Osmanlının İlk Seri Katili
Avrupa’da bunlar yaşanırken Osmanlı tarihinde de seri katillere rastlamak mümkündür. Hafız Abdullah Efendi Tarihi’nde 10 Ocak 1787 tarihinde Mehmed Ağa isminde bir seri katil yakalanıp Parmakkapı’da idam edillmiştir. Olay halka şu şekilde duyurulmuştur. 10 Ocak 1787 tarihinde Mehmed Ağa isminde bir seri katil yakalanıp Parmakkapı’da idam edildi. İşlediği suçlara nazaran kendisine ‘batakçı’ lakabı takılmış olan bu şahıs, Silivrikapısı’nda oturur, karısı ve mahallenin müezzininden müteşekkil suç şebekesi ile maddi rahatı için biçare kimsesiz kadınların kanına girerdi. Bu tezgâha göre kendi hanımının çöpçatanlığıyla “bazı hatunları nikâh ve beher mâh [her ay] bir iki hatun alup ‘hasta oldu, vefat eyledi’ deyu” öldürdükçe meyyiteleri [ölen kadınları] suç ortağı müezzinin karısına yıkatıp biçarelerin malına mülküne konmaktaydı. İş ortaya çıktığında bu şekilde “vafir [birçok] hatunu katl ve emval ve eşyasını ekl” ettiği [yediği] anlaşıldığından idam edilmiş ve böylece “ümmet-i Muhammed şerlerinden halas olmudur.”
1789’da Kral XVI. Louis’in alacağı bir karar, Avrupa tarihini tamamen değiştirecekti. Bu kararı özetlemek gerekirse, yıllarca alışılagelmiş olan soylu ve zenginlerin dokunulmazlığı, kalkmış oldu. Orta halli ve işçi kesimini temsil eden bir oluşumun temelleri atıldı. Bir nevi bugünün sendikaları diyebiliriz. Artık kanun karşısında herkes eşitti. Ne var ki bu oluşum çok çabuk kontrol dışına çıktı. Birçok soylu orta kesimin hedefi haline dönüştü. Sayısı belli olmayan soylu ve zengin, kafaları kesilerek öldürüldü. Bu durum, diğer Avrupa toplumlarına bir uyarı olacaktı. 1792’de Fransa bağımsızlığını ilan ederek, Fransa Cumhuriyeti’ne dönüştü. Bu seferki karmaşadan başka birisi faydalandı. 1799’da Napoleon Bonaparte askerî diktatör olarak tahta geçmeyi başardı. Bu dönem içerisinde, özellikle Baverya bölgesinde birçok seri katil türedi.
Andreas Bichel Vakası
Barbara Reisinger geleceği hakkındaki sorulara yanıt bulabilmek umuduyla Andreas Bichel’in evine gitti. Bichel, “sihirli” aynası vasıtasıyla geleceği görebildiğini iddia ediyordu. Barbara gelecekteki eşinin nasıl birisi olduğuna dair merak içerisindeyken, Bichel’in vereceği tuhaf talimatların farkına varmamıştı. Barbara geleceğini daha net görebimek için ellerini ve gözlerini sıkıca bağlamalıydı. Neler görebileceğine dair düşüncelere kapılmış bir şekilde, her talimata uydu. Ancak bu durum, ölümcüldü. Bichel, karşısında olup biteceklerden habersiz ve savunmasız duran kadının bedenine defalarca elindeki bıçağı sapladı. Yetkililer ihbar üzerine, kaybolan kızı bulmaya çalıştı. Her ne kadar son gittiği yer Bichel’in evi olarak saptansa da, ortada hiçbir ispat yoktu. Kendisiyle buluşup kaybolan başka kadınlar olunca, Bichel bir numaralı şüpheli durumuna düştü. Gizli yürütülen araştırmalar neticesinde Bichel tutuklandı ve mahkemeye çıkarıldı. Mahkemede öldürdüğü kadınların yakınları ile karşılaşan Bichel, sinir krizi geçirip, her şeyi itiraf etti. Neden öldürdüğü sorulunca, kadınların kıyafetleri için olduğunu söyledi. Bichel, kadınların kıyafetlerini satarak büyük bir hata yapacaktı. 1809’da kafası kesilerek idam edildi.
1865’de yayınlanan bir kitap, Bichel olayını detaylı bir şekilde anlatmaktaydı. Tarihçi Sabine Baring-Gould’un kaleme aldığı bu kitap, bir bölümünü seri katil Bichel’e ayırmıştı. Özellikle Bichel’in mahkemedeki ifadeleri çok dikkat çekiciydi. Kurbanlarını bıçaklamaya başlayınca yaşadığı hazzı tarifsiz olarak ifade etmekteydi. İfadesinin bir bölümüne bir göz atalım. “Göğüs kafeslerini büyük bir balta vasıtasıyla, sert bir darbeyle açıyordum. Ardından vücudundaki etleri, bir kasap edasıyla parçalara ayırıyordum. Böylece daha önceden dağlık bölgede hazırladığım deliğin içine sığmasını salıyordum. Vücutları parçalarak, etlerin tadına çok bakmak istedim. Ama yapamadım.”
