Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

RUHUMU ÇALDI BENDEN

Diğer Yazılar

KAMBUR

O GECE

-I-

Cinayet İçinde Cinayet

İlçenin arka mahallesinden haber vardı yine.

Mimli, suç cangılı arka mahalle… İnsanı, evleri, yolları, renkleriyle tam bir cümbüş… Akdeniz’in nemli, turunç kokusu doldurur sokakları. Evlerde pişen kızartma kokularına, anason rayihası karışır. Yolda yürürken bile sarhoş olur insan. Arka mahallede olay eksik olmaz hiç. Hırlaşanlar, kavga edenler, bıçağın ucuyla birbirini dürtenler, yer değiştiren eşyaların kavgası…   

Bu kez ciddi ama!  

Hafife alınacak bir şey değil! Mahallenin ortasında, yıkık dökük, viran bir evde iki ceset bulmuşlar. Kanları boşaltılmış, beyaza kesmiş bedenler… Kim görse bir durur, düşünür. Mahalle mahalle olalı böylesini görmemiştir.

En son şişçi Mustafa yaralanmıştı kendi dükkânında, hastaneye zor yetiştirilmişti. Fakat herkes sebebi biliyordu. Mustafa’nın husumetli olduğu eski karısı yaptırmıştı, nafakası düzgün gelmiyor diye Mustafa’yı kendi şişleriyle şişletmişti.

Şimdi öyle mi ama? Kimse tanımıyor bir kere mevtaları, uzaktan yakından alakaları yok mahalleyle.  

Küçük bir ilçe burası, ilçe küçük olunca polisleri de ona göre, bir Komiser var en yetkili, o kadar.

Mecburen merkezden, büyükşehirden yardım istedi onlar da.

Cinayet bürodan biri geldi yardımcısıyla birlikte. Kendini, “Başkomiser Rıfat”, yardımcısını da “Komiser Tolga” diye tanıtıp işe koyuldu hemen. Profesyonel olay yeri inceleme ekibi arkasında viraneye girdiler. Başkomiser mahallenin muhtarını çağırdı önce, evin halini sordu. Neden böyleydi, neden iki duvarı yıkık, cereyan içindeydi ev? Sahipleri kimdi bu viranenin?

“Belli bir sahibi yok amirim,” dedi Muhtar. “Çok eskiden Osman Efendi diye bir adam ailesiyle yaşarmış burada, te iki, üç göbek öteden.”

Meğer Osman Efendi’nin çocukları sahip çıkmamış eve, araziye. Öyle atıl kalmış burası. Ne belediye dokunabiliyormuş eve, ne de ahali. Bir ara geceleri ayyaşların, uyuşturucu bağımlılarının barınağı olmuş. Mahalleli gece gündüz nöbet tutup ayağını kesmiş bu tekinsiz adamların. Burası suçun kaynağı bir arka mahalle olsa da işler öyle değilmiş! Keşlerin işi yokmuş aralarında.  

Mahallede dedikodular da dolaşıyormuş evle ilgili. Geceleri sesler geldiğini söyleyenler varmış. İlk başlarda evsizlerin, keşlerin gürültüsüdür, demişler. Fakat nöbet tutmaya başladıkları günlerde seslerin sebepsiz yere çıktığı anlaşılmış. Berduşların ayağını kesmişler evden ama sesler kesilmemiş.

***

“Yolu gören kameraları inceledik mi Tolga?”

Başkomiser Rıfat, viranenin önünden geçen toz içindeki patika yolu kastediyordu. Yol en sonunda asfalt bir yola kavuşuyordu, hatta asfaltın ortasındaki göbek, evden görülebiliyordu.

“Kayıtlar elimizde amirim.”

“Ne görülüyor?”

“Amirim bu iki adam buraya zorla getirilmiş. İki kurbanı silah zoruyla, ite kaka getiren bir şahıs var. Gece 23.30 civarı…”

“Eşkâl belli mi?”

“Maalesef amirim, çekim çok kalitesiz.”

“Necmi’ye gönder de bir baksın.”

“Emredersiniz amirim. İlginç bir şey var, adamlar buraya silah zoruyla getirilmiş ama bıçak darbeleriyle öldürülmüş.”

“Silah boştu belki de.”

“Olabilir tabii amirim. Bence başlarına küt bir cisimle vurmuş katil, bayıltmış adamları, kafalarındaki yaradan bunu anlayabiliriz. Sonra da ustaca bıçak darbeleriyle girişmiş, adamların bütün kanlarını boşaltıp ölmelerini izlemiş.”

