Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

KAYAHAN DEMİR’LE RÖPORTAJ

Diğer Yazılar

Funda Menekşe
Funda Menekşe
Çocuklar için, sevimli öyküler yazarken ne ara cinayet kurguları tasarlamaya geçtiğini kendisi de bilmiyor. Bildiği bir tek şey var ki; yazmayı seviyor.

KAYAHAN DEMİR’LE RÖPORTAJ

“Sadece televizyon dizileri izleyerek tarih öğrenmek mümkün değildir.”

Kayahan Bey, öncelikle dergimizin yayın kurulu ve okurlarımız adına hoş geldiniz diyorum.

Çok teşekkür ederim Funda Hanım, hoş bulduk.

-Lise yıllarınızda başladığını ifade ettiğiniz edebiyat hayatınızın 2012 yılında çıkan “Çağdaş Esaret Kampı” adlı ilk kitabınızla taçlandığını; korku, polisiye ve bilmece-bulmaca türünde eserlerle devam ettiğini biliyoruz. Bugün de ağırlıklı olarak yeni kitabınız “Evvel Zaman Koleksiyoncusu” hakkında konuşacağız. Ancak öncesinde bize biraz kendinizden bahseder misiniz? İnternette ulaşabileceğimiz kısa özgeçmişiniz ötesindeki Kayahan Demir kimdir?

Belki de en zor şey insanın kendisini anlatmasıdır. Ama özgeçmişimde yazmayan birkaç cümleyle kendimi tarif etmeye çalışayım. Çocukluk hayalim olan yazarlığın dışında iyi bir okur olduğumu düşünüyorum. Özellikle çocukluk yıllarımdan itibaren başlayan korku ve polisiye kitaplarına olan tutkum beni bugüne kadar getirdi. Aslında mesleğim matematik öğretmenliği… Hatta pandemi öncesinde çeşitli eğitim kurumlarında öğretmenlik yapıyordum. Ancak daha sonrasında yazarak topluma daha faydalı olacağımı düşündüm. Zira ders verdiğim kurumlarda ezberci sistemi öğrencilere aşılamaktan öte gitmiyordu emeklerim. Özellikle polisiye kitaplarımda şifre bilimi ve matematiğe yer vermemin sebebi de bu… Matematiğin zevkli taraflarının da olduğunu göstermek. Açıkçası böylelikle hem çocukluk hayalimi gerçekleştiriyorum hem de branşımı daha doğru bir şekilde ifade ettiğimi düşünüyorum. İnsan edindiği bilgileri çok farklı yöntemlerle muhataplarına ulaştırabilir. Ben de bunu yapıyorum. Bunun dışında gezmek, farklı kültürler görmek en büyük hobim diyebilirim.

-Ben her yazarın kendinden parçaları satır aralarına bir şekilde serpiştirdiğine inanırım. Bazen bir karakteri konuştururken ya da oluştururken kendi özümüze dair ufak izleri cümlelere gizleyiveririz. Evvel Zaman Koleksiyoncusu ve diğer eserlerinizde rastladığımız şifreli matematik bilmecelerinin ya da tarihi olayların da sizin eğitiminizden izler taşıdığını böylece daha net anlayabildik.

Evvel Zaman Koleksiyoncusu üzerine konuşmaya geçmeden önce Şifre Bilimci/Dedektif Milas Ulukan ve Şifreli Dosyalar ekibi hakkında konuşmak isterim. Çünkü Evvel Zaman Koleksiyoncusu bu karakterlerle karşılaştığımız ilk kitap değil. Okurların çok sevdiği bu karakterlerle Kayahan Demir nasıl tanıştı, aranız nasıl bilmek isteriz.  Hayatımıza dokunmaya devam edecekler mi?

