Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

KÖSTEKLİ SAAT

Diğer Yazılar

ENSE

Onur Dikenova
Onur Dikenova
1989 yılında İstanbul'da doğdu. Gazi Üniversitesinde Yapı Öğretmenliği okudu. Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde 2013 yılından beri teknik öğretmen olarak görev yapmaktadır. Evli, bir çocuk babasıdır.

Güneş karşı tepenin ardında kaybolmak üzereydi. Yaz sıcağı, yerini serinliğe bırakıyordu. Alper ve Handan, yoğun geçen bir günün ardından kendilerini yaşlı bir meşenin gölgesine, yan yana koydukları kamp sandalyelerine atmışlardı.

Handan sandalyesini Alper’e iyice yaklaştırıp başını onun omzuna dayadı. “Alper, seni seviyorum. Eline sağlık. Sayende çadırlarımız çok güzel oldu. Hem böcek de giremez.”  Sesinde en güzel duyguların harmanlandığı sıcacık bir tını vardı.

Alper sevgilisine iyice sokulup elini sımsıkı tuttu. “Ne demek hayatım, çok yorulduk, biraz dinlenelim. Hava kararmadan yürüyüşe çıkarız.”

Çaylarını bitirdikten sonra çantalarını alıp gün batımı eşliğinde keyifli bir doğa yürüyüşüne başladılar. Bir süre sonra iki yanında menengiç, meşe, zeytin ağaçlarının olduğu, yer yer kekiklerin çiçek açıp etrafa mis gibi kokular saçtığı patika bir yola girdiler. Yolun sonunda meyve ağaçları ile dolu bir bahçe vardı. Pırıl pırıl parlayan armutlar dışında meyvelerin çoğu henüz olgunlaşmamışlardı. İri, sarı armutların cazibesine ikisi de dayanamadılar.  Birkaç tanesini koparıp çantalarına koydular. Bahçenin sahibine bir not yazıp bir miktar para ile birlikte ağacın yanındaki bir taşın altına, görünür bir biçimde sıkıştırdılar. Ellerindeki armutları ısırarak yollarına devam ettiler.

Bahçeden çıktıklarında hava iyice serinlemiş, ortalık kararmıştı. Alper, çantasından çıkardığı el fenerini yaktı. Geldikleri patika yoldan, fenerin ışığında geri dönüyorlardı.

Birden Alper, “Bir şeye bastım galiba,” dedi.

Feneri toprağa doğru tutup baktı. Gümüş bir köstekli saat, fenerin ışığıyla parlıyordu.

Alper gözlerini kamaştıran saati yerden alıp incelemeye başladı. Kapağında kabartmalı biçimde Ali diye yazıyordu. Sahibinin adı olmalıydı bu.

Handan, “Bırak şu pis şeyi,” dedi. “Toz içinde baksana. Camı da çatlamış.”

Alper aynı fikirde değildi. “Hayatım, ne dediğinin farkında mısın? Şunun güzelliğine bak. Çok değerli bir şeye benziyor bu.”

***

Ertesi gün, sıcak bastırmadan çadırlarını toplayıp arabaya bindiler. Yolda önlerine bir koyun sürüsü çıktı. Sürünün başında al yanaklı, kıvırcık saçlı, altı yedi yaşlarında bir çocuk vardı. Onun arkasından saçı sakalı ağarmış, elli yaşlarında esmer bir adam belirdi.

Alper arabayı durdurdu. Handan, koyunların tatlılığına dayanamayıp arabadan indi. Koşarak bir kuzuyu kucağına aldı, sevip sarmaladı. İrice bir koyunun kendisine doğru yaklaştığını fark edince kucağındaki kuzuyla beraber geri geri gitmeye başladı. O geri gittikçe koyun da meleyerek üstüne doğru geliyordu.

Sevgilisinin korktuğunu gören Alper de arabadan indi. “Hayatım, galiba o kucağındakinin annesi. Yavrusunu istiyor.”

Durumu anlayan Handan, kuzuyu bıraktı. Çocuğa dönüp “Merhaba, yakışıklı. Adın ne bakayım senin?” dedi.

“Ergün,” dedi çocuk. Utanarak yanındaki adamın yanına kaçtı. Adam, gelen yabancıların hayvanları sevmesine alışkındı. “Merhaba. Hoş geldiniz. Benim adım Hasan. Sizi daha önce hiç görmedim. Herhalde buralı değilsiniz.”

“Evet, küçük bir tur yapıyoruz. Efes’e gittik. Şimdi de Şirince’ye gideceğiz. Oradan da Aziz Nesin Matematik Köyü’ne uğrayacağız,” dedi Alper. “Suyumuz ve erzağımız bitti. Onları tedarik etmemiz lazım.”

“Sizin gibi gezmeye çok insan gelir buralara. Güzeldir buralar. Kıyamet havadisiyle Şirince de meşhur oldu.”

Babasının yabancılarla konuşmasından cesaret alan küçük çocuk elindeki ekmeği Handan’a uzattı.

“Teşekkür ederim yakışıklı. Sen ye afiyet olsun,” dedi Handan çocuğun başını okşayarak.

Hasan, elindeki sopayla sağ taraftaki yolu gösterdi. “Bizim köyümüz buraya çok yakındır. Ben de oğlumla eve gidiyordum. Gelin misafirimiz olun. Tuzlu ayranımızdan için. Yörük ayranı meşhurdur. Gittik de bir tuzlu ayran ikram eden olmadı demeyin sonra.”

Aşıklar birbirlerine bakarak karar verdiler. Alper, “Olur tabii,” dedi.

