Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

DEDEKTİF DERGİ POLİSİYE KİTAP KULÜBÜ’NDE BU AY

Diğer Yazılar

Gamze Yayık
Gamze Yayık
Gamze Yayık. 1972 yılında doğdu. Babasının memuriyeti nedeniyle Türkiye’nin farklı şehir ve okullarında süren eğitimi, Dokuz Eylül Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü’nden 1994 yılında mezuniyetiyle son buldu. İşsiz bir mühendis olarak başladığı yetişkinliğini Ying Yang mahlasıyla DivxPlanet sitesinde polisiye dizi ve filmlere gönüllü altyazı çevirmenliği, altyazı editörlüğü yaparak geçirdi. En büyük tutkusu olan kitaplardan ve okuyup öğrenmekten asla vazgeçmedi. İzmir’de yaşıyor. Halen Handan Gökçek’in “Yaratıcı Yazarlık” Atölyesi’nde polisiye okuma tutkusunu yazma uğraşına çevirmeye çabalayan bir öğrenci.


Gencoy Sümer: Öncelikle yazarımızı tanıyalım. Pınar Kür, Bursa’da doğdu. Çocukluğu Anadolu’nun çeşitli kentlerinde ve Londra’da geçti. On üç yaşında gittiği ABD’de beş yıl kaldı. Ortaöğrenimini New York’ta tamamladı, yükseköğrenimine yine orada başladı. İstanbul’da Robert Kolej Yüksek Okulu’nu bitirdikten sonra beş yıl Paris’te yaşadı. Sorbonne Üniversitesi’nde, karşılaştırmalı edebiyat kürsüsünde doktora yaptı. Yurda döndükten sonra Devlet Tiyatrosu’nda çalışmaya başladı. Çeşitli gazete ve dergilerde tiyatro eleştirileri yazdı. İlk romanı “Yarın Yarın” 1976 yılında basıldı ve kısa sürede hakkında en çok yazı ve eleştiri çıkan romanlardan biri oldu. Ardından “Küçük Oyuncu” ve yazarın en çok bilinen eseri “Asılacak Kadın” (1979) geldi. Romanlarının yanı sıra öykü de yazan Pınar Kür’ün ilk hikâye seçkisi “Bir Deli Ağaç” 1981’de basıldı. 1984’te “Akışı Olmayan Sular” adlı öykü kitabıyla Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazandı.

Ardından yazdığı ve muzır kurulu tarafından sakıncalı bulunarak hakkında dava açılan “Bitmeyen Aşk” yazarın en çok ses getiren romanlarından biri oldu. Polisiye edebiyatın Türkçedeki en yetkin romanlarından “Bir Cinayet Romanı” 1989’da yayımlandı. Kür’ün polisiye üçlemesi “Sonuncu Sonbahar” ve “Cinayet Fakültesi” ile devam etti. Uzun sayılabilecek bir süre yazmaya ara veren Pınar Kür “Hayalet Hikâyeleri” adlı öykü seçkisini 2004 yılında yayımladı. Yazarın “Sadık Bey” adlı son romanıysa 2016’da basıldı. Kür, yazarlığın yanı sıra İstanbul Bilgi Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yaptı.

BİR CİNAYET ROMANI ÜZERİNE

Roman, yapısı itibariyle bir cinayet anlatısının parodisidir. Parodide yazar, genellikle daha önceden yazılmış bir metni gülünçleştirerek yeniden ele alır. Burada belli bir metnin değil de belli bir türün/tarzın parodisi yapılmıştır. Bunu hicivle karıştırmayalım. Parodiye yakın bir tür olan pastişteyse, gülünçleştirmek değil övmek, yüceltmek amacı güdülür. Burada metnin değil türün parodisi var.

Parodi, postmodern romanlarda sık sık karşılaştığımız bir durumdur. Bu bağlamda, Bir Cinayet Romanı da postmodern bir polisiye romandır.

BAŞLICA KARAKTERLER:

Akın Erkan: Yepyeni bir polisiye roman yazmak isteyen tanınmış bir yazar.  Romanı için eski arkadaşlarından yardım istiyor.

Emin Köklü: Zengin bir matematik profesörü. Akın Erkan’ın eski bir arkadaşı. Polisiye bulmaca çözmeye meraklı biri. Polise yardımcı olarak bazı cinayetleri çözmüş. Şişman, tembel bir dul.

Saffet Levent Caner: Kayınpederinin şirketinde genel müdür yardımcısı. Çapkın bir adam. O da Akın Erkan’ı eskiden beri tanıyor.

Eser Caner: Levent’in eşi. Kocasının başka kadınlarla ilişkisi olduğundan şüpheleniyor. Akın Erkan’ın liseden sınıf arkadaşı.

Yeşim Erses: Levent’in sekreteri. Patronundan hiç hoşlanmıyor.

