Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Hikaye: Öğretmenevinde Cinayet

Diğer Yazılar

I

Fatih mesaiden çıktığında saat yediyi geçiyordu. Koşar adım kalkmakta olan minibüse yetişti. Kendisine güçlükle kapı eşiğinde yer bularak seyahat etti ve sonunda öğretmenevine varabildi. Yaklaşık iki haftadır buradaydı. Yalnızca iki haftaydı ama bunu bir de ona sormalıydı; iki hafta ona iki ay gibi gelmişti. Evinden, ailesinden ayrı geçen tam iki koca hafta! Mesailerin biri bitip biri başlıyor ama zaman bir türlü eriyip o son güne varamıyordu. O da bu durumu çaresiz kabullenerek her gün takvimden bir yaprak daha eksiltmeye bakıyordu.

Bunları düşünürken durağa vardı. Minibüsten indikten sonra hızlı adımlarla son yokuşu da geçti. Birden yokuşun sonundaki öğretmenevinin önündeki kalabalık dikkatini çekti. Bu iki katlı eski yapının küçük sayılabilecek avlusunda, mahşeri bir kalabalık vardı. Endişeli gözlerle ortamı süzdü Fatih. Acaba prize takılı bıraktığı şarj aleti mi sorun çıkarmıştı? Yüzü kızardı birden, kalp atışları hızlandı. Daima böyleydi; takıntılıydı. Ne zaman evden çıkacak olsa ocağı, prizleri tekrar tekrar kontrol ederdi. Buna rağmen yine de emin olamazdı kendisinden. Doktordu ama, kendisine çare bulamamıştı. İlaçlar, terapiler fayda etmemiş, o da bu haline alışmak durumunda kalmıştı.

Çatıya baktı, herhangi bir duman falan yoktu. Demek ki yangın çıkmamıştı. “Ya yangın olmuş da söndürmüşlerse?” diye geçirdi içinden. Bu durumda duman görmemesi son derece normal olurdu. Adımlarını sıklaştırdı, yol tükendi ve kalabalığın içerisine daldı. Avluda toplanmış onlarca insan merakla kapıya bakıyordu. Binanın kapısı sarı bir güvenlik şeridi ile kapatılmış, bunun hemen önünde de iki polis memuru bekliyordu. Kalabalıktan yükselen fısıltıyla karışık hayıflanma seslerini işitti. “Yazık, çok yazık olmuş,” diyordu biri. Diğeri de “Resmen vahşet bu!” diye onaylıyordu onu. Etrafta itfaiye aracı yoktu. Demek ki bir yangın da yoktu. O zaman vahşet olan ne olabilirdi ki? Merak içerisinde kapıya yanaştı, merdivenlerden çıktı. Güvenlik şeridinin önüne geldiğinde bekleyen iki memurdan biri atıldı.

“Hop, nereye hemşerim? Giremezsin!”

“Ama ben burada kalıyorum,”

“Ben onu bilmem. Amirim kimseyi almayın dedi.”

Yüzü asıldı Fatih’in. Bugün çok yorulmuştu. Tam kendisini yatağına atıp dinlenecekken şimdi dış kapıdan dahi giremiyordu. Öfkesi merakını bastıracak gibi oldu ama dayanamadı ve sordu.

“Ne olmuş ki burada?”

“Açıklama yapamıyoruz arkadaşım. Emir böyle,” dedi diğer memur.

Öteki söze girdi. “Başkasına söyledik, hak geçmesin.” Fatih’e dönerek ekledi. “Cinayet işlenmiş.”

“Nasıl yani? Kim?” dedi Fatih.

İlk memur diğerine dönerek çıkıştı. “Emiri niye çiğniyorsun Murat? Açıklama yok demediler mi?”

“Tamam tamam. Bu sondu.”

“Dilini tutsan iyi edersin. Şimdi gazeteci falan da gelir, onlara da böyle ötersen kendine haritadan yer beğen.”

“Nerede olduğumuzun farkında değilsin heralde. Daha nereye sürebilirler ki?”

Bu cevabı alan memur, arkadaşına okkalı bir karşılık vermeye hazırlandığı sırada Fatih araya girdi.

“Bakın ben doktorum. Bir aylığına geçici görevle geldim. Buradan başka gidebilecek bir yerim yok. İzin verin geçeyim.”

İki memur birbirine bakarak bir süre bakışlarla anlaştı ve az evvel ağzındaki baklayı kaçırmış olan konuştu. “Tamam Hocam. Normalde giriş çıkışa izin yok ama siz girebilirsiniz.”

“Eyvallah,” dedi Fatih ve şeridin altından eğilerek geçti. İçeriye girdiğinde resepsiyonun önünde de bir kalabalık olduğunu fark etti. Tüm öğretmenevi personeli konuşmuyor, boş gözlerle birbirlerine bakıyorlardı. Herkesin yüzünden gerginlik akıyordu. Yaklaşıp sordu.

“Mahmut Abi, n’oldu burada?”

Kafasında kalmış yegane saç tellerini soldan sağa yetiştirip kelini bir miktar gizlemeyi başarmış olan resepsiyon görevlisi oldukça sıkıntılı gözüküyordu, yüzü asıktı.

“Hiç sormayın hocam, Necla Hanım’ı kaybettik.”

Buna çok şaşırdı Fatih.

“Nasıl? Nasıl olmuş? Daha dün gece beraber okey oynamıştık. Sen de vardın,”

“Evet Hocam, maalesef onu öldürmüşler!”

Duyduklarına inanamayan genç doktor hızla merdivenlere yöneldi. Büyük adımlarla basamakları ikişer üçer çıkıp kendini üst kata attı. Koridorda beyaz kıyafetli kişiler vardı ve durmadan bir şeylerle uğraşıyorlardı. Bunlar olay yeri ekibi olmalıydı. Tam onlara yönelecekken birisi arkasından Fatih’e seslendi.

“Hey sen? Buraya nasıl girdin?”

Arkasını dönen Fatih kendisine bir hışımla yaklaşmakta olan adamı gördü. Orta yaşlı, uzun boyu bu adam, elindeki telsizinden çıkan hışırtıların eşliğinde aradaki mesafeyi hızla kapatarak yanına geldi. Sinirli olduğu her halinden belli oluyordu.

“Sana dedim arkadaşım. İçeriye girmek yasak, sana demediler mi?”

Merdivenden aşağıya eğilerek bağırdı. “Evladım, neden içeriye alıyorsunuz bunları? Hayret bir şey ya!”

Fatih ona dönerek “Merhaba, ben Doktor Fatih,” dedi ve elini uzattı. Karşısındaki adam doktorun elini sıkarak konuştu. “Hah, merhaba. Ben de Komiser İhsan, Cinayet Şube’den. Ben de sizi bekliyordum. Savcı Bey de yoldadır.”

“Yanlış anladınız sanırım. Ben doktorum ama burada sadece konaklıyorum.”