Başkomiser Rıfat, cesetlere yaklaşıp eğildi. “Bu kadar kan… Hayra alamet değil zaten,” dedi. “Otopsiden çıkan sonuçlara da bakacağız ama adam bu işi biliyormuş gibi geldi bana.”

“Evet, amirim, tıp eğitimi almış bile olabilir.”

***

Necmi, Cinayet Şube’nin göz bebeği, görünmeyeni görünür kılan sihirbazı, bilgi işlemcisi, her şeyi… O dahi çaresiz kalmıştı düşük pikselli görüntü karşısında.

“Eşkâl çıkarmamız mümkün değil başkomiserim,” dedi. “Fakat zanlının erkek ve yaklaşık bir seksen boylarında olduğunu söyleyebilirim.”

“Görüntüleri mahalleliye gösterdiniz mi? Belki tanıyan çıkar.”

“Gösterdik başkomiserim ama maalesef…”

“Tıkandık mı o zaman?” diye geçirdi içinden Başkomiser Rıfat. Fakat bunu dillendirmedi. Duygularını belli etmeyen bir yüzü vardı. Endişelendiğinde ya da sinirlendiğinde esmer yüzü bir ton daha kararırdı en fazla. Bunu da fark eden çıkmazdı.

Başkomiserin soğukkanlılığının sebebi başkaydı aslında; ekibine güveniyordu o. Mesela Necmi, “Bir şey çıkmaz bu görüntülerden!” dediyse, gerçekten çıkmazdı. Yardımcısı Tolga vardı ayrıca, ne zaman tıkanıp kalsa Hızır gibi yetişirdi.  Aslı vardı bir de, Necmi kadar olmasa da tam bir bilgisayar dahisi, internet kurduydu.

Başkomiser bunları düşünürken kapı tıklatıldı ve yarı aralık kapıda Aslı’nın kumral saçları belirdi. Beklediği olmuştu belki de, Aslı elinde bir mucizeyle gelmişti.

“Başkomiserim araştırmamı istediğiniz evle ilgili çalışmamı bitirdim.”

“Şu bizim virane yani… Ev demeye bin şahit ister. Neyse, sen dök bakalım kucağındakileri.”

Başkomiser oturduğu koltukta biraz daha dikleşip dinlemeye başladı. Aslı elindeki küçük dizüstü bilgisayardan bulduklarını okuyordu. Heyecanlıydı, sözlüye kalkmış öğrenci gibi hala ayaktaydı.

“Osman Sözen, 1964 yılında yaptırmış bu evi. Ya da kendisi yapmış. Bir gecekondu olarak, kaçak inşa edilmiş ev. 1973 belediye seçimlerinde tapusunu almış. 1982 yılına kadar da bu evde yaşamaya devam etmiş. İki oğlu varmış; Levent Sözen ve Bülent Sözen. Tahmin edin kim bunlar?”

Tolga atıldı hemen, “Bizim maktuller mi?”

“Aynen öyle başkomiserim!”

“Adamlar çocukluklarının geçtiği evde katledilmiş yani.”

“Evet, başkomiserim, öyle görünüyor.”

“Hayır, anlamadığım, mahalleli nasıl tanıyamaz bu adamları?”

“Uzun süre önce ayrılmışlar mahalleden. Ondan olmalı.”

“Olabilir. Ya da mahallelinin sakladığı bir şeyler var. Fakat hep birlikte saklanan bir sır… Bu da mantıksız geliyor.”

“Amirim,” diyerek Tolga girdi bu kez söze. “Mahalleliye göre, siz de biliyorsunuz, bu ev, bir nevi lanetli ev. Belki de ağız birliği edip burada yaşayanlarla ilgili konuşmak istemediler.”  

“Olabilir aslında Tolga, batıl inançların etkisi olabilir,” dedi Başkomiser Rıfat, sonra Aslı’ya dönüp “Ne iş yapıyormuş peki bu adamlar?” diye sordu.

“Avukatmış amirim ikisi de. Sözen Hukuk Bürosu’nun sahipleri…”

“Hangi davalara bakıyorlarmış?” diye sordu Tolga.

“Boşanma davalarına” dedi Aslı. Tolga’nın gözleri ışıldamıştı. “Amirim öfkeli bir eski koca olmasın katil?”

“Olabilir,” dedi Başkomiser Rıfat. Fakat bu olasılığın üstünde çok da durmamış gibiydi. “Haydi,” dedi, “Toplantı salonuna geçelim de şu evi, kardeşleri bir masaya yatıralım.”

***

Komiser Yardımcısı Aslı, uzun saçlarını atkuyruğu yapıp işin başına geçti. Sanki bu, en fazla bir altmışlık, minik kız bütün bilmeceyi çözecekti. Duruşu, kararlı tavırları bunu gösteriyordu. Toplantı salonundaki büyük projeksiyona diz üstü bilgisayarında bulduklarını yansıtıp anlatmaya koyuldu.

