“Ay, bağırma çocuklara kız, oynasınlar rahat rahat.”
“Ah, vallahi de kırılırım. Ne demek rahat durun. Çocuk onlar ayol.”
“Aa, lütfen. Çocuklardan değerli mi? Oynayacaklar da kıracaklar da yaramazlık da yapacaklar.”
“Bırak oynasınlar, rica ederim. Bizim çocuklarımız hepsi.”
Apartmanın dördüncü katındaki eşyalı daireye kiracı olarak taşınan Mehtap, vakit geçirmeden komşularıyla kaynaşmak için herkesi evine çaya davet etti. Komşu kadınlar da çocuklarını alarak bu davete icabet ettiler. Mehtap için çocuklardan yana sıkıntı yoktu. Çocuktu bunlar. Hele üç, beş tanesi bir araya gelince uslu durmaları mümkün müydü? Oradan oraya koşuşturanlar, sobe oynayanlar, koşarken ikram tabaklarını düşürenler, meşrubat bardaklarını dökenler…
Güler yüzlü ev sahibesi, bir kere olsun yüzünü ekşitmedi. Yapma çocuğum, dur evladım, etme, kıracaksın, dağıtma, demedi. Hatta kırılan vazo için koşa koşa süpürgeyi aldı geldi. “Bir şeyin yok ya?” diye sordu küçük kıza. “Aman, canım benim. Eline ayağına batmasın. Ben şimdi temizlerim orayı.” Yardım etmek isteyenler oldu. “Rica ederim. Siz benim misafirimsiniz. Öyle şey olur mu? Lütfen keyfinize bakın,” diyerek kabul etmedi. Eğildi, yanaklarını öptü küçük kızın. “Adın ne senin yavrum?” dedi. “Buket,” diyerek cevapladı küçük kız, utangaç.
Mehtap komşuları geleceği için epey hazırlık yaptı. Sigara böreği, su böreği, üzüm sarması, patates salatası, tavuklu salata, poğaça, açma, tatlı tuzlu kurabiyeler, elmalı tart, kısır, profiterol, trileçe…
“Neden bu kadar zahmete giriştin komşum?” dedi Zehra. “Ne gerek vardı bunca uğraşa?” Başıyla onayladı Aynur. “Ay, valla çok zahmet verdik sana bugün,” diye destekledi.
“Pek marifetlisin, hepsi leziz, eline sağlık,” dedi tabağındakileri süpürmekle uğraşan Hacer.
“Ne zahmeti canım,” dedi. “Fena mı oldu işte. Bugüne kısmetmiş sevgili komşularımla bir araya gelmek.”
Daireyi kiraya veren, yani ondan önce o dairede kalan çiftin nasıl aksi, nasıl geçimsiz olduğunu anlattılar. Onca yıldır bir kere çalmamışlardı birbirlerinin kapısını. Ne bayramda ne seyranda. Selam sabah etmeden geçerlerdi. Apartman toplantılarına bile katılmazlardı. Kendini beğenmişlerdi. Evdeki eşyaları da ilk defa görüyorlardı. Pek de zevklilermiş ama öyle komşuluk da olmaz olsundu. İyi ki taşınmıştı Mehtap. Ne iş yapıyordu sahi? “EYT’liyim ben,” dedi. “Malmüdürlüğünden emekliyim. Hazır yasa çıkmışken değerlendireyim istedim.” Aslında ameliyathane hemşiresiyken emekliye ayrıldığını, şimdi özel bir hastanede çalıştığını, yıllık izne çıktığını söylemedi.
Oturduğu yerde hem kikirdeyip hem de göbeğini gösteren Nurdan bir anda tiz sesiyle “Tüüh!” dedi. “Gitti ayol.”
Herkes baktı merakla. “Ne gitti gene kız?” dedi Feride.
“Ayol ne gidecek. Diyetler gitti bizim. Yalan oldu.”
Hep birlikte bastılar kahkahayı. “Amaaan, boş ver ayol, bir daha mı geleceğiz dünyaya sanki?” dedi Aycan. “Canıma da değsin.” Sonra ev sahibesine döndü. “Ne iyi ettin de bizi davet ettin Mehtapçığım. Bunu devam ettirelim mutlaka.”