Hasan, alnındaki teri sildikten sonra tarif etti köyü. Alper arabayı yavaş yavaş sürerken adam koyunlarının ardından tarladan geliyordu. Çocuksa kuzularla beraber hoplayıp zıplayarak babasının önünden ilerliyordu.

***

Köye girdiklerinde önlerine çıkan tavuklar gıdaklayarak kaçıştı, bazıları arabanın altında kalmaktan son anda kurtuldu. Karşı taraftan birkaç inek geliyordu. Arabaya dokunmadan ters istikamette ilerlediler.

Camı açtı Handan, yoğun tezek kokusuyla karşılaşınca istemsizce burnunu tuttu. Alper’in kokuya bir tepki vermediğini görünce burnunu sıkmayı bıraktı. Sonuçta doğanın kokusuydu bu. Doğadan her ne kadar uzaklaşmış olsa da insan onun bir parçasıydı. Alışması zaman almadı.

Yanından geçtikleri iki katlı betonarme evin avlusunda şalvarlı, şişmanca bir kadın tavuklara yem veriyordu. Birbirleriyle kıyasıya mücadele veren hayvanlar karınlarını doyurma derdindeydi. Yemin büyük kısmını iri bir horoz topluyordu. “Kış kış…” diyerek horozu uzaklaştırmaya çalıştı kadın.

Köyün bakkalını gördüklerinde seslendi Handan. “Hayatım, burada dur. Erzak alalım. Ne olur ne olmaz, bir daha fırsatımız olmayabilir.”

“Haklısın hayatım,” diyen Alper çoktan sağa çekmişti. Kendilerine yönelen bakışlardan buraya yabancı olduklarını hissettiler.

Bakkala girmek üzereyken az ilerideki köy meydanına doğru bir kadının koştuğunu, ardından da birkaç kişinin ona yetişmeye çalıştığını gördüler. Dükkana girmekten vaz geçip onların arkalarından gittiler. Köy kahvesine giren kadının etrafında bir kalabalık oluşmuştu.

Mavi, siyah desenlerde şalvar giymiş, başörtüsünü de şalvarının rengine uydurmuş olan köylü kadın “Emmilerim, ağabeylerim, babam yok! Dün sabah evden çıktı. O vakittir ortalarda yok. Gören ya da duyan oldu mu?” diye telaşla haykırdı kahvenin ortasında.

Kahvedekiler hep bir ağızdan “Abooov Ali Emmi!..” diye bir ses çıkardılar. Anlamsız bir uğultu başladı.

Ergün ve babası, önlerinde koyunlarıyla köy meydanında görünmüşlerdi. Onları gören kalabalık uğultuyu kesmiş, öfkeyle baba oğula bakıyordu.

Olanlara anlam veremeyen Hasan meraklı sesiyle kendilerine bakan kalabalığa bağırdı. “Hayırdır? Ne oldu yine? Neden toplandınız? Ne diye bakıyorsunuz?”

Az önce haykıran şalvarlı kadın, Hasan’ın yanına gelip yakasından tuttu. Bağırmaya başladı. “Tüh boyu devrilesice Hasan. Senin gibi gardaş olmaz olsun. Ne yaptın babamıza?”

Hasan boş boş bakıyordu ablasına. “De git işine Güllü. Bütün gece dağlarda koyun gezdirdik Ergün’le. Babam evde değil miydi?”

Yakasını tutan ablasının kollarını tutup itti.

Kadın elini tehditkarca sallayarak bağırdı. “Mal meşat uğruna kıydın değil mi babamıza? Ama yok. Yanına kalmayacak. Şimdi seni jandarmaya haber edeyim de gör. Tutun ahali şu katili! Bir yere kaçamasın.”

Azgın kalabalık Güllü’nün talimatıyla Hasan’ın üzerine çullandı. Hasan kendisini tutan insanlardan var gücüyle kurtulmaya çalışıyor, adeta can çekişen koyunlar gibi debeleniyordu.

Ergün ise “Bırakın babamı! Bırakın babamı!..” diye bas bas bağırıyordu.   

Bu hengameyi Alper’in çığlığı böldü. “Yeter, durun! Çocuk var görmüyor musunuz?”

Uzun boylu, orta yaşlarda, zayıf bir adam Alper’le Handan’a bakıp bağırdı. “Siz kimsiniz be? Nereden çıktınız?”

Alper, “Tanrı misafiriyiz. Şirince’ye gidiyorduk, yolumuz düştü. Sen kimsin?” diye aynı ses tonuyla cevap verdi.

“Ben bu köyün muhtarıyım. Adım Haydar.”

“Şimdilik kimse suçlu falan değil. Kaldı ki ortada bir suç da yok. Gidin işinizin başına.”

Alper, Handan, Hasan ve Ergün, kalabalığın şaşkın bakışları arasında  köy meydanından hızla uzaklaştılar.

***

Yol boyu kimse konuşmadı. Yaşadığı şoktan elleri titreyen Hasan’ın sakinleşmesini beklediler. Eve geldiklerinde biraz rahatlayan Hasan, bahçenin mavi boyalı demir kapısını açarak önce koyunları içeri soktu, ardından misafirlerini buyur etti. Yolu bilen koyunlar ağıllarına yerleşmiş, buldukları gölgelere yatmışlardı bile. Avluda tavuklar, ördekler, hindiler kedi ve köpek anlaşmışçasına birbirlerine bulaşmadan dolaşıyorlardı.

Herkes sandalyelere oturunca, başörtüsünden taşan kumral saçlarıyla güzel yüzlü, genç bir kadın ayranları getirdi. Dolu bardakları önce misafirler aldı, ardından ev ahalisi.