Evet, Evvel Zaman Koleksiyoncusu’ndan önce Pera Palas’ta Gölge Oyunu, Hafıza Koleksiyoncusu ve İstanbul Portresi kitaplarım yayımlanmıştı. Onlar da ‘Dedektif Milas’ macerası… Açıkçası karakterlerimle aram çok iyi, hatta artık onlar benim için bir roman karakteri olmaktan çıktılar. Benimle birlikte gerçek hayatın içinde yaşıyorlar. Özellikle kitaplarımı kaleme alırken bu duyguyu daha fazla hissediyorum. Sanki bir köşeye çekilmiş, gizlice Şifre Bilimci Milas Ulukan’ın düşünce dünyasında geziniyorum. Şifreli Dosyalar ekibindeki Başkomiser Atıf, Elif, Mehmet Ali ve Tekinsiz Tekin’in tatlı takışmalarını izliyorum. Engin Ar’ın tatsız ama yine de yüzde tebessüm bırakan esprilerine gülümsüyorum. Gerçekten insanın kendi kurguladığı karakterlerin zamanla hayatının bir parçası haline gelmesi tuhaf bir duygu. Sanırım artık onları nasıl kurguladığımı hatırlamıyorum bile… İnsanın en kötü eseri kendisinden daha iyidir. Roman karakterlerim de hem benden hem de birçok insandan daha sevimli görünüyor gözüme.

Şifreli Dosyalar ekibinin maceraları devam edecek. Hatta yeni kitap yine bir ‘Pera Palas Polisiyesi’ olacak. Başrolde ise Dedektif Milas ve Şifreli Dosyalar ekibiyle birlikte Polisiyenin Kraliçesi Agatha Christie bulunuyor!

-Evvel Zaman Koleksiyoncusu kitabınızda, önceki bazı kitaplarınızda olduğu gibi, yine tarihin, kültür miraslarımızın izlerine rastladık. Kâh saraylarda gezdik kâh tarihi bilgiler edindik. Elbette detaylara girip kurgunun büyüsünü bozmak istemem ama karakterlerin konuşmalarında tarihi dizilerin gerçek tarihe verdiği zarara değiniliyordu. Türkiye nesnelliğine bir gönderme yaptığınızı hissettim. Siz bu tip yapımlar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Aslında ben bu tür yapımlara çok da muhalif değilim. Zira insanlar son yıllarda tarihe ilgi duymaya başladıysa bu yapımlar sayesinde oldu, bunu kabul etmek lazım. Benim eleştirdiğim nokta insanların bilgide kolaya kaçması… Sadece televizyon dizileri izleyerek tarih öğrenmek mümkün değildir. Ancak televizyonda gördüğünüz tarihi bir olayda ‘Gerçekten de böyle bir şey var mıymış’ diyerek araştırıyorsanız, hatta bu merak sizi kitaplara yönlendiriyorsa her şeye rağmen orada güzel bir sonuç vardır. Bazen bu tür yapımlar fayda da sağlayabiliyor ki son yıllarda kitap satışlarındaki artış bize bunu gösteriyor. Sadece tarih üzerinden de düşünmeyelim. Malumunuz, birkaç yıl önce bir internet platformunda Arsen Lüpen’in dizisi yayınlandı. Dizinin tesiriyle Türkiye’de mütevazı satış grafiği olan Arsen Lüpen kitaplarında bir anda patlama oldu. O dönem kitabevlerinin çok satan rafları farklı yayınevlerinden çıkan Arsen Lüpen serileriyle doluydu. Bu tarz yapımların edebiyat dünyasına katkı sağlaması beni mutlu ediyor açıkçası. Ama bizi doğruya götürecek olan o merak ve araştırma duygusu da şart tabii…

KAYAHAN DEMİR'LE RÖPORTAJ 1

-İstanbul Portresi adlı kitabınızda Osman Hamdi Bey’in “Kaplumbağa Terbiyecisi” adlı meşhur tablosu ve müzeler arasında geçen bir kovalamacaya; Pera Palas’ta Gölge Oyunu adlı kitabınızda Beyoğlu’nun simgelerinden ünlü Pera Palas Oteli’nde işlenen bir cinayete tanık olduk. Polisiye türündeki kitaplarınızda rastladığımız bu tarihî karakterlerle, eserlerle ve mekânlarla polisiyeyi birleştirmek fikri ilk nasıl oluştu?