Ortak oldu konuşmaya Kadriye. “Aynen. Sıraya koyalım hatta. Her hafta birimizde.”
Elindeki sarmayı boğazına atmakla meşgul olan Nurdan ağzındakini hem çiğneyip hem de gülmeye devam ediyordu. “Kapıdan geçemeyeceğiz bu gidişle şaka maka. Her hafta diyete başlıyor, ertesi gün bırakıyoruz. Herifler eve almayacak bizi.”
Bu arada Mehtap’ın kocasını da sormayı ihmal etmediler. Taşınırken görmemişlerdi kimseyi. “Evet,” dedi. “Boşandım. Üç yıldır bekârım.”
Hayatında üç yıldır kimse yok muydu yani? Şaşırarak sordular.
“Var,” dedi. “Esasında bir yıldır nişanlıyım.” İlaç mümessiliydi damat adayı.
“Oooo,” dediler, harika bir haberdi bu. Neden boşandığını sormadılar. Böyle güler yüzlü, böyle güzel, böyle tatlı dilli bir kadın boşanmışsa kesinlikle, muhakkak o hayırsız kocası haksızdı.
Çocuklar bu arada akıllarından tamamen çıkmıştı, Zehra’nın küçük oğlu eli yüzü pastaya bulanmış gelinceye kadar. “Ay Allah’ım şuna bak. Üstüne başına da bulaştırmış. Hiç düşünen yok tabii anneyi,” dedi hafif kızgın.
“Ah canım ya,” dedi Mehtap. “Şunun tatlılığına bakar mısın?”
Annesi çocuğunun elinden tutup lavaboya götürdü, elini ağzını yıkadı, üstünü temizledi. Çocuklar tabaklarını bitirince azgınlığa devam ettiler kaldıkları yerden. İlk ayaklanan Feride oldu. Saat dördü geçmişti. “Benim herif erken geliyor, bana müsaade kızlar. Haftaya bendesiniz. Şimdiden sözünü alıyorum.”
Anlaştılar. “Daha erken, biraz daha otursaydın komşum,” diye üzüntüsünü dile getirdi Mehtap. “Her şey için teşekkür ederim kuzum,” dedi öperken. “Çok memnun oldum.” Kapıdaydı. İçeriye seslendi. “Buket, hadi kızım.” Mehtap’a döndü tekrar. “Unutma, haftaya bendesin.”
Bir saat sonra bütün komşular tek tek kalktı. Hepsini de ayrı sevecenlikle, aynı sıcaklıkla, ayrı içtenlikle uğurladı Mehtap. Gülümsemesi yüzünden eksik olmadı.
“Çocuklar için kusura bakma,” dedi Aycan. “Uzun zamandır bu kadarı bir araya gelmemişti.” “Ne kusuru canım. Olur mu öyle,” dedi Mehtap gene. “Çocuklar oynayacak. Biz de çocuk olmadık mı ayol?”
***
Bir hafta sonra Feride’nin evindeydiler. İki eksik vardı. Zehra’nın kaynanası hastaydı. Onun yanına gitmişti. Aycan yoktu bir de. “Kocasıyla kavga ediyor bu ara çok,” dedi Hacer. “Zavallım, yüzü gözü şiştiyse…”
Hep beraber üzüldüler Aycan’a. Pastalar, börekler, tatlıların Mehtap’ın evindekilerden aşağı kalır yanı yoktu. Yaşını sordular sohbet arasında Mehtap’a. Artık ikinci buluşmalarıydı. Samimiyetleri artmıştı ne de olsa. “Kırk bir,” dedi gülümseyerek.
“Hadi canım. Sahi mi? Ay inanmıyorum,” dedi Aynur. “Kız, taş gibisin vallahi. Bir de bize bak, hepimiz bıngıl bıngıl.”
“Vallahi öyle,” dedi Nurdan. “Şu bizim gerdanlara, göte göbeğe baksana. Bu gençliğinin sırrı nedir tatlım? Yemin olsun otuz bile göstermiyorsun.”
Teşekkür etti Mehtap. “Kendinize haksızlık etmeyin kızlar,” dedi. “Bence siz de çok güzelsiniz. Bir sırrım yok aslında. Sadece her yıl ocak ayında bitkilerden hazırladığım kış banyosu yapıyorum. Biraz da buz dolu küvetin içinde saatlerce kalıyorum. Sanırım o beni genç tutuyor. Dirileştiriyor. Ne estetik ne de botoks.” Kimse kış banyonun tarifini sormadı. O da bundan memnun, gülümseyerek kapattı konuyu.
