İdam hem cezalandırma hem de suç işleme eğilimli kişilere gözdağı verme amacıyla binlerce yıldır kullanılan bir yöntemdir. Bu nedenle idamlar genellikle halka açık yerlerde yapılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nda genellikle kelle vurma veya iple boğma şeklinde gerçekleştirilen ölümler, bazen işkence sonucu olurdu.
Kadıların şeri hukuka göre verdikleri cezaların yanı sıra, devlet büyükleri kendi değerlendirmelerine göre idam kararı verebilirdi. Cumhuriyet döneminde idam, kaldırıldığı 3 Ağustos 2002 tarihine kadar sadece mahkeme kararıyla, iple asılma şeklinde uygulanmıştır. Genellikle halka açık infazlar mesela İstanbul’da Sultanahmet Meydanı’nda, Ankara’da Samanpazarı’nda veya bazen cezaevlerinde uygulanıyordu.
Türkiye Cumhuriyeti’nde 1920’de Büyük Meclis’in kuruluşundan, 1984’te ölüm cezalarının fiilen kaldırılmasına kadar geçen altmış dört yıllık dönemde, TBMM tarafından onaylanan ve infazı gerçekleştirilen ölüm cezası kararı sayısı yedi yüz on ikidir. 1965 yılında İnfaz Kanunu’nda yapılan düzenlemeden sonraki infazlar cezaevi avlularında, güneş doğmadan önce, gizli olarak yapılmıştır. O dönem ordu mensubu bir kişinin askeri suçtan dolayı aldığı ölüm cezası kurşuna dizilerek infaz edilirdi.
BÖREKÇİ CİNAYETİ
24 Aralık 1960’da soğuk bir kış sabahı Eminönü Meydanı’nda toplanan İstanbul halkı ülke tarihinin son halka açık idamına tanıklık ediyordu. İdam mahkûmu iki kişinin katili Börekçi lakabıyla tanınan Ali Ünver’di.
27 Eylül 1955 sabahı Beşiktaş Sinanpaşa semti sakinleri yoğun bir yanık et kokusuyla uyandılar. Yapılan araştırma kokunun Börekçi Ali’nin dükkanından geldiğini gösteriyordu. Dönemin meşhur polis şefi Vedat Sokullu ve ekibi kilitli olan dükkânı açmış ancak fırından gelen yanık kokusu dışında bir kanıt bulamamıştı. Polisler o gün iş yerini mühürleyip döndüler.
Aynı günün akşamı semt sakinleri Beşiktaş sahilinde çuvallar içinde karaya vurmuş, yanık ve parçalanmış iki erkek cesedi buldu. Civarda yapılan aramalarda çuvaldaki cesetlerin diğer parçaları da tespit edildi. Sabahki et kokusu ve yanık cesetler tek bir faili işaret etmekteydi; Beşiktaş’ın ünlü börekçisi Ali Ünver.
Börekçi Ali için derhal arama emri çıkarıldı. Birkaç günlük kovalamacanın ardından katil Karamürsel’de yakalandı.
İlk ifadesinde Tahtakale’den iki çuval tüccarını çağırdığını, onlara çok parayla gelmelerini tembihlediğini anlatan börekçi, çuvalları görmek için dükkanın alt katına inen Ahmet Seyit Tahiroğlu(60) ve Tahsis Yayla’yı (20) başlarına vurduğu kürek darbeleriyle öldürmüş, kurbanlarının cebindeki dört yüz yetmiş lirayı almış ve cesetleri yok etmek maksadıyla fırında yakmıştı.
Cinayeti acımasız kılan bir detay da katilin ‘Genç olanı ölü olmayabilirdi, fırında kıpırdıyordu. Zaten az paraları varmış, bilsem bu kadar paraya bu işe girmezdim.’ deyişidir.
Cinayet davasının ilk duruşması 6 Şubat 1956’da başladı. Dava boyunca çoğunlukla sessiz kalan ve garip hareketlerde bulunan katili mahkeme adli tıbba sevk etti. Fakat rapor, akli bir sıkıntısı olmadığı yönünde geldi. Avukatının “Müvekkilimin akli sorunu olmasa da sağlık sorunları vardır, iki kişiyi denize atacak güçte değildir,” şeklindeki savunması, davalının tutarsız ifadeleri ve kimi bürokratik hatalar (soyadının yanlış yazılması gibi) davanın uzamasına neden olmuştur.
5 Mart 1957 günü Komiser Vedat Sokullu’nun tanıklığı ve maktullerin kimliğini tespit eden Tahtakale esnafının ifadeleriyle Börekçi Ali idama mahkûm edilir. Hâkim Selman Yörük, işlediği suçun acımasızlığıyla hapishanedekilere bile korku saçan katilin kalemini kırmaz. İdam kararında kalemin kırılmaması hâkimin pişmanlık duymayacağı anlamına gelmektedir.
Katilin yakalanması ve itiraf alınması hususunda örnek bir çalışma sergileyen Komiser Vedat Sokullu ve ekibi teşkilatın ağır suçlar ve asayiş işlerine bakıyordu. O yıllarda Kumkapı’da bakkallık yapan ve dükkânın üstündeki odada yatıp kalkan yaşlı, Ermeni asıllı Nerses adlı vatandaş parası için öldürülmüştü. Komiser Sokullu ve ekibi günlerce bu davayla uğraşmış ancak katil bulunamamıştı. Aynı şekilde, Sarıyer sırtlarında öldürülen Sevim Başay isimli genç kızın da katili bulunamamıştı. Faili meçhul davalarla boğuşurken ekip, kendilerine mahalli şive ile (Arap çocukları) adını takmış, Abanoz sokağını ve oradaki genelevlerini haraca bağlamış üç kişilik serseri grubu piyasadan silerek İstanbul’un ve İstiklal Caddesi’nin huzurunu sağlamışlardı.
İDAM GÜNÜ
O dönem TBMM’nin yarısı Yassıada’da yargılanmakta olduğu için yetki Milli Birlik Komitesi’ndeydi. Komite 21 Aralık 1960 tarihinde Börekçi Ali’nin de davasının olduğu birçok idamı onayladı. 24 Aralık günü sabaha karşı katilin hücresinin kapısında cezaevi müdürü, zabıt kâtibi, imam, dava hâkimi ve gardiyanlar beklemekteydi. Börekçi Ali “Hani af vardı? Cemal Paşa’ya mektup yazmıştım yanıtını beklememiz lazım, böyle bir şey olamaz,” deyip ilk başta bağırıp çağırdı, direndi ancak zorla askeri kamyonete bindirildi. Saat 4.25’te Eminönü Meydanı’nda kurulan dar ağacına getirildi. Baş cellat ve yardımcısı (daha sonra Adnan Menderes’in celladı olacak Kemal Aysan’dır.) meydanda binlerce kişinin önünde hazır beklemekteydi.
Sarhoş olan baş cellat ilmeği Börekçi Ali’nin boynuna geçirmekte sıkıntı çekince katil, “Allah bile asılmamı istemiyor,” demiş ancak Komiser Muzaffer Acar ilmeği Börekçi Ali’nin boynuna bizzat geçirmişti. Katilin darağacında ölmesi yedi dakikayı buldu.
İdam sonrası mahkûmun cesedi tam beş buçuk saat meydanda bekletildi ve sonrasında defnedildi. Böylece İstanbul’da halkın önündeki son idam gerçekleşmiş oldu.
Özellikle toplumun genelini kaygılandıran cinayetler sonrası halen idam konusu tartışılmakta ve dünyada pek çok ülkede halka açık idamlar devam etmektedir.