Komiser bozuldu. “Ne, öyle mi?” Ardından telsizini ağzına yaklaştırarak “Adli tabip nerede kaldı oğlum? Ağaç olduk burada!” dedi ve arkasını dönerek uzaklaştı. Giderken hâlâ söyleniyordu. “Göt kadar ilçenin bir ucundan gelemiyorlar, ağzımı bozacağım, tövbe tövbe.”

Fatih, Komiserin arkasından ilerleyerek sordu.

“Afedersiniz. Burada neler olduğunu öğrenebilir miyim?”

Komiser arkasını yarı döndü ve gayet memnuniyetsizce karşıladı bu isteği. Peşinden gerisin geri Doktora doğru yürüdü, ellerini beline koydu. Derin bir nefes aldı ve “Bak Doktorum,” dedi. “Burada bir kadın ceseti bulunmuş. Aradılar geldik.”

“Sanırım Necla Hanım…” dedi Doktor ama Komiser sözünü kesti.

“He ya, Necla’ymış adı. Tanıyor muydun?”

“Evet, yani biraz.”

“Nasıl biraz?”

“Biraz işte. Daha önceden de görüyordum onu ama son iki üç gündür muhabbetimiz oldu.”

“Nasıl muhabbetler bunlar?”

“Nasıl olacak? Havadan sudan. Okey oynuyorduk akşamları. Sonra da dağılıyorduk.”

Telsizinin anteniyle alnını kaçıyan İhsan Komiser istediği yanıtları alamamanın verdiği hoşnutsuzlukla devam etti. “Tamam Doktor, sen gidebilirsin. Burada daha çok işimiz var, ortalık karışır daha.”

“Nasıl olmuş bu olay?”

“Siz doktorlar hep böyle meraklısınız değil mi? Bazen işimizi arttırmakta üstünüze yok.”

“Diğer meslektaşlarımı bilmem,” dedi Fatih. “Onu görebilir miyim? Daha önce birçok kez harici muayeneye katıldım.”

Bir süre düşünen İhsan ardından ikna oldu ve koridorun arka tarafına doğru ilerlemeye başladı. Doktorun yanından geçerken bir eliyle de gel işareti yaptı. Fatih de Komiserin peşine takıldı, ikili koridorda yürümeye başladı.

“Cesedi temizlikçiler bulmuş. Odanın kapısı açıkmış. Seslenmişler önce, yanıt gelmeyince de içeri girmişler. Yerde yatan kadını görünce de basmışlar çığlığı. Ardından diğer görevliler gelip görmüş. Allah’tan birinin aklına ambulansı ve polisi aramak gelmiş de işte buradayız.”

Bunları dinlerken odanın önüne gelmişlerdi bile. İçerideki ekibin işi bitmiş olmalıydı, oda boş gözüküyordu. Kapıdan girerken duraksadı Doktor, kapının üzerindeki plakaya gözü ilişti; yüz dört numara yazıyordu.

Doktorun duraksadığını fark eden Komiser seslendi. “Olay yerinin işi bitti. İçeri gelebilirsin Doktor.”

Kapı eşiğinden geçti Fatih, birkaç adım attıktan sonra etrafa bir bakındı. Odanın ortasındaki iki kişilik yatağın sağ yanında bir çift ayak görünüyordu. Yatağın diğer tarafında da yerde yatık duran, devrilmiş bir tekerlekli sandalye vardı. Bedensel engelliydi Necla Hanım. Fatih ona nedenini hiç sormamış, o da söylememişti.

Komiserin peşinden yatağın diğer yanına vardı. Necla Hanım yerde yüzükoyun uzanmış, öylece kalakalmıştı. Kızıl saçları kana bulanmış, rengi kıpkırmızı kesilmişti. Doktor eğilerek çömeldi ve sordu. “Neler saptadınız amirim? Ben de bir bakayım mı?”

“Bence gerek yok. Maktülün kafasının arkasında bir yara var, gardrobun aynasındaki çatlağa bakılırsa buraya çarpmış olabilir. Ardından da buraya, yere düşmüş gibi duruyor.”

Bir yandan Komiseri dinleyip diğer yandan da cesedi incelemeye başlayan Fatih, “Demek kafa travması,” dedi ama hemen ardından cesedin sol avcundaki kesiyi fark ederek sordu. “Bunu gördünüz mü peki?”

Komiser şaşırdı. Eğilerek Fatih’in ona doğru çevirdiği kadının eline baktı. Yarayı görmemiş olmanın verdiği utangaçlığı belli etmemek istercesine  “Şöyle üstün körü baktık biz, dedi. “Gerisini Adli tabip halleder.”

Yarayı biraz daha inceleyen Doktor, “Bıçak kesiğine benziyor, düzgün kenarlı,” dedi. Konuyu kapatmak isteyen Komiser, “Hadi çıkalım,” diyerek kapıya yöneldi.

Olduğu yerden doğrulan Fatih odaya bir kez daha baktı. Kapıdan çıkmak üzere olan İhsan Komiser’e seslendi. “Sizce de çok garip değil mi?”

Arkasını dönen Komiser, “Garip olan neymiş?” diye soruya soruyla karşılık verdi.

“Kadın bedensel engelli. Oraya kendi gitmiş olabilir mi?”

“Yatakla ayna arasında bir buçuk metre kadar mesafe var. Belki tam kalkacakken dengesini kaybetmiş, ardından da kafasını çarpmıştır.”

“Niye o taraftan kalkmak istesin ki? Sandalyesi bu tarafta.”

Yine alnını telsizle kaşıyan Komiser, bir süre düşündükten sonra, “Evet, düşününce bana da şüpheli geldi şimdi,” dedi ve ekledi. “Kadın kızıyla kalıyormuş odada. Ona da bir soralım o zaman.”

“Evet, kızını gördüm. Burada öğretmenmiş. Üç yıldır burada kalıyorlarmış. Bir insan burada neden üç yıl kalsın ki?”

Buna bozulan Komiser çıkıştı. “Ne var? Biz de yıllardır burada yaşıyoruz!”

“Onu demek istemedim amirim. Hadi ben bir aylığına buradayım. Geçici olarak. Bu nedenle öğretmenevinde konaklamam mantıklı. Ama yıllarca bu ilçede kalacak olsaydım, bir ev tutardım. Bir gariplik yok mu bu işte sizce de?”

“Kafamı çok karıştırdın be Doktor,” dedi Komiser.

“Sadece düşünüyordum ben,” diye karşılık verdi Fatih. “En iyisi, gideyim artık, bugün oldukça yorucu geçti.”

“Hepimiz için Doktorum, hepimiz için,” dedi İhsan Komiser.

 

 

II

 

Komiserin yanından ayrılan Fatih, yavaş adımlarla odasına geçti. Odaya girdiğinde içerisi boştu. İki gündür odasını paylaştığı misafir henüz gelmemişti. “Oh, iyi bari. Rahatça soyunup dökünüp yatabilirim,” diye söylendi.

