Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Gökçe İspi Turan ile Röportaj

Diğer Yazılar

Onur Okan
Onur Okan
Bilgi güvenliği uzmanı olarak çalışan Onur Okan, İstanbul’da yaşıyor, evli ve bir çocuğu var.

“İnsan denen varlığın içindeki şiddet güdüsünü çekip alamazsınız ama onunla yaşamasını ve onu törpüleyebilmesini sağlayabilirsiniz.”

 

S-Gökçe Hanım söyleşi isteğimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Biz sizi yazdığınız polisiye kitaplarınızla tanıdık ama repertuvarınız oldukça geniş, sizinle yeni tanışacak okurlarımıza biraz kendinizden bahsedebilir misiniz?

C-İşin en zor kısmı burası sanırım. Çünkü ben kalemin oynadığı hemen her yer için çalıştım diyebilirim. Sinema yazarlığı ile başladım, radyo ve tvler için reklam projeleri yazarak devam ettim. Birkaç sene boyunca da radyolara kitap ve sinema programları yazıp sundum. Fakat işte kendimi bildim bileli aslında hep yazıyorum, o yüzden bana şunları yazdım bunları yaptım demek çok zor geliyor. İlk romanım 2010 yılında çıksa da, işin edebiyat kısmı hayatımda kendimi bildim bileli var. Şimdi geriye bakınca üç roman, bir öykü kitabı bir de çocuklar için yazdığım kitap görüyorum.

 

Alim Gültekin’i Doğuran Öykü

S-Firiştegan isimli son romanınız bu yıl içinde yayımlandı, hakkında uzun uzun konuşacağız ama ilk sorum bir önceki kitabınızla Friştegan arasında beş yıllık bir ara var, neden bu kadar uzun süre okurlarınızı beklettiniz, bu arada neler yaptınız?

C-Zor bir hamilelik atlatıp, ikinci çocuğumı dünyaya getirdim. Biri bebek, iki çocukla yazmak çok kolay bir iş değil. Ha, bir de tabii ki kendime yeni bir yayınevi arama süreci vardı işin içinde. 🙂 Durabilen bir yazar değilim, sürekli yazıyorum ama yazarın hızına ayak uydurabilen yayınevi bulmak biraz meşakkatli bir iş. O uyumu yakaladığıma inanıyorum. İnşallah güzel şeyler olmaya devam edecek.

S-Firiştegan, emekli olmuş ve kendini bir gündüz kuşağı programında danışmanlık yaparken bulmuş emekli bir polisin başından geçenleri anlatan bir kitap, bu fikir nasıl oluştu?

Gökçe İspi Turan ile Röportaj 1

C-Gerçekten o kuşakta yer alan, fakat şu an ekranlarda olmayan, bitirilmiş bir programı izlerken oluştu. Ben olsam şunu sorarım ben olsam şöyle yaparım derken baktım o iş kafamda türlü olasılıklarla dönmeye devam ediyor. Hayatımda ilk defa, gerçekten olmuş fakat sonuçlanmamış bir dosya yazmaya koyuldum. Kanlakarışık’ta çıkan Aşur’un Topuğu Necdet’in Yumuşak Karnı öyküsü böyle ortaya çıktı. Âlim Gültekin’i o öykü doğurdu açıkçası. Âlim’in karakter ve öykü olarak devamını yazacağımı biliyordum, fakat bir daha gerçekten olmuş bir şeyi kaleme almamaya yemin ettiğim için aynı karakter merkezli bir kurgu yazarak yola devam ettim. Firiştegân da böyle oluştu.

 

Kadınlara Şiddet Sistematik Gibi

S-Firiştegan hamileliğinin ilk ve en kritik dönemlerinde saldırıya uğramış kadınların hikayesini merkezine alan bir kitap. Kadına yönelik şiddet son yıllarda hepimizi üzecek bir boyuta erişti, sizce bu artışın nedeni ne olabilir? Durdurmak için neler yapabiliriz?

C-Artışın nedeni çok basit aslında. Kadınlara evliliği bir kurtuluş ya da zorunluluk olarak sunarsanız, evde de kadını, onu mecbur ettiğiniz erkekle aynı kefeye koymazsanız, zaman içinde işin şiddete -en azından psikolojik şiddete- bürünmemesi mümkün değil. Bu sistem ancak eğitimle değişir. Okumakla ve okutmakla değişir. İnsan denen varlığın içindeki şiddet güdüsünü çekip alamazsınız ama onunla yaşamasını ve onu törpüleyebilmesini sağlayabilirsiniz. Benim görüşüm en azından bu yönde açıkçası.