İnsan kendi alışkanlıklarının tiryakisidir. Ben heyecan verici bir kitap okurken bir taraftan da bir şeyler öğrenebilmeyi çok isterim. Bu tarz kitaplar sayıları çok olmasa da var ve ben tek kelimeyle onların tiryakisiyim. Zira bu tür kitaplar da tarih dizileri gibidir. Sizi hem heyecanlandırır hem de ‘Yahu bu böyle miymiş’ sorusuyla birlikte araştırmaya yöneltir. Birçok insan salt bilgiyi almak istemez. Okullarda da bu böyledir. Çocukların ve gençlerin derslerden kaçmasının asıl sebebi salt bilginin doğrudan onlara dayatılmasıdır. Bu konuda öğretmenler de çok bir şey yapamaz, çünkü onlar da ellerindeki müfredatı uygulamakla yükümlüdürler. Az önce öğretmenlikten uzaklaşmamın sebebi olarak aslında bunu söylemek istemiştim. Okullarda eğlenceli olarak sunamadığım bilgiye kitaplarımda vermeye çalışıyorum. Ama bunu öğretmenlik zamanlarımda yapamadığım ya da içimde ukde kaldığı için yapıyor değilim. Bu tarzda kitaplar yazarken ben de keyif alıyorum. Yazım sürecine başlamadan önce kitaplar okuyorum, anlatacağım tarihi yerleri geziyorum, araştırıyorum, yeni insanlarla tanışıyorum. Bu zevk veren hazırlık süreci neticesinde okumayı sevdiğim türde bir kitap çıkıyor ortaya ve bu beni çok mutlu ediyor.

Aslında sevdiğim iki türü bir araya getiriyorum ben. Biri çocukluğumdan beri okumayı sevdiğim polisiye edebiyatı, diğeri ise her ne kadar uzmanlık alanım olmasa da tarih… Çocukken müzelere gitmeyi çok severdim. Keza ne zaman bir müzeye gitsem zamanda yolculuk yapıyormuşum gibi hissederim. Yüzyıllar önce yaşamış insanların izlerini görebilmek ancak zamanda yolculuk yapabilmeyi gerektirir ve müzeler bana göre bu işi iyi başarıyor. Ben de heyecan veren bir aksiyonun yanına tarih, sanat tarihi, resim sanatı, matematik gibi disiplinleri katmayı seviyorum. Elbette salt polisiye yazacağım zamanlar da olacaktır. Ama bunun için çok iddialı ve yaratıcı bir kurgu bulmam gerekiyor. Zira Agatha Christie ile Sir Arthur Conan Doyle bu tarzdaki polisiyenin tartışmasız en iyileri… Onların zeka ve hayal güçlerinin ötesinde bir salt polisiye kurgusu bulabilir miyim, bilemiyorum. Çok zor… Böyle bir şeye gerek var mı, ondan da emin değilim.

-Şifre Bilimci Milas Ulukan karakteri bana Dan Brown’un Robert Langdon serisini ve bilmecelere meraklı bir dedektif oluşuyla da Fernando Pessoa’nın Doktor Abílio Quaresma’sını anımsattı. Bizde de şifre bilimci bir kurgu karakter olmasına sevindim açıkçası. Bu son kitabınızı okurken karakterlerinizden Engin ve Aslı arasında geçen bir konuşmada Agatha Christie’ye bir saygı duruşuna rastladım. Siz de Agatha Christie hayranısınız sanırım. Size ilham veren bir yazar var mı? Polisiye türünde okumaktan keyif aldığınız yazarlar kimlerdir?

Agatha Christie okumaya ortaokul yıllarında başladım ve o gün bugündür usta yazarın hayranıyım. Kesinlikle Polisiyenin Kraliçesi o! Birçok kitabımda ona saygı duruşunda bulundum. Keza yazmakta olduğum yeni kitabım tamamen onunla ilgili olacak. Dolayısıyla polisiye türünde bana ilham veren yazarlar arasında onun adını söylemezsem büyük haksızlık etmiş olurum. Benzer şekilde Arthur Conan Doyle külliyatı kütüphanemin vazgeçilmezlerindendir. Agatha Christie’den sonra bana polisiyeyi sevdiren ikinci isimdir Doyle. Günümüz yaşayan polisiye yazarlarından Grange ve Tess Gerritsen’in da kitaplarını beğenerek okuyorum. Polisiyeden ziyade macera kitaplarıyla bilinen Dan Brown da kalemini sevdiğim yazarların başında geliyor.

