Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Harry Potter – En Büyük Zorba Voldemort

Diğer Yazılar

Necva G. Esen
Necva G. Esenhttps://necvaesen.com/
Necva G. Esen, Zonguldak doğumludur; ilkokulu orada, orta ve liseyi Erenköy Kız Lisesi’nde bitirdi. İstanbul Teknik Üniversitesi mezunudur. İngiltere’de önce çocuk eğitimi üzerine okudu ve çalıştı. Sonra yetişkin eğitimi üzerine yüksek lisans yaptı ve halen bu alanda eğitimci olarak çalışmakta. Ailesi ile birlikte Londra’da yaşıyor. İlk romanı Görünmez Gemi 2019 yılının başında Herdem yayınlarında çıktı. Tabii bizler onu daha önce Dedektif Dergi’ye yazdığı hikaye ve yazılarıyla tanıdık. İkinci romanı Kara Ölüm, Gülten Dayıoğlu Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Vakfı’nın 2019 Çocuk Romanı Ödülü’nü kazandı. Kendi değimiyle ‘gizemli’ hikaye ve romanlar yazmayı seviyor. Her iki kitabının da yediden yetmişe her yaştan edebiyat severlere hitap ettiğini söylüyor.

Tam olarak hatırlamıyorum ama bundan iki-üç yıl önceydi sanırım. Bütün dünyanın dört bir köşesinde bombaların patladığı bir süreçti. Büyük Britanya da bu bombalardan nasibini almış, o yüzden insanlar kalabalık yerlerden çekinir olmuşlardı. Ne tuhaf, tıpkı bugünkü gibi ama bambaşka bir nedenle.

O gün dersi bitirip toplum merkezinden çıktım. İşim gereği merkez kütüphaneye uğramam gerekiyordu. Her zaman mümkünse gideceğim yere yayan gitmek isterim. Hele Londra sokaklarında yürürken kendimi Mrs.Dalloway gibi hissetmeden edemem. Düşüncelerim önüme çıkan her görüntüyle birlikte daldan dala atlar. Bir sürü hikaye, roman yazarım varacağım yere kadar. O gün de yorucu bir dersten sonra otobüse binmek yerine yürümeyi tercih ettim.

Sanırım kıştı; çünkü saat daha dört civarında olmasına rağmen ortalık kararmıştı bile. Yarı yolda yağmur çiselemeye başladı. Yürümeyi seven her Londralı gibi benim de yanımdan yaz kış şemsiye hiç eksik olmaz. Gerçi şimdi mevsimler gözle görülecek kadar değişti ve ben artık şemsiye taşımaz oldum ama demek o zamanlar henüz öyle değilmiş. Şemsiyemi açtım ve sakin adımlarla yürümeye devam ettim. Yağmurla birlikte yerden hafif bir toz kokusu yükseldi.

Buralar Mrs.Dalloway’in gezdiği yollar gibi, orta ve üst gelirlilerin yaşadığı mahallelerden değildi. Fakat benim için en az oralar kadar sürpriz doluydu. Virginia Woolf hiç buralarda yürümüş müydü bilmem.

Kaldırımda benden başka kimse yoktu. Bu saatte ve yağmurda olanlar da kaçmıştır diye düşündüm. Sokak lambaları bastığım yeri anca aydınlatıyordu. Yol da pek işlek değildi. Tek tük geçen arabaların ışıkları arada bir görüş mesafemi genişletiyordu. Sol tarafımda uzanan belediyeye ait spor merkezinin bahçesi kapkaranlıktı.