Bunun dışında şiddeti durdurmak için bir yol var mı, artık gerçekten bilemiyorum. Kadınlara şiddet sistematik bir hal almış gibi. Bu odağı, olmayan eğitimle nasıl dağıtırız gerçekten hiçbir fikrim yok. Trafikte, sokakta, yolda yürürken kadınlar ve çocuklar kendini tehdit altında hissediyor. Ben olaylar karşısında hep mevcut duruma göre nasıl yol almalıyım diye düşünürüm. Eğitim karşısında gelecek güzellikler bir süreç işi çünkü, belki 50 belki 100 yıl işi. Bugün, burada, şu an, bu mevcut durumla ne yapabiliriz diye düşüyorum ve tek çıkar yolun kadın ve çocukların kendini savunmayı öğrenmesi (sadece psikolojik değil, fiziksel olarak da) olduğu sonucuna varıyorum. Ben bir kursa gidip kendimi fiziksel olarak nasıl savunabilirim diye eğitim almayı düşünüyorum açıkçası. Büyük oğlumu da yanımda götüreceğim.

S-Hamilelik sırasında saldırıya uğramış kadınların faili bulmaları için hikayede seçtiğiniz platform öğle kuşağında yayınlanan bir kadın programı olmuş. Günümüzde benzerlerini izlediğimiz bu tür programlarda birçok olayın da çözüme kavuştuğunu ve günlerce gündemi meşgul ettiğini görüyoruz. Özellikle kadına karşı şiddet olaylarında, sosyal medya ve bu tür programlarda gördüğümüz adalet arayışı konusunda fikriniz nedir?

C-Mecburiyet ve çaresizlik. Ben bu tip programları destekliyorum açıkçası. Adalet dağıtmalılar manasında söylemiyorum bunu ve zaten böyle de yapmıyorlar ama bazen yıllar sürebilecek bir arayışı, medyanın insanlara ulaşım kabiliyeti sayesinde üç beş günde çözebiliyorlar. En azından cehalet karşısında bir caydırıcılığı olabileceğini düşünüyorum. Müge Anlı’ya düşer miyim korkusu ya da Müge Anlı’ya düştüm, kesin yakalacağım korkusu suçluları bence panikletip hataya sürüklüyor. Benim kitaptaki sunucu karakterim biraz hataya meyilli, olaylar karşısında yalpalayan bir karakter fakat ben mesela bir Müge Anlı’yı stüdyoda gelmiş insanları konuşturma ve hataya sürekletme konusunda  çok başarılı buluyorum. 

S-Yerli polisiyemizde sıkça karşılaştığımız ana karakterin polis olduğu hikayeler, bu alternatif adalet arayışıyla birlikte sizin de bir örneğine imza attığınız suç çözen alternatif karakterlerin hikayelerine evrimleşmeye başlar mı?

C-Evrimleşti bile. Ben hayatımda ilk defa Âlim’le eski polis/polis işlerine girmeye başladım mesela, daha önce böyle bir şey yazmamıştım. İlk kitabımda bir tarih öğretmeni çözdü olayı, ikincisinde ana karakterim bir apartman yöneticisi. Tek tek yazmak istemiyorum ama Türk polisiyesinde de birçok polis olmayan ana karakter zaten var. Daha da çok olmalı.

S-Yerli polisiyemizdeki gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu aralar kimleri okuyorsunuz?

C-Bu aralar değil, her daim takip etmeye çalıştığım yazarlar var ve hepsi arkadaşım. Polisiye Yazarlar Birliği listesine bakarsanız sıralı tam listenin hepsini orada görebilirsiniz. Şaka bir yana, listem gerçekten uzun ama sadece polisiyeye odaklanan biri değilim. Yazarken de böyle bu. Yola ne polisiye yazacağım ne de okuyacağım diye çıkıyorum.

 

Eleştirmenlerin Ve Yayınevlerinin Polisiyeye Bakışları Farklı

S-Okurların, dergilerin, eleştirmenlerin, yayınevlerinin, kitapçıların polisiyeye ilgisini nasıl buluyorsunuz? Sizce yeterli mi, yoksa alınması gereken daha çok mesafe mi var?

C-Okurların ilgisi son derece yüksek fakat eleştirmenler için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Polisiye daha çok sinemanın alanıymış gibi bir tavırla yaklaşıyorlar. Umarım zaman içinde bu tavır değişir. Yayınevlerinin ve kitapçıların ilgisi bence hiç fena değil, kitabım polisiye ya da polisiyeye yakın diye ne ekstra bir ilgi ne de ilgisizlik gördüm. İşin sonucuna bakıyorlar.