Genç kadın, kalan son bardağı alarak sandalyeye oturdu. Aşıklar aileye, ev sakinleri ise misafirlerine bakıyordu. Sessizliği Hasan bozdu. “Beni ve oğlumu tanıyorsunuz zaten, bu da hanımım Kerime.” Genç kadın misafirlere gülümsedi.

“Ben Alper.”

“Ben de Handan.”

Memnuniyetini gülümseyerek gösterdi herkes. Oluşan kısa sessizliği Alper bozdu bu sefer.

“Hasan abi, hayırdır? Neden saldırdılar ki sana?”

“Hiç sorma Alper kardeş. Babam geçen hafta vasiyetini açıkladı. Öldüğümde neresi kime kaldı bilin, mal kavgası etmeyin, dedi. Ama iyi etmedi. Hiçbirimiz bu işten memnun kalmadık. Bir de damat işe karıştı. Ortalık mahşer yeri gibi oldu.”

Yutkunduktan sonra devam etti. “Babam arada bir uzaklaşır buralardan. Ama bu sefer gerçekten kaybolduysa ya da öldüyse sen o zaman gör tantanayı.”

Alper durumun ciddiyetini savcı adayı olarak çoktan kavramıştı. İçindeki soruşturma tutkusuna engel olamadı. İşin üstüne gitmeye karar verdi.

“Hasan abi, babanın resmi var mı?”

Hasan, cüzdanından çıkardığı resmi uzattı. “Adı Ali.”

 Alper ve Handan fotoğrafa bakınca şaşkınlık ve korku karışımı bir duyguya kapıldılar. Resimdeki adamın ceketinde takılı olan köstekli saat şu an Alper’in cebindeydi.

O saati yerden almasıyla olaya istemeden dahil olmuşlardı. Handan, sevgilisine ben sana demiştim bakışları atarken durumu çaktırmamaya çalışan Alper, fotoğrafı geri uzatıp “Hasan abi, şu meseleyi güzelce bir anlatsana,” dedi.

“Dediğim gibi işte. Babam geçen hafta vasiyetini açıkladı. Neymiş kavga etmeyecekmişiz. Ama işi çorba etti. Hemen hemen eşit üç tarlası var babamın. Benim istediğimi tarlayı Güllü ablama, onun istediğini en küçüğümüz Hatice’ye, Hatice’nin istediğini de bana verdi.”

Alper güldü. “Aranızda anlaşsanız mesele çözülecek işte ne güzel.”

“Aramızda anlaşalım, istediğimiz arazileri gönlümüze göre paylaşalım desek bu sefer de birbirimize güvenip tapuya gidemiyoruz. Herkes önce sen imzala diyor ama kimse imza atıp tarlaları takas etmeye yanaşmıyor.”

“Babanızın istediği gibi neden paylaşmıyorsunuz?”

“O zaman da evler iç içe olacak. Mahremiyet neyin kalmayacak. Baba neden böle ettin diyoruz. İç içe yaşayın, birbirinizden kopmayın diye yaptım diyor.”

“İyi de bu durum sadece seni etkilemiyor ki Hasan abi. Babana bir şey olduysa bunu kardeşlerin de yapabilir. Ablan neden suçu sende bulup bağırdı?” dedi Handan.

Beklenmedik bu soru bakışların ona yönelmesine yol açtı.

Ortama rahatsız edici bir sessizlik hakim olmuş, Handan’ın sorusu Hasan’ın düşünmesine yol açmıştı.

“Valla nasıl desem bilemedim şimdi. Babamla anlaşamadığımı köyde bilmeyen yoktur ama kardeşlerimle aram hep iyiydi bu zamana kadar.” Yeniden düşüncelere daldı.  Bir süre daha sessizlik devam etti.

Neden sonra, “Aklımı karıştırdın Handan bacım,” diyerek kaşlarını çattı. “Gerçekten Güllü niye böyle yaptı?”

Kocasının öfkeden kıpkırmızı kesilen suratına bakakalan Kerime araya girdi. “Dur hele herif. Bir şey olduğu yok. Yapmadığı şey değil, dağ taş dolaşır dolaşır gelir Ali babam. Sinirlendiği zamanlar hep böyle yapar, bilmezmiş gibi konuşma.” Bakışlarını Handan’a çevirerek devam etti. “Bacım sen de ne demek bir şey olduysa falan? Kayınbabamı biri öldürmüş gibi konuşmasana Allah aşkına.”

Handan bu çıkış karşısında kendini mahcup hissetti, sustu.

Hasan birden ayaklandı. “Doğru dedin hanım, n’apalım? Gidip arayalım bari.”

Hasan önde, diğerleri arkada evden çıktılar.

***

Köy çevresinde, konu komşunun da katıldığı hummalı bir arama çalışması başlamıştı. Alper ve Handan kimseye çaktırmadan saati buldukları yere doğru gittiler.

Handan, yanlarındaki insanlar uzaklaşıp sevgilisiyle baş başa kalınca endişeli bir sesle “Off, aşkım ya. Senin saat merakın yüzünden başımıza gelenlere bak. Dua et de bulalım şu yaşlı adamı. Yoksa başımız belaya girecek,” dedi.

Alper onu teselli etti. “Bir şey olmaz hayatım merak etme. Unutma ben savcı adayıyım. Olur da savcı olmayı başarırsam ne olaylar yaşayacağım bir düşün. Evlendiğimizde bana böyle mi destek olacaksın?”

Evlilik kelimesini duyan Handan’ın yüzünde belli belirsiz bir gülümseme belirdi.

