısıtıldığında, kömür üzerinde sime benzer bir yüzey oluşuyordu. Bu buluşu, bilimi mahkeme salonlarına taşıdı ve bilimin adlî olaylarda vazgeçilmez bir unsur olmasını sağladı. Ancak bilimin gelişimi suçun önüne geçemedi. Çünkü kanunlar, soylu ve zenginleri korumaktaydı.
Gelecek sayı: Osmanlı’nın İlk Seri Katili