[bctt tweet=”Bu hikâyedeki kişi ve kurumlar ve de yaşanan olaylar tamamen hayal ürünüdür -gerçek olsaydı hatırlardınız, kolay unutulacak şeyler değil çünkü-.” username=”dedektifdergi”]
Her şey bir Bakanlar Kurulu kararıyla başladı. Memleketteki bazı üniversitelerin bölüneceğiyle ilgili bir karardı bu. İlgili üniversitelerini bölünmek istemeyen öğretim görevlileri ve öğrencileri çeşitli eylemler yaptılar. ‘’Ne alaka?’’ dediler. Ben de katıldım bu eylemlere zira İktisat Fakültesinde öğrencisi olduğum Songül Şendoğan Üniversitesi de bölünecekti ve artık Kadı Timuçin Üniversitesi öğrencisi olacaktım. Bu bazı öğrenci ve hocalar dışında memlekette bu olaya bir ses eden olmadı. Ve okul bölündü.
Bu mezuniyetimden bir yıl önceydi. Mezun olacağımız zaman bize, ister SŞ Üniversitesinden istersek de KT Üniversitesinden diploma alabileceğimizi söylediler. Elden ne gelir. Bari dedim SŞ’den alayım diplomayı.
Haziran ortasında diploma istem dilekçemi verdim. Belirtmem gerekirse, kamu yönetimi okumuştum. Hedefim ise, ilk KMSS’ye (Kamu Memuru Seçme Sınavı) girip kamu memuru olmaktı. Hayır, KMSS-A’ya girip üstü düzey bürokrat olmak gibi bir hedefim yoktu, sadece 3.000 lira maaşlı bir memur olacaktım. Belki sonraki yıllarda şansımı denerdim. Ancak şimdi bir an önce bir işe girmek, maaş almak tek gayemdi. Zira zengin bir aileden gelmiyordum ve okul bittiği zaman bursum kesilecekti. 17 yaşında imzalamak zorunda olduğum bir kredi yüzünden devlete 36.500 lira borçlu olacaktım. Devlete göre, ehliyet almak, evlenmek vb. için yaşım küçüktü, reşit değildim ama 36.500 lira KVK kredisi alabiliyordum. Üstelik buna mecburdum. Neyse. Seneye borcumu ödemeye başlamazsam, sürekli faiz binecekti. İşe girmekte acele etmemin sebebi buydu.
Bir yığın korsan KMSS kitabıyla memlekete döndüm. Yalan söylememe gerek yok.
[bctt tweet=”O kadar adamı öldürdükten sonra haberlere korsan kitap aldığım için çıkmayacağım kesin.” username=”dedektifdergi”]
Sınav Ağustos sonundaydı. Başında da başvuruları başlıyordu. Sıkı bir çalışmayla sınavı kazanmam hiç sorun olmazdı.
Nitekim çalışmalara başladım. Temmuz ortasına kadar günde yaklaşık 15 saat ders çalıştım, matematik, Türkçe, vatandaşlık. İlginç bir şekilde, düz KMSS kamu yönetimi okuyanlar için tasarlanmıştı sanki. Mesela Matematik öğretmeni, Türkçe ve vatandaşlık testlerinden çakabilirdi, bir sözelci de matematikten. Oysa bir kamu yöneticisi bunların üçünü de yapabilirdi, bunun için yetiştiriliyordu, üç beş muhasebe iktisat yapacak kadar matematik, kamuyla iletişime geçebilecek kadar düzgün Türkçe, kamuyu yönetecek kadar vatandaşlık.
14 Temmuz’da İ-Ülke’ye (İnternet Ülkesi, Ülkenin dış kapısı…) girdim. Mezuniyetim hala YÖMSİS’e (Yüksek Öğretim Merkezi Sistemi) yüklenmemişti. Hâlbuki bir haftaya yüklenir demişlerdi. Bir ay olmasına rağmen hala giriş yapılmamıştı.
Üzerinde çok fazla durmadım, başvurulara neredeyse bir ay vardı. Bu arada yüklenirdi. Bir hafta sonra sisteme tekrar girdim, hala olan biten bir şey yoktu. Aklıma okulun sistemini kontrol etmek geldi. SŞ’ye girmeye çalıştım, giremedim. Kadı Timuçin’i denedim, oldu. Hala öğrenci görünüyordum. Üstte yazan adrese e-posta attım, hala öğrenci olarak göründüğümü, YÖMSİS’e mezuniyetimin işlenmediğini söyledim.