Buraya ilk geldiğinde çift kişilik bu odada epeyce bir süre tek kişi kalmıştı. Kalmıştı kalmasına ama sürekli tedirgindi. Hani otobüsle şehirlerarası yolculuk edecek olursunuz, bir bakarsınız yanınız boştur. Yayılarak, rahatça seyahate başlarsınız ama içinizde hep o tedirginlik olur; her durakta birisinin o koltuğa gelebilme ihtimali… Fatih de öyle hissetti sürekli ve bunda da haklı çıktı. İki gün önce, resepsiyondaki Mahmut Bey. “Hocam boş odamız yok. Ne yazık ki birkaç günlüğüne odanıza bir misafir gelecek. Çok değil ama, başka bir oda boşalır boşalmaz oraya geçer,” demişti. Yapacak bir şey yoktu, Fatih de kabullendi. Bu yaştan sonra aynı odayı bir yabancı ile paylaşmak, hiç de kolay değildi. Rahatça hareket edemiyordu insan. Tuvalette dahi özgür olamıyordu; hep bir dikkatli olma zorunluluğu kaplıyordu içini. Bir insan, tuvalette dahi kendini rahat hissedemezse, nasıl olacaktı bu iş? Zaten halihazırda geçmek bilmeyen geçici görev günleri, bu tür zorluklarla daha da bir katlanılmaz hale geliyordu.

Gülümsedi birden Fatih. Şanslı bir anındaydı, yatağında doğruldu. Pantolonunu çıkarıp attı. Montunun cebinden bir sigara aldı, yakarak banyonun yolunu tuttu. Sonunda dilediğince işini görebilecekti. Banyonun ışığını yaktı, tam eşikten adımını atacaktı ki yerdeki çantanın yanında bir parlaklık gözüne ilişti. Odadaki yabancının çantasıydı bu. Çok konuşmayan, esmerce bir adamdı bu yabancı. Gezmeye geldim demişti. Etrafı dolaşacak ve fotoğraf çekecekmiş, öyle demişti. Zaten son zamanlarda herkes fotoğraf meraklısı olmamış mıydı? Genç nesil sosyal medyanın da etkisi ile hergün yüzlerce kare fotoğraf çekiyordu ama bu yaşta bir adamın bu meraka sahip olması çok ilginçti. “Sosyal medyanın yaşı yok ki oğlum,” dedi Fatih kendi kendine. Eğilip parlak şeye baktı. Bir şarj kablosunun çantadan sarktığını fark etti. Neredeyse çantadan düştü düşecekti. Şarjsız kalmanın ne denli önemli bir problem olabildiğini pek çok kez tecrübe ettiğinden, dayanamadı. Elini uzatıp kabloyu kavradı, çantanın gözüne sokuşturmaya çalıştı ama başaramadı. Vazgeçecek oldu. Kalkmaya niyetlenmişti ki kablo daha da sarktı. O da bir daha denemeye karar verdi. Normalde başkasının eşyasını değil karıştırmak, dokunmak bile yapmayacağı bir şeydi ama bu sefer iyi bir amaca hizmet edecekti. Gözün fermuarını açtı ve hafifçe araladı. Araladı ama gördüğü ile bir süre dondu kaldı. Gözün içerisinde kocaman bir komando bıçağı vardı. Bıçağı itip kabloyu yerleştirmeyi düşündü ama bir anda zihninde çakan şimşekle ağzındaki sigarayı düşürdü. Birden Necla Hanım’ın avcundaki kesi gözlerinin önüne geldi! Bir adam iki gün önce çıkıp gelmiş, ardından bugün Necla Hanım odasında ölü bulunmuştu! “Düzgün sınırlı kesi, bıçak, çanta, adam…” diye düşündü ve birden ayağa kalktı. Henüz çıkmamışsa Komisere haber vermeliydi. Odanın kapısını açtı ve koridorda birkaç adım attı. Merdivene yönelecekti ki altında pantolon olmadığı kafasına dank etti ve hızla odaya döndü. Pantolonunu giydi, tekrar çıkmaya hazırlandı ama bu seferde az evvel düşürdüğü sigara aklına geldi. Zemindeki halıflekse göz gezdirdi ve onu buldu. Yüzü asıldı; halıda bir miktar yanık oluşmuştu bile. İzmariti aldı, eliyle geride kalan siyahlığı biraz olsun temizlemeye çalıştı ancak bu çabası pek faydalı olmadı. “Ulan Fatih, ne yapıp edip az daha yangın çıkaracaktın!” diye kızdı kendine. Tekrar bıçak geldi aklına, gözü çantaya ilişti bir kez daha. Yapılacak çok daha önemli bir iş vardı. Halıdaki ufak bir hasarı düşünmenin sırası değildi. Bıçağı aldı ve merdivenlerden hızla aşağıya indi. Resepsiyon masası boştu, içeride kimse yoktu. “Gitmişler mi yani?” dedi fısıltıyla. Ana kapıdan dışarı çıkıp hemen soldaki masalara baktı. Burası da boştu. Her akşam iğne atsan yere düşmeyecek şekilde dolu olan bu masalarda şimdi sinekler dahi yoktu. Adeta ölüm sessizliği çökmüştü öğretmenevine. “Yapacak bir şey yok, en iyisi karakola telefon etmek,” dedi ve içeriye yöneldi. Bu sırada binanın yan tarafından gelen tanıdık bir ses dikkatini çekti. Buna eklenen telsiz sesi de düşüncesini destekledi. Binanın köşesini dönen ve peşi sıra yürüyen iki karaltının başında İhsan Komiser vardı. Fatih onların gelmesini beklemeden yanlarına gitti. “Komiserim, Komiserim. Size bir şey söylemem lazım.”

Onu gördüğüne şaşıran İhsan Komiser, sigarasından bir nefes daha alarak konuştu. “Dur, dur bir soluklan Doktor. Ne bu telaş?”

“Komiserim, bakın ne buldum!” diyerek sağ elinde tuttuğu komando bıçağını gösterdi Fatih.

Sigarası dudaklarında konuşmasına devam eden Komiser. “Nedir bu?” diye sordu.

“Bıçak işte,” dedi Fatih. Odamdaki adamın çantasında buldum.”

“Ne adamı? Kim bu adam?”

“Tanımıyorum ben de. İki gündür aynı odada kalıyoruz. Gezmeye gelmiş buraları. Gezip fotoğraf çekiyormuş. Bunu…” dedi bıçağı sallayarak, “bunu onun çantasında buldum!”

“Her bıçak taşıyanı şüpheli mi kabul edeceğiz?” dedi ve ekledi. “Bak bir bulunduğun coğrafyaya. Belki biraz kanunsuz ama, burada yolda kimi çevirsek çakı çıkar, bıçak çıkar, döner bıçağı dahi çıkar.”

“Ama amirim,” dedi Fatih. Bu adam dün bütün gün odadan çıkmadı. Bugünse bu saat oldu ortalıkta yok. Hem, maktülün elindeki yarayı gördünüz. Düzgün sınırlı, bıçak yarası gibiydi.”

