Üç tane zibidi çocuktan korkup da para verme fikri ağırına gidiyordu. Bu neydi artık böyle canım? Şehrin göbeğinde, üstelik yıllardır yaşadığı mahallesinde rahatça yürüyemeyecek miydi? Bu sümüklü veletlere pabuç bırakacak değildi. “Krav maga biliyorum” dedi Bilge, çocuklara gözlerini dikerek. Çocuklar bön bön suratına baktılar. Biri “Grav ney?” dedi, üçü birden gevrek gevrek gülüştüler. Bilge en uzun olanını iterek aralarından sıyrılıp geçmeye çalıştı. İlk karşılaştığı, en bücürleri arkasından çantasına yapıştı ve aynı anda ağzının ortasına tekmeyi yiyerek birkaç metre geriye yuvarlandı. Bu sırada uzun boylu olan Bilge’nin kollarını tutmaya, arkasında kilitlemeye çalışıyor, üçüncü velet ise daha ayılamamış, bön bön bakmaya devam ediyordu. Kollarını tutmaya çalışan çocuktan iki teknik hamleyle kolaylıkla kurtuldu Bilge. Çocuğu arkasındaki ağaca sinek gibi yapıştırdı, sağ kolunu boğazına sıkıca dayadı, sağ dizini de apış arasına öyle bir geçirdi ki, çocuğun gözlerinden yaş geldi, ama hiç sesi çıkmadı. “Oğlum, siz niye laftan anlamıyorsunuz, yürüyün gidin demedim mi ben size?” dedi Bilge, çocuğu bırakmadan.
O esnada belinin sol boşluğunda hafif bir yanma hissetti. Ne olduğunu anlamadı önce, pek önemsemedi. Derken yanma alanı genişledi, genişledi, keskin bir acıya döndü. Gözlerini beline çevirince gözlerine inanamadı! En son bön bön bakarken bıraktığı üçüncü velet deri montu ile kot pantolonu arasındaki açıklıktan beline bir bıçak saplamış, elindeki poşeti koklayarak öylece duruyordu. Bıçağın saplandığı yerdeki kan lekesi büyürken yere, toprağın üzerine tıp, tıp damlayan kan göleti de giderek genişliyordu. Bilge bir bıçağa, bir çocuğa baktı. “Has*ktir, n’aptın oğlum?” derken dizlerinin bağı çözüldü ve dizleri üstüne çöküverdi. Ağaca yapışık duran çocuk birkaç kez öksürüp şoku atlattıktan sonra harekete geçti, bıçağı sapladığı yerde öylece dikilen çocuğu kaptığı gibi koşmaya başladı. “Kaç lan, kaç!” diye bağırdı yediği tekmeyle hâlâ kıçüstü yerde oturmuş kanayan burnunu tutan diğerine de. Üçü birden palas pandıras kaçarlarken Bilge belinde bıçakla yere devrildi. Kısa sürede bilincini kaybedeceğini anladı. “İmdat! Yardım edin!” diye bağırmaya çalıştı birkaç kez. Aksilik bu ya, her zaman birilerinin dolaştığı parkta kimseler görünmüyordu bu saatte. Bayılmadan önce son enerjisiyle elini çantasına attı, telefonunu el yordamıyla, güçlükle buldu. Derin nefeslerle odaklanmaya, anda kalmaya çalıştı: “Sakin ol Bilge, bayılma sakın. Kimi aramalı? En çabuk kim yetişir? Polise mi dert anlatmak daha kolay, yoksa Furkan Bey’i mi aramalı direkt? Meclis’in dibindeyim, polis hemen gelir herhalde. Furkan Bey de ofistedir hâlâ. Ortalığı ayağa kaldırır, hemen müdahale eder. Çabuk Bilge, çabuk, ara işte birini!” Gözleri kararırken telefonu tuşlamaya başladı.
[Bilge polisi mi arasın, Furkan Bey’i mi?]
Karar Ver!