“Osman Sözen ve ailesi 1982 yılına kadar bu evde yaşamışlar. Aynı yılın sonuna doğru da köylerine taşınmışlar. Oğlanlar da üniversite için İstanbul’a yerleşmiş. 1982 yılında nahoş bir olay yaşanmış bu evde amirim. Bence gidişlerinin sebebi bu…”

“Ne yaşanmış Aslı, söylesene, çatlatma adamı!”

“Osman Sözen’in eşi Asude Sözen, yani evin annesi… Bunun bir arkadaşı kocasının zulmünden kaçıp Sözen ailesine sığınmış. Necla Torun, sığınan kadının adı… Her neyse bu kadın 1982’nin yaz aylarında Sözen Ailesi’nin yanında, misafir olarak, oğluyla birlikte yaşıyormuş. Bir sabah kadın odasında, kendi yatağında kanlar içinde ölü bulunmuş. Polis çok araştırmış olayı fakat ev sahipleriyle ilgili bir bağlantı, bir ipucu bulamamış. Osman Sözen tutuklanmış şüpheli olarak fakat o da delil yetersizliğinden serbest kalmış bir süre sonra. Birkaç yıl geçince de dosya rafa kalkmış.”

“Gördünüz mü işi,” diye atıldı Tolga. “Cinayetin içinden yine cinayet çıktı!”

“Ne yani lanetli ev mi şimdi burası hakikaten?” dedi Necmi. Heyecanlanmış gibiydi. “Filmlerde olur sanıyordum böyle şeyler.”

Başkomiser Rıfat’ın aklına mahallelinin söyledikleri gelmişti.

“Dedikodu bunlar Necmi. Somut şeylerin üzerinde durmalıyız,” dedi önce, sonra Aslı’ya dönüp “Kadının oğluna ne olmuş?” diye sordu.

“Devlet almış çocuğu.”

“Şimdi ne yapıyormuş peki?”

“İzini sürmedim amirim, isterseniz bakarım.”

“Bir an önce hallet bu işi Aslı. Bir de Necla Torun’un kocası, onun akıbeti ne olmuş bir araştır.”

İlçenin üzerine güneş batarken çıktılar karakoldan. Soruşturma devam ediyordu hem zihinlerinde hem de laboratuvarlarda. Fakat bir gerçek vardı, bu Akdeniz İlçesi’nin ölüm gibi, cinayet gibi nahoş olaylarla içli dışlı olması anlaşılamazdı. Çünkü bahar geliyordu ve turunçgillerin mayhoş, sarhoş eden kokusu doldurmuştu havayı. Kim kötülük yapardı ki bu havada? Şeytan hangi ara dadanmıştı buraya?

***

Ertesi gün Tolga bir elinde pembe, karton kapaklı bir dosya -otopsi raporları- diğer elinde de poğaçalarla Başkomiser Rıfat’ın odasına girdi. Başkomiser uykusuz görünüyordu. Tolga’yı gördüğüne şaşırmamıştı. “Gel Tolga,” dedi. Bu genç çocuk yıllardır yardımcıdan çok bir can yoldaşı olmuştu ona.

“Başkomiserim poğaçalar sıcak, önce bundan mı başlayalım yoksa raporlardan mı?” diye sordu. Sabah sabah Başkomiser’i gülümsetmeyi başarmıştı.

“Sen iki çay söyle, çaylar gelinceye kadar dosyalara bakarız. Sonra da poğaçaların işine tabii…”

“Ne düşünüyorsunuz amirim?”

“Cinayetler hakkında mı?”

“Evet.”

“Önce bir raporları inceleyelim Tolga!”

“Sizi tanıyorsam, bir ön fikriniz mutlaka vardır.”

“Yani bana kalırsa, kırk yıl önceki cinayetle, hani şu Necla Torun’un öldürülmesiyle ilgisi var bu cinayetin.”

“Nasıl bir ilgiden söz ediyorsunuz?”

“Yıllar sonra gelen intikam gibi… Kadının oğlu veya akrabaları katil olabilir.”

“Amirim bana kalırsa adamların mesleklerine odaklanmalıyız. Yani sizin fikriniz, nasıl söylesem…”

“Kitaplarda veya filmlerde olur mu diyeceksin?”

“Evet, kusura bakmıyorsunuz değil mi?”

“Yok, be Tolga! Peki, diyelim senin dediğin gibi öfkeli bir koca veya bir müvekkil olsun katil, neden bu ev? Neden başka bir yerde öldürmedi? Yani sence de o evin simgesel bir anlamı varmış gibi durmuyor mu?”