Sigarasını atan Komiser yeni bir tane yaktı. “Yemek sonrası ilk sigaramı hiç ettin be Doktor,” dedi.

“Afedersiniz ama bu bence çok önemli,” dedi Fatih. “Bu arada, benimkini yukarıda unuttum, bir tane de bana verir misiniz?” diye de sordu.

“Veririm vermesine de…” dedi Komiser. “Diyelim ki bu olay bir cinayet. Diyelim ki bu bıçakla işlendi. Sen şimdi bunu eline aldın, bir güzel tuttun. Biz nasıl parmak izi bulacağız bundan?”

Gözlerini elindeki bıçağa kaydıran Fatih birden onu yere attı. “Ben, ben bunu düşünemedim o panikle.”

“Doktor dediğin panik yapar mı abicim?”

“Benim alanım değil ki bu amirim, cinayet bu!”

Bu sırada Komiserin arkasındaki genç konuştu. “Amirim, belki de bu hakikaten bir cinayet ve gerçekten bu bıçakla işlendi. Peki…” dedi. “Peki ya bu cinayeti bu doktor işlediyse?”

“O ne demek be Orhan?” dedi İhsan Komiser. Aynı anda da Fatih panik bir halde. “Yok daha neler? Ben niye cinayet işleyeyim? Ben, ben doktorum. Benim işim öldürmek değil yaşatmak.”

“Doktor,” dedi Komiser. “Pek ihtimal vermiyorum ama siz bu okeyi sırf eğlencesine parayla falan oynamıyorsunuz değil mi?”

“Asla,” dedi doktor.

“Nereden bilelim?” diye çıkıştı Orhan. Siz de burada yenisiniz. Amirim anlattı; maktülü tanıyormuşsunuz.”

“Yalan değil, tanıyorum. Ama toplasan 5-6 saat kadar.”

Komiser araya girdi. “Tamam uzatma Orhan. Doktordan niye şüphelenelim şimdi durduk yere?”

Orhan hemen savundu iddiasını. “Türlü türlü doktor var amirim. Her gün gazetelerde okuyoruz.”

“Uzatma dedim ya oğlum,” diye çıkıştı Komiser. Cebinden şeffaf bir poşet çıkardı, ters düz etti. Eğilerek bıçağı özenle aldı ve poşeti tekrar düzeltti. Ardından da Orhan’a uzattı.

“Al bunu delillerin arasına ekle. Söyle de ne kadar parmak izi varsa baksınlar,” dedi ve doktora dönerek konuşmasını sürdürdü. “Tabii bu durumda sizin de parmak izinizi almamız gerekecek. Durduk yere iş çıkardınız yine. Ama sizin sayenizde hiç değilse olası bir cinayet aleti var elimizde.”

Başını sallayarak Komiseri onayladı Fatih. “Adamı yakalamayacak mısınız?”

“O da olacak. En azından bir sorgulamak gerek. Nerededir şimdi?”

“Nereden bileyim? Doğru dürüst tanımıyorum ki?”

“Orhan git şu girişteki adamdan bilgilerini al şu şüphelinin,” dedi ve tekrar Fatih’e döndü. “Oda numaran kaçtı?”

“114.”

“Orhan git 114’teki diğer adamın adını sanını bir öğren. Eşgalini de tabi, sonra da anons geç!”

“Emredersiniz amirim,” diyen Orhan selamını vererek içeriye girdi.

Cebinden iki dal sigara çıkaran Komiser tekini doktora uzatarak yaktı.

“Eyvallah,” dedi doktor. “Normalde arada sırada içerdim ama burada arttırdım.”

“Olur öyle,” dedi İhsan Komiser. “Hadi gel Doktor, şurada birer de çay içelim.”

İkili öğretmenevinin hemen girişinde bulunan masalardan birine oturdu. İhsan arkasında bulunan camdan içeriye iki çay işareti yaparak doktora baktı. Sigarasından bir nefes çekti ve doktoru süzerek sordu. “Yaş kaç Doktorum?”

“Otuz iki.”

“Yaşını göstermiyorsun. Şakaklarındaki aklar olmasa inanmazdım.”

“Doktor dediğin kır saçlı olur,” dedi Fatih gülerek.

Yüksek perdeden bir kahkaha attı Komiser.

“Tanışmamız pek iyi olmadı ha Doktor?”

“Evet, biraz öyle oldu.”

“Bizim meslek de zor. Görüyorsun işte.”

“Haklısınız. Hele de burada.”

“Burasıyla bir sorunumuz yok Doktor. Bu iş memleketin her yanında zor.”

Masaya bırakılan çayları paylaşıp yudumladılar. Fatih devam etti. “Müsaadenizle konuyu değiştireceğim. Necla Hanım’ın kızıyla görüştünüz mü?”

“Evet görüştük.”

“Ne dedi?”

“Sabah erkenden çıkmış.”

“Kameralarda var mı?”

“Çalışan kamera var mı ki?”

“Yok mu?”

“Yok tabii.”

“Resepsiyona sorsaydınız,” dedi Fatih, ardından bir süre düşünerek ekledi. “Gerçi orada da pek duran olmuyor ki.”

“Kızın çıktığını gören olmamış. Derse girmiş. Müdüre ulaşıp sorduk. Mesai bitmiş olmasına rağmen sağolsun gidip bakmış. Kız doğru söylüyor. Dersteymiş.”

“Sonra?”

“Bunları neden seninle konuşuyorum inan bilmiyorum Doktor.”

“Sesli düşünüyorsunuz diyelim. Bir çeşit beyin fırtınası yani.”

“Bizde beyin mi kaldı be Doktor? Zaten açtık, tam yemeğe oturacakken anons geldi çıktık buraya geldik. Nasıl çalışsın bu kafa?”

“Bir şeyler ısmarlayayım isterseniz amirim.”

“Yok, çay var ya işte. Hem ne diyorduk, hah. Kızı tüm gün görmemiş annesini. O çıkarken odasındaymış.”

“Bıçak işine ne diyorsunuz?”

“Olabilir tabii. Adli tabip de sizinle aynı kanıda; bıçak yarası diyor eldeki için. Bir de otopsi sonucunu görmek lazım.”

“Evet o zaman daha net konuşabiliriz.”

Bu sırada içeriden çıkan Orhan telaşla amirinin yanında bitti. Telefonunun ekranını ona gösterek. “Amirim. Adamın GBT’sini sorgulattık. Dosyası var.”

“Neymiş peki?”

“Adam yaralamadan bir süre yatıp çıkmış.”

Doktor araya girdi. Heyecanla “İşte bu! Şüphelerimde haklıymışım,” dedi.

“Her sicili bozuk olan şüpheli olacak diye bir şey yok be hocam,” dedi Komiser.

Doktor heyecanını devam ettirerek. “Amirim. Benim aklıma gelen bir şey var. İzah edeyim. Necla Hanım’ın eve çıkmayıp senelerdir burada, öğretmenevinde kalıyor olması bana dün de garip gelmişti. Aklıma bir olasılık geldi şimdi.”