Saati buldukları yere gelince etrafı dikkatle incelediler. Epeyce araştırdılar.

Yürümekten yorulan Handan daha fazla kendini tutamadı ve “Yeter ya, gezimizin içine ettin,” diye sevgilisine çıkıştı.

Tam o anda, “Galiba bir şey buldum!” diye bağırdı Alper. Kalıp gibi yere mıhlanmış bot izlerini gösterdi. Ardından Handan’a döndü. “Hayatım, saat yüzünden, bu olaya istemeden de olsa bulaşmış oldum. Bu işi çözmeden buradan ayrılamam artık. Çok sıkıldıysan araba orada, bin git İstanbul’a.”

Handan’ın yüzü bir anda allak bullak oldu. Böyle bir cevap beklemiyordu. Alper’i kırdığını düşündü. Bir cevap vermeden sessiz adımlarla onun arkasından yürümeye devam etti.

Alper bir daha durdu, yere iyice eğildi. Handan yine ne oldu diye düşünürken onu duymuşçasına heyecanla konuştu. “Bak Handan, bak!”

Toprak zemini gösteriyordu. “Başka bir iz daha var. Bir kundura izi. İki kişiler.”

Handan bu işten uzak durmak istiyor ama sevgilisini bırakıp gidemiyordu. Koşar adım izleri takip eden Alper’e yetişmekte zorlanıyordu. İyice geride kalmıştı.

İzler, derme çatma ahşap bir kulübenin önünde sonlandı. Alper içeride bir şey bulacağından emindi. Handan’ın kendisine yetişmesini beklemeden kapıyı açtı.

Arı kovanlarının arasında bir adam boylu boyunca yere uzanmış yatıyordu. Alper, hemen adamın nabzını yokladı. Adamın ölmüş olduğuna emin olunca yüzüne baktı. Aranan Ali Bey hakkın rahmetine kavuşmuştu. Cesedi incelemeye niyetlendiği sırada kulübeye giren Handan çığlığı bastı.

Alper, sinir krizine giren sevgilisini sakinleştirmek için ne yapacağını bilemedi. Sonunda  eliyle ağzını kapayarak onu susturmaktan başka öaresi kalmadı.

“Handan, sevgilim, sakin ol. İyice bulaştık bu işe. Bağırıp durma, dikkat çekmeyelim.”

Genç kız, ağlamaya başladı bu sefer de. Bir süre sonra ilk şoku atlatınca ağlamayı bıraktı. Titrek bir sesle sordu. “Alper, aşkım biz ne yapacağız? Ya suç üzerimize kalırsa. Saati de cesedi de biz bulduk. Bu yaşımda hapse girmek istemiyorum.”

“O zaman susacaksın aşkım. Sakin ol lütfen. Merak etme bu işi çözeceğiz.”

Oldukça soğukkanlı görünen Alper üstündeki tişört ile atleti çıkardı, tişörtünü tekrar geri giydi. Atletinden kopardığı kumaş parçalarını eline sararak kendine ilkel bir eldiven yaptı. Sakinleşen sevgilisini kulübenin dışına çıkardıktan sonra cesedi incelemeye başladı.

 Cesedin vaziyetinden öleli çok olmadığı anlaşılıyordu. Yerdeki toprakta boğuşma izleri vardı. Maktulün kendini korumak için mücadele ettiği belliydi, tırnak araları pislikle dolmuştu. Ayrıca etrafa saçılmış küçük yeşil kumaş parçaları vardı. ‘Katilin kıyafetini yırtmış olmalı’ diye düşündü Alper. Maktülün ayağındaki kunduralara baktı. Zemini incelemeye koyuldu. Aradığı bot izini bulmuştu, takip ederek kulübeden çıktı. Sevgilisine beklemesini belirten bir el işareti yaptıktan sonra izleri takip etmeyi sürdürdü. İzler asfalt yola çıkıyordu. Belli ki katil buraya kadar yürümüş ve arabayla veya başka bir vasıta ile olay yerinden  ayrılmıştı.

Sevgilisinin yanına dönünce, kulübeye son bir kez daha girip incelemelerini tamamladı. Bulduğu bir çalı parçasıyla kendisinin ve Handan’ın ayak izlerinin üzerini örttü. Birlikte olay yerinden uzaklaştılar.

Handan sakinleşmiş gibi görünse de sesi endişeliydi. “Hayatım, ölüyü oracıkta bıraktık. Bu işten nasıl sıyrılacağız?”

“Aşkım, dikkatli olmalıyız. Sakin kafayla araştırıp bu cinayeti çözeceğiz. Ondan sonra jandarmaya haber vereceğiz. Şimdi Hasan abinin kardeşleriyle konuşmaya gidelim. Tahminime göre katil bu köyden birisi.”

Aşıklar yeniden köyün yolunu tuttular.

***

Birbirine benzer evlerin arasından geçerken yolda rastladıkları ihtiyar bir kadına Güllü’nün evini sordular. Aşağı yukarı kırk hane bulunan köyde aradıkları evi bulmaları zor olmadı. Güllü tek katlı evinin girişinde, üstünü asma yaprakları kaplamış gölgeliğin altına yerleştirilen sedirde tek başına oturuyordu. Kapıda beliren yabancıları görünce yerinden fırlayıp “Siz daha gitmediniz mi? O katil şerefsizini almışsınız ahalinin elinden. Sizin derdiniz ne?” diye bağıdı. Öfkeden kudurmuş gibiydi.