Yıldız Gerçel: Eser’in arkadaşı. Bir yayınevinde genel müdür yardımcısı, bekar, annesiyle birlikte yaşıyor.

Yasemin: Levent’in şirketinde çalışan bir başka sekreter. Akın Erkan’ın hayranlarından biri.

Anne Ferriter: Amerikalı genç bir kadın. Cinayetin işlendiği otelde ve daha sonra Bodrum’da karşımıza çıkıyor.

Haydar Bilir: Emin Köklü’nün hayranı bir Cinayet Büro komiseri. Romandaki işlevi, polisin elindeki resmi bilgilerden Emin Köklü’nün (dolayısıyla okurun) haberdar olmasını sağlamak.

Lamia Yener: Levent’in kız kardeşi.

ROMANIN OLAY ÖRGÜSÜ:

Postmodern romanlarda olay örgüsü son derece karmaşıktır. Bu yüzden en anlaşılır şekilde anlatmaya çalışacağım. Akın Erkan, Ölümün Vazgeçilmez Çekiciliği adında bir polisiye roman yazmak ister. Bu, diğer polisiyelere benzemeyen, polisiyeyi irdeleyen bir roman olacaktır. Yani polisiye romandan çok, POLİSİYE ÜZERİNE bir roman olacaktır.

Yazar, üç eski dostundan romanı yazma konusunda kendisine yardımcı olmalarını ister. Bu kişiler, Emin, Levent ve Yasemin’dir. Emin ve Levent yazarın eski aşıklarıdır. Onu uzun yıllardır yüz yüze görmemişlerdir. Yasemin ise, yazarın birkaç yıl önce imza gününde tanıştığı ve görüşmeye başladığı bir hayranıdır.

Akın, bu üç kişiden günlük tutmalarını ister. Romanın bir cinayet romanı olduğunu ve nasıl yazılacağını sadece Emin’e söyler. Romanda Emin Köklü dedektif, Levent Caner ise kurban rollerini üstleneceklerdir. Levent kurban rolünün kendisine verildiğini bilmez. Sadece romanın kahramanlarından biri olduğunu sanır.

Akın, bu üç kişinin dışında önceden tanıdığı iki kişiden daha günlük tutmalarını ister. Bunlardan biri, Levent’in eşi (Eser)’in arkadaşı, kendisinin de lise yıllarından tanıdığı Yıldız Gerçel’dir. Diğeri ise çocukluğunu bildiği, Levent’in sekreteri Yeşim’dir.

Akın, romanın kurgusunu şu şekilde tasarlar: Levent, önce Yıldız’ı baştan çıkaracak ancak bir süre sonra sekreteri Yeşim’e âşık olduğu için onu terk edecektir. Bu durum karşısında çılgına dönen Yıldız, Levent’i öldürecektir. Emin Köklü de Yasemin’in yardımıyla bu cinayeti çözecektir. Tasarlanan bu kurguda ayrıca Emin’le Yasemin arasında doğacak bir aşk da yer alır.

Akın’ın verdiği direktifler doğrultusunda Levent hiç hoşlanmadığı Yıldız’la ilişki kurar. Ancak yaşadığı ilişkinin her anında kadından tiksinmektedir. Yıldız ise, Levent’in dürüstlüğünden asla şüphe etmez. Bir süre sonra Levent, Yeşim’le ilişki kurar. Ancak onu gerçekten sevmektedir. Yeşim’de ise bu sevginin karşılığı yoktur çünkü başka birini sevmektedir.

Yeşim’le ilişkisi başlayınca Levent, Yıldız’la görüşmemeye başlar. Telefonlarına cevap vermez, randevularını sürekli erteler. Bu durum, Yıldız’ın zaten bozuk olan psikolojisini daha da bozar.

Bu arada hem Yeşim hem de Eser, Levent’in başka biriyle ilişkisi olduğundan kuşkulanırlar. Bunun sebebi, Levent’i sık sık arayan ve adının Aysel olduğunu söyleyen bir kadındır.

Levent, olay günü ofisine geldiğinde masasında Yeşim’in bıraktığı bir not bulur. Notta, telefonla birinin aradığı ve saat 12.30’da S Otel’de Levent’i bekleyeceğini söylediği yazmaktadır. Bekleyen kişinin kim olduğu belirsizdir.

S Otel’i, Levent’in kaçamaklarını yapmak için kullandığı oteldir. Levent notun kimden geldiğini anlayamaz. Yıldız veya Yeşim olabileceğini düşünür. Ancak otele gittiğinde karısının da muhtemel bir suçlama için böyle bir plan yapmış olabileceği aklına gelir. Buna rağmen odaya çıkar ve endişeyle kendisiyle buluşacak olan kişiyi bekler.

Bir süre sonra Levent, otel odasındaki banyoda ölü bulunur. Küvetteki suya elektrik verilerek öldürülmüştür. Bu haberi gazetede okuyan Emin Köklü, artık sıranın kendisine geldiğini düşünerek harekete geçer.