-Kimi yazarlar ve okurlar polisiye kurgularda belli bir sistematiğin işlediğine ve cinayet/gizem- soruşturma- çözüm üçgeninden oluşan, üçgenin sınırlarından ötesini içine almayı tercih etmeyen bu sistematiğin kurguyu polisiye kılmada daha geçerli olduğuna inanıyorlar. Bir matematikçi olarak polisiyenin de bir matematiği olduğuna inanır mısınız? Bir polisiye yazarının formüle edilmiş sınırları olmalı mıdır? Yoksa kuralları esnetmek ya da beklentilere aykırı duruş sergileyebilmek özgünlük mü getirir?

Bana göre polisiye, edebiyatın matematiğidir. Her şey belirli bir mantık şablonu üzerinde ilerler. Yapacağınız en ufak bir mantık hatası ciddi eleştirilere sebebiyet verecektir. İyi polisiye kitaplar yazıldıkça, okurların da kalitesi artıyor. Tabii bunda gelişen bilim ve teknolojinin de etkileri var. Artık insanlar kalitesiz yapımlara ya da kitaplara zaman ayırmak istemiyor. Zira her şey çok hızlandı, bu hızlı tüketimi ve sabırsızlığı artıran bir etken…

Polisiye her ne kadar mantık çerçevesinde yazılması gereken bir tür olsa da sınırları olması gerektiğine inanmıyorum. Yüz yıl önce polisiye türünde yazılan bir kitapta aranan şeyler belliydi: Katil, maktul, gizemli bir cinayet ve soruşturma- çözüm… Salt polisiye dediğimiz bu alanda çok başarılı eserler kaleme alındı. Günümüzde de bu türde kitaplar yazılıyor ve gayet başarılı buluyorum. Ama günümüz dünyasını da göz önünde bulundurduğumuzda ‘Polisiye kitap bu şekilde yazılmalıdır’ şeklinde bir doktrini çok da doğru bulmuyorum. Elbette bir polisiye kitabı heyecanlı kılan en önemli fonksiyon ‘Katil kim?’ sorusudur. Ancak pekala katili baştan belli olan bir polisiye roman da yazılabilir. Ki bunun çok örneği var. Hatta bir kitabın polisiye kabul edilmesi için illa bir katilin olması mı gerekiyor? Mesela bilimkurgu, fantastik ya da korku gibi türlerin de içinde bulunduğu bir polisiye kitap da yazılabilir. Bana göre polisiye edebiyatı yaşayan bir tür. Nasıl ki, yüzyıllar içinde insanların kılık kıyafetleri, yaşantıları ve alışkanlıkları değişiyorsa, insanı çok iyi anlatan polisiyenin de değişmesine şaşmamak gerek.

-Polisiye türündeki kitaplarınıza baktığımızda polis prosedürünün baskın olduğu sert polisiye (hard boiled mystery) alt türünden daha çok, küfrün, kanlı ceset tasvirlerinin veya cinselliğin olmadığı rahat polisiye (cosy mystery) tarzını  benimsediğinizi fark ediyoruz. Bu tamamen kişisel polisiye zevkinize bağlı bir tercih meselesi mi yoksa ulaşmak istediğiniz okur kitlesinin yaş aralığıyla ilgili bir yönelim mi? Neticede diğer bir yanınızda pedagojik formasyon ve öğretmenlik var.