“Açık konuş Doktor. Lafı geveleme, bak yorulduk.”

“Kadın tekerlekli sandalyede. Belden aşağısı felç. Kızıyla senelerdir burada.”

“Ee?”

“Şöyle olmuş olamaz mı? Kocası bir nedenden dolayı kadını bıçaklar. Omuriliği zedelenen kadın felç kalır. Adam hapse girer. Adamın bir yakını ya da arkadaşı, belki de yatıp çıktıktan sonra kendisi kadının peşine düşer. Onlar da kaçıp bu ücra yere gelirler.”

“Daha neler!”

“Evet çok saçma,” dedi Orhan.

“Bir dinleyin amirim,” diye üsteledi Fatih. “Niye eve çıkmadılar? Ben söyleyeyim; çünkü burası daha güvenli. Yoksa yarı fiyatına eve çıkabilirlerdi. Öğretmen maaşıyla burada kalmak çok ama çok mantıksız.”

“Yani diyorsun ki…” dedi Komiser. Bir sigara daha yaktı. “Bu adam da bunun üzerine çıkıp buraya kadar geldi. Kadının bir şekilde icabına baktı, sonra da çekip gitti.”

“Evet, tam da bunu diyorum.”

Orhan araya girdi. “O zaman niye çantasını bıraksın ki? Hem çantasını bırakacak, hem de bıçağı içine koyacak!”

“Evet, bak bu da mantıklı,” diye Orhan’ı onayladı Komiser.

Fatih ise iddiasından vazgeçmemeye kararlıydı. “Ondan şüphelenileceğini düşünmemiştir belki. Unutmayın, bıçağı ben buldum. Tamamen tesadütfü.”

Bardağındaki son yudumu da içen Komiser ayaklandı. “Aslında bu kadar muhabbet yeter Doktor, öyle değil mi? Biz artık gidelim, bunları da biraz düşünelim. Burada yapılacak bir şey kalmadı.”

Doktor sakinleşmiş görünüyordu, o da kalktı. Elini uzatarak “Sizinle tanıştığıma memnun oldum İhsan Komiserim. Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim. Kolay gelsin. Umarım Necla Hanım’ın katilini bir an evvel bulursunuz, ama lütfen bu olasılığı da düşünün.”

Doktorun sözünü bitirmesiyle Orhan konuştu. “Amirim, son bir evrak kaldı. İçeriden alıp geleyim müsaadenizle,” diyerek tekrar içeri girdi.

Komiser,Fatih’e baktı ve “Tamam, düşüneceğiz,” diye karşılık verdi elini sıkarken.

Tam bu sırada Doktorun gözleri yana kaydı ve büyüdü. Bunu fark eden Komiser soracaktı ki Fatih fısıltıyla “İşte geldi,” dedi.

İhsan Komiser de arkasını dönerek Doktorun bakışlarının kilitlendiği yere baktı. “Kim doktor?” diye sordu.

“O işte. O. Bıçağın sahibi!”

Komiser bunun üzerine bir anda atılarak kapıya kadar gelen adamın karşısına dikildi. Kararlı bir ifade takınarak. “Hey ahbap. Baksana bir,” dedi.

Şaşırmış görünen adam sordu. “Ne var? Kimsiniz?”

“Ben Cinayet Şube’den Komiser İhsan. Bizimle geliyorsun.”

“Niyeymiş, ne yapmışım?”

“Buluruz bir şeyler, gel hele sen,” dedi ve adamın bileğini kavrayarak kelepçesini geçirdi. Adam bağırdı. “Burada gezip dolaşmak suç mu? Bu yaptığınızın hesabını vereceksiniz!”

“Veririz merak etme,” dedi İhsan Komiser ve içerideki yardımcısına seslendi. “Haydi ama Orhan, haydi oğlum! Bak burada bir misafirimiz var!”

Amirinin bağırmasıyla elinde kağıtlarla dışarıya fırlayan Orhan şaşkın gözlerle amirine ve yanındaki elleri kelepçeli adama baktı.

“O kağıtlara pek de gerek kalmadı,” dedi İhsan. “Adamımız bu işte.”

 

III

 

Komiser ve yardımcısının yanlarındaki adamla birlikte ekip arabasına binip gözden kaybolmasıyla odasına çıkan Fatih, yine kendisini yatağına attı. Gözlerini bir süre tavana dikerek düşündü. Sonra birden doğrularak yerdeki çantaya baktı. Yaşadıklarına inanamadı. Son iki gün içerisinde neler olmuştu öyle? Buradaki sayılı günlerini geçirmek için geldiği bu öğretmenevinde daha dün tanıştığı bir kadın öldürülmüş ve katili de onun sayesinde yakalanmıştı. Gülümsedi Fatih, kendisiyle gurur duydu. Severek okuduğu polisiye romanlardaki kahramanlara benzetti halini. Adeta bir dedektif gibi davranmış ve olayın üzerindeki sır perdesini çekip almıştı. Ya o kabloyu yerine koymaya kalkışmasaydı? Ya işine baksaydı? Bir sigara yakıp düşünmeye devam etti. Ürktü sonra birden. O adam, o yabancı, o katil! Evet o katille aynı odayı paylaşmıştı. O da içerideyken dönüp arkasını uyumuştu! Kalbi hızla çarptı, yüzü kızardı gene. Yanakları alev alev yandı. Ya o adam ona da bir şey yapsaydı? “Ucuz yırttın oğlum Fatih!” dedi ve bir çırpıda pantolonunu çıkararak ağzında sigarasıyla banyoya koştu.

Tuvalette her zamankinden daha kısa sürede kalmak zorunda kaldı. Çünkü koridordan gelen sesler buna engel oldu. Söylenerek tekrar pantolonunu giydi ve dışarı çıktı. Tüm öğretmenevi sakinleri koridordaydı. Koridorun sonundan gelen sesler dayanılacak gibi değildi. Fatih de diğerleri gibi seslerin geldiği yöne ilerledi. Adımını attıkça da sesin kaynağının ayırdına vardı; sesler 104 numaralı odadan geliyordu. Kapı aralıktı. Kalabalığın üzerinden boynunu uzatıp içeriye baktı. Necla Hanım’ın kızıydı bu. Ağlıyor, zırlıyor, çığlıklar atıyordu. Kalabalığı yarıp içeriye girdi. Oda tamamen dağılmıştı. Anlaşılan Neca Hanım’ın kızı bir sinir krizi geçiriyordu. “Zavallı kız,” diye geçirdi içinden.  Baba zaten yoktu, şimdi anne de yok,” dedi. Ardından kontrolü ele alma gereği duydu. Arkasını dönüp kapı eşiğindeki iki kıza seslendi. “Arkadaşlar haydi siz biraz destek olun, sakinleşmeye ihtiyacı var,” dedi ve o sırada içeriye gelen Mahmut Bey’e baktı. “Abi ecza dolabınız falan var mı? İlaç falan bulunur mu?”

