Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

NAZ BİTTİ

Diğer Yazılar

Ahmet Yılmaz
Ahmet Yılmaz
1980 Kadıköy doğumlu. İlk ve orta okul tahsilini Gemlik’te, lise öğrenimini Pendik’te tamamladı. Uludağ Üniversitesi Türkçe Öğretmenliği Bölümünden mezun olduğu 2002 yılında bir devlet okulunda meslek hayatına başladı. Şiir, deneme ve öyküleriyle dil ve edebiyat dergilerinde göründü. İlk otobiyografik romanı Aynanın Arkasında 2009’da, ikinci romanı Kayıp Kedinin Esrarı-Bir Sancar Solgun Polisiyesi 2022’de yayınlandı. Evli, iki çocuk sahibi yazar; bahçeli, bol kedili ve meyve ağaçlı bir evde, eğitimcilikle şairlik ve yazarlığı bir arada tutarak yaşamaya gayret etmektedir.

“Evet efendim, doğru aradınız. Tam ihtiyaç duyduğunuz adrestesiniz. Bizim işimiz bu. Rahat olun. Aklınızda soru kalmasın. Peki. Görevli personelimiz siparişinize uygun paket hakkında bilgi verecektir. Ücretlendirme ve diğer hususlar kişisel e-postanıza göndereceğimiz sözleşmede teferruatlı şekilde yer almaktadır. Bizi tercih ettiğiniz için teşekkürler. Yetkili servise yönlendiriliyorsunuz.”

Mazhar kararlıydı, o herifi ortadan kaldıracaktı. Yeterince sabretmişti. Onunla aynı dünyada nefes alıp vermek istemiyordu. Tuvalette bile onu düşünmeden edemiyordu. Sifonu çekerken, lavaboda ellerini dakikalarca âdeta kazıyarak sabunlarken içi içini kemiriyordu. Mutfakta, televizyon başında aklından çıkmıyordu. Hep o sinsice gülüşü geliyordu gözünün önüne, iğrenç tırnakları. Her günü uzayan bir işkence gibiydi. Kötü günler için ihtiyaten sakladığı birkaç bin lirayı yastık altından çıkarma zamanı gelmişti. Mazhar’ın çalıştığı oyuncak firması küçülmeye gitmiş, üretim tesisleri art arda kapatılmaya başlamıştı. Borçları ödeyecek mali teminat gösterilemediğinden iflas bayrağını çekmek üzereydi ve yakında pek çok işçiye yaptıkları gibi ona da acımadan kapıyı göstereceklerdi. Buna rağmen, aklının buyruğuna uyan insanların zıddına, o yarın bir gün dımdızlak ortada kalma pahasına bütün variyetini…

Yatmadan önce evin bütün odalarını tek tek kontrol etmeden rahatlamıyordu. Balkona bakıyordu, banyoda özellikle perdenin arkasındaki küveti gözden geçiriyordu. Komodininin gözündeki ilaç kutularına, içeceği suya, yatakla baza arasına sakladığı kurusıkıya tekrar tekrar…

Dışarı çıkarken kapıyı üst üste kaç kere kilitleyip geri açıyor, içeri girip ne aradığını bilmeden dolaştıktan sonra yorulmuş vaziyette dışarı çıkıyordu. Cebindeki anahtarı kaybettiğini zannettiği oluyordu, kapıyı kilitlediğinden emin olamayıp onca yolu gerisin geri döndüğü. Doktorun uyarılarına rağmen terapileri aksatıyordu. Kafayı yemesine ramak kalmıştı. Dalgınlığından otomobil kazası mı yapmamış, bankadan çektiği tomar tomar parayı yankesicilere mi kaptırmamıştı.

Allah’ın günü rüyasında köpekler kovalıyordu Mazhar’ı; salyalı, korkunç sesler çıkarıp dişlerini takırdatan. Bir kadın dalgalara batıp çıkıyordu, bir bebeğin feryadı hastane koridorlarını inletiyordu.

