Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Gökçe İspi Turan Ve Kitapları

Diğer Yazılar

Funda Menekşe
Funda Menekşe
Çocuklar için, sevimli öyküler yazarken ne ara cinayet kurguları tasarlamaya geçtiğini kendisi de bilmiyor. Bildiği bir tek şey var ki; yazmayı seviyor.

Bazı insanlar hayatınızı seyreder, bazıları ise hayatınıza dokunur.

İnsan ömrü kendini keşif, yaşamı keşif ve bilgeliği keşif gibi dönemlere ayrılıyor bence. Otuzlu yaşlarına kadar kendini keşfedebilmek için bir savaş veriyorsun; sınırlarını, beğenilerini, hayallerini ve gerçekliklerini ortaya çıkarıyorsun. Otuzlarınla kırklarının sonlarına kadar yaşamı sorguluyorsun bu kez de. Taşlar yerine oturana kadar bir koşuşturma hâli sürüp gidiyor. Henüz o yıllara gelememiş olsam da ellilerinden sonrasına gelenlerde dikkatimi çeken şey ise bilgelik durumu. Görüp geçirmenin, ununu eleyip eleğini asmanın sükûneti çöküyor yüzlere.

Elbette tüm bu saydıklarım yaşamı nefes alıp vermekten öte görebilen, mana arayan insanlarla ilgili. Gökçe İspi Turan tam da öyle bir insan işte. Zamanın öylesine geçip gitmesine izin vermeyen, her anı anlamlı yaşamaya gayret eden bir kadın. Eskişehir’de, 1979 yılında hayata gözlerini açıp baba mesleği sebebiyle şehirler arasında mekik dokuyarak büyüdü Gökçe İspi Turan. Ailesindeki pilotlar gökyüzünde kanat çırparken, o, kanatlarını hayaller dünyasına doğru çırpmaya erken yaşta karar verdi. Farklı hayatları keşif yolculuğuna, İstanbul Üniversitesi Klasik Arkeoloji bölümüyle başlasa da bir süre sonra rotayı bu bölümden, Bilgi Üniversitesi Film ve TV bölümüne doğru çevirdi ve bu bölümden mezun oldu. Alanında saygın dergilerde sinema üzerine analiz yazıları kaleme alırken, ekranlarda sinema eleştirmeni olarak yer aldı. “Giambattista Vico ve Yeni Bilim’in Temel Kavramları”, “90’larda Çocuk Olmak” ve “Türk Sineması’nda Yeni Yönelimler” kitaplarına makaleleri ile destek verdi. Bir süre için Rahmi Koç Müzesi’nin iletişim danışmanlığını yapan Gökçe İspi Turan, “Özel Projeler Müdürü” olarak birçok radyo ve televizyona reklam projeleri yazdı. Tüm bu birikimi sonucunda ilk kitabını yayımladığında da farkını ortaya koydu, hayatlarımıza dokundu.

 

Gökçe İspi Turan: Kalemini kamera gibi kullanmayı seven kadın. 

Yazarın ilk kitabı olan “Arabada Kim Var?” 2010 yılında yayımlandı. Ara ara iç içe geçen üç hikâyenin kusursuz bir sonda birleştiği, insan ruhundaki karanlık noktaları gözler önüne seren bu ilk roman, aynı zamanda Gökçe İspi Turan’ın polisiye dünyasında yerini sağlamlaştıracağının ilk göstergesiydi.

“Kaderin gidiş hattını standart sapmasız kurmak Tanrının işidir, standart sapması düşük kaderden kurulu bir öykü yazmak için yola çıkmaksa ancak Tanrıyla yarışmak olarak adlandırılabilir. O yüzden de pek mümkün değildir.”

Böyle bir paragrafla başlayan bu ilk kitap, saçtığı ipuçlarını bir düğümü çözer gibi çözmesi beklenen okura, yazarın bir meydan okumasıydı ve bu meydan okumayı kabul edebilen, görüneni değil de görünenin ardındakini aramayı seven her okurun kalbinde bir yer edinmeyi başardı.

