Tarihi romanlar geçmişe yolculuktur. Eski zamanlarda hayatı yeniden yaşatmak gibi.
Geçmiş zaman dilimlerinin çoğu acı ile doludur, hem de son raddesine kadar. Bu yolculuk aynı zamanda acıya da yolculuktur. Çünkü Tarih acılar ile doludur.
Geriye dönüp baktığımız da en yakında, tarihin en büyük acılarını yaşatmış, dünyayı ölüm tarlalarina, savaş meydanlarına yollamış bir İkinci Dünya Savaşı var. İlk savaşın bile gölgede kaldığı bu savaş hiç kuşkusuz, yeni dünya düzeninin de başlangıcı olmuştur. Sanırım bunda en büyük pay, savaşı başlatan Adolf Hitler ve onun Nazi Almanyası.
Naziler ve Hitler bu savaşta Avrupa’nın neredeyse tamamını ele geçirmiş ama sonra çok büyük bir strateji hatası ile savaşı kaybetmişler. Bunlar ayrı şeyler. Ama İkinci Dünya Savaşı, Naziler, Nazi Almanyası ve o döneme dair o kadar çok kitap makale araştırma vs var ki, her biri diğerinin kopyası gibi… Bir çok yazar o döneme dair belki binlerce kitap yazmış evet ama hiç biri Philip Kerr kadar olamamış.
Philip Kerr ve Berlin Noir üçlemesi
Bu yazımızın konuğu o, kırmızı halı onun için serildi.. Philip Kerr, 1956 Edinburgh doğumlu. Ben adını ilk duyduğumda Alman sanmıştım. Sonradan öğrendim o ayrı. Kendisi ile geçen yıl ki Kara Hafta Polisiye Festivali’nde tanışma mutluluğuna da eriştim. Kitaplarının neden bu kadar iyi olmasının sebebini öğrendim bu sayede.
Kerr’i dünyaya tanıtan ise, Berlin Noir serisi. Berlin Noir, kimileri için Berlin Karası kimileri için Berlin Üçlemesi. Benim için ise Bernie Gunther serisi..
İlk kez 1989’da yayınlanan Mart Menekşeleri ile başlıyor Noir serisi. Sonra 1990’da Solgun Suçlu ve 1991’de Alman Usulü Bir Ağıt ile üçleme tamamlanmış. Çünkü o sıra Kerr yazmayı bırakmış. Devam etmemiş. Kara Hafta Polisiye Festivali’nde şöyle açıklamıştı: ” O dönem Naziler ile ilgili belge ve olaylara o kadar çok girmiştim ki birden kendimi onların destekçisi ve işbirlikçisi gibi hissetmeye başladım. Bu duyguyu uzun süre üstümden atamadım”
Gerçekten de uzun süre atamamış. 15 yıl sonra gelen yoğun yeniden yaz baskılarına boyun eğmiş. İyi ki geri gelmiş ve biz polisiye severler bu sayede harika bir yazar ve bir o kadar harika polisiyeler kazandık.

Peki Philip Kerr ne yazıyor da bu kadar seviliyor?
Hiç kuşkusuz, tarihi ve polisiyeyi bu kadar iyi birleştirip yazması.
Benim içinse, kitaplarındaki karakter Bernie Gunther.
Polisiyenin olmazsa olmazıdır karakterleri sevmek. Bir yazar yazdığı karakterini size sevdiremezse, ne kendini ne kitabını sevdiremez. Sanırım Kerr bunu çok iyi biliyor olmalı. Bernie veya Bernhard Gunther tek başına, kitaplardaki tarihi kişiliklerin, ki bunlar, Himmler, Goebbels, Heydrich ve Schellenberg gibi naziler, hepsini gölgede bırakıyor.
O müthiş espri gücü, zekası, tavırları, kişiliği ve tabii ki kadınlara olan bakışı ile efsane bir karakter. Önceden kendime yakın bulduğum polisiye karakterler vardı. Harlan Coben’in Myron Bolitar’ı, Nelson Demille’ın John Corey’si, Michael Connelly’nin Mickey Haller’ı ve Henning Mankell’ın Wallander karakterleri gibi. Ama Kerr’in Bernie Gunther’i hepsini geride bırakıp en üste yerleşti..