Adam ellerini iki yana açarak yanıtladı. “Yok Doktor Bey. İlaç falan olmaz bizde.”

Kapıdaki kızlar, doktorun isteğiyle ağlamaktan perişan olan kıza yanına gelip bir nebze de olsa onu sakinleştirmeye çalıştılar. Sarışın olan “Esra, güzelim. Biliyorum çok zor. Ama metanetli olman lazım,” dedi usulca.

Fatih bu kez kalabalığa dönerek. “İçinizde aracı olan var mı?” diye sordu.

Genç bir adam atıldı. “Evet bende var.”

“Haydi o zaman, kızı hastaneye götürün. Biraz olsun sakinleşmesi iyi olur.”

Başını salladı adam. Kızlar da güçlükle ikna ettikleri Esra’yı kollarına girerek odadan çıkardı.

Kızların çıkmasıyla derin bir of çeken Mahmut. “Yazık kızcağıza,” diye söylendi. Fatih de homurtuyla karışık “Şerefsiz adam. Nelere sebep oldu,” dedi ama onu kimse işitmedi.

 

IV

 

Sabah erkenden uyandı Fatih. Tabii gece yaptığına uyumak denebilirse. Gece boyunca sağdan sola dönüp durmuş ama doğru dürüst uyuyamamıştı. “Ne lanet bir gündü,” dedi. Güçlükle yataktan çıktı, banyoya gidip yüzünü yıkadı. Ağzındaki acı tada aldırış etmeden bir sigara yaktı. Sigaranın ucundaki ateş izmarite ulaşana dek ancak ayılabildi. İzmariti küllük niyetine kullandığı su şişesine attı ve kalkıp giyindi.

Koridora çıktığında her şey her günkü gibiydi. Ortalıkta ses seda yoktu. Bu kadar kişinin kaldığı yerde bu denli sessizlik ve tenhalık nasıl olabiliyordu? Bu tenhalıkta adam öldürüldüğüne tabii ki kimse şahitlik edemezdi. “Neyse ki o bıçağı farkettim de olay aydınlandı,” dedi içinden. Katili yakalatmış ve polislerin işini kolaylaştırmıştı. Kim bilir? Belki de adamın sonraki hedefi Necla’nın kızı Esra’ydı. “Bak onun da hayatını kurtardın işte!” diyerek gülümsedi. “Doktorluk dışında da hayatlar kurtarılabiliyormuş,” diye de ekledi. Sonra düşündü. Evet, yalnızca kızı kurtarmakla kalmamıştı; aynı zamanda kendini de kurtarmıştı bir anlamda. O cani ona da zarar verebilirdi. Derin bir nefes çekti. Neşesi yerine gelmişti. Doğruca hastane servislerinin kalktığı durağa doğru yola koyuldu.

Hastaneye vardığında muayene odalarını ve gözlem yataklarını dolaştı. Sıkıntılı bir vaka yoktu. O da odasına döndü. Odaya girdiğinde ise koltukta onu bekleyen İhsan Komiser’i gördü.

“Günaydın Doktor. Beni beklemiyordun değil mi?”

“Evet. Oldukça şaşırdım demeliyim. Size de günaydın bu arada.”

Yüzü asıldı birden Komiserin. “Sana bozuğum ama doktor. Başımıza iş açtın.”

“Neden?” N’oldu?”

“O adam temiz çıktı.”

“Nasıl yani?”

“Adam bütün gün dışarıdaymış. Şahitleri var. Telefon sinyalleri de onu doğruluyor.”

“Demek öyle,” dedi Doktor. Dalgın görünüyordu.

“Dahası da var. Senin gazına gelip biz de biraz sert çıktık işte. Avukatlarını salacakmış üzerimize. Durduk yere yaktın bizi!”

“Ben, ben çok özür dilerim. Ama teorim çok mantıklıydı.”

Sertçe bir kahkaha attı Komiser. “Evet mantıklıydı. Biz de bundan inandık ya zaten.”

Doktor onu dinlemiyordu. Kendince devam etti. “Ama bıçak…”

“Bıçak onun. Ama adam dışarıda Doktor. Bunu kanıtladı da.”

“Yanlış düşünmüşüm, çok afedersiniz. Sizi de zor duruma soktum.”

“Merak etme, biz alışığız,” dedi Komiser. “Ama haksız da sayılmazsın tam olarak…”

“Nasıl?”

“Kadını gerçekten kocası bıçaklamış. Yani eskiden. Adam hâlâ cezaevinde.”

“Demek bir miktar tutturmuşum hikayeyi.”

“Evet, ama sadece bir miktar.”

“O zaman kim yaptı?”

“Belki de biri yapmadı.”

“Olamaz.”

“Neden olmasın be doktor. Belki kadın bu hayattan bıktı, canına kıymak istedi. Bileğini kesecekti tutturamadı avcunu kesti. Sonra başı döndü kafasını vurdu bayıldı.”

Gözlerini yere eğen Doktor pek de yüksek olmayan bir tonda karşılık verdi. “Belki de böyle oldu, evet haklı olabilirsiniz. Ama o zaman bıçak nerede?”

“Evet bak, bıçak ortalıkta yok,” dedi Komiser ve sonra başını iki yana sallayarak ekledi. “Zaten dosya artık savcılıkta. Bizim işimiz bitti. Bana kalırsa dosya cinayetten alınacak, kaza veya intihar olarak kapatılacak.”

“Madem öyle, yapacak bir şey yok,” dedi Doktor. Yüzü asıldı. “Şimdi kusura bakmazsanız içeriye gitmem gerekiyor. Sizin için yapabileceğim bir şey yoksa tabii.”

Başını iki yana salladı Komiser. “Yok Doktorum. İyi mesailer.”

“Teşekkürler,” dedi Fatih, kapıya yöneldi. Tam çıkacaktı ki Komiser seslendi. “Aslına bakarsan, madem acil doktorusun; telefonunu versene.”

“Tabii olur,” dedi Fatih.

İkili birbirinin telefon numaralarını kaydettikten sonra ayrıldı ve Fatih gözlem odasına geçti.

Diğer günlerin aksine sakin bir gün geçirdi doktor. Öyle çok hasta gelmedi; gelenlerin de çoğu sıkıntısızdı. Bedeni yorgun değildi doktorun ama aksine zihni çok ama çok bitkindi. Hâlâ dünü düşünüyordu. Ne yani, şimdi yok yere mi suçlamıştı o yabancıyı? Onun yersiz komplo teorileri yüzünden kelepçelenmiş ve geceyi nezarette geçirmişti adam. Utandı Fatih, odaya gidince onu görürse ne diyecekti? Nasıl izah edecekti olanları? Keyfi daha da kaçtı, kafasını dağıtmak için muayene alanına geçerek kendine işler icat etti.