Soruşturma sürecinde Yıldız, Yasemin ve Yeşim’in olay sırasında otelde oldukları ortaya çıkar. Ancak şüpheler Yıldız üzerinde yoğunlaşır. Polis Yeşim’i de Yıldız’ı da arar ama bulamaz. Her iki kadın da ortadan kaybolmuştur.

Bir süre sonra Bodrum’da Anne Ferriter adlı bir Amerikalı genç kızın cesedi bulunur. Bu kız, olay günü otelin lokantasında Yıldız’la aynı masaya oturup sohbet etmiştir.

Ardından Bodrum’da Yeşim’in cesedine ulaşılır. Görünüşe bakılırsa, ölümü bir intihardır. Kısa bir süre sonra da Yıldız, Anna Feriter’i vuran tabancayla yine Bodrum’da ele geçirilir.

Dosya kapanmış gibi görünmektedir. Emin, Levent’in kız kardeşi Lamia ile görüştükten sonra, cinayet ve roman hakkında konuşmak üzere yazarın evine gider. Ve orada gerçek katili açıklar. Bütün bu cinayetleri Akın Erkan işlemiştir. Cinayetin sebebi, Levent’in yirmi sekiz yıl önce Akın Erkan’a o daha çocuk yaştayken yaptığı tacizdir. İş tacizle kalmamış, ayrıca üç arkadaşının da ona tecavüz etmesine yardımcı olmuştur. Bu travma Akın’ı yıllarca etkilemiş, erkeklerden ve insanlardan nefret etmesine yol açmış, onu bencil bir insana dönüştürmüştür. Bu cinayet, yirmi sekiz yıl önceki taciz ve tecavüzün intikamıdır.

Olay günü yaşananları Emin şöyle açıklar: Telefonla buluşma notunu bırakan Akın’dır. Yeşim, telefonda konuşan kişinin Akın olduğunu anlamaz. Levent’in bir sevgilisi olduğunu zanneder ve bunun ayrılık için bahane olacağını düşünerek otele gider. Levent ise, aklına türlü kötü ihtimaller gelmesine rağmen kahramanı olduğu romana fazlasıyla kapıldığından çağrıya uyar. Akın Erkan, Yıldız’a da otele gelmesi için not göndermiştir. Yalnız her ikisine verilen randevu saati arasında yarım saat fark vardır. Levent odaya çıkar. Yıldız, otelin lokantasında sevgilisini bekler. Yeşim ise otelin barındadır. Yeşim’in ofisine gelen ve notu okuyan Yasemin, meraklanarak otele gider ve lobide oturup neler olacağını izler.

Akın Erkan, otele gelir. Levent’in hangi odada kaldığını bilmektedir. Rezervasyonu kendisi yapmış, odayı özellikle seçmiştir. Çünkü yan odalarda kalan Amerikalı turistlerin o gün otelden çıkış yapacağını bilmektedir. Boş odalardan birine girer ve soyunur, Levent’in gelişini görmek için kapıyı aralık bırakır. O sırada, odayı boşaltan turistlerden biri olan Anne, gruptan kaçmak maksadıyla kapısını aralık gördüğü odaya girer ve Akın’ı çırılçıplak görür. Akın ona bunu bir şaka olduğunu söyler. Kız çıktıktan sonra Levent’in geldiğini görür ve kapısını çalar.

Akın’ı karşısında gören Levent şaşırır ama onu odaya alır. Sevişirler. Bu sırada, lokantadaki Yıldız odayı arar. Levent onunla şu anda konuşamayacağını söyleyince kadın sinirlenir ve odaya çıkıp onu sevgilisiyle yakalamak için harekete geçer.

Durumu anlayan Akın, Levent’i aceleyle banyo yapması için küvete sokar, çantasında getirdiği kablo yardımıyla suya elektrik verir ve onu öldürür. Cinayetten sonra giyinip yandaki odaya geçer.

Yıldız odaya girer ve Levent’i görür.  Onun geldiğini gören Akın, yeniden odaya girer. Cesedi görünce çığlık atar ve Yıldız’a sanki cinayeti o işlemiş gibi davranır. Psikolojisi iyice bozulmuş olan Yıldız, Levent’i öldürdüğünü zanneder. Akın ona derhal buradan kaçıp gitmesini, ortadan kaybolmasını söyler.

Yıldız gittikten sonra Akın, odadan çıkmaya zaman bulamadan bu kez Yeşim odaya girer. Akın saklanarak ona görünmemeyi başarır. Ancak, Yeşim onun çantasını görür. Akın daha sonra saklanması için Yeşim’i Bodrum’a gitmesi konusunda ikna eder.