Birden bir-iki lambayla aydınlatılmış küçük bir basketbol sahası çıktı karşıma. Sanırım spor merkezinin bir uzantısı olmalı, dedim kendi kendime. Yağmur altında beş kız ve bir erkek hoca -antrenör diyeyim- basketbol ile uğraşıyordu. Beş kızdan ikisi beyaz, biri siyah, ikisi Asyalı idi. (Bu terimler size tuhaf gelebilir fakat burada bunlar kullanılır. Siyahlara ‘zenci’ demek, ırkçı bir dil olarak kabul edilir. Çünkü kölelikten kalma bir terimdir.) Hepsi en fazla 14-15 yaşlarındaydılar. Antrenör, Asyalı bir adamdı. Basketbolu çok sevdikleri her hallerinden belli oluyordu. Bu yağmurda, okul sonrası evde rahat koltuklarında sosyal medya ile uğraşmak yerine burada top koşturduklarına göre.

Doğrusunu söylemek gerekirse eğer sadece erkeklerden oluşan bir gurup olsaydı yürüyüp giderdim. Fakat o karanlıkta, o yağmur altında top oynayanlar kızdı ve grubun demografik dağılımı çok ilginçti. İçinde bulunduğum kasvetli dünyanın kafama zorla yansıttığı bunaltıcı düşüncelerin karanlığında, gördüklerim o kadar ilgimi çekti ki durup seyretmek istedim. Aramızda sadece bir tel örgü vardı. Bırakın çiseleyen yağmur altında, günlük güneşlik bir havada bile durup seyretmek tuhaf kaçacağından ne yapayım da bunları birazcık olsun izleyeyim diye düşünürken bir otobüs durağına geldiğimi fark ettim. Durağı sanki oraya benim için kondurmuşlardı.

Burada otobüs durakları bize göre ters yapılmıştır. (Bunun nedenini uzun süre çözememiş fakat en sonunda, herhalde yoldan geçen arabalar yağmurda otobüs bekleyenleri ıslatmasın diyedir, sonucuna varmıştım.) O nedenle duraktaki sıraya oturduğunuzda sırtınızı yola dönmüş olursunuz. Bunu fırsat bilip sanki otobüs bekliyormuş gibi yaparak, üsten de korunaklı olan kuru sıraya oturdum. Böylece küçük basketbol sahası bir sahne gibi önümde açıldı.

İki beyaz kızdan birinin uzun sarı, öbürünün nispeten kısa kumral saçları arkadan sıkı sıkıya bağlanmıştı. Siyah kızın saçları ise ince ince örgülüydü. İkisinin de şortları, spor ayakkabıları vardı. İki Asyalı kızın başları örtülüydü ve eşofmanlıydılar. Hepsi de kendilerini oyuna vermiş, onlarla beraber topun peşinde koşan antrenörlerini can kulağıyla dinliyor, dediklerini yapmaya çalışıyorlardı. Antrenör, çember sakallı ve eşofmanlıydı.

Bir süre merakla izledim onları. Acaba ikinci bir anlamı olan bir söz çıkacak mıydı ağızlarından? Ya da batan bir davranış, bir kabalık, bir zorbalık veya bir tuhaflık -sezgi seviyesinde bile olsa- görecek miydim? Bu konularda eğitimden geçmiş gözlerim ve kulaklarım onları izlediğim on dakikada içinde, spor sevgisi ve azimden, dayanışma ve öğrenme aşkından, saygıyla öğretme ve disiplinden başka bir şey görmedi, duymadı. Sanki bütün haberleri, bütün politikacıları, bütün köşe yazarlarını, bütün çok bilmişleri, bütün bana benzemeyen kahrolsun diyenleri yalanlar gibi orada karanlığın içinde, yağmurun altında pırıl pırıl parlıyordu minik basketbol sahası. Umarım toplumdaki bu küçük damlacıklar, içinde bulunduğumuz nefret ve dışlama tsunamisine dayanır diye düşündüğümü hatırlıyorum, ayağa kalkarken. Tam doğrulmuştum ki daha önce görmediğim bir şeye takıldı gözlerim.