Feride çocuklar söz konusu olduğunda Mehtap kadar ılımlı değildi. Gürültü arttıkça “Durun çocuklar,” diyordu. “Evi yıkacaksınız.”
Mehtap çocukları yüzünden eksik etmediği bir gülümsemeyle takip ediyordu. Saklambaç oynarlarken Buket’i arkasına sakladı. Başka bir sefer Nurdan’ın küçük oğlunu oturdukları kanepenin arkasına geçmesi için işaret etti. Komşular da Mehtap’ın çocuklarla ilişkisinden memnundu. “Sahi, sende çocuk yok mu hayatım?” diye sordu Hacer.
Gülümsemesini Hacer’e çevirdi. “Olmaz mı kız,” dedi. “Bende de üç tane var ellerinizden öper.” “Aaa,” dedi Feride. “Allah bağışlasın. Neredeler peki?”
“Hmmm,” dedi Kadriye. “Evde resimlerini de görmedik hiç.”
“Anneannelerindeler. Sizin çocuklarla yaşıt sayılırlar. Gelsinler, mutlaka getiririm merak etmeyin.”
“Getir tabi ayol.”
***
İkinciyle üçüncü ev toplanması arasında önemli bir olay yaşandı. Çocuklardan biri yaramazlık sınırını aşmış, oturduğu dairenin penceresinin dış denizliğinde ayakta dikilmiş aşağıya bakıyordu. Üçüncü katta oturan, her iki buluşmaya da katılamamış Nükhet’in küçük oğluydu bunu yapan. Çocuk neredeyse düşecekti. Yoldan geçen bir yemek servisi görevlisi fark etmişti çocuğu. Hemen motorunu durdurdu, üçüncü katın ziline bastı. Ses alamayınca bütün zillere basmaya başladı. Panik hâldeydi. Küçük çocuğa bir yandan “Kıpırdama sakın,” diyordu.
Oraya çıkmayı beceren çocuk içeri giremiyordu. Öylece kalmıştı. Zile ilk ses veren Mehtap oldu.
“Kimsiniz?” diye sordu diyafondan.
Kurye alelacele anlattı. Mehtap koşarak indi aşağıya. Komşunun zilini çaldı, kapıyı yumrukladı. Açan olmadı. Karşı ve aşağıdaki dairelerden sesi duyup çıkanlar oldu. Nükhet evde yoktu. Karşı komşu Zehra’nın aklına geldi.
“Bende Nükhet’in yedek anahtarı olacaktı. Geçen yazlığa gittiklerinde bana bırakmıştı.” Apar topar anahtarı buldu koyduğu yerde. Kapıyı açıp çocuğun olduğu pencereye koştular.
“Siz durun,” dedi Mehtap. “Çocuğun kafası karışırsa dengesi bozulur.” Yavaşça yaklaştı. O sırada itfaiye de geldi. Brandayı serdiler. İtfaiye aracını yaklaştırmaya çalışıyorlardı ama park yapmış bir araç engel oluyordu. Mehtap usulca yaklaştı. Vücudunun üst kısmını dışarı verdi. Uzun kollarıyla korkudan titreyen çocuğa uzandı, tuttu, yavaşça adım adım çekti kendine. İçeri girdiklerinde derin bir oh çekti herkes. İtfaiye şefi geldi peşlerinden. Mehtap artık sadece iyi bir komşu değildi aynı zamanda bir kahramandı.
***
Üçüncü buluşmayı Nurdan’da yapmayı kararlaştırdılar. Kocası tır şoförüydü. “Bizimki dün gitti yola, yirmi günde anca döner. Müsaidim.”
Feride atladı. “Ay abla, adamı kaptıracaksın bak yollarda sonunda.”
“Aman aman,” dedi. “Onların olsun. Doymak bilmiyor, tövbe tövbe. Bir geliyor, bir haftada pestilimi çıkarıyor zaten.”