Gençler neye uğradıklarını şaşırdılar, sanki karşılarında bir alev topu vardı  ve kendilerine doğru yaklaşıyordu. Handan, Alper’i şaşırtan bir hamle ile iki elini beline koyup bağırdı. “Bana baksana sen. Ortada bir suç varsa herkes şüpheli olur. Kardeşini suçlayarak kendini temize çıkaramazsın. Ne malum senin bir haltlar yemediğin?”

Kadın üstlerine yürümeyi kesse de bağırmaya devam etti. “O da ne demek? Ben babamı çok severim, bunu herkes bilir. Babamla anlaşamayan o hayırsız kardeşim Hasan.”

Handan ağzını açamadan araya girdi Alper. “Olabilir ama ortada bir suç varsa siz de en az kardeşiniz kadar şüpheli durumdasınız.” Gayet sakin bir sesle çıkmıştı kelimeler ağzından.

“Sen kimsin de böyle bilmiş bilmiş konuşuyorsun?”

“Savcı adayı Alper Sezdiren. Ters ters konuşmayı bırakıp sorularımıza cevap verseniz iyi olur.”           

Güllü, ne diyeceğine karar veremedi. En sonunda evin kapısına doğru seslendi. “Kamil, bir bak hele! Burada bir genç, savcıyım filan diyor.”

Uzun boylu, kürdan gibi zayıf bir adam kendini zor taşıyormuşçasına ağır ağır yürüyerek yanlarına geldi. “Ne oluyor hanım? Ne bağrışıp duruyorsunuz sabahtan beri? Siz de kimsiniz? Ne istiyorsunuz?” Huysuz, asabi, ters birine benziyordu.

“Merhaba Kamil Bey. Ben Alper. Ali Bey kayıp, onu arıyoruz. Onu en son ne zaman gördünüz?”

“Sana ne? Hem bir kere sen kimsin de bana soru soruyorsun?”

“Savcı adayı Alper. Sorularıma doğru cevap vermeniz lehinize olur.”

Savcı kelimesini duyan adamın tavırları bir anda yumuşadı. “Dün sabah kahvedeydi. Az dolaşacağını söyleyip gitti. Arada yapar böyle. Gece gündüz demez, çıkar dolaşır. Ama gidiş o gidiş. Dünden beri ortada yok. Oğlu var bunun, Hasan. Hiç anlaşamazlar. Hayırsız evladın teki. Gözünü dünya malı hırsı bürümüş. Bu da dün gece koyunları dağa çıkarmış. Kesin tenha bir yerde kıydı babasına.”

Adamın bu kadar kendinden emin konuşması Handan’ı çok rahatsız etti. “Kamil Bey o kadar kesinmiş gibi anlatıyorsunuz ki sanki ne olduysa sandalyeyi çekip oturdunuz çekirdek çitleyip izlediniz!”

“Yani bacım. Ben çekirdek sevmem. Bir sigaram var o da beni yakında yollar öteki tarafa. Ama görmesem de dediğim gibi olduğunu biliyorum.”

“Hep aynı şeyi söylüyorsunuz. Eşin de senin gibi Hasan Bey’i suçluyor,” dedi Alper.

“Bakkala, berbere… Köyde kime sorsan Hasan yapmıştır, der,” dedi Güllü.

Kocası Kamil de karısını tasdik ederek başını aşağı yukarı salladı.

“Ali Bey’in anlaşamadığı başka birileri var mı?” diye sordu Handan.

“Yoktur. Namazında niyazında yaşlı bir adam işte. Arada bir karşı köyün bakkalına yardıma gider. Boş durmayı hiç sevmez kayınbabam.”

“Bey, iyi dedin. Bakkala gitmiş olmasın yine? Geçen ay üç gün aradık da karşı köyde bakkalda kalmıştı ya.”

“Yok, hanım yok. Ben sordum bakkala, iki gündür oraya da gitmemiş.”

Bunu duyan Güllü yelkenleri suya indirdi. O gudubet kadın gitmiş yerine biçare, zavallı bir kadın gelmişti sanki.

Kamil,  “Dur hele hanım. Çıkar bir yerden yapmadığı şey değil ya,” dedi ters bir sesle, ağlayıp dövünen karısını susturmak için.

***

Maktulün evini yol ortasında top oynayan çocuklara sordular. Evin önüne geldiklerinde hiç beklemedikleri bir şey oldu. Kapı birden açıldı ve tepeden tırnağa askeri kamuflajlı, iri yarı, uzun sakallı bir adam karşılarında belirdi.

Alper, adama sorgulayan gözlerle baktı. “Sen kimsin?”

Gözleriyle karşısındaki gençleri baştan ayağa süzen adam tok bir sesle, “Ben İzzet,” diye karşılık verdi. “Bu köyde yaşıyorum. Asıl sen kimsin?”

“Ben savcı adayı Alper. Evinden çıktığın Ali Bey kayıp onu arıyorum. Sen neden buradasın?”

Savcı kelimesini duyan adamın alnı kırıştı. Kaşlarını çatıp çirkin çirkin baktı. “Nedeni mi var? Komşum Hatice, evde tek kaldı. Babası için endişeleniyor. Destek olmak istedim.”

“Sana mı düştü el alemin kızına destek olmak?” diye sertçe sordu Handan.

Ufak tefek bir kızın kendisini terslemesi İzzet’in zoruna gitmişti. Ama tatsızlık çıkarmak istemediğinden dikkatli konuştu. “Bana bak bacım. Burası ufacık bir köy. Biz hep birbirimize yardım ederiz. Sizin gibi şehirli çocuklar bizi anlamaz.”

“Ne bu kıyafet? Askerden mi kaçtın?” dedi Alper.

“Yok, keklik avlamaya gittiydim,”.

Tatsız sohbet sona ermişti.