Uyanamıyordu; kız arkadaşı tam vaktinde yetişmese uykusunda boğulacaktı bir gün belki. “Ya o ya ben, ikimizden biri defolup gidecek!” dedi geçen akşam Naz’a. Bostancı sahilinde bir restoranda ıstakoz yemişlerdi. Naz bir şey söylememişti. Ne evet ne hayır. Mekânda çalan eski bir şarkıya dalıp gitmiş, sözlerini tekrarlıyordu. “Sorma neden niçin, her şey yalnızlıktan / Bak bak bak bak / Güzel bir gün ölmek için.

Mazhar’ı günbegün darlayıp bunaltan iktisadi çöküş ve bunalım, hiç umurunda değilmiş gibi davranıyordu Naz. Ya dünyayı ve içinde dönenleri kavrama melekesine sahip değildi yahut erkekleri parmağında oynatıp eşyaya ve bütün zengin oluş vasıtalarına hükmedecek kadar geçmişti feleğin çemberinden. Bacak bacak üstüne atarak, çantasından çıkardığı aynada kaşlarını düzeltmişti, Mazhar elinde tüten sigarasını söndürmeden yeni bir sigara daha yakarken.

Rujunu silmiş, pembe yerine gece mavisi sürmüştü etli dudaklarına. Gözlerine sürme çekmiş, saçlarını kabartmıştı. Punk veya rock düşkünü değildi, intihara meyli de olmamıştı Mazhar’ın bildiği kadarıyla. Siyah Kuğu filmindeki balerin gibi zarif ve göz alıcıydı. Bir tarafıyla da ürkütücü, tekinsiz ve sinir bozucu. Beyaz tişörtünün bittiği yerde başlayan göbeğine iliştirdiği piercing’in soğuk parıltısı Mazhar’ın hoşuna gitmemişti. Yirmi beşinde, dünyaya hangi gezegenden düştüğü anlaşılmayan bir dişi olmak Naz’ı içten içe mutlu ediyordu demek, kim bilir. Ama erkek arkadaşının yükünü dayanılmaz kılıyordu. 

Hikâyesini bir defa, ara vermeden, mezardan gelen bir ölünün sesiyle anlatmış ve sonra sessizlikten yapılmış hüviyetiyle Mazhar’ın kanatları altına sığınmıştı. Mazhar genç kızın yaşadığı kâbusu dinlerken âdeta göğüs kafesi yarılmış, kalbi testereyle doğranmış ve üstü başı oluk oluk kanla yıkanmıştı. Gözlerine cam parçaları batmışçasına sinirleri yerinden oynamıştı.

Naz bir üvey baba kurbanıydı, tacizin her türlüsünü ve tecavüzün en iğrencini görmüş, yıllarca kimseye ima bile etmeden, böğrüne saplanmış bir hançerle içine doğru kanayarak cesedini insanların arasında gezdirmiş ve isimsiz, rüzgârsız ve ışıksız gezmişti sokakları. Caddelerde ayakları acıyordu, sinemalarda koltuğuna gömülüp saklanıyordu, tiyatrolar fazla yapmacıktı o kulağının dibine sokulan tiratlarla. Biletini atıp kaçıyordu. Annesiyle birlikte İstanbul’dan sekiz on saat uzaklıkta bir şehrin kadın sığınma evinde üç yılını geçirmiş, mahkeme bitip babası cezaevine girince Naz biraz olsun öfkesinin soğuduğunu hissetmişti.

Yine de içinde kor ateş ve başı sersemlemiş, bakar kör yaşamaya devam ediyordu. Arkadaş edinemiyordu sırrını ağzından kaçırmamak için, konu komşunun meraklı bakışlarının ağına yakalanmak istemediğinden kapüşonlu ve simsiyah surette sokağa çıkıyor, geç saatlerde eve dönüyordu. Sıradan kıyafet ve makul vaziyette bu kadar dikkat çekmeyeceğini bilmiyordu.