Dedektif Gunther tam bir fırlama. İşini iyi yapıyor. Bir kalbi ve ona eşlik eden bir vicdanı var. Asla bir Nazi olmamış, Cumhuriyete bağlı kalmaya, kendi doğrularınca hareket etmeye çalışmış. Aslında Kerr, Bernie Gunther üzerinden Nazi Almanyasında halkın o dönemde ki yaşantısını, yapılan baskıları ve entrikaları anlatıyor. Okudukça o dönemde yapılanlar ve yaşanılanların bugün kendi ülkemizdeki ile neredeyse benzerlik gösterdiğini anlıyoruz. Zaten kitaplarında küçük başlayan suçlar, sonunda katil olarak devlete ulaşıyor.
Philip Kerr, Berlin Noir başlamadan evvel, Berlin’de Alman hukuku ve felsefesi üstüne yüksek lisans yapmış. Nazi partisinin uygulamaları üzerinde çalışmış. Ayrıca Londra’da İngiliz gizli servisinin savaş sırasında, Alman hükümetinin politikası ile ilgili bilgileri topladığı bir kütüphanenin de daimi ziyaretçisi olmuş. Burada ki arşivleri inceleyen Kerr’in kitaplardaki olayları ve karakterleri nasıl bu kadar güzel kurguladığı da anlaşılıyor.. Zaten gerçeğe en yakın kurgudur güzel olan.
Philip Kerr, Bernie Gunther karakterini ünlü polisiye yazarı Raymond Chandler’ın ondan da ünlü dedektifi Philip Marlowe’dan esinlenerek yaratmış. Bir çok yönden benzeseler de bence Bernie Gunther, Marlowe’dan daha üst bir sırada.
Bir diğer ilginç bilgi de, yazarın Mart Menekşeleri kitabı ile ilgili. İsmi kulağınıza aşk kitabı gibi fısıldansa da anlamı çok başka. Anlamı; Nazi Partisinin başına Hitler mart 1933 de geçince partiye katılanlara o dönem Mart Menekşeleri deniyormuş. Çünkü parti Mayıs ayında üye alımını dondurmuş ve o zaman diliminde üye olanlar iktidardan faydalanma şansını yakalamışlar. Böylece Mart Menekşeleri ortaya çıkmış. Kerr de bu doğrultuda odaklamış kitabın konusunu. Ben de bu kitap sayesinde tanıdım yazarı. Konusu İkinci Dünya Savaşı ve Nazi Almanyası olunca dikkatimi çekmişti. Okuyunca önce Bernie Gunther’e sonra yazarın kalemine hayran oldum. Benimle birlikte bir çok arkadaş ta sevdi, hatta sevenler ile okuma turu yaptık her ay bir tane kitabını okuduk ve daha çok sevdik. Her ne kadar ilk yazılmış kitap Mart Menekşeleri de olsa, Bernie Gunther’in hayatı, yaşanan olayların akış ve tarih sırası farklı.
Aşağıya olayların tarih sırasını ve akışını gösteren bir liste atıyorum ve iyi ki varsın Philip Kerr ve sen de iyi ki varsın Bernie Gunther diyorum.
Senden çok şey öğrendik 🙂
Philip Kerr’in mutlaka okunması gereken 10 kitabı ve Berlin Noir:
- 1934 &1954 Ölüler Dirilmezse
- 1936 Mart Menekşeleri
- 1938 Solgun Suçlu
- 1941 Ölümcül Prag
- 1943 Katyn Katliamı
- 1942-3 (1956) Zagrebli kadın
- 1947-8 Alman Usulü bir Ağıt
- 1949 Biri ve Öteki
- 1950 Sessiz Alev
- 1954 (20 yıl gerisine kadar) Sahra Grisi