S-Firiştegan’ı örnek alırsak, yazmak istediğiniz bir fikir kitaba dönüşene kadar üzerinde nasıl çalışıyorsunuz? Sizi neler besliyor ya da neler olumsuz etkiliyor?

C-Sinema mezunu olduğum içindir belki de, işe hep bir sinopsisle başlıyorum. Sinopsisi şekillendirirken bile kitabın son sayfasından, en hikâyenin sonlanma anından bir sayfa yazmış oluyorum. Yani masaya kitabın sonunu bilerek oturuyor ve kurgumu ona göre şekillendiriyorum. Parçalı yazabiliyorum. Yani eğer o gün öykünün daha ilerki evrelerine dair bir şeyler yazmak geçiyorsa içimden oturup onu yazıyorum. Tabii ki entegre ederken değişiklikler olabiliyor ama bu beni öyküye bağlı tutuyor. Eğer hikayeye çok karıştığım, gece gündüz nefes almadan yazdığım evreye gelmişsem, kurgu okumuyorum. Müzik dinlemiyorum. Daha doğrusu sözlü müzik dinlemiyorum. Tibet çanları en büyük dostum yazarken, sakinleşmek ve hikâyenin içinde kaybolmak için bu tip şeyler dinlemeye, en azından o dönem içinde, gayret ediyorum.

 

Çocuklar İçin Yazmak Bana İyi Geliyor

S-Sizin bir de çocuk kitabınız var.  Çocuklar için bir eser üretmeye nasıl karar verdiniz? Nasıl geri dönüşlerle karşılaştınız? Polisiye dışında bir türde yazma deneyimi nasıldı?

 

C-Bu tip şeyler benim için karar verilerek yapılan şeyler değil aslını isterseniz. Üniversite yıllarımdan beri çocuklar için yazıyordum. Kenarda bir sürü dosyam var. O yüzden “aman çocuk yapan da hemen çocuklar için yazmaya çalışıyor” eleştirileri varsa hemen onları burada püskürteyim ancak en büyük yolu büyük oğlum doğunca aldım, bu bir gerçek Her gece bir hikâye uydururdum. Sonra oğlum beğendiği hikâyeleri benden tekrar tekrar anlatmamı istemeye başladı ve olaylar iyice gelişti.

Dönüşlere gelince, çok heyecan verici olduğunu söyleyebilirim. Zaten bana çocuk dosyası yazarken bundan sonra hep çocuklar için yazacağım, yetişkin dosyası yazarken de bundan sonra hep yetişkin dosyası yazacağım gibi bir his geliyor. Ama el ele kol kola, hatta zaman zaman birbirlerini itekleye itekleye de olsa, ilerliyorlar. Aynı anda merkeze oturmak isterlerse de, bir şekilde dengeliyorum. Çocuklar için yazmak detoks gibi, nasıl iyi geliyor bana anlatamam.

S-Eğitiminiz ve alanında uzman olduğunuz konu sinema. Önemli dergilerde ve yayınlarda eleştirileriniz yayımlandı. En sevdiğiniz film ve yönetmenleri öğrenmek isteriz, bir parantez de en sevdiğiniz polisiye filmler için açarsanız mutlu oluruz.

C-Watchowskilere ve Coenlere deliriyorum. Wes Anderson’ı çok severim. Christopher Nolan’a, David Fincher’a bayılırım. Nuri Bilge Ceylan’a (evet, sert bir geçiş oldu) hayranım. Kayboluyorum onu izlerken. Yavuz Turgul’u, Yeşim Ustaoğlu’nu çok severim.

Zodiac, Seven, 8 MM, The Maltese Falcon, Gone Girl, L.A Confidential, Reservoir Dogs, Usual Suspects, Silence Of the Lambs, Angel Heart, Sherlock Holmes serilerinin hemen hepsini çok severim. Ben bu isim verme işlerinde çok kötüyüm, daha fazla zorlamayayım 🙂

S-Yerli sinemamız hakkında görüşleriniz alabilir miyiz? Neler eksik ya da neleri fazla yapıyoruz?

C-Yerli film izlemeyi çok seviyorum. Biraz komediden uzaklaşmamız lazım ama sanki, Türk sineması izleyiciyi güldünce yapımcısına para kazandırır fikri var. Doğrudur belki de ama edebiyatı bu kadar sağlam olan bir ülkenin sinemadaki diğer genre’larda da gümbür gümbür olması gerek bence. Nuri Bilge bu anlamda bana büyük bir umut ve moral veriyor.

