Hoş geldin sevgili Kemal Akçay. Sinemaya gönül vermiş ve bu alanda filmleri doğru anlamak için birçok farklı kanalla yol gösterici olmayı tercih eden, sinemaseverlerle sürekli bir araya gelmeye özen gösteren son derece dinamik ve üretken biri olduğunu görebiliyoruz. Seni takip etmekten büyük keyif alan, günden güne artan sinemasever bir kitlen var. Hatta ben de seni Kadıköy sinemasında “Bir Film Nasıl Okunur” atölyesiyle tanıdım, o zamandan beri de sıkı bir takipçin oldum diyebilirim. Yüksek sayıda takipçisi olan, çok keyifli Art-niyet ve “The Good, The Bad and the Cinema” adında iki podcast ve bir sosyal medya hesabın var: @filminanatomisi. Hem online da hem de yüz yüze de kitlenle bir araya gelip filmleri kapsamlı analiz ediyorsun. Bu sayımızda dergimize katacağın renk ve tüm bu yoğunluğun içerisinde vakit ayırdığın için öncellikle çok teşekkür ederiz. Bize kendini nasıl anlatmak istersin?
Öncelikle benimle bu röportajı yapmak istemenizden dolayı asıl ben teşekkür ederim. Eski bir mühendisim. Yıldız Teknik Üniversitesi’nde Gemi İnşaatı mühendisliği okudum. Fakat küçük yaşlardan beri sinemaya karşı yoğun bir ilgim vardı. 14 yaşımda izlediğim Olağan Şüpheliler filmi ile de sinema alanında çalışma arzum oluştu. Fakat bir problem vardı, matematik yapabiliyordum. Ailemin ve hocalarımın yönlendirmeleri, biraz da Sakarya gibi nispeten küçük bir şehirde yaşamanın getirdiği vizyon eksikliğinden dolayı bu alana yönlenme cesaretini maalesef o yaşlarda kendimde bulamadım. Yine de üniversitedeyken yoğun bir şekilde üniversitemizin sinema kulübü sayesinde kendimi bu konuda geliştirme şansına eriştim. Fakat üniversite bittikten sonra hayat beni bir süre daha mühendislik yapmaya itti. Dört yıl bir otomotiv firmasında mühendis olarak çalıştıktan sonra otuz yaşımda cesaretimi toplayıp sinema alanında çalışmaya başladım. Bu süreçte önemli bir medya şirketinde bir sene çalıştım, uluslararası yayın yapan bir kanala belgeseller kurguladım, tanıtım filmleri çektim ve kısa filmler yönettim. 2019 yılında üniversiteden beri yoğun ilgimin olduğu film analizi atölyelerine Beşiktaş’daki bir atölyede başladım. Başta hobi gibi başlayan bu etkinlikler pandeminin de etkisiyle hiç beklenmedik bir şekilde mesleğim haline geldi. Son dört yılda üç yüzden fazla sinemayla ilgili atölye düzenleme fırsatım oldu.
Üniversitede bambaşka bir bölüm okuyup kariyerine başka bir alanda devam etme kararı almak radikal bir adım. Şahsi görüşüm, bu adımı sinema sevgisi adına atmak Türkiye koşullarında büyük cesaret istiyor. Bu yolda yaşadığın zorlukları ve seni motive eden durumları paylaşır mısın? Bir yol haritan var mıydı mesela? Pişmanlık yaşadığın; vazgeçtiğin; başka alternatifler düşündüğün oldu mu? Yoksa ilgin veya tutkun seni hep ilerlemeye mi itti?
Biraz evvel bahsettiğim gibi on dört yaşımda bir şekilde sinema alanında çalışmayı kafaya koymuştum. Bu arada benim asıl hedefim sinemaya yönelen birçok kişi gibi film yapmak. Bu konuyla ilgili çalışmalarım hâlâ devam etmekle birlikte yolun henüz başındayım. Film analizi atölyeleri bu anlamda film yapma tutkumu beslemesi için yaptığım bir ara basamak.
Mühendislik gibi bu ülkede prestijli bir mesleği bırakıp sinema alanında çalışmaya başladığımı duyunca insanlar bunu cesur bir hareket olarak tanımlıyor. Fakat yapmak istediği şeyle ilgili bu kadar net olan bir insanın bunu otuz yaşında gerçekleştirmiş olmasını ben cesaret olarak tanımlamıyorum. Yine de geç olsun güç olmasın diyorum.