Üç iş günü geçmesine rağmen bir cevap alamadım. Her gün sistemi kontrol etmeye başlamıştım. Üçüncü günün şafağında sistemden kaydım düştü. Sisteme giremedim. Oh iyi diye düşünerek hemen YÖMSİS’i kontrol ettim. Kaydım daha işlenmemişti. Herhalde 24 saat falan geçmesi gerekiyordur diye düşünerek ertesi günü bekledim.
Olmadı. İki gün, üç gün derken Ağustos başı gelip çatmıştı. Bu arada daha önce e-posta attığım yere yeniden e-posta attım, durumumun sürdüğünü belirttim. Ama yine cevap yoktu. Öğrenci işlerine telefon etmeye karar verdim. Okul bölündüğü için numaralar değişmişti, güç bela yeni fakülte sekreterinin numarasını buldum. Sabah ve öğleden sonra aradım, ikisinde de meşgule atıldı.
Ertesi gün tekrar aradım, sonraki gün de… Sonraki gün, gün boyunca aradım. Açan olmadı. Başka numaraları da denedim, diğer sekreterler de açmadılar. Bir sonraki gün KMSS başvuruları başlamıştı. O gün yine tek tek bütün numaraları aradım. Bu sefer birisi açtı, kendi bölüm sekreterimle görüşmem gerektiğini söyleyerek yüzüme kapattı. ‘’Açmıyor,’’ bile diyemedim.
Başkaları ne âlemde diye merak edip, mezun olan birkaç arkadaşı aradım, hepsi almıştı diplomalarını. İstem dilekçesinden bir hafta sonra hem de. Fakültenin sitesindeki bütün numaraları aradım, bütün e-posta adreslerine mesaj attım, dönen olmadı.
Danışman hocama sormak aklıma geldi. Kendisine durumumu anlatan bir e-posta attım. Sağ olsun, bana bir cep telefonu numarası verdi, bunu ara bu kişi senin sorununu çözecek diye. Hemen aradım, sesi hemen tanıdım, daha önce telefonu yüzüme kapatan öğrenci işleri personeliydi bu. Ama o beni tanımamış olduğundan, bozuntuya vermeden durumumu anlattım. Araştırıp döneceğini söyledi.
Elbette dönmedi. Artık sınava falan çalışmıyordum. Başvuruların bitmesine bir hafta vardı ve ben mezun görünmediğim için başvuru yapamıyordum. Sinirlerim bozulmaya başlamıştı. Başvuruların bitmesine üç gün kala tekrar aradım, bizim iş ne oldu diye. Adam sanki daha önce hiç konuşmamışız gibi davrandı. Tamamen aklından çıkmış! Yine ilgileneceğini söyleyerek kapattı. Ben de diğer numaraları aramaya devam ettim.
Böylece sınav başvurusunu kaçırdım. Sonra tamamen para tuzağı olan geç başvuruları da kaçırdım. Aynı sınav için başvuru açıyorsun -tamamen bilgisayar üzerinden-, sonra kapatıp iki gün tekrar açıyorsun ve iki katı fiyat kesiyorsun. Zaten 30 sayfa kâğıdın neden 400 lira olduğunu da anlamış değilim. Neyse.
Öfkeden ve üzüntüden ne yapacağımı bilemedim. Elimden hiçbir şey gelmiyordu. Ankara’ya gitsem de değişecek bir şey yoktu. Ne yapacaklardı ki? Telefonda söylediklerini bir de yüzüme söyleyeceklerdi o kadar. Bir sürü yol parası… Orada kalacak yerim de yoktu, gittiğim günün akşamı geri dönmem gerekiyordu.
Bir şekilde biraz rahatlamıştım da. Zira bir sonraki sınava kadar olurdu herhalde. Sınav ocaktaydı. Ocağa kadar diplomam çıkardı. Bir ay kadar bekledim. Eylül’ün ortası oldu. Benim meselede hiçbir ilerleme olmadı.
Yeniden telefonlara başladım. Bu sefer bir ilerleme kat ettim, kendi bölüm sekreterime ulaşmayı başardım. Görevli değişmiş. Yeni gelen bir şey bilmiyormuş. Durumumu anlattım. Döneceğini söyledi. Dönmeyeceğini bildiğimden üç gün sonra aradım. Bu sefer gerçekten bir şeyler yapmışlardı. Diplomamı Songül Şendoğan’dan almak istediğim için gerekli belgeleri onlara göndermişlerdi, onlar sisteme giriş yapacaklardı ama yapmamışlardı. Onlarla konuşmamı söyledi.