Bir dönem asi oldu, sabahlara kadar tekinsiz mekânlarda dolaştı. İpsiz sapsız arkadaşlarının peşinden gitti. Kötü alışkanlıklara bulaştı. Çabuk kanıyordu insanlara, yelkenleri hemen indiriyordu. Nezarete düştü. Dövüldü. Ölmek mi istiyordu? Otobüse süs köpeğiyle binen bir kadına laf attı, kavga çıkarıp küfretti. Yolcuların itiş kakışıyla otobüsten atılınca yerden aldığı bir taşı yoldan geçen bir otomobile fırlattı. Az kalsın kazaya sebep oluyordu. Feneryolu’nda tren raylarına attı kendini. Binbir sözle ikna ettikleri kızı, bir saat geçti geçmedi, Bahariye dolaylarında yarı çıplak koşarken yakalayıp battaniyeye sararak yatıştırdılar. Saatlerce ağladığı karakolda sabahlamış, ‘sıkıştım’ diyerek girdiği tuvaletin havalandırma penceresinden atlayarak kayıplara karışmıştı. Annesinin zahmet ve gayretleriyle psikolojik tedaviyi kabul etti sonunda. Yorulmuştu. Uslu kız olmaya karar verdiğinde yaşı yirmiye varmıştı. Yüzünü güldürmeyen hayata kahretmeyi bırakmış, yarasının iyileşmeyeceğinden emin olsa da aynı yerden bir kere daha darbe almamanın kendi elinde olduğuna kanaat getirmişti. Akıllanacaktı. Uykudan uyanmıştı ve rüya bitmişti; savaşacaktı.

Mazhar, Naz’a tamamen sahip olmanın o hayvanı cezalandırmakla mümkün olduğuna inanmıştı. Sinop Cezaevi’nde beş yıl yattıktan sonra, can güvenliği endişesiyle yönetime nakil isteğinde bulunan avukatının marifetiyle Kartal’a alınmıştı herif. Birkaç ay sonra çıkarıldığı mahkemede âdeta ödüllendirir gibi iyi hâlden dışarı salmışlardı. Küçücük bir kızın ömrünü soldurmanın karşılığı olarak yalnızca beş yıl. Beş kere üç yüz altmış beş gün altı saat. Beş kere dört mevsim. Altmış ay. İki yüz altmış hafta. Bin sekiz yüz yirmi altı gün.

Ve Naz eski korkularını hortlamış bulacaktı her gece. Annesine sarılıp yatacaktı. Mazhar’la tanıştığı gün Naz bir AVM’nin yürüyen merdiveninden aşağıdaki kalabalığa bakarken başı dönecek ve düşmesine ramak kala havada yakalanacaktı. Mazhar’ın şefkatli tavrı Naz’ı silkeleyip ufaladı ve ilk yaradılışın sükûnetine kavuşturdu. Naz’a bir hâller oldu, aşkı gördü ve aşka tutundu. Mazhar’a bir Olympos tanrısı payesi vermese de onu annesinden ve bu yaşına varıncaya görüp göreceği her türlü şeyden üstün bir yere oturttu.

Mazhar’a mesleğini sordu. “Oyuncakçıyım,’ yanıtını alınca kızı bir gülme tuttu. O saatten sonra ikisi için yeni bir sayfa açılıyordu, ışıklar söndüğünde pelüş ayıcıklar ve lahana bebekler Naz’ı mışıl mışıl uyumaya çağırıyordu artık. Sabah olur olmaz zil sesiyle yatağından fırlayan genç kızı hemen kapısının arkasında her gün yeni bir sürpriz bekliyordu.

Mazhar erkeksi gururunu bastırmayı başarabilseydi, kırkından sonra oturmaya başlayan şahsiyeti kıskançlıkla ve intikam hırsıyla lekelenmeyecekti. Çöplüğü eşeledi, trajik bir hayat sahnesinin yangınından kurtardığı genç kızı günden güne hediyelere boğarak yaşadıklarının bir vehimden ibaret olduğuna inandırdı. Mazhar istikbale dair büyük planlardan bahsettikçe Naz maziye bakıyor, Mazhar’ın abartılı davranışları Naz’ı sakinleştirip güvenli bir limana davet edeceğine huzursuzluğa ve paniğe kapılmasına yol açıyordu.