Mühendisliği bırakalı tam yedi sene olmuş. Bu süreçte maddi ve manevi birçok problem yaşadım. Ama bütün samimiyetimle söyleyebilirim ki bir kez olsun aldığım kararla ilgili pişmanlık duymadım. Hayata bir kere geliyoruz, onda da gerçekten tutkuyla bağlı olduğumuz işi yapmamız gerektiğini düşünüyorum.
Filmler senin için ne anlam ifade ediyor? Bir çoğumuz sinemayı seviyoruz ama analiz edip anlamaya çalışmak başka bir emek, başka bir boyut bana kalırsa. Yine şahsi görüşüm; toplumun büyük çoğunluğu sinema filmlerini bizi oyalayan, stresimizi azaltan, izleyenin çok efor sarf etmesine gerekmediği bir eğlenme aracı gibi görürken; filmleri anlamak neden önemli sence?
Film analizlerime gelen insanların sorduğu bir soru var. Filmleri bu kadar detaylı izlemek filmden aldığın zevki öldürmüyor mu diye. Aslında diğer insanlar filmleri nasıl izliyorlarsa ben de o şekilde izliyorum. Aramızdaki fark, bu konuya daha fazla kafa yorduğum ve tekniklere daha hakim olduğumdan, bize aktarılan kodları benim daha hızlı çözebilmem. Ayrıca film analizi ikinci izleyişle başlayan bir süreç. Beyin hayatta kalma içgüdüsünden dolayı belirsizlikten nefret eder. Bir sonraki adımda ne olacağını tahmin etme eğilimindedir. Bundan dolayı ilk izleyişte filmlerin olay örgüsüne daha fazla dikkat ediyoruz. Bu aşamada ben de herkes gibi filmleri izliyorum. Film analizi ise bundan sonraki süreçte başlıyor. Filmi defalarca durdurarak izlemek, farklı disiplinlerde araştırmalar yapmak, başka insanların filmle ilgili görüşlerini okumak ve en sonunda topladığınız verileri bir potada eritmek zorundasınız. Ve bence en eğlenceli kısım bu anlamı aradığımız ve yoğun emek verdiğimiz yer. Benim gibi düşünen sanırım birçok insan var ki atölyelere ve sosyal medya hesabıma ilgi çok yoğun.
Bir de bu tartışma ile ilgili unutmamamız gereken bir gerçek var. Filmlerle olan ilişkimiz sadece anlam düzeyinde değildir. Biz filmleri aynı zamanda hissediyoruz. Bu sebeple ekranda gördüğümüz görüntülerden dolayı ağlıyoruz, korkuyoruz, terliyoruz. Filmler bize bir şeyler yapıyor. Sizin sorunuzdaki eğlence kısmı tam olarak bu. İnsanlar bu deneyimi yaşamayı seviyorlar fakat bir filmi analiz ettiğiniz zaman bundan vazgeçmiyorsunuz. Bir filmi anlamamız ve duyumsamamız ayrı ayrı değil aynı anda gerçekleşen bir proses. Birini tercih etmek zorunda değiliz.
Film yorumculuğu/analistliği kulağa nadir rastlanılan bir meslek gibi geliyor. Bu alanda senin gibi çok kişi var mı? Kendini nasıl ayrıştırmaya ve etki yaratmaya çalışıyorsun?
Kesinlikle öyle! Zaman zaman beni konuşmacı olarak etkinliklere çağırdıklarında unvan kısmına hâlâ ‘Film Eleştirmeni’ yazıyorlar fakat bizim yaptığımız işin eleştirmenlikle uzaktan yakında ilişkisi yok. Bizler ekranda gördüğümüz kodları yorumlayarak insanlara aktarmaya çalışıyoruz. İnsanların yaşadıkları deneyimi ve ekranda gördükleri anlamı bir bakıma tarifliyoruz.