“Aaah ah,” dedi Zehra. “Benimki de şeker hastası.” Parmağını indirip kaldırdı. “Tık yok kaç zamandır.” Gülüştüler. Bir eksik bir fazla derken iyice kaynaştılar üçüncü toplantıyla birlikte. Bütün komşular Mehtap’ı sevmişti. Ne iyi kadındı. Çok da güzeldi üstelik. Akıllıydı da. Sıcakkanlıydı. Yüzü hep gülüyordu. Cesaretine de hayran kalmışlardı.
“Nasıl kurtardın Nükhet’in çocuğunu?” “Haspam gene gelmedi bir de ayol.” “Ay iyilik yaramaz böylelerine ya bakma.” “Mehtap, söylesene kız, teşekkür etti mi sana Nükhet?”
Başını iki yana salladı gülümseyen yüzüyle. “Ben teşekkür için yapmadım ki. Benim yerimde hanginiz olsa aynısını yapardı. Neyse…” dedi. “Onu bunu boş verin. Kızlar haftaya ben şehir dışında olacağım. Sonraki toplantımızı isterseniz bir hafta sonrasında yapalım.” Hepsi seve seve kabul etti.
***
Mehtap, eve götürmesi için hazırlanıp eline tutuşturulan tabağı mutfağa götürdü. Öylece çöpe boşalttı. Kendini pelte gibi attı kanepeye. “Ah,” dedi. “Başım çatlıyor. Geri zekâlılar. Hepinizden ölesiye nefret ediyorum. Bir kaşık suda boğasım var. Bıt, bıt, bıt, ne çeneniz bitiyor ne dedikodunuz. Kafa mı dayanır buna? Bana ne senin kocanın şeker hastalığından? Kaldıramıyormuş. Git boşa o zaman, bana ne? Berikinin üstünden inmiyormuş. Hayvan mısın sen? Hele o veletleri!” Hayır, mümkün değildi o küçük şeytanlara katlanmak. Kalktı, mutfak dolabındaki ilaç kutusunu mermer tezgâhın üzerine indirdi. Xanaxların Prozacların arasından çıkarıp aldığı ağrı kesiciyi bir bardak suyla yuttu. Yeniden kanepeye uzandı. Bir saat kadar yattıktan sonra cep telefonunu aldı eline. Son aramalardaki tek numaraya dokundu. Telefon iki çalıştan sonra açıldı. “Bu hafta,” dedi.
“Tamam,” dedi karşıdaki ses.
“Seni bekliyorum. Ben evi tuttum. Karşıdan. Adresi konum bilgisini atıyorum.”
“İyi,” dedi karşıdaki. “Kimin adına yaptın kontratı?”
“Merak etme,” dedi. “Elimdeki kimlik fotokopilerinden birini kullandım. Oradaki adın Esin. Emin misin bu arada?” dedi. “Kararlı mısın? Gene yapacak mısın o eski kitapta yazanı? Bu defa başına sıkıntı açacaksın.”
Mehtap cevap vermeden kapattı telefonu.
“Kitap eski olabilir,” diye söylendi. “Ama içindekiler…” İçindekiler hâlâ dünya tarafından keşfedilmemiş hazinelerdi. Arap alfabesiyle yazılmış el yazması o kitabı, evli olduğu vakitler okumuştu. Kocasının ninesinden kalmaydı kitap. Arapça bilmeyen sonraki nesiller onu dua kitabı zannedip bez bir kılıf içinde duvarda yüksekte muhafaza etmişti. Evde başka bir şey ararken tesadüfen bulmuştu. Arapçayı üniversitede öğrenmişti. Ağzı açık kaldı sayfaları çevirdikçe. Bu el yazmasının içinde neler yoktu ki… İksirler. Kocakarı ilaçları. Büyüler; bağlama büyüsü, ayrılık büyüsü, şehvet büyüsü, çocuk büyüsü. En ince ayrıntısına kadar tarifler yer alıyordu. Hatta muska tarifleri de vardı. Ama onun ilgisini çeken bambaşka bir şey oldu. Gençlik büyüsü. El yazması kitapta her büyüyü farklı zamanlarda, farklı yerlerde en az beş kişinin uyguladığı, başarılı sonuçlar almadığı hiçbir büyüyü bu kitaba dâhil etmediği yazıyordu. Deneyenlerle ilgili ayrı ayrı notlar yer alıyordu. Yüzlerce yıllık sırlar gizliydi içinde. Anlaşılan elden ele geçmişti. Kocasına sülalesinde büyü işiyle uğraşan var mıydı diye sorduğunda adam küplere binmişti. Ne demek istiyordu? Onlar modern, çağdaş, akla, bilime, fenne inanan bir aileydi. Israr etmedi.