Aşıklar, İzzet’in çıktığı kapıdan bahçeye girdiler. İki katlı beyaz badanalı ev, bahçenin sonundaydı. Birkaç tavuk ortalıkta dolaşıyordu. Bahçedeki sessizliği de sadece tavukların başındaki horoz bozuyor, bulduğu yiyeceğin başında eşelenirken tavukları çağıran sesler çıkarıyordu.

Evin yeşil boyalı demir kapısı aynı pencereler gibi sonuna kadar açık bırakılmıştı. V yakalı beyaz tişörtlü genç bir kız pencereden bakıp seslendi.

“Kime baktınız?”

Handan, genç kıza gülümseyerek cevapladı. “Sen, Ali Bey’in kızı Hatice olmalısın.”

Kız, “Evet, babam iki gündür kayıp. Herkes onu arıyor,” diye üzgün bir sesle karşılık verdi.

“Biliyoruz Hatice. Biz de duyduk, köylüler gibi aramaya çıktık.

Meraklanan genç kız hızlı adımlarla yanlarına geldi. “Bulundu mu babam? Neredeymiş?”

Hatcenin haline üzülen Alper, “Yok, maalesef henüz bulunmadı,” dedi. “Biz belki senden bir şeyler öğrenirsek babanı bulmamız kolaylaşır diye geldik.”

“Buyurun. Ne öğrenmek istiyorsunuz?” Sesinde hayal kırıklığı vardı.

“Bize babanı ve kardeşlerini anlatır mısın biraz?”

Alper’i şöyle bir süzen Hatice, cevap verip vermeme konusunda kısa süreli bir tereddüt yaşadı. “Babam iyi birisi. Herkes onu sever. Arada bir abimle tartıştıkları olur. Ama onun ağzının payını da ablam verir. Biz üç kardeşiz. Ablam Güllü, abim Hasan ve ben. Anam iki sene önce öldükten sonra babamla iki başımıza kaldık.” Konuşmasına ara verdi, gözleri dolmuştu. Eliyle gözlerini silerek devam etti. “İki gündür eve giresim gelmiyor. Babam olmayınca tadı yok evin. Camı, kapıyı sonuna kadar açtım. Belki babam gelir de içeri girer diye.”

“Baban mirasını açıklamış ama bir anlaşmazlık varmış,” dedi Alper.

“Evet. Babam aile bağlarımız kopmasın diye birbirimizin evine yakın olan tarlaları diğer kardeşlere bırakacakmış. Eniştem, ablam ve abim hiç istemedi.”

Handan bahçe kapısını göstererek “Az önce şu kapıdan bir adam çıktı,” dedi. “Neden gelmiş? Seninle ne konuştu?”

“Komşumuzun oğlu İzzet. Biz birbirimizi seviyoruz. Kimseye bir şey söylemedik ama yakın zamanda evlenmek istiyoruz.”

“Baban ne diyor bu işe?” diye sordu Handan.

“Bilmem, söylemeye cesaret edemedik. Henüz haberi yok.”

“Peki, Hatice. Seninle tanıştığımıza memnun olduk.”

Handan hadi gidelim dercesine sevgilisinin elini tutmuştu. Hatice’nin şaşkın bakışlarını geride bırakarak bahçeden çıktılar.

***

Dar yollardan geçerek köy meydanına çıktılar. Kapısında MUHTARLIK yazan küçük bir yapının önünde üst üste dizilip güzelce istiflenmiş beyaz sandalyeler, köyün her türlü eğlencesinin burada yapıldığına dair bir izlenim uyandırıyordu.

Muhtar, kahvede karşılaştığı aşıkları makamında görünce bir hayli şaşırdı.

Alper hemen söze girdi. “Haydar Bey merhaba. Müsaitseniz, sizinle biraz konuşmak istiyoruz.”

Muhtar, gençlerin iyimser tavrına kayıtsız kalamadı. Eliyle masasının önüne karşılıklı konulmuş sandalyelere oturmaları için işaret ettiği sırada telefonu çaldı.

“Ya!.. Öyle mi? İnanılır gibi değil,” gibi kısa sözlerin ardından telefonu kapattı. Telaşlanmıştı. Gençlerin pür dikkat kendisine baktığını görünce açıklama yapma gereği duydu. “Arayan jandarma komutanı Samet’ti. Ali Emmi’nin kaybolduğunu bildirmiştim. Aramaya çıkmışlar ama ölüsünü bulmuşlar. Hem de benim arı kovanlarımın olduğu kulübede.”

Handan ve Alper şaşırmış gibi yaptılar. Oysa ikisi de bunun olacağını biliyorlardı. Handan’ın tek endişesi suçun üzerlerine kalmasıydı. Alper’se rahat görünüyordu. 

Muhtar endişeli bir sesle, “Benim kulübemde bulunduğu için suçlu muyum ben şimdi?” dedi.

“Yok, şimdilik kimse suçlu değil ama sizin de ifadenizi alacaklardır,” diye konuştu Alper.

Muhtar, Alper’e dik dik baktı.

Bunun üzerine Alper bir açıklama yapması gerektiğine karar verdi. “Ben hukuk mezunuyum. Savcılık sınavlarına hazırlanıyorum.”

Muhtar “Hımm… ” diye bir ses çıkardı önce, ardından “Şimdi anlıyorum bu olayla neden bu kadar ilgilendiğinizi,” dedi. “Peki o zaman sizce kim öldürdü Ali Emmi’yi?”

Düşünceliydi, sorduğu soruya bir cevap beklemeden devam etti. “Cesedi benim kulübede bulunmuş. Ben ne yapacağım şimdi? Ya suç bana kalırsa?” Yaşadığı korku ve telaş sesine de yansımıştı.