Sanırım ikisi de… Yani aslında bu göreceli bir konu. Belki edebiyatın farklı türlerinde kitaplar kaleme alsam daha başka düşünebilirdim. Ancak polisiyede heyecan ve merak unsurunun ön planda olduğunu düşünürsek araya dikkat dağıtacak başka faktörlerin girmesi, istediğiniz kurguyu tam olarak yansıtamamanıza neden olabilir. Zira polisiye kitaplarda okurun aklında sürekli soru işaretleri vardır. İnsan zihni bir düşünce üzerine yoğunlaştığı zaman değişik faktörlerin olaya dahil olması o kişiyi rahatsız edebilir. Eğitim sisteminde de bu geçerlidir. Dikkat dağıtacak faktörler mümkün olabildiğince dersin dışına atılır. Aksine öğrenciyi derse adapte edecek programlara yer verilir. Polisiye de edebiyatın matematiği olduğu için mümkün olabildiğince bu düzlemde kurgularımı inşa etmeye çalışıyorum. Elbette benim karakterlerim de insan, ama bazı duygularını okura yansıtmadan kendi içlerinde yaşamayı tercih ediyorlar. Tıpkı eşine ve çocuklarına yaşadığı sıkıntıları yansıtmamaya çalışan bir aile babası gibi…

Evet, çok kanlı ceset tasvirlerine de yer vermiyorum. Biraz daha olayın çözümleme ve akıl yürütme tarafındayım. Ama Tess Gerritsen gibi her detayı anlatan yazarların polisiyeleri de çok seviliyor. Zevk ve renk meselesi… Polisiye o kadar kucaklayıcı, o kadar zengin bir tür ki, farklı tarzlarda eserler sunabiliyor okurlarına…

Ama yakın zamana kadar içindeki şiddet sahnelerinden dolayı genç okurlara pek de tavsiye edilmeyen bir türdü polisiye. Oysa polisiyeyi ilk okuması gereken kitlenin gençler olduğunu düşünüyorum. Bana göre polisiye, insanı iyileştirme sanatıdır. İçinde şiddet, kan ve korku barındırdığı düşünülen bir polisiye kitabın arka yüzünde ciddi olumlamalar da vardır. Hiçbir nitelikli polisiye kitabı okuru cinayete ya da kötülüklere teşvik etmez. Aksine iyiliğin, güzelliğin zorbalıkla olmayacağını fısıldar sadık okurlarının kulağına. Zorbalığın gelecekte ne gibi sonuçlar doğurabileceğini gösterir. Ayrıca o yaşlardaki gençlerin zekâ gelişimine ciddi katkılar sunacak bir türden bahsediyoruz. Sağlam bir polisiye okuru kendisine dikte edilen her şeyi yapmaz. Sorgular, soru sorar, araştırır… Bunlar genç yaşlarda edinilmesi gereken özelliklerdir.

Başlarda kitaplarıma,  türünden dolayı çok büyük bir önyargı vardı. Ancak zamanla bu önyargı kırıldı. Şu anda birçok öğretmenimiz sınıflarında polisiye etkinlikler yaptırıyor ve gönül rahatlığıyla kitaplarımı öğrencilerine okutuyor. Zamanında ikinci sınıf edebiyat türü olarak kabul edilen polisiyeye iade-i itibar yapılması çok güzel. Benim kitaplarım bunu okullarda, daha alt yaş gruplarında yapmaya başladı. Bu sayede çok güzel satış rakamlarına ulaşıyor kitaplarım, çok büyük bir onur benim için. Sorgulayan, araştıran, analitik zekasını kullanabilen sağlam polisiye okurları yetişiyor.

KAYAHAN DEMİR'LE RÖPORTAJ 2

-Ya, öykü türü? Öykülerinizin izlerine rastladım ve birkaçını okuma fırsatım oldu. Çeşitli öykü yarışmalarında dereceleriniz olduğunu ya da bu türdeki kolektif kitaplara katkı sunduğunuzu da biliyoruz. İlerleyen zamanda sizden bir polisiye öykü kitabı da okur muyuz? Varsa, önümüzdeki projelerinizden bahsedebilir misiniz?