Gençlik büyüsüne çok kafa patlattı. Başta kitabın ne demek istediğini anlamadı. Doğrudan kandan bahsetmiyordu mesela. Dem, diyordu. Hayvanların adları değil de özellikleri yazıyordu. Kullanılacak bitkilerin nerelerde hangi mevsimde bulunduğu belirtiliyordu. Epey şifreli bir tarifti. Şifreyi çözmüştü ama. Uğraşa uğraşa, tek tek çözmüştü. Aşamaları vardı. En kolayı, kullanılacak bitkilerdi. Hepsi taze olacaktı. Kurutulmuş işe yaramıyordu. Dört tavuk kanıyla başladı. Küvetin içine olanca kanı boşalttı. Titriyordu zevkten âdeta. Ertesi sene kedi kanıyla devam etti. İşte burada hesapta olmayan bir olay yaşadı: Yakalandı. Kocası onu ölmüş kediler ve kan dolu bir küvetin içinde adeta kendinden geçmiş bir halde buldu. Başta ne olduğunu anlayamayan adam ambulans çağırdı. Kadınsa ritüelin tam ortasında yaşadığı şoktan çıldırmıştı. Kocasına saldırdı. Doktorlar akıl hastanesine kapatılmasına karar verdiler. Üç ay yattı. Doktorlar altı ayda bir kontrol şartıyla taburcu ettiler. Kocası her şey düzeldi sanıyordu. Ta ki bir gece karısının telefonuna gelen mesajı görünceye kadar. “İşlem tamam, ben kedi işini hallettim,” yazıyordu. Aklına karısını bulduğu sahne geldi. Midesi bulandı, lavaboya koşup kustu. Boşandılar sonra. Ama Mehtap durmadı. Köpekle devam etti ertesi sene. Giderek kanı kaynıyordu. Ateşleniyordu. Nirvana’ya ulaşması için sırada keçi kanı, domuz kanı, timsah kanı vardı. En zoru timsah kanıydı. Yurt dışına tatile çıkmak zorunda kaldı. Epey masraf etse de halletti. Nirvana için son bir adım kalmıştı. Dört kız çocuğunun bütün kanı. Son vuruşta ise dört yetişkin erkek kanı lazımdı. Elinde dört değil, tam altı tane sevgili vardı. Hepsi de bu güzeller güzeli kadının ağzının içine bakıyordu. Nihayet sona yaklaşıyordu işte.
Mutfağa gitti, dolaptan başka bir ilaç kutusu aldı. İçinden çıkardığı şırıngayı şişedeki ilaçla doldurdu. Çantasındaki anahtarla arka odanın kapısını açtı. Karanlıkta el yordamıyla düğmeyi buldu. Işığı yaktı. Ortadaki yatağın arka tarafına geçti. Gözleri baygın bakan üç kız çocuğu vardı çıplak döşemelerin üzerinde. “Üfff,” dedi. “Yine mi pislettiniz ortalığı. Ben sizi bezlemedim mi giderken? Allah’ın belaları. Bıktım sizden. Az kaldı ama. Hepinizden kurtulacağım.” Boş boş bakıyordu çocuklar. Şırıngadaki ilacı sırayla kollarına zerk etti. Yüzü yumuşadı. “Hadi gözünüz aydın,” dedi. “Az kaldı. Bir kardeşiniz daha geliyor. Buldum sonunda. Adı Buket. Ondan sonra buradan gidiyoruz hep beraber. Güzel kızlarım benim. Dört kız kardeş, anneniz için kendinizi feda edeceksiniz demek. Yılbaşına da az kaldı. Taze kanlarınızı iliklerime kadar hissetmek için nasıl sabırsızlanıyorum bilemezsiniz. İyi ki varsınız. Canlarım benim. Bir tanelerim.” Tek tek temizledi altlarını çocukların. Yaptığı çorbayı mama şırıngalarıyla içirdi. Işığı söndürdü. Kapıyı kilitlendikten sonra çıktı.