Bu işin bundan önce çok fazla duyulmamasının sebebi bir bakıma teknoloji ile alakalı. 2000’li yıllar öncesinde de filmleri analiz eden insanlar vardı fakat onların şanssızlığı filmleri durdurup üzerine düşünecek imkanlarının olmamasıydı. Ev sinemasının hayatımıza girmesi, bilgisayar teknolojisinin gelişmesi ve İnternet ile birlikte bu iş yapılabilir hale geldi. O sebeple gelecek yıllarda bu konularda çalışan çok daha fazla insanın olacağına inanıyorum.
Türkiye’de filmleri analiz eden birçok kişi olmakla birlikte bunu meslek haline getirmiş benim bildiğim ben ve Mehmet Sindel var. Mehmet hocamla da pandemi dönemi tanışıp çok yakın bir abi kardeş ilişkimiz oluştu. Hatta ilk başta belirttiğiniz The Good, The Bad and The Cinema podcastimizi de kendisiyle birlikte gerçekleştiriyoruz. Hırslı bir rekabet yerine birlikte çalışmanın insanların gelişimine daha çok katkı sağladığına inanıyorum. Bu anlamda kendisinden bu süreçte çok fazla şey öğrendiğimi söyleyebilirim.
Kendimi ayrıştırma gibi özel bir çabam yok ama ister istemez herkesin sinemayla olan ilişkisi farklı ve bunun, filmi analiz eden insanların analizlerine yansıdığını düşünüyorum. Eğer yine de bu işlerle uğraşan insanlara göre ayrışan yanlarımı söyleyeceksek ben sanırım işin tekniğini fazlaca yorumlarıma dahil etmeye çalışıyorum. Sinemanın deneyim kısmına da elimden geldiğince analizlerimde yer veriyorum.
Sosyal medyada bu alanda çok fazla hesap olduğunu biliyoruz. Hatta günden güne de artıyor gibi. Fakat seninki gibi dinamik bir ivmeyle kemikleşmiş bir kitleye sahip olmak zor. Özellikle sinema için. Sayfanı özel kılan sence nedir?
Sosyal medyada sinema alanında çok fazla sayfa olduğunu kabul etmekle birlikte film analizi özelinde benim bildiğim kadarıyla bu kadar büyük bir kitleye hitap eden başka bir sayfa yok. Sayfamı ilk kurduğum zaman birisi bana 100.000 takipçiyi geçeceğimi söyleseydi ona kesinlikle inamazdım. Ama insanlar bir şekilde arayış içerisindeler. Bu arayış ile kastım vakit öldürmekten ziyade hayatın ve kendi iç dünyalarının arayışı. İşte tam bu noktada filmler bize çok fazla yardımcı oluyor. Başkalarının deneyimini iki saatliğine de olsa yaşamak, hayata bambaşka perspektiflerden bakma olanağı sağlıyor. Benim amacım da insanların filmlerden çıkardıkları anlamları artırarak filmlerle birlikte yaşadıkları deneyimleri zenginleştirmek.
Peki sinema dışında boş vaktin oluyor mu? Neler yapmaktan hoşlanırsın?
Sanırım son üç senedir tek işim sinema. Eskiden basketbol oynardım fakat artık ona da fazla zamanım olmuyor. Fakat sinemanın çok farklı alanlarında çalıştığım için bu durumdan şikayetçi olduğumu söyleyemem. Sinema alanında kendinizi geliştirmek için okumak, izlemek, gezmek ve çokça sosyalleşmek gerekiyor. Birçok kişinin hobi diye tabir ettiği bu şeyleri işime çevirdiğim için bütün vaktimi sıkılmadan sinemaya kanalize edebiliyorum.
Mesleğin için farklı disiplinleri kullanmayı tercih ediyorsun. Bir belgesel film ve kısa film tecrüben de var. Üretmeyi seviyorsun. Peki hiç bu alanda bir kitap yazmayı düşündün mü?
Mühendisken çektiğim iki kurmaca ve bir bilgesel kısa filmim var. Bu filmler ülkemizde birçok kısa film festivalinde yarışma şansına erişti. Yine de bu çalışmaları ben daha çok öğrenme amacıyla yapılmış deneme filmleri olarak görüyorum. Yalnız şu an yeteneğine sonsuz güvendiğim senarist Seher Ülker Albayrak’la yazdığımız bir kısa filmimiz var. Bu yıl içerisinde o projemizi hayata geçirmek istiyoruz. Epey iddialıyız, bakalım, umarım gönlümüze göre olur.