Akşamki buluşmanın mevzusu, iki senedir devam eden bu kör topal ilişki evlilikle sonuçlanmayacaksa geç olmadan ayrılık kararı vermenin daha isabetli olacağı üzerineydi. Başta Naz’ın ölçüsüz hareketleri vardı; öfke nöbetleri, depresif ve manik hâlleri, küfürlü konuşmaları, ağlama nöbetleri, kaçıp kaybolmalar, telefonunu açmamalar, mesajlara cevap vermemeler… Mazhar’ın karşılıksız cömertliği sayesinde kızda muazzam bir değişim meydana geldi. Çenesi düştü, kalpsiz denecek derecede katı davranmaya başladı. Duygularını kontrol ediyordu artık, hemen küsüp ağlamıyor, Mazhar’ı şaşırtıyordu. Giyim kuşamına da yansıdı bu beklenmedik özgüven; makyajında ve harcamalarında savurganlık göze çarpıyordu. Sinikliği, yerini buyurgan ve cüretkâr bir tavra bırakmıştı.

Yemek esnasında laf döndü dolaştı yine oraya geldi. Naz hem bahsi açıp Mazhar’ın tansiyonunu yükseltiyor hem de “Sakın bir delilik yapayım deme,” diyerek harekete geçmesine sözde mani oluyordu. “Keşke cezaevinde şişleselerdi!” dediğinde Mazhar haklı olarak “Kızım, seni bu ırz düşmanından kurtarmamı istemiyor musun?” diye sordu. Ne evet ne de hayır cevabı çıktı Naz’dan. Sadece sustu ve Mazhar’daki cesareti, belki de samimiyeti sınamak istercesine ne kadar ileri gidebileceğini kestirmeye çalıştı.

Garson masaya yemekleri getirdiğinde Naz lavaboya gitmiş, on beş dakika geçtiği hâlde dönmemiş, Mazhar’ı telaşlandırmıştı. Mesele hassas ve ciddiydi. Gözleri kızarmış, kirpikleri yapış yapış olmuş vaziyette lokantanın merdivenlerine oturmuş, omuzları sarsılarak ağlıyordu Naz. Mazhar kız arkadaşını ceketiyle sarıp sarmalayarak içeri götürdü.

“Uyuyamıyorum!” dedi Naz. “Sabahlara kadar gözümü kırpmadan gece lambasının ışığını seyrediyorum. İşte mavi, işte kırmızı, bazen yeşil ve mor. Renkleri takip ederken yorgun düşerim de belki uyku alır gözümü. Hayır! Gündüz ya da gece beş dakika olsun dinlenmeye hakkım yok mu benim? O kahkahalar kulaklarımda çınlıyor hâlâ, vücudumu ateş basıyor, titriyorum.”

“Ben uyuyor muyum sanıyorsun?” diye karşılık verdi Mazhar. “Seni düşünmekten kafayı yiyeceğim. Bir çare bulamamaktan, tepemizde sallanan kılıcı durduramamaktan ötürü öyle pişmanım ki… Gel uzaklaşalım buralardan. Başka bir ülkede yepyeni bir hayata adım atalım seninle. Annenden ayrılman mı zor? Düzenimizi kurup ilk fırsatta onu da çağırırız yanımıza.”

Naz’ın yüzünde bulutlar dağılır gibi oldu, tekrar gölgeler belirdi. Tereddütten mi yoksa Mazhar’a inanmamaktan mıydı dalgın görünüşü? Çantasından sigara paketini çıkarıp bir tanesini dudaklarına sıkıştırdı. Mazhar’ın yakmasını bekledi. Mazhar yalvaran gözlerle Naz’a bakıyordu, iki hecelik cevabını duymaya can atıyordu. Olumlu veya olumsuz. Çakmağı kızın önüne itti, garsona el edip hesabı getirmesini söyledi.

Naz bacak bacak üstüne atmış, kısık bakışlarını Mazhar’a çevirmişti. Şeytani bir gülümsemeyi takip eden şu cümleyi fısıldayarak nihayet ağzındaki baklayı çıkardı.