S-Bir film senaryosu kaleme almayı düşünüyor musunuz? Böyle bir teklif gelse kabul eder misiniz?

C-Düşünüyorum tabii ki. Hayatta en çok isteğim şeylerden biri bir film yazmak, diğeri de şarkı sözü olarak arşivlediğim bazı metinlerimin notayla buluşması. Kısmet… Kendi kitaplarınızı senaryolaştıracak mısınız derseniz, orada yokum ama. Aynı metin üzerinde çalışmak bana göre değil.Tamamen sıfırdan başlayacak bir öykünün senaryosunu yazmak istiyorum. Âlim için olabilir bu. Zaman içinde göreceğiz. 

 

Sosyal Medya Benim İçin “Gerçeğe Ulaşma” Aracı

S-Sosyal medya ile aranız nasıl? Özellikle yeni kitabı çıkmış bir yazar olarak değişen ve dönüşen dijital dünyada sosyal medyanın bir tanıtım ve reklam aracı olarak kullanılması hakkında görüşleriniz nelerdir? Bu konuda bir meslek grubu bile oluştu, bookstagramer. Sizin onlarla ilişkiniz nasıl?

C-Sosyal medyada yaşıyorum diyebilirim. Uzun yıllardır evime gazete almıyorum, hatta online olarak bile gazete takip etmiyorum. Sosyal medya benim için “gerçeğe ulaşma” aracı. Elbette ki dezenformasyon var ama tv’de, gazetede daha fazla var.

Bookstagramlara gelince, onları da seviyorum. Eğer kahve yanı kitap fotoğrafçıları değillerse tabii ki. Eleştiriyi başka bir seviyeye taşıdılar, reklam yapanları hemen tanıyorsunuz zaten ama gönülveren birine denk geldiysem, bağımsızsa, beğenilerini dikkate alıyorum.

S-Sizi yakından takip edenler seramik ve kil ile uğraşınızı biliyordur, bu merakınız nasıl başladı?

C-Ya bu kil nasıl bir şey acaba, diye denemeye heves ediyordum fakat tabii el yeteneğim var mı yok mu onu bilmiyordum. Yorumlarım dedim. Ben herşeyi kendime göre yorumlarım, evrim kabiliyetim bu 🙂 Ama bir işe başlamadan önce de epey araştırırım. Kursa ilk gittiğim gün, ben kendi atölyemi açmak için geldim diye girdim içeri. Kile bile dokunmamıştım, tam bir YouTube mezunuydum. Boş A4 ne ifade ediyorsa, kilin içinde aynen öyle kayboldum. Atölyemi de açtım gerçekten. Yakında kendi markamla şirketleşmeyi planlıyorum. Herkese de toprakla bir şekilde uğraşmayı tavsiye ederim. Evdeki saksıda çiçek yetiştirmek de buna dahil, neye uzanabiliyorsanız oradan başlayın. Saksı çiçeği olur, kil olur, toprağa dokunun! Sırada cam var, bir dönem denemelerim oldu ama camla daha yakından uğraşmayı da çok istiyorum.

S-Pandemi döneminde gönüllü karantinaya girdik, bu dönem size yaradı mı, eve kapanmanın yaratıcılığınıza katkısı oldu mu?

C-Okudum, izledim bolca ama pek yazamadım. Depresyona sebep oldu bende, özellikle de ilk bir ay… Sonra zamanla, görece, normalleştim. Genel olarak izole yaşayan bir insan olmama rağmen, herkesin izole olması fikri bana kafamı suya sokmuşum gibi hissettirdi. Halbuki bu benim yaşam tarzım ama işte kollektif bir hal alınca, nefes alamayacak gibi hissettim. Şimdi bu fikre de iyice entegre oldum, hisleri ehlileştirdim. Küçük hayatımı daha da küçülttüm. “Yaratıcılığı pozitif etki” evresine ulaştım sanırım. Yazabiliyorum artık.

S-Gelecek planlarınızda neler var?

C-İki dosya aynı anda açık bilgisayarımda ama ikisini de kenara çekip birkaç ay için çocuk dosyalarım üzerinde çalışacağım. Dediğim gibi bir film yazmak istiyorum. Bir de kendi şarkımı güzel bir sesten, kalabalıklar içinde dinlemek istiyorum. Bakalım hayat neler getirecek?

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

En Son Yazılar