Hemen SŞ Üniversitesi diploma birimini aradım. Yok, gerekli belgelerin bize gönderilmedi Kadı Timuçin’i ara dediler. Kadı Timuçin’i tekrar aradığımda ise görevli bir önceki söylediğini tekrarlayıp, yapabileceği bir şey olmadığını söyledi. Ne yapmam gerektiğini sordum, ‘’ne yaparsan yap bana ne?’’ dedi. Ana arat dümdüz küfrederek telefonu kapattım.
Ertesi gün İ-Ülke’den Cumhurbaşkanına şikâyet ettim. Anladım ki kendi diplomamı savcılık emriyle, polis zoruyla almam gerekecekti. Cumhurbaşkanı iki gün sonra dönüş yaptı. Üniversitemle görüşmem gerektiğini söyledi. Bu neden benim aklıma gelmemişti ki!
Bu iş buradan olmayacaktı. KMSS için biriktirdiğim 400 lirayla Ankara’ya yola çıktım. Bu işi çözmeden dönmeyecektim. İlkin Kadı Timuçin’e gittim. Telefonda konuştuğumuz diyalogun aynısı tekrarlandı. 5 aydır ulaşmayan dosyanın hesabını sormak için sokağın karşısındaki SŞ Üniversitesine gittim daha sonra. SŞ’dekiler dosyamın gelmediğini, gelse hemen yapacaklarını söylediler. Tekrar öbür tarafa geçtim. Dedim, bu dosyadan bir tane daha çıkarın, ben götürüp vereyim. Tamam, yarın gel dediler.
Geceyi Aşti’de geçirdim. Sabahleyin hemen öğrenci işlerine gittim. Dosyanı çıkaramadık çünkü öğrenci kaydın yok dediler. Nasıl yok dedim hiddetle. Kaydın silinmiş dediler. Tabii silinecek, mezuniyet için bu gerekli değil mi dedim. Aman ne bileyim ben, git SŞ’ye sor onlarda kaydın vardır dedi. SŞ’ye gittim. SŞ’dekiler senin kaydın Kadı Timuçin’de, hangi okulda okuduğunu bilmiyor musun dediler.
Çıldırmak üzereydim. Kapıdan çıktığımda dayanacak gücüm kalmamıştı. Kapının önüne çöktüm ağlıyordum. İçeridekilerin kahkahalarını duydum. ‘’Gitti mi?’’ ‘’Gitti gitti, geri zekalı ha ha ha.’’ ‘’Bu iş daha ne kadar sürecek?’’ ‘’Merak etme delirmesine az kaldı.’’ ‘’Sıkıldım ben bundan, başkasını bulalım, 6 ay oldu deney başlayalı belli ki patlamayacak.’’
Tam olarak böyle konuşuyorlardı. Kulaklarıma inanamadım. Bir an sonra her şeyi anladım. Bu bir komploydu. Üzerimde deney yapıyorlardı. Allah bilir daha kaç kişinin üzerinde de! Buna bir son vereceğim dedim. İçeri daldım, hepsi şaşkın şaşkın bana bakıyorlardı. İlk masanın üzerindeki makası alıp, üçünü de öldürdüm. Hızla binadan çıkıp sokağın karşısına geçtim, asansöre binip, yedinci katta indim, kapıyı çalıp Kadı Timuçin’in öğrenci işlerine girdim. İçeride altı kişi vardı. En yakındakinden başlayarak hepsini öldürdüm. Kimsenin kaçmasına izin vermedim. Her yerim kan olmuştu. Koridora çıktığımda sağdan soldan insanlar koşarak bağırış çağırışa gelmeye başlamışlardı. ‘’Koşun koşun yardım edin!’’ diye bağırdım. İçeri bakan çığlık atıyordu. Asansörü binip, otoparka indim, oradan kaçtım.
Bir haftadır OTTÜ (Oran Tetkik Tedavi Üniversitesi) ormanında saklanıyorum. Geceleri kampus çöplerinden bulduklarımla karnım doyuyor. Biri gelip, ormandan yol geçirmezse, on yıl buradan çıkmadan saklanabilirim.
***
Bu sırada Ankara’da başka bir yerde, karanlık bir adam, karanlık bir masada, karanlık bir mektup yazıyordu: ‘’Lordum, Kadı Timuçin Deneyi başarılı oldu.’’