Akın, birkaç hafta sonra Yıldız’ı bulmak için Bodrum’a gider. Orada Amerikalı Anne ile karşılaşır. Kendisi için tehlikeli olacağını düşünerek onu öldürür. Daha sonra Yeşim’le buluşur. Yeşim, Akın’ın çantasını tanır ve onun o gün Levent’in odasındaki kadın olduğunu anlar. Bunu Akın’a da söyler. Bunun üzerine Akın onu da ortadan kaldırır. Sahte bir telgrafla polisin Yeşim’den haberdar olmasını sağlar. Ardından Yıldız’ın kaldığı pansiyonu bulur. Tabancayı onun çantasına koyar ve polisin onu bulmasını bekler.

Bu arada olay günü Yasemin, otel lobisinde bir süre oturur. Akın hariç diğerlerini görür. Daha sonra sıkılır ve gider. Akın’ı görmemesi sayesinde hayatta kalır.

Emin’in açıklamaları bitince, Akın ona ne yapacağını sorar. Emin, onu polise teslim etmemesi karşılığında kendisiyle evlenmesi teklifinde bulunur. Roman, Akın’ın cevabının ne olduğu belli olmadan iki karakterin pis pis birbirlerine bakmalarıyla sona erer.

ROMANIN KURGUSU:

Yazar, bir cinayet romanı yazmak için yola çıktığını belirtse de bu roman bir polisiye romandır ve polisiyenin whodunnit “kim yaptı” alt-türüne dahildir. Polisiyenin tüm unsurlarına, geleneklerine ve yerleşik kurallarına bu romanda tamamen sadık kalınmıştır.

Roman, 1. tekil şahsın ağzından hikâyenin kahramanları tarafından anlatılır. Her anlatıcının kim olduğu bölüm başlarında yer alan Y, E ve L harfleriyle gösterilir. Buna göre Y, Yıldız; E, Emin ve L de Levent olarak tanımlanmıştır. Anlatımdan E’nin Emin yani dedektif, L’nin Levent yani maktul olduğundan kuşku yoktur. Ancak Y’nin Yıldız olduğu hususunda tereddüt vardır. Emin, Yıldız’ın çift karakterli olduğunu düşünerek ilk kuşkularını dile getirir. Bir süre sonra Y başlığı altında yazılanların sadece Yıldız’a değil, Yeşim ve Yasemin’e de ait olduğunu da keşfeder. Çözüme yaklaştıkça Y’nin sadece bu kişilerin günlüğünden oluşmadığını, Yazar’ın da bu gruba dahil olduğunu ortaya çıkar.

Romanın ilk bölümü ise Y başlığı altında tamamen yazar tarafından kaleme alınmıştır.

Böylece Bir Cinayet Romanı’nın aslında sadece geleneksel bir polisiye roman olmadığı, aynı zamanda cinayet romanının nasıl yazılacağını irdeleyen, onun kalıplarını, geleneklerini sergileyen bir roman olduğu ortaya çıkar.

Bir diğer deyişle, roman, kendi yazılış hikayesini de içinde barındırır.

Klasik polisiye şablonunda yer alan iç içe geçmiş iki ayrı hikâye bu romanda da mevcuttur. Ama bundan başka 3. bir hikâye daha vardır, o da romanın yazılış hikayesidir.

Nitekim, Yazar ve Dedektif, romanın nasıl yazılması gerektiğini sık sık tartışırlar. Yani burada ayrıca bir anlatı sorunsalı vardır. Romanın yazarı ve kahramanları arasında hikâyenin nasıl kurgulanacağına, cinayetin nasıl planlanacağına hatta cinayeti çözecek kişinin kimliğine ve şüphelilerin kimler olacağına dair tartışmalar yapılır.

Bütün bunlar üst kurmacayla gerçekleşir. Yani hikâye içinde hikâye anlatarak. Dolayısıyla romanda üç katman vardır.

Birinci katman, okurun ve yazar Pınar Kür’ün (daha doğru bir deyişle hepimizin) içinde yaşadığı nesnel dünyadır.

İkinci katman, romandaki kurgusal dünyadır. Bu bir yerde gerçek dünyanın yansımasıdır. Ve aslında oldukça sıkıcı ve karamsar bir dünyadır burası. İş yaşamı, yalnız ve mutsuz kadınlar, yapacak işleri olmadığı için saçma sapan duygulara sahip insanlardan oluşan bir dünya.

Üçüncü katmansa, bu kurgusal dünyanın kahramanlarından biri olan Akın Erkan’ın yazmakta olduğu romanın, gerçeklikten tamamen uzak kurgusal dünyasıdır.

Bütün bu özellikleri dolayısıyla Bir Cinayet Romanı, postmodern bir romandır.

ROMANIN POSTMODERN NİTELİĞİ

Bir Cinayet Romanı’nda, postmodern romanın bütün özelliklerini görmekteyiz. Bunlara kısaca değinerek romanın niteliği üzerine bazı açıklamalar yapmak istiyorum.

