Suç dizileri arasında farklı bir yapım olan La Casa De Papel’in üçüncü sezonunda bir Türk karakterin diziye gireceği konuşulurken biz de İstanbul’u kimin oynayacağını merak ediyoruz. La Casa De Papel’e girecek olan Türk karakterin, 2-3 bölüm misafir oyuncu olarak ünlü yapımda yer alacağı konuşuluyor.
La Casa De Papel’de İstanbul’u kim oynayacak?
Ünlü suç dizisinde yer alacak ve İstanbul karakterini canlandıracak ismin Nesrin Cavadzade olduğu konuşuluyor. Azeri asıllı güzel oyuncunun İstanbul’u rolüne yakışacağını düşünüyoruz ancak sizin aklınıza gelen daha uygun bir isim varsa lütfen yorum kısmında bizimle ve okurlarımız ile paylaşın.
La Casa De Papel, İstanbul, Nesrin Cavadzade kimdir?
İstanbul karakterini canlandırması beklenen Nesrin Cavadzade, 1982 yılında Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de doğmuş. 11 yaşında Türkiye’ye taşınan Nesrin Cavadzade, Marmara Üniversitesi Sinema ve Televizyon Bölümü mezunu. Nesrin Cavadzade’yi “Yersiz Yurtsuz” adlı TV dizisinden, “Dilber’in sekiz günü” ya da “Acı” adlı filmlerden hatırlayabilirsiniz.
Şimdi isterseniz La Casa De Papel’in neden farklı bir suç dizisi olduğuna, konusuna ve yapımın karakterlerine daha yakından bakalım.
La Casa De Papel, uluslararası adıyla Money Heist, Alex Pina imzalı bir İspanyol suç dizisi. Netflix’te en çok izlenen yerel orijinal yapımlardan biri olan La Casa De Papel, ülkemizde de bir hayli ses getirdi. İspanyol Antena 3 kanalında yayınlandıktan hemen sonra, Netflix tarafından hakları satın alınarak, iki sezon yirmi iki bölüm olarak izleyicinin beğenisine sunulan bu 2017 yapımı özgün İspanyol dizisi hakkında merak edilenleri alt başlıklar halinde toplamaya çalıştım. Not: Yazıda, diziyi henüz izlemeyenler için çok fazla spoiler vermemeye gayret ettim.
La Casa De Papel’in Konusu
La Casa De Papel, diğer güncel soygun dizilerinden farklı olarak, “kimsenin parasını çalmamak” fikri ekseninde olgunlaşmış, tarihin en büyük soygunlarından birini konu alıyor. Bu dahice fikrin sahibi karakter, dizide karşımıza Profesör olarak çıkıyor. Bu deha, birbirlerini daha önceden tanımamış, her biri ayrı ayrı roman konusu olabilecek kadar özgün karakterlere sahip, daha önceden suça bulaşmış ve hayatta kaybedecek hiçbir şeyi kalmamış sekiz kişilik ekibinin üyelerini soygundan aylar önce bir araya topluyor. Ekibin görevi, Profesör’ün önceden -yıllarca- üzerinde düşünüp kurguladığı, karşılaşılabilecek her durumda B-C-D senaryolarını barındıran kusursuz soygun planını hayata geçirmek: Rehineler alarak kendilerini İspanyol Kraliyet Darphanesi’ne kilitlemek; dünyada dönen kirli ekonomi siyasetine başkaldıran bir grup anarşist rolü üstlenerek -burası çok önemli- halkın sevgisini kazanmak; seri numaraları takip edilemeyecek birkaç milyar Euro basarak aralarında paylaşıp, izlerini kaybettirerek gezegenin farklı yerlerine dağılmak. Planın tüm kusursuzluğuna rağmen, hesaba katılamayan en önemli etken, Profesör ve soygunu bertaraf etmeye yönelik kurulan ekibinin başındaki polis amiri Raquel arasında yeşeren amansız aşk oluyor. Hayır, plansız olarak gönlü sevdaya düşen tek bir çift olduğunu düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Tarihin en büyük soygununa sahne olan darphanenin soğuk odalarında, iki aşk daha peyda oluyor. Profesör’ün koyduğu “ekip içinde aşk yok” kuralını hiçe sayarak, birbirlerine sarılan Tokyo ve Rio bunların ilki olurken, ikincisi ise Stockholm Sendromu’na bağlanabilecek düzeyde bir aşka imza atan rehine Monica ve soygun ekibinden Denver arasında yaşanıyor.