 

 

V

Takvimden bir gün daha eksilmiş, o günlük mesai bitmiş ve yine öğretmenevine gelmişti Doktor. Canı sigara istedi. Bir sigara yaktı ve avluda dolaşmaya başladı. Odada o adamla karşılaşma düşüncesi canını sıktı. Çok utanıyordu, gün boyunca kendisini suçlayıp durmuştu. Adama nasıl bir izahat yapacağını kafasında kurmaya çalışmış ama mantıklı bir açıklama bulamamıştı. En doğrusu olayı olduğu gibi anlatmak ve özür dilemekti. Evet, karar vermişti; tam da böyle yapacaktı.

Karar vermişti vermesine ama bunu uygulamak için cesaret de gerekiyordu. Bir sigara daha yaktı, öğretmenevinin etrafını dolaşmaya başladı. Binanın arkasına geldiğinde bu tarafı hiç görmediğini fark etti. Adeta bir çöplüktü burası.

“O kadar para alıyorlar ama etrafa hiç bakmıyorlar!” diye söylendi. “Sonra bu kadar sivri sinek nereden geliyor? Gelir tabii, şu pisliğe bak!”

Peşi sıra yaktığı ikinci sigarasının da sonuna geldi ve izmariti baş ve işaret parmaklarının arasına alarak ileriye doğru fırlattı. Fırlattı ama hedeflediği hemen ilerideki su birikintisini tutturamadı. “Söner heralde,” diye düşünerek gerisin geri yürümeye başladı. Tam köşeyi dönecekken yine takıntısı tuttu. Ya izmarit sönmezse? Ya sönmeyip de oradaki çer çöpü tutuşturursa? İçi rahat etmedi ve tekrar geri dönerek aynı yere geldi.

İstemeye istemeye çöplerin arasından geçerek izmariti aramaya başladı. Bakındı, bakındı ama göremedi. Burası o kadar karışıktı ki izmariti bulması neredeyse imkansızdı. Buna karşın bulmadan da gidemeyeceğini adı gibi biliyordu!

Bir on dakika kadar aradı, taradı ama bulamadı. Gözüne izmaritvari hiçbir şey ilişmedi. “Bu saate kadar bir şeyler tutuşsa tutuşurdu heralde,” diye düşündü ve biraz olsun içi rahatladı. Geriye dönüp adımını atmasıyla ayağı bir şeye takıldı. “Kahretsin, cama mı bastım?” diye düşünüp oraya baktığında gördüğüne inanamadı. Hemen telefonunu çıkarıp bir numara çevirdi.

Yirmi dakika kadar sonra Komiser İhsan da oradaydı.

“N’oldu Doktorum? Neden apar topar beni buraya çağırdın?”

“Geldiğiniz için teşekkürler. Size göstermek istediğim bir şey var.”

“Yine ne var?” diyerek Doktorun yanına geldi Komiser.

Ayağının hemen ucunu işaret eden Fatih. “Bakın işte, bir bıçak daha!” dedi.

“Tüm bıçaklar da gelip seni buluyor. Orhan gibi şimdi ben de senden şüphelenmeye başlayacağım artık bak!”

“Bu kez ona dokunmadım bile.”

“Eh, iyi bari,” dedi Komiser ve ilk seferde olduğu gibi dikkatli bir şekilde tam da usulüne uygun olarak yeni bir delil poşetine koydu bıçağı.

“Bunu da inceleyeceğiz, bakalım ne çıkacak?” dedi ve hemen ardından oradan ayrıldı.

Yarım saattir ayağını kımıldatmadan dikilen Fatih parmaklarının uyuşukluğuna aldırmadan ön tarafa döndü. Mutluydu, şanslıydı da. Tesadüfen de olsa, Necla Hanım’ın başına gelenlerin kaza olmadığını açıklayabilecek yeni bir ipucu bulmuştu. Bunlar onun işi değildi belki ama bu işin bu şekilde yürümesinden de oldukça keyif almıştı. Bir kez daha kendini dedektif gibi hissetti ve öğretmenevine girdi.

Üst kata çıkmak için merdivene yöneldi. Küçük adımlarla odasına çıktı. Anahtarını taktı ve çekinerek kapıyı açtı. Oda boştu. Hemen yere baktı; çanta da yoktu. Demek ki oda arkadaşı olan o yabancı gitmişti. Bu durumu resepsiyondan da teyit etmek istedi ama sonra üşendi. Yatağına uzanıp gözlerini kapadı.

Fatih tekrar gözlerini açtığında saatine baktı. Saat sekizi çeyrek geçiyordu, iki saat kadar içi geçmişti demek ki. “En iyisi gidip bir çay içmek,” dedi ve kalkıp kantinin yolunu tuttu.

Kantine vardığında sol taraftaki televizyonun karşısındaki masada tek başına oturan Esra’yı gördü. O da gidip yanındaki sandalyeye geçti. Kız televizyona bakıyor ama pek de seyrediyor görünmüyordu. Şefkatli bir ses tonu takınmaya çalışarak konuştu.

“Başına gelenlere çok üzüldüm. Başın sağolsun. Senin için yapabileceğim bir şey var mı?”

Esra hâlâ donuk gözlerle ekrana bakmaya devam ediyordu. Bunun üzerine Doktor sesini yükselterek yineledi. “Çok geçmiş olsun. Başın sağolsun.”

Bakışlarını televizyonun renkli ekranından Doktora taşıyan kızın gözleri doldu, göz yaşları yanaklarını ıslattı. Doktorun da içi ezildi. Titrek kısık bir sesle fısıldadı Esra.

“Teşekkür ederim, dostlar sağolsun.”

“Sizin için yapabileceğim bir şey olursa, lütfen çekinmeden söyleyin.”

Yutkunarak cevap verdi kız. “Yok, sağolun. Atlatmaya çalışacağım.”

Bu sırada masadaki ikilinin yanına gelen kantin görevlisi ile gözgöze geldi doktor. “İki çay versene bize,” dedi.

“Vereyim vermesine de, bizim çay bu kızın içindeki ateşi söndürmeye yetmez!”

Bunu duyan Esra hıçkırıklara boğuldu.

Kaşlarını çatan Doktor çıkıştı. “Ne ateşi be adam! Görmüyor musun kızın halini?”

“Görüyorum da o yüzden böyle diyorum ya. Dün gece yok yere üzdü kadını. Bir adam için anasını üzer mi insan? Yazık!”

“Ne adamı?” Ne diyorsun sen açık konuşsana.”

“Necla Abla’mızı biz çok severdik hocam. Senelerdir beraberdik. Yedi gün yirmi dört saat beraberdik. Bu kız, bu hayırsız kız son zamanlarda hep üzerdi onu. Kadın da kızına bir şey diyemez, hep içine atardı.”

“Bu adam kimmiş?”

“Kim olacak? Bu kızın okuldan öğretmen arkadaşı. Neymiş, o adamla evlenecekmiş.”

“Bir genç kızın evlenmek istemesinden daha doğal bir şey ne olabilir ki?”

