Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Günümüzde Sert Polisiye

Diğer Yazılar

1920’lerde Dashiel Hammet sert dedektif  (hardboiled) kurgusunu icat etti. Temellerini attı, kavramlarını yerli yerine oturttu. Çerçevesini belirledi.  1930’larda Raymond Chandler,  bu kurguyu derinleştirdi, geliştirdi ve süsledi. Metafor ve felsefeyi kattı.

Sert dedektif yazarları, suçu salondan alıp sokaklara çıkardılar. Hikayelerini toplumsal sorunlar üzerine yazdılar. Açgözlülüğün sebep olduğu kurumsal yolsuzlukla ilgili konuları ele aldılar. Gerçekçi bir anlatım tarzı benimsediler. Bütün bunları yaparken kurgularındaki dili, entrikayı ve karakterleri , kendilerinden önceki ve çağdaşları polisiye yazarlarından farklılaştırdılar.

İkinci  Dünya Savaşı’ndan sonra, Mickey Spillane’in cinsellik ve şiddeti  baş köşeye oturtmasıyla sert polisiye, belli bir alana sıkıştı. Mayk Hammer romanlarının yüksek satış rekorları sayesinde, türe artık katkı verecek bir yeniliğin girişi zor görünüyordu. Buna, sert polisiyeyi ortaya çıkaran ve yaygınlaştıran ucuz kağıda basılı dergilerin 1940’ların sonuna doğru yok olmaya başlamalarını da eklersek, bu türde kurgu yazımının durgunluğa girmesi  kaçınılmazdı. Nitekim, 1950’lerde başlayan yavaşlama, 1960’larda düşüşe geçti. Hâlâ roman yazanlar vardı ama hikaye yazan hemen hemen kalmamıştı.

1970’lere gelindiğinde, sert polisiyede önemli bir değişme oldu.  Forma hayat veren bazı damarlarda  kökten bir kopuş gerçekleşti. Bunun en önemlisi dedektifin cinsiyetinin artık sadece erkek olmaktan çıkmasıydı. Kadın dedektiflerin de en az erkekler kadar bu türde var olabilecekleri görüldü.  Bu değişim önemli olmakla birlikte, bu kadarıyla sınırlı kaldı. Cinsiyet dışında geleneğin diğer bütün özellikleri aynen korundu.  Olayların sokakta geçmesi, anlatıcının birinci tekil  şahıs olması, dedektifin eylem ve şiddet içinde bulunması gibi klişelerde herhangi bir değişiklik yoktu.

Bu olguya paralel, sert polisiye kurgu yazarları arasında kadın yazarlar da artmaya başladı. Polisiye romanda kadının rolünü ve imajını değiştiren Sara Paretsky, Sue Grafton ve Lisa Cody ilk akla gelenlerden. Paretsky’nin kahramanı  Warshawski, kadın dedektiflerin öncüsü oldu. Sue Grafton’ın kahramanı polislikten ayrılma Kinsey Milhone, alfabe dizisinin kadın özel dedektifiydi. Lisa Cody’nin Anna Lee’si ise Londra’da  görev yapıyordu.

İkinci bir değişim, özel dedektifin tümüyle ortadan kalkıp yerine resmi polisin gelmesiyle gerçekleşti. Bu değişimin aslında tam anlamıyla kökten bir değişim olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü bununla, türün yapısı da değişti ve polis yöntemi denen,  daha önce de var olan (Dell Shannon, Ed McBain gibi yazarlar)  bir türe kaydı.  Geleneksel sert dedektif, polis kurumunun yozlaşmış olması nedeniyle, tek başına çalışmayı tercih ederdi. Yani yalnızdı. Bu yüzden, yeri gelmişken belirtelim, sert polisiyenin gerçekçi olduğu iddiası bu noktada tartışmalıdır. Hammet’in Pinkerton Ajansı deneyimine rağmen, sert polisiyenin polis yöntemlerine ilişkin anlatımı gerçekçi olmaktan uzaktır. Günümüz sert polisiyesinde, özel dedektifin yerine resmi polisin gelmesi, polis yöntemleri konusunda daha gerçekçi bir anlatımın ortaya çıkmasını sağlamıştır. Türün büyük ölçüde polis yöntemleri türüne dönüşmesinin en olumlu tarafı da herhalde budur.

Sert polisiyede resmi polis başkahraman olarak yer alabilir mi? Sert polisiyenin özünde yalnız ve mutsuz, karamsar bir dedektif vardır. Türe hayat veren, onu farklı kılan da bu karakterin varlığıdır. Bu karakteri silince sert polisiyeden geriye ne kalabilir ki? Bu yüzden günümüz sert polisiyesinde, bir polis ekibi içinde çalışan, ama ekipteki diğer insanlardan uzak bir polis tipi yaratılmıştır. Yani kahramanımız tıpkı Sam Spade ya da Philip Marlowe gibi hâlâ bir yalnız kovboydur.