Evet, ben profesyonel yazarlık hayatıma öykü yazarak başladım. Kısa kısa korku öyküleri kaleme alıyor hem dergilere hem de yarışmalara gönderiyordum. Türünden dolayı o zamanlarda biraz yadırgansa da çeşitli yerlerden ödüller aldım. Hâlâ arada sırada öykü kaleme alıyorum. Ama öyküleri kitaplaştırma düşüncesi için biraz daha bekleyeceğim sanırım. Yayınevleri maalesef öykü kitapları basmayı tercih etmiyorlar. Roman özellikle son yıllarda öyküyü epey bir geride bıraktı, insanlar kült yazarlar ve eserler dışında pek öykü kitabı okumuyorlar maalesef. Yayınevleri de bunu risk olarak görüyor, öykü kitaplarını ertelemeyi tercih ediyorlar. Bana göre öykü en az roman kadar değerli ve çok daha kadim bir tür… Umarım tekrardan eski günlerine döner.

Sırada yine bir polisiye projesi var. Az önce de belirtmiştim. Baş rolünde Agatha Christie’nin olduğu tam bir Pera Palas Polisiyesi! Tabii olayları baş karakterimiz Dedektif Milas ve Şifreli Dosyalar ekibi çözüyor. Ama şunu söyleyebilirim ki; bu kitap, olay örgüsü, anlatım tarzı ve karakterleriyle diğer polisiye kitaplarımdan daha farklı olacak. Bunun haricinde bir de korku kitabı projem var. Tabii o kitap yaş aralığı ve türü itibariyle çok daha farklı… Yeni yılda okurlarımla buluşmalarını temenni ediyorum.

-Kitaplarınızı okurken genellikle İstanbul’un gizemli kollarında buluyoruz kendimizi. Sultanahmet Meydanı, Topkapı Sarayı, İbrahim Paşa Sarayı derken Evvel Zaman Koleksiyoncusu da detaylı tasvirlere girmiyor olsa bile yine de bize İstanbul’un tarihi atmosferini ciğerlerimize çekme fırsatı verdi.  Belli ki bir İstanbul tutkunuz var. Sosyal medyadaki bir paylaşımınızda Pera Palas’ı ofise çevirdiğinizi gördüğümde gülümsemiştim. Ülkemizin incisi bu kadim şehrin bugünü hakkında ne düşünüyorsunuz?

Şehir hakkında söylenebilecek pek çok şey var. Üç büyük medeniyete başkentlik yapmış şahane bir müzeler adasında yaşıyoruz. Bana göre dünyanın tartışmasız en güzel şehri! Polisiyeye de yakıştığını düşünüyorum. Genellikle suçlar kalabalığın, hengâmenin olduğu şehirlerde işlenir. Her türden insanın bir arada yaşamak zorunda olduğu yerlerde… İstanbul bu manada edebiyata ve polisiyeye yakışan bir şehir. Ama maalesef bugün baktığımızda insanların bu kadim şehrin değerini bilmediklerini görüyorum. Bize bırakılmış bir emanetten çok ona bir düşman gibi davranıyoruz. Daha bilinçli insanlarla çok daha güzel görünebilecek bir şehir İstanbul! Bir şehri şehir yapan insanlardır. Bir nevi insanlar yaşadığı şehrin ruhudur. İnsanlar o şehirde güzel yaşarsa şehir de o şekilde görünür. Aksi halde dışarıdan ne kadar güzel görünüyorsa görünsün, ruh sağlığı kötü olan bir şehir zamanla beden sağlığını da kaybeder.

Pera Palas’ın yeri bende ayrıdır. Doğduğum, büyüdüğüm ve hala yaşamakta olduğum evime beş dakikalık yürüme mesafesinde bulunuyor. Çocukluğumdan beri ne zaman önünden geçsem, tutkuyla baktığım bir yer ve bana göre bir otelden çok daha fazlası! Bir müze, sanatsal aktivitelerin yapıldığı bir kültür merkezi, bir ofis, hatta bir ev… Evet, çok şey ifade ediyor benim için. Ben de bir vefa borcu olarak kitaplarımda bu güzelim yeri kaleme alıyorum. En sevdiğim polisiye yazarı Agatha Christie dahi günlerce burada kalmış, havasını solumuş, daha ne olsun!

-Kitabınızın sonundaki teşekkür yazısında kurguyu inşa etme aşamasında size ilham veren bir makaleden söz etmişsiniz. Sizin için ilham itici bir güçte mi yoksa bir başlangıç noktasında mı karşılık buluyor? Yazma ritüelleriniz var mıdır?