La Casa De Papel ve Müzik Deyince Akla Gelen Şarkı: Bella Ciao!
Ülkemizde “Çav Bella” olarak hafızalara kazınan, mahiyetinin çok üzerinde sosyalizm, komünizm, anti-faşizm, anarşi, başkaldırı, hükümet ve parti karşıtlığı, özgürlük, barış, kardeşlik, dostluk ve hatta çevreciliğin sesi haline gelmiş, birçok ideoloji ve hak kavramlarını ister istemez kucaklayan bu nadide şarkı, La Casa De Papel deyince akla gelen ilk müzik olacak seviyede dizinin iliklerine işlenmiş olarak karşımıza çıkıyor. İşte size bu diziyi sevmek için bir sebep daha!
La Casa De Papel’in müziği Bella Ciao’nun ilk çıkış yılları, 2. Dünya Savaşı’na kadar uzanıyor. Faşizme karşı savaş halinde olan İtalyan Partizanları’nın marşı olarak biliniyor. Ancak, sonraki yıllarda dünyada meydana gelen ne kadar farklı başkaldırı varsa, neredeyse hepsinin ortak sesi haline geliyor bu şarkı. “Hoşçakal Güzelim” gibi naif bir anlam taşıyan nakaratının sözleri, yıllarca milyonların ağzından birçok toplumsal ve ırksal meseleleri işaret etmek adına, farklı anlamlar yüklenerek telaffuz edilmiş ve edilmekte.
Haydi “Çav Bella Çav Bella Çav Bella Çav Çav Çav” diyerek dizideki karakterlere geçelim.
La Casa De Papel’deki Karakterler
“La Casa De Papel’in milyonlarca izleyicinin gönlünü kazanmasını sağlayan en önemli unsurlardan biri özgün karakterleridir” desem, kimsenin itiraz edeceğini düşünmüyorum. Bu tarihi soygunda yer alan ekip üyeleri başta olmak üzere, darphane içinde ve dışında önemli roller üstlenen karakterlere aşağıda kısaca yer verdim.
- Profesör:
Kuşkusuz tüm planın arkasındaki tek kişi o. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar, alternatif senaryolar dahilinde yıllarca kurgulayan, dizideki “flash-back” sahneleri ile “bunu da mı düşünmüş” diye izleyiciye sorduran, soğukkanlı ve tutarlı bir deha. Adı Sergio, ama kendisine Profesör diye hitap edilmesini istiyor. Topladığı ekip üyelerinden de kendilerine birer takma şehir adı bulmalarını istiyor. Çünkü gizlilik esas ve planın en büyük parçası. Ayrıca kimse ekipten başka biri ile kişisel bağ ya da aşk ilişkisi kurmamalı, ne için bir arada olduklarını unutmamalı. Kimse onun talimat ve emirlerinden ayrılmamalı. Kendisi, planın parçası olarak, ekip ile birlikte darphaneye girmiyor. Ancak onları dışarıdan destekliyor ve daha önceden kurduğu, polisler tarafından dinlenemeyen bir kablolu telefon hattı aracılığıyla onlarla sürekli iletişimde kalıyor.
- Berlin:
Ekibin “Alfa”sı desek yanlış olmaz sanırım. Aroganlığı, narsist kişiliği, soğukkanlılığı, karizması ve disiplin anlayışı ile takma adının hakkını veriyor. Planda çıkan aksilikler sonrası ekip içinde fikir ayrılığına düşüldüğünde, bir cephenin başını Berlin çekiyor. Bu cepheleşme sonrası, ikinci sezonun son bölümüne kadar, izleyicinin bir bölümünün antipatisini toplandığını söyleyebiliriz. Ancak son bölümde ölüm ile yaşam arasındaki o ince çizgi üstünde öyle bir seçim yapıyor ki, arkadaşlarının hayatını kurtarıyor.
- Tokyo:
Asi, güzel ve çekici olmasının yanı sıra muhalif kişiliği ile ön plana çıkıyor. Geçmişte yaşadığı travmanın etkisi altında yanlış kararlar alıyor. Ekip arkadaşlarının hayatını da kendininki ile beraber riske atıyor. Her şeye rağmen, tutkulu başkaldırısı ve Rio ile yaşadığı -yasak- aşkı ile dizideki en sevilen karakterlerden biri olmayı başarıyor. Evet, Tokyo heyecandır!