  1. Yazar, kahramanlarıyla tartışmakta, kendisi de bir roman kahramanı olarak hikâyede yer almaktadır. Bu postmodern romanın en belirgin özelliklerinden biridir.
  2. Romanda iç içe girmiş üç öykü vardır. Buna üstkurmaca diyoruz. Postmodern romanın en önemli özelliği bir üstkurmaca olmasıdır. 
  3. Genel hatlarıyla üstkurmaca; edebiyatı bir oyun olarak gören postmodern yazarların, yazma eylemlerini de oyunun bir parçası olarak görmelerinden dolayı, anlattıkları ya da kurguladıkları şeyi nasıl oluşturduklarını dile getirmeleri, romanın veya öykünün içinde kendileriyle veya okurla bir nevi sohbet etmeleridir. Gerçeklik, bu anlayışa göre kurmaca olduğundan değişken bir yapı da arz eder. Bu sebeple postmodern metinlerde yazarlar, daha başından metnin bir kurmaca/oyun olduğunu, içindeki gerçekliğin de değişken olduğunu okura ilan eder.

Anlatının kurgu olduğu okura hissettirilir ya da açıkça söylenir. Bu romanda da yazar Akın Erkan, romandaki olayların kurgu olduğunu açık açık söyler. Emin, Akın’ın hayatının baştan aşağıya yalan olduğunu okura açıklar. Akın, sık sık kurgulama hesaplarına dikkat çeker. Romanın, hayata değil matematiğe yakın olduğunu, kuralları olduğunu ama bu kuralların keyfi olduğunu söyler. Ayrıca son bölümde Emin ve Akın iki farklı çözüm üretirler.

  • Postmodern romanın özelliği yazarın yeni bir tarz/üslup/teknik/akım deneyimi gerçekleştirmesidir.  Bir Cinayet Romanı’nda da yazar Akın Erkan, yazacağı romanın öncekilerden farklı olacağını birçok kez tekrarlar.
  • Postmodern romanda olayların nasıl anlatıldığı önemlidir. Neyi anlattığı değil. Bu romanda da dedektif karakteri, diğer karakterlerin tuttuğu günlükler üzerinden değerlendirmelerini yapar.
  • Postmodern romanda beşerî sorunlar ideolojik bağlamından koparılarak ele alınır. Bu romanda da bunalım, yalnızlık, yalan, taciz gibi sorunlar hiçbir ideolojiye bağlı kalınmadan ele alınmıştır.
  • Postmodern roman aslında bir parodidir. İroni geniş biçimde yer alır. Bir Cinayet romanı da polisiye türünün parodisidir. Hikâye, ironik bir dille kaleme alınmıştır. Ancak bu roman sadece polisiyeyle değil, postmodern romanın kendisiyle de dalga geçmektedir. Bundan da yazarın asıl amacının postmodern roman kurgusunu irdelemek, yermek, alay etmek olduğu söylenebilir.
  • Postmodern romanda, olay örgüsü karmaşıktır. Neden-sonuç ilişkisi klasik romanlardaki gibi değildir. Olaylardan ziyade durumlar vardır. Karmaşıklığın sebebi postmodern romanın temelinin hikâye etmeye değil, hikâye anlatmaya dayalı olmasıdır. Bu yüzden postmodern romanları özetlemek zordur. Buna rağmen, anlatının polisiye olması nedeniyle Bir Cinayet Romanı’nın daha az karmaşık olduğu söylenebilir. Ancak yine de olayların anlatıldığı bölümlerde yer alan Y başlıklı günlükler oldukça karmaşıktır. Y başlığı altında bazen bir, bazen iki, bazen de üç karakterin günlüğü yer alır. Bunlar belli bir sıra ve düzen göstermezler.
  • Postmodern romanlarda anlatıcı her zaman 1. tekil şahıstır. 3. şahıs veya tanrısal anlatıcı kullanılmaz. Roman sanki birden fazla yazar tarafından yazılmış gibidir. Nitekim bu romanda da anlatıcı sürekli değişir, bakış açıları farklıdır. Bu da karakterlerin çok boyutlu olmasını sağlar. 
  • Postmodern romanda zaman belirsizdir. Bütün zaman birimlerinin iç içe geçtiği karmaşık bir zaman söz konusudur. Zamansal kurguyu belirleyen esas unsur “saatin durmuş” olmasıdır. Bu nedenle bilinç akışı tekniği kullanılır. Böylece kahraman zamanda atlamalar, geri dönüşler ve sıçramalar yaparak hikayesini anlatır. Bir Cinayet Romanı’nda da zaman belirsizdir. Zaman konusunda belirgin bir karışıklık vardır. Karakterlerin içinde bulundukları zamanla Akın Erkan’ın yazdığı romanın zamanı iç içedir. Düşsel zamanla gerçek zaman arasında bir sınır yoktur.
  • Postmodern romanda mekân da belirsizdir. Bir Cinayet Roman’ında da mekanlar oldukça muğlaktır. Ayrıntılı tasvir edilmezler. Mekânın işlevi olayların akışını sağlamaktan ibarettir. Hatta mekanlar gerçeklikten uzaktır. Örneğin, Emin Emirgan’daki evinin Boğaz’a bakan balkonundan güneşin batışını izler. Oysa bu imkansızdır. Emirgan’dan sadece güneşin doğuşu izlenebilir.