Gezdiğim gördüğüm yerlerden birinde gözüme takılan küçük bir detay dahi beni yazmaya itebiliyor. Ama az önce polisiyenin edebiyatın matematiği olduğunu söylemiştim. Elbette ilham sanatın her dalında çok önemli bir kriter… Ama belirli bir zamandan sonra her şeyin tesadüfi bir şekilde gelişmesini de bekleyemeyiz. Sadece küçük bir ışık, iyi bir planlama ve çalışmayla tam teşekküllü bir kurguya dönüşebiliyor. Ama planlama ve disiplinli bir çalışma şart… Gezip farklı kültürler görmek, kitaplar, makaleler okumak da bu çalışmanın içine dahil edilebilir. Yani ilham size gelmiyorsa siz ilhamı kovalamalısınız. Bu da zamanla yazma alışkanlığı ve tecrübeyle pekişiyor. Bir kitapta bana göre en önemli aşama planlama sürecidir. Ben tüm araştırmalarımı, okumalarımı ve çalışmalarımı tamamladıktan sonra yaklaşık iki hafta gibi bir sürede romanımı bitiriyorum. Şayet bir denklemi çözmüşseniz geriye sadece sonucu kağıda yazmak kalıyor. Evet, kitabın yazım aşaması benim için tam olarak böyle… Tabii sonrasında tashih ve editoryal süreç başlıyor. Bence bu süreç planlama aşaması kadar sancılı değil.

Belli bir yazma ritüelim yok aslında… Ama sessiz, sakin ortamlarda kendimi yazıya daha iyi veriyorum. Bir de fırsat bulabilirsem kitaplarımın geçtiği mekanlarda bir bölüm de olsa yazmaya çalışırım. Bunu yaptığımda gezip gördüğüm ve kitabımda yer verdiğim yerlerden aldığım hissi okurlara da o şekilde aktarabileceğime inandırıyorum kendimi. O mekanın ruhunu daha iyi yansıtabileceğimi düşünüyorum. Mesela yeni kitabımın en az üç dört bölümünü Pera Palas’ta yazdım. Resmen kitaptaki sahneleri Pera Palas’ın dehlizlerinde yaşıyorum ve ete kemiğe bürünmüş karakterlerimi gözlerimle görüyorum. Müthiş bir duygu! ‘En iyi Pera Palas Polisiyesi, Pera Palas’ta yazılandır.’ Bu kitaptaki mottom bu…

-Polisiye edebiyatımızın duayenlerinden rahmetli Celil Oker genç yazar adaylarına, “Anlatacak bir hikâyeniz varsa yazın!” der, yaratıcılığın doğuştan gelen bir armağan olmadığı, öğrenilebilir ve çalışarak elde edilebilir olduğunu vurgulardı. Atölye çalışmalarına ilginin yoğunlaştığının farkındayım. “Hayal gücü ve yazarlık atölyesi” eğitimleri devam ediyor mu? Herkes yazar olabilir mi? Yazar olmak isteyenlere önerilerinizi öğrenebilir miyiz?

Kesinlikle rahmetli Celil Oker üstadıma katılıyorum. Ruhu şad olsun. Bana göre yazarlığın yüzde onluk dilimi yetenektir. Yüzde doksanıysa çalışmak ve bu konuda kendini geliştirmekten geçiyor. Aslında yetenekten maksadım hayal gücü… Her insanda hayal gücü vardır. Belki de insanlığa verilmiş en büyük yetenektir hayal gücü. Ama yaşla ters orantılı olarak azalıyor maalesef. Onu korumanın yolu da çalışmaktan, gezmekten ve bolca kitap okumaktan geçiyor. Yani dönüp dolaşıp yine yüzde doksanlık yüzdeye geliyoruz. Atölyelerimde katılımcı genç arkadaşlarıma hep bunu söylerim. Kendi yeteneğinin farkında olmayan birçok genç kardeşim, toplumsal baskı ve haksız eleştirilerden dolayı yazarlık kariyerine başlamadan son noktayı koyuyor. Maalesef bu yüzden ne cevherler sessiz sedasız yok oluyor.