- Rio:
Ekibin en genç ve yakışıklı üyesi. Kendisi bir yazılım dehası olduğundan bilgi teknolojisi ve güvenliği alanında Profesör’ün en büyük yardımcısı oluyor. Biraz toy olduğundan dolayı, hatalı kararları ile planda defolar meydana getiriyor. Tokyo ile aşk yaşayarak, Profesör’ün koyduğu ilk kuralı çiğniyor.
- Nairobi:
Ona dizideki en renkli karakter denebilir. Soygun öncesi uyuşturucu satıcılığı dahi yapmış biri olarak, suç kariyeri hayli kabarık. Güçlü, savaşçı bir kadın olan Nairobi, ekip içinde muhalif cephede liderliğe kalkışıyor. Cesareti ve hızlı karar alma özelliği ile adından söz ettiriyor. Türk izleyiciler tarafından sosyal medyada “caps”lerde “Nairobi Reis” şeklinde bahsedilmesinin hakkını veriyor.
- Denver:
Dizinin kas gücü yüksek, kurnazlığı epey düşük, saf ama umutlu genci Denver, ekibin parçası olan babası Moskova’yla olan sıkıntılı ilişkisi ve Stockholm Sendromu etkisi ile kendisine çarpılan rehine sevgilisi Monica’yla yaşadıkları ile izleyicinin sevgisini kazanıyor. Antipatik gülüşü dillere destan olmasına rağmen hiç üzülmesini istemiyorsunuz.
- Moskova:
Kan bağı olarak bakarsak sadece Denver’in babası. Ancak, ekibin en yaşlısı olması ve babacan tavırları ile herkesin manevi babası haline geliyor. Çocukluğundan beri sorunları olan oğluna destek olmak için elinden geleni ardına koymuyor. Onu korumak pahasına canını ortaya koyuyor.
- Helsinki ve Oslo:
Ekip içinde güçlü fizikleri ile sivrilen kuzenler, karakter derinliği ve aldıkları rollerin büyüklüğü anlamında, dizide diğer anti-kahramanların biraz altında konumlandırılmış görünüyor. Yine de, geçmiş savaş tecrübelerini düşününce bir düşman edinecekseniz, onları seçmemenizi tavsiye ediyorum.
- Raquel Murillo:
Rehineleri kurtarmak ve soygunu önlemek için kurulan kolluk kuvvetleri ekibini yönetiyor. Profesör ile “rastlantı” eseri karşılaşıp, ona aşık oluyor. Bu ilişki, Profesör’ün kusursuz planının altına dinamit koyup patlatmak anlamına geliyor gibi görünse de, bazen aşk insana her şeyi yaptırıyor; Raquel ve Profesör’ün ise, toplumun biçtiği polis iyidir ve hırsız kötüdür rollerinden sıyrılmalarını ve ortak bir paydada buluşmalarını sağlıyor.
- Monica Gaztambide:
Karnında yasak ilişkisinin meyvesi, müdürü Arturo’dan bebeği ile, çalıştığı darphaneyi soyan ekibin en toy oğlanına aşık oluyor. Hayata karşı umudunu ve yaşam hevesini kaybettiği bir anda karşısına çıkan bu tutkulu delikanlı, onun elinden tutuyor. İzleyicinin önce yakıştıramadığı, sonra -çoğunlukla- destek verdiği bir garip aşk hikayesinde başrol oynuyor.
- Arturo Roman:
Çapkın, bencil, kaypak ama sevimli bir darphane yöneticisi. Sözüne güven olmayacağı gibi, rehine olarak da “görevini” sürekli ihlal ediyor. Tam kırmızı kart görecek dediğimiz anda, kendini acındırarak hayata tutunuveriyor.
Son olarak La Casa De Papel’i sevilir kılan bir unsur da soygun ekibinin -ve yeri geldiğinde rehinelerin de- giydiği kıyafetler: Kırmızı tulum ve Salvador Dali maskeleri! “Neden Dali” sorusunun cevabı; sanırım ünlü ressamın deli dolu bir deha oluşu ve yaşamı boyunca her türlü düzene karşı başkaldırı içinde bulunuşu ile açıklanabilir.
Dizinin 19 Temmuz’da Netflix’te yayınlanacak üçüncü sezonunu merakla bekliyor, herkese iyi seyirler diliyorum!