 “Talihsiz bir tesadüf sonucu biz de bu işe bulaştık,” dedi Alper. “Bu olaydan sıyrılmak için araştırmaya başladık. İlk iş rahmetlinin çocuklarıyla görüştüm. Kimin yaptığına dair güçlü bir tahminim var ama sizinle konuştuktan sonra karar vereceğim. Siz de bizim gibi bu işe bulaştınız. Sorularıma cevap verirseniz bu beladan birlikte sıyrılabiliriz.”

Handan atıldı. “Şu miras işini siz de biliyorsunuzdur. Bu meseleyi bir de sizden dinlemek isteriz.”

Muhtar çoktan teslim olmuştu, ikiletmeden anlatmaya başladı. “Evet, şu mesele… Ali Emmi’nin çocukları karşılaştıkları yerde birbirlerine bağırıp çağırıyorlar. Köyün huzurunu kaçırdılar resmen. Bu kadar da olmaz ya canım… Aslında Hasan itiraz etti ama Güllü’nün kocası kadar değil.”

Aşıklar aynı anda sordular. “Nasıl yani?”

“Kamil, yani Güllü’nün kocası, rahmetliye en çok kendilerinin baktığını, bu yüzden Güllü’nün mirastan daha fazla pay alması gerektiğini düşünüyordu. Hatice pek ses etmiyor da Hasan dikleniyordu biraz. Anlayacağınız araları zaten açıktı. Bunun üzerine Ali Emmi kime nereyi bıraktığını açıklayınca araları iyice bozuldu.”

“Onlarla konuştuk. Böyle bir şey demediler. Hatta birbirleriyle iyi anlaştıklarını, aralarında bir sorun olmadığını, sadece Hasan’ın babasıyla anlaşamadığını anlattılar.”

Muhtar, Alper’e dikkatle baktı. “Tüm köy, size bu söylediklerime şahit olur.”

“Peki Hasan nasıl biri?”  diye sordu Handan.

“Hasan biraz dik kafalıdır. Çobanlık yaparken sürekli kitap okur. Neler okuyorsa kahveye gelir, bilmiş bilmiş konuşur.”

Aşıkların anlamsız bakışlarını görünce devam etti. “Kızlar da erkekler gibi okutulmalı, kadın erkek eşittir, herkes ilim öğrenmelidir. Falan filan işte.”

“Eee… Ne var bunda? Doğru söylemiş,” diye homurdandı Handan.

Alper konuyu değiştirmek istedi. “Peki ya Hatice?”

“O en küçükleri. Abisi Hasan okusun istedi, çok uğraştı. Ablası Güllü ise evlenmesini istedi. Kamil’in bir akrabası görücü gelmişti. Hasan karşı çıktı. Hatice de istemem diyince eniştesi kızın aklını karıştırdın diye kavga etmişti yine Hasan’la.”

Handan hiddetli bir sesle sordu. “Peki ya Hatice. Hatice’ye sen ne istiyorsun diye soran yok mu?” Duruma sinirlenmişti. “Belki bir sevdiği vardır kızın!…”

“Valla bir dedikodu dolanıyor. Komşularının oğlu İzzet ile ilgili ama gözümle görmediğim için bir şey diyemem.”

“Peki diyelim ki böyle bir şey var. Rahmetli ne derdi İzzet’in kızını istemesine?”

Soruyu soran Alper’di.

“Zor soru. Rahmetlinin babasıyla İzzet’in dedesi eskiden kavgalıydı. Ali Emmi ile İzzet’in babasını yeni barıştırdık. Bilemedim şimdi.”

Sohbeti içeriye giren jandarma böldü. Uzun boylu, kısa saçlı jandarma komutanını gören Muhtar ayağa kalkıp onu karşıladı. “Hoş geldin Samet Komutan.”

Jandarma bu sıcak karşılamaya aldırmadı. “Haydar Muhtar! İfadeni almamız gerekiyor.” Sertçe konuşmuştu.

İri yarı jandarmayı görünce telaşlandı Handan. Alper sakin görünüyordu, vaktinin geldiğini düşünerek söze girdi. “Komutanım, biliyorum vazifenizi yapıyorsunuz. Sizden bir kaç ricam olacak. Eğer söyleyeceklerimi yaparsanız olay çözülecektir.”

Samet Komutan öfkelendi. “Sen de kimsin be? İşime ne karışıyorsun?” Sesinin tonu daha da sertleşmişti.

Alper, cebindeki köstekli saati çıkarıp muhtarın masasının üstüne bıraktı. Saati gören Muhtar hayretle bağırdı. “Yemin ederim, rahmetli Ali Emmi’nin meşhur saati. Bunun sende ne işi var? Sen mi kıydın Ali Emmi’ye?”

Samet Komutan, Muhtar’ın sözlerinin ardından kelepçesini çıkardı Alper’in üstüne yürüdü. Üç kişi arasında bir itişip kakışma yaşandı. Arbedeyi Handan’ın çığlıkları durdurdu. Herkesin kendisine baktığını görünce “Çok saçma düşünüyorsunuz,” dedi nefes nefese. “Sizce Ali Emmi’yi biz öldürsek saati buraya, gözünüzün önüne koyar mıyız? Alper’in söyleyecekleri var. Belli ki size samimiyetini göstermek için saati çıkarıyor. Bence onu dinleyin.”

Alper, sevgilisinin bu çıkışını içinden takdir etti. Kendisine yönelen bakışlardaki öfkenin farkında olarak kendinden emin konuştu.