Kitap yazmayı düşündüm hatta bu konuda Türkiye’nin çok önemli bir yayıneviyle resmi olarak anlaşmıştık fakat sonra fikir anlaşmazlıklarından dolayı maalesef ilerleyemedik. Yine de bu konu aklımda yer etmeye devam ediyor. Kısa vadede olmasa da gelecekte bir gün film analiziyle ilgili bir kitap çıkarmayı çok isterim.
Film analiz etmek için başka disiplinlere ihtiyaç var mı sence? Filmleri anlamak isteyen kişilere ne önerirsin?
Filmleri anlayabilmemiz için öncelikle hayatın kendisine bakmamız gerekiyor. Bir filmde sütün, kırmızı rengin veya bir kamera hareketinin neyi sembolize ettiğini ancak gerçek hayatta sütün, kırmızı rengin veya bir kamera hareketinin bize ne ifade ettiğini çözersek bulabiliriz. Felsefe, sanat tarihi, mitoloji, psikanaliz, müzik, tiyatro, edebiyat ve daha birçok disiplin de filmlerden çok hayatı daha iyi anlayabilmemiz için var ve zaten sinema da bu disiplinleri kendi içinde kapsıyor. O yüzden sorunuza cevabım evet, mutlaka farklı disiplinlerden yardım alarak filmlere başka perspektiflerden bakmaya çalışsınlar.
Okumayı da çok sevdiğini tahmin ediyorum. Çünkü bir filmi kapsamlıca analiz etmek sadece onu defalarca izlemek değildir diye düşünüyorum. Başvurduğun pek çok kaynak kitap vardır. Dergi okumayı sever misin?
Hayatımın en çok okuduğum dönemindeyim, buna rağmen maalesef bu okuma işlemini kitaplardan yapamıyorum. Çoğu okumalarım kısa makaleler şeklinde oluyor. Bu sebeple yaz dönemimi kitap okumaya ayırdım, bunlar doğrudan sinema ile ilgili kitaplar değil. Başvurduğum kitaplar genelde çalıştığım filmden filme değişiyor. İktidar meselesini işleyen bir film olduğunda Focault’ya bakmak gerekirken, Lanthimos sinemasına çalıştığım zaman Yunan mitolojisi filmi anlamak için çok daha fazla yardımcı olabiliyor. Bu sebeple doğrudan bir kaynak kitaptan bahsedemiyorum.
Maalesef çok uzun süredir takip ettiğim bir dergi yok.
Peki raftan alıp okumayı mı yoksa ilgili dergileri dijital formlarında mı okumayı tercih ediyorsun?
Eğer imkanım varsa mutlaka raftan kitap alıp okumayı tercih ederim.
Polisiye sever misin? Polisiye deyince ilk hangi film aklına geldi mesela?
Sinemada çok fazla tür ayrımı yapmayı sevmem fakat illa en sevdiğim türü söylemem gerekse mutlaka bu polisiye olurdu.
Çok fazla aklıma gelen film var ama Truman Capote’nin romanından uyarlanan Soğukkanlılıkla-In Cold Blood bu tarz bir soruya vermek istediğim ilk cevap olurdu.
Bu ayki sayımızın teması “Kiralık Katiller”. Aklına gelen filmleri sayabilir misin bize?
- Kuzuların Sessizliği – The Silence of the Lambs
- Cinayet Günlüğü – Memories of a Murder
- Yedi – Se7en
Bunlara ek olarak bu konuyu farklı ele alan 3 film önerisinde bulunmak istiyorum
- Ölümcül Oyunlar – Funny Games (1997)
- Amerikan Sapığı – American Pscyho
- Arayış – Spoorloos
Analiz portföyünde hangi polisiye filmler var?
- Kuzuların Sessizliği – The Silence of the Lambs
- Cinayet Günlüğü – Memories of a Murder
- Yedi – Se7en
- Ölümcül Oyunlar – Funny Games (1997)
- Bir Zamanlar Anadolu’da
- Bıçak Sırtı – Blade Runner
- Gözlerindeki Sır – El Secreto de Sus Ojos
- Sapık – Psycho (1960)
- Bonnie and Clyde
Sevdiğin polisiye yazarlar kimler?