“Beni gerçekten seviyorsan yaparsın.”

Mazhar başını salladı, kâğıt mendille ağzını sildikten sonra Naz’ı elinden tutarak sandalyeden kaldırdı. Naz hiç direnmeden peşinden gitti âşık olduğu adamın. Arabada bir pamukla makyajını sildi, dudakları eski soluk hâline kavuştu. Kıyafetini düzeltti, uslu bir kıza benzedi. “Saçımı bir daha boyatmayacağım,” dedi. “Baksana şunlara, çok zayıfladı. Hep dökülüyor.” Mazhar düşüncelere dalmıştı ama bir yandan da direksiyonu bırakmadan Naz’ın vakitli vakitsiz kabuk değiştirmesine karşı şaşkınlığını gizleyemiyordu. Kulağının dibine kadar sokularak, “Mecbur hissetme kendini,” dedi kız. “Başımın çaresine bakarım. Bu zamana kadar yaptığım gibi.” Ve yanağına ıslak bir öpücük kondurdu. Sokağa girmeden köşedeki marketin önünde inerek Mazhar’a el salladı. Sırtını dönüp gitti.

O günden sonra haftalarca görüşmediler. Mazhar’ın gideceği tek yol vardı; istese de istemese de. Hatta cesaretini kaybedip Naz’dan umudunu kesmeyi ciddi ciddi düşünmeye başlasa da. O cani ruh Naz’ın karanlık geçmişiyle yetinmemiş, her hatırlayışta güçlenerek Mazhar’ın bugününü ve geleceğini zapt etmiş, avucunun içine almıştı.

Yatağında dört döndüğü bir gece giyinip dışarı attı kendini. Paltosunun yakalarını kaldırdı, bilenmiş bir soğuk yüzünü kesiyordu. Kaldırıma yüzükoyun uzanmış bir evsizin yanından geçerken burnuna gelen koku midesini bulandırdı. Her akşam eve dönerken rastladığı, kucağındaki yara bantlarını el kol hareketleriyle yoldan gelen geçene satmaya çalışan dilsiz garip miydi bu? Ayakucuyla dokundu, kımıldamıyordu. Koluna asılıp adamı ters çevirdi yüzüne yakından bakabilmek için. Daha evvel buralarda görmediği, en fazla ellisinde, saçı sakalı birbirine karışmış, ufak tefek bir adamdı. Cebinde kimliğini belli edecek ne bir cüzdan ne de kâğıt vardı. Soyulmuş, vicdansızca ortaya atılmıştı muhtemelen. Mazhar bastıramadığı merakına yenik düşmeseydi adamın kafasından darbe aldığını fark etmeden olay yerini terk edecekti. Kafasının arkasındaki ıslaklık, henüz pıhtılaşmayıp enseye doğru sızmaya devam eden kanı gösteriyordu. Yara bölgesindeki saçlar açılıp dağılarak toza toprağa bulanmıştı. Gömleği ve pantolonundaki lekelerden, onu başka bir yerden buraya sürüklediklerini tahmin etti Mazhar. Polis mi çağırsaydı? Ya sorguya çekmek isterlerse ne cevap verecekti? “Şahitlerin kim? Cesede ne amaçla dokundun? Niye o kadar bekledin?” Yaklaşan insan sesleri Mazhar’ı ürküttü, başına bela almaya hiç niyeti yoktu. Adımlarını hızlandırdı.

Sabah ezanı okunuyordu. Mazhar mahalle kahvesinin açılmasını bekliyordu. Pastaneden çıtır çıtır börekler çıkacaktı birazdan. Çayını içip karnını doyurunca rahatlayacaktı. Naz aklına geldikçe kovuyor, başka tarafa yöneltiyordu zihnini. Mazhar’ı doğurduktan iki yıl sonra menenjitten hayatını kaybeden annesini, erken yaşta yitirdiği babasını yanına çağırıyordu. Karşısına oturtuyordu. Silinip kaçıyorlardı hemen. Tutunacakları bir eşyadan yoksundular, dünyaya yeniden gelmeye sebepleri yoktu ki. Yine Naz, hep Naz. Ayrılmışlardı, çoktandır birbirlerinin önüne çıkmıyorlardı. Özlemekse, özlemenin ne olduğunu unutacak kadar uzun bir vakit girmişti aralarına. Alışıyordu Mazhar, kalbi sızlamıyordu günler geçtikçe. Fakat pastanedeki kızın bakışlarında Naz’dan bir emare gördü. Servis tabağını uzatırken, “Afiyet olsun,” derken Naz’ı canlandırıyordu hafızasına gömdüğü yerden.