“Yeter!” diye bağırdı Esra ve tekrar hıçkırıklara boğuldu.

Kantinci devam etti. “Yetmez kızım yetmez. Anlatmazsam vicdanım rahat etmez,” dedi ve tekrar Doktora dönerek konuştu. “Hocam. Bu evliliğe onay vermiyordu Necla Abla. Ona göre uygun değildi. Bu yüzden de durmadan kavga ederdi ana kız. Bak işte, anne üzüntüsüyle göçtü gitti. Değdi mi be kızım? Gözü arkada gitti kadıncağızın!”

Doktor araya girme gereği duydu. “Hadi abicim, bu kadarı yeter. Ana kız arasına girmek doğru değil. Zaten o da yeterince pişmandır. Hadi bize iki çay getir.”

Bu sözler üzerine kalkıp gitti kantinci. Az sonra iki çay bıraktı ama bu sefer hiç konuşmadan geri döndü. Bir sigara yaktı Fatih, bir tane de Esra’ya uzattı. Hiç düşünmeden alıp yaktı kız da. Derin derin bir iki nefes aldı, gözleri hala dolu doluydu.

Bir süre hiç konuşmadan çaylarını yudumladı masadakiler. Çaylar bitmek üzereydi ki bu sessizliği kantinde yankılanan telsiz sesi bozdu. Kapıya baktı Fatih ve onlara doğru gelmekte olan İhsan Komiser’i gördü.

Hızlı adımlarla gelip masaya kuruldu Komiser. Fatih’e hiç bakmadan eğilerek Esra’ya yöneldi.

“Esra Hanım, çayınızı da içtiğinize göre artık bizimle gelebilirsiniz.”

Tekrar hıçkırıklara boğuldu kız, başını ellerinin arasına alıp masaya koydu. Fatih şaşkınlığını gizleyemedi ve sordu. “Amirim, neler oluyor?”

“Ne olacak doktorum. Bahçede bulduğun bıçak bil bakalım kimin çıktı?”

“Kimin? Esra’nın mı?”

“Aynen öyle,” dedi Komiser başını aşağı yukarı sallayarak. “Bıçaktaki parmak izleri Esra Öğretmen’e ait!”

Bu sırada aniden ayaklanan Esra ağlayarak uzaklaşmak istedi ama bir el omzundan bastırarak kalkmasına engel oldu; Orhan’dı bu.

“Nereye nereye?” dedi gülerek.

Fatih’in sesi titredi bu kez. “Ama nasıl olur? Bütün gün okulda dememiş miydiniz?”

“Öyle sanıyorduk. Ama işin aslı başkaymış. Öğleden sonraki derslerden ikisine girmemiş kızımız.”

“Bu anlaşılırdı ama,” dedi doktor.

“Yerine başka arkadaşı girince idare anlamamış.”

“Siz nasıl anladınız?”

“Bıçaktaki parmak izlerinin öğretmen hanıma ait olduğu anlaşılınca kalkıp okula gittik Doktor. Evet, önceden kameralarda aksi bir şey görmemiştik. Bu seferse Orhan, öğrenci kantininin kamerasına bakmayı akıl etti. Bir de ne görelim? Esra Öğretmen kantin kapısından çıkıp gidiyor, bir saat sonrasında ise telaşlı bir halde koşarak yine aynı kapıdan geri giriyor.”

Doktor öfke ile Orhan’ın hâlâ omzuna bastırarak zaptetmekte olduğu kıza baktı. Gözlerini masaya dikmiş duruyordu. Ardından o da konuştu. “Banka’ya yetişmem gerekiyordu. Borcum vardı, son günüydü,” dedi.

Orhan söze girdi arkadan. “Ona da baktık hoca’nım. Adınıza hiç bir bankada işlem kaydı yok!”

“Evet çünkü çok sıra vardı. Ben de derse yetişebilmek için çabucak okula döndüm. Müdür Bey’e yakalanmamak için de öğrenci kantinini kullandım.”

“Yerine derse giren İlyas Hoca böyle demiyor ama!” diye çıkıştı Komiser. “Annenle konuşmak için buraya, öğretmenevine geldiğini söylüyor!”

“Aptal şey!” diye fısıldadı Esra. Bunu duyan doktor bağırmaya başladı. “Bu da ne demek oluyor be kadın! Yalanlarına bir son ver artık!”

“Yeter be! Tamam!” diye bağırarak karşılık verdi öğretmen. “Yeter, itiraf edeceğim, tamam. Ben yaptım, ben. Evlenmeme izin vermedi. Kendi kötü bir evlilik yaptı diye benim de evlenmememi istiyordu; mutluluğuma mani olmak istiyordu!” dedi ve tekrar ağlamaya başladı. “Amacım sadece konuşmaktı. Gelip konuştum. Dinlemedi bile, bağırıp çağırdı. Ben de onu korkutmak istedim. Okul aramasında bir öğrenciden aldığım bıçağı çıkarıp bileğime dayadım. Kendime zarar vermekle tehdit ettim onu; amacım evlenmeme izin vermesiydi. Yine karşı çıktı, elimdeki bıçağı eliyle tuttu. Ben de çekip alınca avcu kesildi. O an çok kötü oldum. Hiç ister miydim? Gitmek istedim sonra. Bana engel olmaya çalıştı, ben de onu ittim. Nereden bilecektim kafasını çarpacağını? Çok pişmanım…” dedi ağlayarak.

“Sonra,” dedi Komiser. Esra da devam etti. “Sonra panik oldum, koşarak uzaklaşmak istedim. Hatta giderken annemin sandalyesine takıldım. Çok fazla gürültü çıkmıştı. Paniğim girerek arttı. Koşarak dışarı çıktım. Elimdeki bıçağı arka bahçeye fırlatıp okula döndüm.”

“Sonrasını zaten biliyoruz,” dedi Orhan.

Ayağa kalktı Komiser ve “Esra Öğretmen! Sizi anneniz Necla Hanım’ın ölümüne sebebiyet vermekten tutukluyorum!” dedi ve eliyle Orhan’a işaret etti. Orhan da belinden çıkardığı kelepçeleri Esra’nın bileklerine taktı.

Orhan ile Esra kantinden çıkarken kantinci arkadan bağırdı. “Ne istedin ulan günahsız kadından! Allahsız!”

Bir sigara yaktı Komiser ve bir tane de Doktora uzattı. Öfkeyle karışık büyük bir şaşkınlık yaşayan Fatih derin bir nefes çekerek Komisere baktı. “Tüm bunlara inanamıyorum,” dedi.

Gülerek karşılık verdi İhsan Komiser. “Biz her gün neler neler görüyoruz Doktorum. Bu daha ne ki?”

Kapıya yöneldi. Çıkmak üzereyken doktora seslendi yarı dönerek.

“Belki de doktorluğu bırakıp dedektif olmalısın ha? Bunu bir düşün.”

Gülümsemesini sürdürerek kapıda kayboldu.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

En Son Yazılar