Yazarın ikinci kitabı, Âdem Ademoğlu’nun Tek Muzaffer Günü, ilk kitaptan dört yıl sonra geldi. Doksan dokuz sayfalık bir kitabın bu kadar içi dolu bir kurguya sahip olması şaşırtıcıydı. Yüz doksan dokuz sayfa da olsa bir çırpıda okunabilecek kadar akıcı bir kaleme sahip olan Gökçe İspi Turan, okuru yine çarpıcı cümleleri, derin karakter analizleri ile vurmaktan çekinmemişti.

İnsanlar sadece yaşamayı gerçekten istedikleri zaman dilimine doğarlardı…” Âdem Âdemoğlu, geçmiş ya da gelecek olması fark etmeksizin istediği zaman dilimlerine uyanabilme yeteneğine sahipti, bunun için dilemek ve ardından birkaç saatlik bir uykuya dalmak yeterliydi. Lakin Âdem anda kalmayı tercih ediyordu. Serra ile tanışmak, kendince kurduğu küçük ve korunaklı dünyanın duvarlarını çatırdatacaktı.

Gecelerin ne gereksiz uzun olduğunu âşık olduğunda anlıyor insan, diyen Âdem’in hikâyesi bittiğinde, o güzel kapaklı kitap kapandığında okurun içinden geçen hissin hikâyeden çıkamamak olacağı bir hakikat.

Yazarın üçüncü kitabı bu kez daha kısa bir sürede, Ağustos 2015’te, “Güve Yeniği” adıyla geldi. İki romanın ardından, ortak noktaları güve olan hikâyelerle sahneye çıkan yazar, okurdan bu kez arkasına yaslanmasını ve öykülerde kendisinden izler aramasını bekliyordu. Birbirinden farklı yirmi kadının hayatından kesitler okurken onların yaşamları üzerinden kendi yaşamlarımızı sorgulama fırsatı sunuyordu. Her hikâyede yer alan güve farklı biçimlerde, anlatımı kuvvetlendiren bir metafor olarak kullanılırken, bizi kemirip duran güveyi aramamız için de bir kapı aralıyor.

Gökçe İspi Turan, 2020’nin Şubat ayında son kitabı olan Firiştegân ile okura yeniden ve yine güçlü bir “Merhaba!” dedi. “Adam yenilmekle marifetli olurmuş, yanılmakla âlim. Allahıma çok şükür ben yanıla yanıla değil de rahmetli babaannem zamanında öyle istediği için Âlim olmuşum,” cümlelerinin sergilendiği ilk paragrafıyla bir kere daha okuru avucunun içine alan yazar, bizlere su gibi akan bir polisiyeyle döndü. Firiştegân okuru tatmin eden çözümlemeleriyle, temposu düşmeyen olaylarıyla, dekorundan karakterlerine bütünüyle gözünüzün önünde canlanabilen bir kurgu. Yazar bu kitabında pek çok okur tarafından klasik polisiyenin olmazsa olmaz sayılanlarını, yani cinayet, gizem, suç ve katil gibi ögeleri ustaca kullanıyor. (Kitapla ilgili detaylı incelememe https://www.polisiyedurumlar.com/firisteganin-ardindan/ adresinden ulaşılabilir.)

 

Gökçe İspi Turan kitaplarında ortak nokta nedir?

Birkaç kitabını okuduğumuz bazı yazarların ardından, “Her kitabının formülü aynı,” deriz. Aynı problemi sadece sayılarını değiştirerek soran bir öğretmen edasıyla davranır; karakterlerin adı, mekânlar değişse de biliriz ki yine o güvenli sulardan çıkmak istememiştir yazar. Gökçe İspi Turan için bunu söylemek mümkün değil. Her kitabında farklı bir tarz var. Bu, seçici okur kitlesi için önemli bir detaydır. Seçici okur, farklı tabaklarda sunulsa da pilavın aynı pilav olduğunu lezzetinden anlar. Ancak bu yazarımız bize lezzet şöleni sunuyor ve bunu o kadar gösterişe kaçmadan yapıyor ki kendi kimliğini karakterlerinin arkasında bulamıyorsunuz. Karakterler ne kurguyu bastıracak kadar baskın ne kurgunun gerisine düşecek kadar silik. Yazarın her karakteri birbirinden bağımsız, her an çevremizde görebileceğimiz kadar bizden ya da uzaktan takip ettiklerimiz kadar ulaşılmaz.