Sahanın bir köşesinde, yere bir şemsiye açık olarak konmuştu. Altına havlularını bırakmıştı gençler. Havlular arasında kapağı tanıdık bir kitap vardı. Tel örgüye biraz yaklaşıp baktım. Kitap, Harry Potter ve Melez Prens idi…

Bu ay sizlere Harry Potter serisinin yedi kitabının, hem bütün olarak hem de tek tek bir ‘kim yaptı gizemi’ (whodunit mystery) yapısında dedektif polisiyesi olmasından söz edecektim. Fakat bu günlerde Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşananlar Büyük Biritanya’yı da etkiledi ve eski bir köle ticaretçisinin heykeli Bristol’de göstericiler tarafından sökülüp denize atıldı. Bunun üzerine Londra’da başka bir köle ticaretçisinin heykeli, bir müzenin bahçesinden belediye ekiplerince kaldırıldı ve şehirdeki bütün heykeller temsil ettikleri kişilerin köle ticareti ile ilgileri açısından incelemeye alındı. Benim de kalemim isteğim dışında çalıştı ve bu anımı yazarken buldum kendimi. Yoksa, Harry Potter kitaplarının müthiş bir fantastik kitap serisi olduğu kadar, bir kim yaptı polisiye dedektif serisi olduğundan söz etmek niyetiyle oturmuştum masaya.

Safkan Draco Malfoy

Sonra düşündüm de, parmaklarım haklıydı. Neden mi? Çünkü aslında Harry Potter’ın bir çok gizeminden birini yazdırmışlardı bana. Bakın anlatayım: Bütün Harry Potter okurlarının bildiği gibi, J.K. Rowling yedi kitapta da bir çok temayı işler. Bunlardan ölüm, ırkçılık, ve zorbalık bütün seri boyunca okuyucunun karşısına çıkan temel temalardandır.

Sadece Harry değil bütün iyi karakterler zorbalıktan nasiplerini alırlar her kitapta. Harry’nin değme dedektiflere taş çıkartan, akıllı arkadaşı, baş kız kahraman Hermione Granger’e, Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu’na başladığı ilk yıl ‘çamur kanlı’ anlamına gelen ‘mud-blood’ diyerek zorbalık yapar Draco Malfoy. Çünkü annesi babası Malfoyunkiler gibi safkan cadı veya büyücü değildir. Harry’nin öbür arkadaşı ve ünlü üçlüden biri olan Ron Weasley de safkan cadı ve büyücü bir aileden gelmesine rağmen fakir oldukları için Malfoy tarafından sözlü zorbalığa uğrar. Ha bir de kızıl saçları için tabii. Zaten dış görünüşe takılmak zorbaların en önemli özelliği değil midir?

Bütün dünyada Harry Potter okuru çocuklara gelince…Onlar bütün bu temalara hiç yabancı değiller. Günlük yaşamlarından tutun da, anababalarının seyrettiği haberlere, eğlence programlarına, mahallelerinde, okullarında ve hatta kendi evlerinde olup bitenlere kadar her yerde zorbalığın her türüyle karşılaşıyorlar. Kimisi kendilerine, kimisi başkalarına yapılıyor. Bu bütün dünyada böyle. Sadece dozajı ve ortaya çıktığı şekli ülkesine, şehrine, toplumuna, mahallesine ve okuluna göre değişiyor. İşte Harry Potter’in böyle çok sevilmesinin gizemlerinden birini de burada aramak lazım bence. Zorbalığın olmadığı bir dünya herkes gibi çocukların da hayali ve mümkün.

Harry Potter sadece çocuklara değil yetişkinlere de eğlenceli, kaçacak bir yer açmıştır. Çünkü yetişkinler de hayatlarının her alanında zorbalıkla karşılaşıyorlar. Fiziksel olanı en kolay fark edilebilenlerden. O yüzden zorbalık denince sadece fiziksel zorbalık anlaşılıyor. Arkasından cinsel zorbalık geliyor. Oysa duygusal, finansal zorbalık da var. Dışlamak, kaba olmak, sürekli dikkatleri olumsuz olarak birisinin üzerine çekmek, sataşmak, dalga geçmek, alay etmek, ‘taş atmak’, olumsuz olarak fark gözetmek (discrimination), rahatsız etmek hepsi zorbalığa giriyor. Ve bunların hepsinin örnekleri Harry Potter kitaplarında var.