Aynı yıl, yani 1809’da, Anna Schönleben yakalandı. Üzerinden, arsenik çıkması şaşırtıcı olmasa gerek. Polisler paket içerisindeki tozun ne olduğunu sorduklarında, ““gerçek dostum” diye cevap verdi.
Londra’da Panik
Anna, kafası kesilerek idam edildi. Yine aynı yıl, bu sefer Londra’da yaşanan bir olay, herkesi şoke etti. Yine bir seri katil olayı, fakat bu sefer farklıydı. Çünkü bu seri katil bir kitle katiliydi. Yani İngilizce tabiri ile mass kiler… Londra’nın East End semtinde sıradan bir gün yaşanmaktaydı. Takvimler 07 Aralık 1811’i gösteriyordu. Timothy Marr, eşi ve çırağı Ratcliff Highway yakınlarındaki tuhafiye dükkanına girdikten kısa bir süre sonra, başka birisi daha girdi. Hiçbir uyarıda bulunmayan bu kişi, o anda dükkanda bulunan herkesin kafalarına yanında getirdiği nesne ile vurmaya başladı. Ardından herbirinin gırtlağını kesti. Cesetleri dükkanın içerisinde bırakan adam kapıyı ardından kapattı. Cesetler ertesi sabah bulundu. Cesetlerin yanında bulunan denizci tokmağı cinayet aleti olarak belirlendi. Tokmağın üzerinde “J.P.” kısaltması tokmağın sahibini işaret ediyordu. Dükkandan hiçbir şeyin çalınmamış olması, olayı daha da gizemli bir hale sokuyordu.
Londra panik halindeydi. Olay hâlâ gizemini koruyordu. Yapılan tüm araştırmalar neticesinde Marr ailesinin sıradan yaşantısından ötürü, doğrudan onları hedef alan bir durum olmadığı anlaşılmaktaydı. Ratcliff Highway çevresi durulmaya başladı. Cinayat dosyası sonuçsuz kapanacaktı. Taa ki, takvimler 19 aralık gününü gösteren dek. İlk olayın gerçekleştiği yerden bir semt aşağıda benzer bir olay yaşandı. King’s Arm Inn oteline yerleşen bir aile benzer bir cinayetin kurbanı oldu. Otelin sahibi John Williamson, bodrum katına inilen merdivenlerin sonunda ölü olarak bulundu. Otelin salonunda eşi ve hizmetçilerden bir tanesi kafatasları ezilmiş ve gırtlakları kesilmiş halde bulundular. Bu iki olayın neticesinde Londra sokaklarında bir seri katilin serbest dolaştığı anlaşılmıştı.
Bazı tesadüfler neticesinde aranan seri katilin John Williams isimli İrlandalı bir denizci olduğu anlaşıldı. Olayı araştırmakla görevli polisler, şüphelinin evini aradıkları esnada, başka bir denizcinin bavulunu buldular. Bavulun sahibi John Peterson’du. Yani ilk olayda bulunan tokmağın üzerindeki J.P. kısaltması ile uyuşmaktaydı. Williams, Noel’den 2 gün önce tutuklandı. Deliller oldukça yıpratıcıydı. Tokmağı alıp, olay yerine gidip dönebilecek kadar vakti vardı. Üstelik olay günü sokaklar çok çamurluydu. Ve çizmelerinde belirgin bir şekilde çamur birikmişti. (O günün profilleme yöntemleri üzerinden yazıyorum. Yoksa bir kişinin çizmelerinin çamurlu olması delil olarak yeterli olamazdı.)
Mahkeme o günlerde görgü tanıklarına oldukça fazla güvenmekteydi. Herhangi birisinin, başka bir kişiyi cinayet işlerken gördüğünü iddia etmesi, mahkeme için kişiyi suçlu bulmaya yeterli olacaktı. Olayı araştıran memurlar, o dönemlerde kurbanların kanı, parmak izi veya benzer tespitlerde bulunmak için çaba sarfetmezlerdi. Oysa, sert bir cisim ile kafaya vurulduğunda, kurbanın kanı genellikle katilin üzerine sıçrardı. Özellike kıyafetin kol kısımlarında kan lekeleri bulmak olası bir durumdu. O dönemin polisleri, mahkemede olasılıkları, tahminlerini ve o ana kadar tespit ettiklerini aktarmakla yetinirlerdi ve sonucu mahkemeye bırakırlardı.
Williams hiçbir zaman yargılanmadı. Tutuklu olduğu Coldbath Fields hapishanesinde asılı bulundu. Ancak bu halk için tatmin edici olmadı. Katilin kötü ruhunun tekrar hortlamaması için, Williams’ın ölü bedeni gömülmeden önce, kalbinin ortasına kazık çakıldı.
Gelecek sayı: Gizemli Widocq