Bankadaki tüm birikmişini çekti, hepi topu elli bin kadardı. Yetmezdi. Bununla yeni bir hayata yelken açamazdı, hiçbir kadına ebedi mutluluk vaadi sunamazdı. Bir zamanlar sık sık görüştüğü aile dostu Bulgar göçmeni Tarık Bey’den bir miktar borç almak niyetiyle sahibi olduğu inşaat firmasına gitti. Mazhar’ı kapıda durdurup üstünü başını aradılar, beyefendinin kahvaltı etmeden kimseyi odasına almayacağını anlattıysalar da laflarını geçiremeyince direnmekten vazgeçtiler. Yaka paça kapıdan attıkları hâlde dönüp dolaşıp cama yapışıyordu. Sövüyorlar, gülüyordu. “Deli misin lan!” çekti korumalardan biri, “Deliyim n’olcek be!” diye efelendi ufacık cüssesine bakmadan. Ağzını kırdılar. Kan tükürdü. Dişini avucuna alıp kapıya yöneldi sonunda. Ama ne geldiyse aklına, gene salya sümük Tarık Bey’i çağırdı yanına.

Şu dünyanın cefası adamı ne vaziyete soktuysa, o ince, nezaket abidesi Mazhar’ı bile çıldırttılar. Tarık Bey’in karşısına sürüklediklerinde ayakta duracak mecali kalmamıştı zavallının. Ama ölmemişti daha, son kozunu oynamamıştı. Kafasında dolaşan tilkinin kulağına fısıldadıklarını aynen müteahhitler kralına arzetti Mazhar. Ama ceketinin kopmuş düğmesinin yerine iki yakasını eliyle bitiştirerek. Reverans yaparcasına iki büklüm ve başı yerde. Yerdeki pahalı halının desenlerinde çapaklı gözleri.

Tarık Bey, rahmetli babasının hatırına, “Borcum borç, faiziyle bir senede ödeyeceğim, söz!” diyerek elini defalarca öpen Mazhar’ın yüzünü güldürdü. Aslan başlı bastonuyla yere vurunca bizimki arkasına bakmadan binayı terk etti.

Yoldan geçen taksilerden birini ıslığıyla çağırdı. “Bankaya,” dedi. “Çarşıdaki şubeye.” Bankaya yaklaştığı sırada şoföre “Dur!” diye seslendi. “Köşede bırak beni. Bekle, döneceğim.” Yeni açılan kuyumcunun önünde kırmızılı pembeli balonlar uçuşuyordu. İçeri daldı. Işıl ışıl parlayan altın bir künyeyle döndü. “Devam,” dedi. Bankaya kadar evirdi çevirdi, müstakbel sahibinin bileğinde nasıl duracağını düşündü. Tebessüm etti, vücudunu bir sıcaklık bastı.

Naz’ı aradığında gece yarısını geçmişti. Kafası dumanlıydı, peltek konuşuyordu. Ağır ağır ama tane tane. “Yarın,” dedi kıza. “Yarın haber vereceğim sana. O an yaklaştı, acıların sona erecek. Artık siyahlara bürünmene lüzum yok. Ne karanlığın elbisesi ne siyah ojeler. Hiçbiri.”