Bütün bunların yanında bir de ihmal etmek var ki ebeveynlerde, öğretmenlerde, bakıcılarda, yönetici ve müdürlerde rastlamak mümkün. İlk bakışta sanki zorbalık değilmiş gibi gözükse de aslında zorbalığın ta kendisi sayılıyor. Çünkü zorbalık yapanlara yardım etmiş, onların ekmeğine yağ sürmüş oluyorlar. Çocuk, anne babasına okulda kimsenin onunla konuşmadığını ya da oynamadığını anlattığında eğer anne-babası, “Çocuklar arasında olur böyle şeyler,” ya da “Kendi problemlerini kendin hallet, bizim zaten bir sürü sorunumuz var,” diyorlarsa; öğretmenler gerçekten işin kökenine inmeden “Arkadaşlar arasında şikayet olmaz,” diyerek geçiştiriyorlarsa sorumluluklarını yerine getirmeyip hedef olan çocuğu ihmal etmiş oluyorlar. Aynı şekilde yöneticilerin de yanında çalışanlara karşı sorumlulukları var.  “Bizde olmaz öyle şey,” diyerek üstüne gitmeyince ört bas etmiş oluyorlar ki bu ihmal etmenin ta kendisi ve zorbalığa giriyor. Üstelik öbür zorbalara da yardım etmiş oluyorlar.

Yetişkinler de aile içinde, akraba çevresinde, mahallede, sokakta, trafikte, resmi dairelerde, iş yerinde, sosyal medyada bu tür zorbalıklarla karşılaşıyorlar; bazen kendileri hedef seçiliyor, bazen de zorbalığı yapanlar kendileri oluyorlar.

Harry Potter’daki baş zorba ise Voldemort.

Lord Voldemort kimdir?

Lord Voldemort, sadece safkan cadı ve büyücü ırkından olanlara hayat hakkı tanıyan, diğerlerini yok eden bir hareketin lideridir. İşin ilginç yanı annesi safkan, babası ‘muggle’ yani insan olan bir melezdir kendisi. Başka bir değişle asıl kendisi safkan bir büyücü değildir. Bu ilk bakışta saçma gelebilir. Fakat aksine yaşama o kadar uygundur ki anlatamam. Bu ülkede beyaz üstünlüğünü savunan siyasi partilerde siyah insanları görünce aklıma hep Voldemort gelir. Sizler de çevrenizde kraldan çok kralcı geçinen bir çok kişi bulabilirsiniz.

Voldemort kelimesi Fransızca’dır ve ‘ölümden uçarak kaçan’ diye Türkçe’ye çevrilebilir. Zaten Voldemort ölümsüzlüğün peşindedir. ‘Ölüm Yiyenler’ adlı bir hizmetkarlar çetesi vardır. Onlarla birlikte cadı ve büyücüler diyarında terör estirir. Voldemort, etrafındakileri güçlüler ve zayıflar diye ikiye ayırır. Ona göre zayıflar hiç bir zaman o güce sahip olamayacak kadar zayıftırlar.

Voldemort’u Hitler’e benzetenler vardır. Harry Potter serisinde olan olaylar tarih sahnesinde bazı gerçekten yaşanmış durumları da anımsatmaktadır. J.K.Rowling’in bu olayları kullanmış olması muhtemeldir. Zaten bunu kendisi de söylemiştir. Bu da artık bir başka yazının konusu olsun.

En Son Yazılar

EDİTÖRDEN

SUÇÜSTÜ

GECE YOLCUSU