Yazardan çok ben kitap üzerinden örnek vermeyi tercih ederim. Sinema için de aynı mantığı güdüyorum.
- Gülün Adı- Umberto Eco
- Soğukkanlılıkla- Truman Capote
- 10 Küçük Zenci – Agatha Christie
Bir sinemasever olarak sevdiğin polisiye dizileri de öğrenmek isteriz.
Maalesef çok fazla dizi izleme şansım olmuyor.
Peki, Türkiye’de polisiye yapımlar için nasıl bir yorum yapabilirsin? Polisiye yazarlığında son dönemde bir artış söz konusu. Malzeme olarak ülkece zengin gündemlere sahibiz. Peki, bu tür dahilinde Türk sineması ve televizyon programlarında sence de bir eksiklik hissetmiyor muyuz? Bu eksikliğin nedenleri ne olabilir sana göre?
Ben bu konunun sadece sinema ayağıyla ilgili yorum yapacağım. Söylediğiniz gibi eksiklik hissettiğimize katılmakla birlikte bunun sebebi sadece yaratıcılık problemi değil. Öncelikle polisiye doğası gereği belli bir bütçe dahilinde çekilebilecek ve çoğu zaman ana akım içinde yer alan bir tür. Bu türü takip edenler her ne kadar sadık izleyiciler olsa da yapımcılar için maalesef çok güvenli kitle değiller. İkinci olarak bu türün Amerikan sinemasıyla anılması hikayelerin yerelleştirilmesini zorlaştırıyor. Dünya sinemasında bu anlayışın yavaş yavaş yıkılmaya çalışıldığına şahit olsak da ülkemizde hala özgün yapımlar görmekte zorlanıyoruz.
Size başta benim de film projelerim olduğundan bahsetmiştim. Şu an uzun metraj bir polisiye projesi üzerine çalışıyoruz. Bu süreçte biz de insanların algısı üzerinden çeşitli zorluklarla karşılaşmaya başladık. Nedendir bilinmez birçok kişinin gözünde polisiye çoğu zaman ikinci sınıf ve derinliksiz olarak tanımlanan bir tür oluyor. Halbuki yukarıda verdiğim örneklerden anlayacağımız üzere bu tür, hayata dair çok önemli meseleleri anlamamıza yardımcı olmak için büyük fırsatlar yaratabiliyor.
Soğukkanlılıkla, izlediğiniz zaman tamamen masum bir aileyi katleden hırsızların bu suça onları neyin ittiği üzerine düşündürebiliyor.
Kuzuların Sessizliği, erkeklerin dünyasında kadın olma deneyimini bizlere yaşatırken geçmiş travmasını yenmeye çalışmanın neye benzediğiyle yüzleştiriyor.
Cinayet Günlüğü’nde Güney Kore’nin ilk seri katili üzerinden film, taşra-şehir arasındaki gerilimi ve bakış açısının önemini ortaya koyuyor.
Bu verdiğim üç örnek dışında sinema tarihine geçmiş çok önemli yapıtlar var. Bunu hikayelerinin ilginç veya sürükleyiciliğinden çok yukarıda bahsetmeye çalıştığım içsel ve entelektüel meseleleri ortaya koyarak başarıyorlar. Sanırım biz de ülkemizde polisiye yapımlar tasarlarken olay örgüsünden çok, o olayın ortaya koyduğu duyguyu/düşünceyi ön plana çıkarmaya çalışmalıyız.
Gelecek planların hakkında bilgi alabilir miyiz? Bizi bekleyen yenilikler olacak mı?
Film analizi atölyelerimi artık şehir dışındaki takipçilerimle buluşturmak için çeşitli etkinlikler planlıyorum. İzmir ve Ankara’da bu etkinliklere başladık, sırada diğer şehirler var. Onun dışında biraz önce bahsettiğim uzun metraj polisiye film projemi hayata geçirmek istiyorum. Film yapımı uzun bir süreç, her şey yolunda gitse bile sanırım en erken üç sene sonra onu hayata geçirebileceğiz. Bakalım, bizleri nelerin beklediğini merakla bekliyoruz.
Son olarak Dedektif Dergi okuyucuları için eklemek istediğin bir şeyler olur mu?
Çok teşekkür ederim.