ROMANIN DİLİ VE ÜSLUBU

Roman farklı karakterlerin anlatısından oluştuğu için dil konusunda bir birlik yoktur. Emin, Levent, Levent’in karısı Eser ve Yıldız incelikli, yer yer aristokrat, düzgün bir dil kullanırlarken, Haydar Bilir ve romanın yazarı Akın Erkan, küfürlü argolu bir dil kullanırlar. Yasemin de argolu bir dil kullanır. Romanda yer yer açık saçık kelimeler de kullanılmıştır.

Roman hakkında söyleyeceklerim şimdilik bundan ibaret. Sizin değerlendirmeniz sonrası kişisel görüşümü söyleyeceğim.

Emel Aslan: Sizden postmodern roman bilgilendirmesi almamız iyi oldu. Bazı hususları bilmiyordum. Y’nin bölümlerini farklı kadınların yazdığını bir kafa karışıklığı yaşadıktan sonra anlıyoruz. Bu yazar Akın Erkan’ın bir manipülasyonu. Akın’ın karakterlerin her biriyle özel bir ilişki halinde olduğunu ve manipülasyon konusunda usta olduğunu söyleyebiliriz. Kadın karakterler de dahil tamamı yazara aşık, üzerlerinde büyük bir gücü var. Onları istediği gibi yönlendirebiliyor. Belki de çocuklukta yaşadığı bu taciz olayı yüzünden kontrolü sürekli elinde tutması gerektiğini düşünmüştür.

Aklıma takılan birkaç nokta oldu. Akın Erkan romanındaki muammayı çözmesi için yıllardır görüşmediği Emin’e neden gitti. Emin Köklü’nün cinayet çözümlemedeki deneyimlerinden nasıl haberdar oldu? Ayrıca Emin, günlükleri okurken L’nin Levent olduğunu hemen nasıl anlayabildi?

Derin Gezmiş: Holding bağlantısını kurmuştu sanırım.

Gamze Yayık: Levent günlüğünde eşinin ismini zikretmişti. Emin de Eser’i tanıdığı için Levent’in kim olduğunu anlayabildi. Yazar Emin Köklü’nün polisle ortak çalıştığını basında çıkan haberlerle öğrenmiş olabilir.

Emel Aslan: Evet mantıklı. Metnin genelinde cinsiyetçi bir dil var. Aslında Pınar Kür kadın hakları konusunda çabalayan bir yazar. Ancak romanın yazıldığı yıllardan bugüne dilde pek çok kavramlar, algı değişti. Bu yüzden dilin o döneme uygun olduğunu düşündüm.

Metnin tamamında tekrarlanan kelimeler, anlatılar (örneğin Field ödülünden bahsedilen yer) bana romanın gereksiz uzatıldığını düşündürdü.

Sinemada dördüncü duvarı yıkmak kavramı vardır. Karakter kurmaca içinde bulunuşunun farkında olduğunu izleyiciye belli eder. Burada da romanın finalinde yazarla Emin Köklü sohbet ediyor. Emin, okuyucuyu da romana dahil ederek diyor ki; “İşin içinde pek çok Y olduğunu okur benden önce öğrendi. Polisiye roman tarihinde okuyucunun çözümleyiciden çok şey bildiği görülmemiştir.” Bir başka yerde “Şu son cümledeki Y’lerin sayısı romandakini aştı,” diyerek aslında okurla sohbet ediyorlar. Bunun postmodern romanın gereklerinden biri olduğunu öğrendim bu örnekler üzerinden.

Bir alıntı daha yapmışım, “Polisiye roman yazarları her zaman yedeklerinde birkaç değişik silah bulundurmak zorundadır, herkes bilir,” diyor. Biz de öğrenmiş olalım.

(Gülüşmeler)

“Bir cinayet romanında dörtten az ölü teamüle aykırıdır,” diyor yine yazar.

Gencoy Sümer: Dalga geçiyor işte.

Emel Aslan: Tabii, tabii. Romanda içime sinmeyen kısım cinayetin işlenme biçimi oldu. Çok işlek bir otel. Giren çıkan…öyle bir yerde çırılçıplak soyunmak, öğle tatilinde housekeeping olmuyormuş vs. Zamanında adamın tecavüzüne uğrayan bir kadın aynı adamla neden sevişir? Anlamadım, öldürmek için sevişmek gerekli miydi? Tesadüfler fazla üst üste geldi. Biraz daha zekice bir kurgu isterdi bu roman bence.