“Ben Alper Sezdiren. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunuyum. Savcılık sınavlarına hazırlanıyorum. Gezimiz sırasında bu saati buldum. Tesadüfi bir şekilde yolum buraya düştü. Saatin sahibinin kayıp bir amca olduğunu burada öğrendim. Araştırmalarım sonucunda cesedi de buldum, hatta inceledim. Olay yerinde yeşil kumaş parçaları gördüm. Öğrendiğim kadarıyla ava gidenler burada kamuflaj giyermiş. Muhtemelen birinin kamuflajının parçaları. Ayrıca olay mahalline biri bot ve biri kundura izi olmak üzere iki ayak izini takip ederek ulaştık. Muhtemelen katil bot giymişti. Çünkü maktulün ayağında kundura vardı. Kamuflaj ve botun bulunması işinizi kolaylaştıracaktır.”

Jandarma komutanının kendisini dikkatle dinlediğini görünce devam etti. “Sizden ricam cesedi otopsiye yollayın. Tırnak aralarında muhtemelen boğuşmadan kaynaklı deri parçaları var. Boğuşma olduğunu olay yerinden anlamışsınızdır. Dediğim incelemeler yapılırsa katil bulunacaktır.”

Samet Komutan duyduklarından etkilenmiş görünüyordu.  “Ceset zaten otopsiye gitti. Ben de ilk incelemeyi yaptım. Boynundaki morluklar boğularak öldürüldüğünü gösteriyor. Daha fazla detayı incelemeler sonucu öğreneceğiz. Kumaş parçaları ve varsa tırnak arasındaki deri parçaları zaten incelenecek. Ayrıca olay yerinde taze kan damlaları da bulduk. Eğer maktule ait değilse boğuşma sırasında bir yeri kanayan katilden damlamıştır. Dediğin gibiyse aklanırsın. Ama bu süre boyunca cesedin yerinden ötürü muhtar, şu köstekli saatten ötürü de hanımefendi ve sen, şüphelisiniz. İfadeleriniz alınacak. Bunun dışında miras sebebiyle anlaşamayan çocukları, damadı ve İzzet de sorgulanacak. Hukuk okudum diyorsun o zaman bunların da farkındasındır.”

Sesi biraz önceki kadar sert çıkmamıştı.

***

Katil bulunmuş, maktul defnedilmişti. Tüm köy taziye için rahmetlinin evinde toplanmıştı. Okunan duaların ardından Hasan, kendisine baş sağlığı dileyen Alper’e “Sayende babamın katili bulundu. Rahmetli mezarında rahat edecek. Allah senden razı olsun,” diye karşılık verdi.

“Hasan abi, ben sadece delillerin bulunmasını sağladım. Yalan yok, İzzet’i askeri üniformayla rahmetlinin evinden çıkarken gördüğümde olay yerindeki bot izlerinden dolayı ondan şüphelenmiştim. Şüphelenmekte de haklıymışım. Kumaş parçaları İzzet’in üniformasından yırtılmış.”

Alper’in sözünü kesen Hasan, “Günahını aldık adamın,” dedi. “Nereden bilebilirdik ki katilin aile içinden biri olduğunu?”

“Hepimiz katilin İzzet olduğunu düşündük Hasan abi. Meğer Kamil, kamuflajı İzzet’ten ödünç alıp cinayeti işlemiş, sonra da geri vermiş. Aklınca suçu İzzet’e atacak. Bu kadarını düşünmüş ama boğuşma sırasında maktulün tırnaklarından çıkan deri parçaları ve kendine ait yerdeki kan damlalarını düşünememiş. Gerçekten çok garip. Galiba; insanoğlu en büyük aptallıkları, en dikkatli olmak istediği zamanlarda yapıyor.”

“Kusursuz cinayet yoktur savcı adayı bunu en iyi sen bilirsin,” dedi yanlarına gelen Samet Komutan.

 “Babamın miras yüzünden öldürüldüğüne inanamıyorum Komutanım,” dedi hasan ağlamaklı bir sesle.

Baş sağlığı dileyen Komutan sözü uzatmadan yanlarından uzaklaştı.

Güllü, Hatice ile beraber Hasan’ın yanına geldi. Babalarını kaybetmenin acısını yaşayan kardeşler gerçek zenginliğin sevgi olduğunu geö de olsa anlamışlardı. Birbirlerine baş sağlığı dileyip ağlaştılar. Bu anı bozmak istemeyen Alper yanlarından sessizce ayrıldı.

Aşıklar taziye evinden çıkmışlardı ki Hasan arkalarından seslendi. “Alper kardeş, Handan bacım Allah’a emanet olun. Allah yolunuzu da bahtınızı da açık etsin. Sizi unutmayacağız.”

Hasan’a el sallayan aşıklar köyden ayrıldılar. Arabaya bindiklerinde Handan tüy gibi hafiflemiş bir ses tonuyla “Teşekkür ederim sevgilim. İyi ki varsın. Sayende bir cinayet çözüldü. Sen çok başarılı bir savcı olacaksın. Soğukkanlılığın, keskin zekân… Gerçekten müthiştin.”

O anda Alper’in aklından tek bir düşünce geçti. ‘Bir insan için dünyadaki en büyük gurur kaynağı muhtemelen başarıydı.’ Bu düşünceyi kendine saklayarak sevgilisine uzaktan bir öpücük gönderdi, arabayı çalıştırdı. Sevgilisiyle gezilerine kaldıkları yerden devam edeceklerdi.

En Son Yazılar

EDİTÖRDEN

SUÇÜSTÜ

GECE YOLCUSU