İşte bu noktada bu yazıyı okuyan okura pek de farkında olunmayan bir detaydan bahsedelim: Yazarımızın her kitabında Ziya adında bir karaktere rastlanır. Kelime anlamı olan aydınlık ile bir ilişkisi var mıdır yoksa yazarımızın hayatındaki önemli bir kişiye saygı duruşu mudur bilinmez ancak Ziya ismi, Gökçe İspi Turan’ın kitap sayfaları arasına sakladığı imzası gibidir. Aslına bakılırsa kitaplarında geçen her isim, ardında hikâye barındırabilen bir özelliğe sahip; Âdem gibi, Alim gibi ya da Nergis gibi. Yazarımız da bu isimlerin derinliklerini kurgularına yedirmekte mahir.

Gökçe İspi Turan eserlerinde dikkat çeken bir diğer unsur dili kullanış biçimidir. Her ne kadar yorumlarda, sade ve akıcı bir dili var diye özetleniyor olsa da ben bu konuda farklı bir bakış açısına sahibim. Yazarın diline sade diyemeyeceğim çünkü üslubunda sezilen dil hâkimiyeti, mecaz, eğretileme, tariz gibi söz sanatlarını ustaca kullanışı, genç yaşına rağmen kelime seçimlerindeki çeşitlilik bence sadelikle değil, bilgi birikiminden gelen zenginlikle açıklanabilir.

Kurgularında, doğru noktalara doğru hamleleri yapan masörler gibi, doğru sinir uçlarına dokunup bir nebze acı veren ama sonuçta gerçek rahatlamayı sunan yazarımızın her hamlesinin akıllıca yapılmış olduğunu, aralara serpilen detayların bile bir sebebi olduğunu önünde sonunda anlıyoruz. Bu, nitelikli okuru tatmin eden önemli ayrıntılardan biridir. Yazarın oradan oraya savrulmadığını, dağıttı sandığımız her şeyi elbette toparlayacağını bilmek okura güven verir ki Gökçe İspi Turan da bu konuda hesapsızca adım atmayan yazarlarımızdan.

 

Çamur yoğurmak, hamur yoğurmak ve kelimeleri yoğurmak arasında bir yolculuk…

Kimi ekranlardaki yüzleri takip etmeyi sever. Oyuncuları, şarkıcıları, bir videoyla yıldızı zorla parlatılmış olanları. Ben kelimeleriyle parlayanları severim ve merak ederim. Çünkü yazarı tanıdığınızda, kurguların içinde yazardan izleri bulmanız da kolaylaşır. Elinde içki kadehi, inzivaya çekilip yeni romanını yazan, gözlüklü entelektüel fikrisabitinden öte, okuduğum yazarın nasıl bir hayatı var bilmek isterim. Sosyal medya bu konuda tüm merakımızı gidermemiz için harika bir fırsat sunuyor bizlere. Çünkü artık hayatlar eskiye nazaran daha fazla gözler önünde yaşanıyor. Bile isteye ya da bilmeden kendimizle ilgili sırları döküyoruz ortaya.

Sosyal medyada Gökçe İspi Turan ismini arayanların da ulaşabileceği birkaç detaya daha değinmeden bu yazıya son vermeyeceğim.

O, ilgili bir anne. Kendi çocukları ve diğer çocuklar için “Salyangoz ve Sobeleme Makinesi” adında bir kitap da yazan, rahmetli anneannesinden öğrendiği Müşerref mayasıyla ekmek hamuru yoğuran, çocuklarına bırakabileceği saygın adı koruyan bir anne.

O, seramik atölyesinde bir eğitmen. Kendi atölyesinde kursiyerleriyle birlikte ürettiği şahane seramiklerle çok yönlülüğünü gözler önüne seren yetenekli bir kadın.

O, sevilen ve kimilerine sığınak olan bir dost. Bir hayvansever.

O, pilotlarla kuşatılmış bir ailede kurgu hayatlar ülkesine doğru uçmayı tercih eden bir hayal mimarı.

En Son Yazılar