Gencoy Sümer: Polisiye kurgusu açısından bazı sıkıntılar var romanda.

Emel Aslan: Finale doğru yükselen gerilim iyi. Katilin yazar çıkabileceğini ben de tahmin ettim. Ama acaba Emin’i zehirler mi? Onu da öldürecek mi tedirginliği yaşatması güzeldi. En hoşuma giden taraf da finalin belirsiz bitmesi oldu.

Derin Gezmiş: Ben romanı zevkle okudum.  Beni rahatsız eden kısım yazarın öldürme motivasyonuydu. Öldürme nedenini makul ve mantıklı bulmuyorum. Gençliğinde tecavüze uğradın ve bu sende travma yarattı. Buraya kadar tamam. Ancak neden sadece Levent’i öldürmeyi planladın? Diğer adamların neden peşine düşmedin. Bu kısım beni tatmin etmedi. Ayrıca ben adaletin tecelli ettiği sonları sevdiğim için romanın sonundaki belirsizlikten hoşlanmadım. Ahmet Ümit’in son romanındaki intihar dayatmalarını da sevmemiştim. Bir şeylerden kaçmak saçma. Pınar Kür’ün Yarın Yarın romanını da beğenerek okumuştum. Sevmediğim kısımlara rağmen başarılı bir romandı.

Murat Yüksel: Roman okunacaklar listemdeydi. Dikkatlice okudum. Aslında ağır giden kitapları severim ama akmadı. Özellikle ilk iki yüz sayfası çok sıkıcıydı. Aslında Y’nin farklı kadınlar olduğunu ben hemen anladım. Polisiye olarak kurgusunu beğenmedim. Yetkin bir yazardan beklemeyeceğim kadar çok tekrar vardı. Bunu öykülerimde yaparsam editörler beni hemen uyarır.

(Gülüşmeler)

Gencoy Sümer: Tekrarlardan kastın nedir?

Murat Yüksel: Söz farklı karakterlere geçiyor ancak aynı şeyleri tekrarlıyorlar. Romanın ilerleyişi sıkıntıya giriyor. Katilin yazar olduğunu anladıktan sonra roman daha hızlandı.

Gamze Yayık: Belki de romanın başında seni sıkan belirsizlikti.

Murat Yüksel: Pınar Kür o noktadan sonra artık tekrardan da vazgeçiyor.

Gamze Yayık: Aslında Kür’ün amacı bu. Cinayet işlenene kadar belirsizliklerle okuyucunun kafasını karıştırmak. Çünkü Y tek bir kadınsa ‘Oldukça kafası karışık, tuhaf hatta birkaç kişiliği olan biri olmalı,’ diyoruz. Aynı kişinin farklı şeyler yazması bize tutarsız geliyor. Bu kadınlar başka kişilerse sonuca acaba ‘O mu bu mu?’ diyerek geliyoruz. Aslında Kür bizi romanın ortasına kadar boşlukta, karanlıkta sallıyor.

Gencoy Sümer: Farklı kadınların aynı olayı kendi bakış açılarından anlatışı sana tekrar ediyorlarmış hissi vermiş. Romanı seneler önce ilk okuyuşumda ortasına kadar böyle düşündüğümü anımsıyorum.

Murat Yüksel: Ben Y karakterinin farklı kadınlar olduğuna hiç takılmadım. Bence okurken farklı karakterler olduğu anlaşılıyordu. En azından iki yüzüncü sayfaya gelmeden anlaşılıyor.

Okurken şunu düşündüm. Bu romanı Pınar Kür yazmasaydı ve bir ilk roman olsaydı, kaç yayınevi basımı konusunda istekli olurdu. Muhtemelen dosyaya cevap dahi yazmazlardı.

Gamze Yayık: Postmodern bir roman yazmak metinde ve kurguda yetkinlik ister. Düzgün bir kurgu yaratmak, sonra onu bozup tersine çevirmek ya da karıştırmak yetisi istiyor. Doğal olarak öyküde değil ama romanda ilk denemede herhalde hiçbir yazar postmodern tarzla başlamak istemez. Önce klasik bir iki eserle ispatlarsın kendini. Sonra ‘bakın ben bir şey deniyorum’ deme cesareti bulursun. Çünkü ancak ustalar yeni bir şeyler denemeye başlar.

Gencoy Sümer: Birinin ‘Bakın ben postmodern bir roman yazdım,’ demesi yeterli değil ki. Buna karar verecek kişiler okurlardır, eleştirmenlerdir. Pınar Kür de bu romanı postmodern bir metin yaratmak için yazmamış. ‘Polisiye yazsam okumazlar, bunu postmodern yazarak yeni bir şey ortaya koyayım,’ demiş.

Ancak şurası kesin, bu roman inceden inceye planlanmış. Yani yazar detaylar, göndermeler üzerine çok çalışmış. Kurgu da aslında başarılı. Üç ayrı hikâyeyi aynı düzlemde birleştirmek öyle her baba yiğidin harcı değil.