Naz, Mazhar’la muhabbetini kesmişti hâlbuki. Öyle apansız, durduk yere ne diye umut veriyordu bu adam? Sarhoşluk diline vurmuştu besbelli. Ama yarın ne yapacağını net olarak açıklamamıştı. Şifreli lafların arkasına saklanmak da neydi şimdi? Uzandığı kanepeden doğruldu, günün tozu toprağı ve yalanlarıyla lanetlenmiş kıyafetini değiştirmeyi düşündü. “Yok, kalsın,” dedi. Aynaya göz attı. Kabarmış bakır rengi saçlarına alışmıştı, deri ceketi omuzlarından ve kollarından renk atmış olsa da üstünde iyi duruyordu. İçindeki beyaz tişörtte freedom yazıyordu. Özgürlük ha? Ne demekse artık. Kimden, nasıl? Nereye kadar?

Birdenbire kelimeyi oluşturan sessiz harfler bambaşka bir isme dönüştü: Ferdi M.

Kimdi o? Tanıdık biriydi, yakınında, hayatının en gamsız anlarını zehir zıkkım eden. Çocukluğunun mahremi. Annesi niye müsaade etti, neden görmedi, bilmedi? Ferdi M. Soyadından ancak mahkeme kararıyla kurtuldu ama adı… Ferdi… İğrençsin… Yeter artık… Tişörtünü buruşturdu Naz, tırnaklarını geçirmiş bırakmıyordu. Özgürlük mü? Ne zaman? Ne varsa parçalayıp fırlattı etrafa. Mazhar öyle istememiş miydi az önce?

Aynada, Naz’ın ensesinde belirdi Ferdi’nin silueti. Genç kız söz vermişti kendine, asla korktuğunu belli etmeyecek ve teslim bayrağını çekmeyecekti. Umduğunu bulmadan, geldiği gibi sesi soluğu çıkmadan buharlaştı hayali.

***

‘Rüyaydı, kötü bir rüyaydı kızım.”

 Annesi, Mazhar’ı bir eline geçirse mahvedecek. Mazhar çoktan işi yarılamış. Paranın bir kısmını kiralık katile ayırmış. Kulağı telefonda. Söz verildiği saatten birkaç dakika sonra beklediği mesaj geliyor.

“Sayın…  Emanet yerine ulaşmıştır. Hedef etkisiz hâle getirilmiş olup çevrede herhangi bir iz, kanıt, görüntü bırakılmamış ve silinmiştir. Bizi tercih ettiğiniz için teşekkür eder, mutlu ömürler dileriz.”

Naz, akşama doğru Mazhar’ın müjdesini aldı. Bembeyaz giyindi. Oyuncakçı dükkânına koştu. Açılışa yetişecekti. Kapıda palyaçoları gördü. Balonlarla oynayan çocukları. Meraklı kalabalığın arasından sıyrıldı. Ayaküstü kurabiye yiyip gazoz içenler ite kaka dükkândan içeri daldı. Kasadaki kızı gözü bir yerlerden ısırıyordu ama bileğinde ışıldayan o künyeyle bağdaştıramadı. Sakız çiğneyip patlatan, çilli kız. Hani şu pastanede çalışan.

Mazhar nereden çıktıysa birden, Naz’ın yüreğini ağzına getirdi. “Sonunda özgürsün,” dedi. “Bunu kutlayalım. Önce Melek’le tanışmanı istiyorum. Sözlüm. Melek, bu benim eski arkadaşlarımdan. Naz. Naz, neredesin? Naz!”

***

Naz’ı metrobüs durağında şarkı söylerken görenler olmuş en son. Kaybolmuş. Geçenlerde haberlere çıktı. Araba çarpmış dediler. Boş gündemlerle işgal edilen koca bir haftanın ardından, Boğaz Köprüsü’nün Anadolu sahilinde bir kaçak villada Ferdi M. cinayetinde kullanıldığı düşünülen ruhsatsız bir tabanca ele geçirildi. Naz’ın otopsisinde kamuoyunu heyecanlandıran çarpıcı bir gelişme daha yaşandı. Genç kızın o meşum kazada tanınmaz hâle geldiği iddia edilen vücudunda aynı silahtan çıkan kurşun izine rastlanmıştı.

Savcılık iki vaka arasında bir bağlantı olup olmadığını araştırmaya başladı.  

En Son Yazılar