Üçüncü değişim, olayların yaşandığı coğrafya ile ilgiliydi. 1930’ların sert polisiye kurgularında fonu,  A.B.D. nin New York, Chicago, San Fransisko  gibi büyük kentleri oluşturuken,  günümüz romanlarında bu başka şehirlere  ya da tamamen Amerika dışına kaydı. Coğrafi mekanın değişimi beraberinde yerel dillerin, etnik niteliklerin de değişmesini de getirdi.

Polis yöntemleri  (police procedural, police crime drama) türünde yazan John Harvey caz ve sandviç düşkünü dedektifini Nottingham’da çalıştırırken, Boston karası ekolünden George V. Higgins’in tercihi A.B.D.’nin Massachusetts eyaletiydi. İskoçya da sert polisiyenin gözde coğrafyalarından biri haline geldi. İskoçya karasının (tartan noir) babası sayılan ve İskoçya’nın Albert Camus’sü olarak nitelendirilen Wiiliam İlvanney’in ardından Peter Turnbull ve Ian Rankin sert polisiyenin günümüzdeki başarılı yazarları arasına girdiler. Turnbull Glasgow ve Yorkshire temelli kurgular yazarken, Rankin Edinburgh’un gizemli ve tarihi atmosferinde Müfettiş Rebus’un hikayelerini kaleme aldı.

İtalya da sert polisiyenin yeni coğrafi mekanlarından biri oldu. Michael Dibdin’in antikahramanı  Aurelio Zen ve Timothy Williams’ın alaycı ama iyimser dedektifi Piero Trotti  sert polisiyeye Akdeniz karasını getirdiler.

Son bir değişim ise dedektifi tümüyle ortadan kaldırmak şeklinde gerçekleşti. George V. Higgins tam da bunu yaptı. Suç dünyasının içinden, suçlunun bakış açısıyla yazılan kurgular kaleme aldı. Bu kurgularda dedektif yoktu, onun yerine merkeze suçlunun bizzat kendisi yerleştirilmişti. Elmore Leonard da profesyonel suçluların dışarıdan normalmiş gibi algılanan dünyalarını anlattı. Çocukları olan, aileleri için endişelenen  sıradan bir yaşam süren ama kriminal işler yapan insanlardı bunlar.

Aslında 1930’larda John McCain de Black Mask  dergisinde bu tarz hikayeler, daha sonra da romanlar yazmıştı. Postacı Kapiyı İki Kere Çalar, Çifte Tazminat gibi unutulmaz eserlerin yazarı,  hiçbir roman ve hikayesinde dedektife yer vermedi. Kuşkusuz suç romanlarıydı bunlar. Ancak, bütün sertliklerine rağmen polisiye sınıfına dahil olup olamayacakları tartışmalıdır. Suç romanı olmalarının onların polisiye sayılması için yeterli olmadığı kanısındayım.  Çünkü bu romanlarda sadece dedektif değil, ayrıca gizem de eksiktir.   Günümüzde, dedektifi tamamen çıkartıp, onun yerine suçluyu  ve suçlunun bakış açısını getiren  yazarların da -sert yazmalarına rağmen- polisiyeden uzaklaştıklarını söylemek yanlış olmaz.

Reed Farrel Coleman’ın Moe Proper, Michael Conelly’nin Harry Bosch, ve Ken Bruen’in Jack Taylor serilerinin, çağdaş sert polisiyede oldukça önemli yerleri var. Bu yazarların kitaplarını okuyunca, 1930’lardan günümüze kadar devam eden bir geleneğin izlerini de görebiliyoruz. Hâlâ şiddet,  hâlâ yolsuzluk ve hâlâ birinci tekil şahıs anlatım. Özellikle Philip Kerr’in Bernie Gunther serisini  ayrı bir yere koymak isterim.  Onun kitaplarını okurken, Philip Marlowe’un Nazi Almanyasında yaşadığını rahatlıkla hayal edebiliyorum çünkü.  Charlie Huston’ın bir vampir olan özel dedektifi Joe Pitt serisi de günümüz sert polisiyesinin ilginç örneklerinden.  Edgar ödüllü James Lee Burke  ve dedektifi Dave Rabicheaux’yu da unutmamak gerekir. Ve elbette, tüm ruhuyla Hammet-Chandler çizgisinde romanlar yazmayı sürdüren Walter Mosley’i  ve onun siyahi kahramanı Easy Rawlins’i de…

En Son Yazılar