Atölyelere salgından sonra bir süre ara verdim. Ama yakında tekrardan başlama düşüncem var. Zira bu atölyeler sadece yazanlar değil, kaliteli okur olmak isteyenler için de güzel bir okul… Önce kaliteli okurlar olacak ki, kaliteli yazarlar yetişsin. James Joyce’nin de söylediği gibi: ‘Hayat kötü bir kitap okumak için çok kısadır’. Peki bir kitabı iyi ya da kötü yapan kriterler nelerdir? Okur neye göre yorumlayacak kitabı? Sadece duygularına göre mi yoksa bazı evrensel kriterlere göre mi? İşte bundan dolayı iyi bir yazarın yetişmesi bir önemliyse, iyi kaliteli bir okurun yetişmesi iki önemlidir. Keza iyi yazarlar okur kalitesi yüksek toplumlardan çıkar.

-POYABİR üyesi olduğunuzu biliyoruz. Ülkemizde polisiye edebiyat son yıllarda bir ivme kazandı ve birçok yeni yazarı da bünyesine kattı. Hatta bence polisiye edebiyat, yaşadığımız devri yansıtmada oldukça önemli bir rol üstlenmeye başladı. Bu gelişmeler ve değişimler hakkında sizin görüşünüz nedir? Yerli polisiye yazarlarımızdan takip ettiğiniz isimler var mı?

Kesinlikle öyle. Günümüzde televizyonda haber izlemek yerine polisiye okuyan insanlar var. Güncel konular ve ülkelerin, şehirlerin, insanların sıkıntılarını çok güzel yansıtan bir tür polisiye… Ama bence polisiyeyi ilgi çekici kılan en önemli etken insanın karanlık taraflarını anlatmasıdır. Her insanın karanlık bir tarafı vardır. Kimilerinde artçı şeklinde görülen bu gizemli taraf, kimi insanlarda çok daha şiddetlidir. Karanlık tarafını dizginleyen insanlar polisiyede masum insanlar olarak karşımıza çıkar. Aksi özellikteki insanlar ise polisiyenin ve polisiye okurunun gizli kahramanlarıdır. Gerçek hayatta böyle insanlarla karşılaşsak muhatap dahi olmadan yolumuza devam ederiz. Ancak bu tip karakterler polisiye kitaplarda cazip geliyor. Zira insanlar o karakterde kendini görüyor. Belki herkesten sakladığı o karanlık tarafını başka birinde gördüğünde işin neticesini merak ediyor ve sessizce takip ediyor.

Evet, senelerdir POYABİR (Türkiye Polisiye Yazarları Birliği) üyesiyim. Türkiye’de polisiye edebiyatın tek merci noktası, yerli polisiye yazarların da evi bana göre… Yerli polisiyede takip ettiğim çok değerli isimler var. Ben genellikle bir yerli bir yabancı yazar üzerinden gidiyorum, okuma planımı da ona göre yapıyorum. Bu hem dünyadan hem de Türkiye’den haber dinlemek gibi bir şey… Celil Oker, Osman Aysu, Ahmet Ümit, Çağatay Yaşmut, Algan Sezgintüredi kitaplarını severek okuduğum usta kalemler. Labirent Yayınları seneler evvel ‘Osmanlı Polisiyesi’ alt başlığıyla polisiye serileri yayınlamıştı. O kitapların hepsini bir çırpıda okuduğumu hatırlıyorum. Yerli dönem polisiyeleri çok hoşuma gider.

-Dedektif Dergi ailesi olarak polisiye edebiyatımıza katkı sunan kıymetli yazarlarımızı tanıtmayı önemli bir misyon olarak görüyoruz. Bize ve okurlarımıza zaman ayırdığınız için size de çok teşekkür ederim.

Böyle keyifli bir sohbete vesile olduğunuz için asıl ben teşekkür ederim. Dedektif Dergi’yi ilgiyle takip ediyorum. Gerçekten yerli polisiye adına çok güzel işler başarıyor. İyi ki varsınız!

En Son Yazılar

EDİTÖRDEN

SUÇÜSTÜ

GECE YOLCUSU