Murat Yüksel: Polisiyesi arka planda kalmış.

Gencoy Sümer: Belki de postmodern polisiye böyle yazılabiliyor. Önümüzdeki ay okuyacağımız, Eco’nun Gülün Adı romanı da postmodern. Her postmodern romanda her postmodern roman özelliği bir arada bulunmaz. Kür’ün romanında bu var.

Gamze Yayık: Postmodern romanlarda bir de şu var. Bu metinleri okuduğumuzda hepimizde yarattı algı farklıdır. Aslında hepimiz başka şeyler okuduk. Çünkü kafamızdaki birikim, kültürel kapasitemiz, okuyucu niteliğimiz okuduğumuz romanı etkiledi.

Gencoy Sümer: Okuduğumuz roman yazıldığı türe uygun olarak mekânda, zamanda, kurguda belirsizlikler taşıyor.  Belki de o nedenle bize, sana polisiye kurgusu yetersiz geliyor. Bu romanı klasik tarzda yazsak okuyucudan bir şeyi gizlememek için bütün ayrıntıları tek tek açıklardık.

Gamze Yayık: Bugün Pınar Kür’e hikâye kurgusuyla ilgili eleştirilerimizi söylesek bize der ki; “Zaten amacım size katili, kurbanları, olayı anlatmak değil ki. Ben size bu romanı, hikâyeyi kurarken kullandığım yöntemi göstermek için yazdım.”

Ramazan Atlen: Romanda hoşuma giden birkaç şey var. Birisi yazarın katil çıkması. Bu bana Roger Ackroyd Cinayeti’ndekine benzeyen orijinal bir fikir gibi geldi. Romanın sonunda yazarın dedektife alternatif bir çözüm sunmasını beğendim. Yazar katilin aslında dedektif olabileceği bir kurgu anlatıyor. Çok mantıklı olduğundan okuyucu olarak acaba yanıldık mı diye düşünüyoruz. Akın karakteri hem bir roman yazmaya hem de bu roman aracılığıyla intikam almaya çalışıyor. Bir taşla iki kuş vuruyor, bunu da beğendim.

Romanda günlük tekniği kullanılmış ama, ben günlük okuyor gibi hissedemedim. Karakterler günlük yazıyor ama anlatım günlük değildi. Karakterlerin olayları anlatış üsluplarını birbirine yakın buldum. Detayları kaldırsak Emin ve Levent’i birbirinden ayırabilir miydik?

Gencoy Sümer: Aslında katilin yazar olması bir ironi. Her polisiye romanda katil aslında yazardır. Kurbanı ve katili yazar seçer.

Yeşim Yörük: Söylemek istediğim pek çok hususa arkadaşlarım değindiği için çok şey söylemeyeceğim. Anlamakta zorlandığım, tekrar okumam gereken yerler oldu. Sanırım bu normal çünkü bu benim okuduğum ilk postmodern eserdi. Cinayetin işlendiği bölüme kadar sıkılmadım ancak heyecan verici de değildi o kısımlar. Sıkılmamamın sebebi yazarın başarılı üslubuydu. Başlarda Y’nin tek kişi olduğunu sandım. Sonra farklı olduklarını anlayınca dönüp tekrar okudum. Yazar’ın katil olabileceği hiç aklıma gelmedi. Sanırım bunu yazara yakıştıramadım. Romanın sonunda Akın ve Emin’in birlik olup suçu örtbas etmemesini tercih ederdim.

Derin Gezmiş: Katili korur, adalete vermezsin, tamam. Ama cinayet sebebi evlilik değil de elle tutulur bir şey olaydı. Çocuk musun? Bence Pınar Kür bu romanda aşkı yazmış. Akın’ı cinayet işlemeye ne motive etti? On iki yaşında takamadığı yüzük.

Yeşim Yörük: Akın tecavüz olayı yüzünden öldürüyorsa…

Derin Gezmiş: Hayır, Akın Levent’i ona yüzük takıp Amerika’ya götürmediği için öldürüyor. Konu tecavüz olsa diğer üçünü de bulur öldürürdü.

Gencoy Sümer: Romanda sadece bu değil, Levent’in Yeşim’e olan aşkı var, Akın’a olan aşkı var.

Derin Gezmiş: Matematik dehası Profesörümüz bile aşk için katili saklıyor.

Kulüp üyeleri aşk, cinayet ve bunun edebiyata yansımalarını tartışırken zamanın nasıl geçtiğini anlamadığımızı fark ettik.

Toplantımız sonraki sayı için önerilen kitaplar üzerine yaptığımız konuşmalarla sona erdi. Umuyoruz bu okumalar bize yazar olarak fayda sağlarken sizlere de okur olarak bilgi ve zevk verir. Bir sonraki toplantıda görüşmek üzere…

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

En Son Yazılar