“Belki bu çevreden, yani ilçeden biri katil… Evi de biliyordu… Boş, virane bir yapı, tam da cinayetlik…”

“Haklı olabilirsin tabii Tolga! Dediğim gibi önce şu raporlara bir bakalım.”

Otopsi raporları tam da bekledikleri gibiydi. Kardeşlerin ikisi de aşırı kan kaybından ölmüştü. Doktorun dediğine göre de kesikler tam yerinden, atardamarın geçtiği yerden, atılmıştı. Bir arter kanaması söz konusuydu ve bu sayede kardeşlerin kanı kısa sürede boşalmıştı.

“Bu kan merakı da dikkat çekici,” dedi Başkomiser Rıfat. “Yani neden daha kansız bir öldürme yöntemi seçmemiş, neden bu kadar çok kan var?”

“Öfke yüzünden başkomiserim.”

“Evet, öfke, şiddet bunlar paralel gider. Pek bir şiddet yok burada, yani boyna atılan iki, üç kesik… Çok öfkeli olsa adamları delik deşik etmesi gerekmez miydi?”

“Profesyonelse gerekmez amirim. Kontrollü bir öfkesi vardı adamın belki de, daha soğukkanlı…”

“Cinayet aleti de yok elimizde!” diyerek hayıflandı Başkomiser. “Ne diyor bak burada, ucu tırtıklı bir avcı bıçağıymış muhtemel cinayet aleti. Kafalarına da bir taşla vurulmuş gibi duruyor, sert bir cisim diyor burada. Taş ya da bıçağın kabzası, her şey olabilir.”

“Parmak izi yok. DNA kalıntısı da yok. Epey profesyonelmiş katil. Planlı bir cinayet gibi…”

“Bir anda geliştiğini söylemek zor tabii Tolga…”

Odaya Aslı girdi kapıyı tıklatıp. Tolga’nın dikkati dağılmıştı bir anda, mavi, çakır gözleri kızın üzerindeydi. Başkomiser’in son sözünü bile duymamıştı. Şimdi sadece Aslı vardı sahnede. Minik, şirinlik muskası, bir o kadar da kadın, kendinden emin bir Aslı… Uzun, kumral saçlarını atkuyruğu yapmış yine. Polis üniforması tam oturmuş üzerine. Başka bir şey yakışmaz sanki bu kıza. Polislik ve bu minik kadın muazzam bir uyum içinde…

“Amirim, Necla Torun’un oğlunu ve kocasını araştırdım,” diyordu bu arada Aslı. Tolga’dan tarafa bir kere göz ucuyla bakmıştı sadece.

“Ne buldun?”

“Oğlu Özgür Torun, Çocuk Esirgeme Kurumu’na bağlı yurtlarda büyümüş. On sekiz yaşına geldiğinde bursla üniversiteye yerleşmiş. Bir hayırsever tarafından finanse edilmiş bütün okul masrafları.”

“Ne okumuş?”

“Tıp. Şu anda Ankara’da Hacettepe Üniversitesi’nde Doçent…”

“Alın işte! Tıp eğitimi almış!” diyerek atıldı Tolga, amacı biraz da Aslı’nın dikkatini çekmekti elbette.

“Alanı neymiş?” diye sordu Başkomiser. Düşündüğü farklı bir şey var gibiydi.

“Psikiyatri,” dedi Aslı.

“Bu kesme biçme işini düşününce… Pek alanı değil gibi, ha, ne dersiniz?”

“Temel tıp eğitimi yeter bence amirim,” dedi Tolga.

“Haklı olabilirsin, peki ya koca?”

“1985 yılında vefat etmiş. Trafik kazası, alkollüyken bir kamyona dalmış arkadan.”

“Ne talihsiz adammış şu doçent… Neydi adı?”

“Özgür Torun, başkomiserim,” diye cevapladı Aslı. Bu ‘komiserim’ hitabı hoşuna gitmemişti Tolga’nın.

“Yani sonuçta,” diye söze girdi Başkomiser. “Adam, ilçeden altı yüz kilometre uzakta, Ankara’da yaşıyor, doğru mu?”

“Evet, amirim.”

“Adamı ilçeye bağlayan bir akraba, bir eş, dost var mı?”

“Anne, babası buralı değillermiş zaten. Babası yazın turizmde çalışan mevsimlik işçiymiş. Yani ilçeyle bir alakası yok, diyebiliriz.”

Başkomiser Rıfat, cep telefonunu çıkarıp mesleğe başladığı ilk yıllarda birlikte çalıştığı, Ankara Emniyeti’nden dostlarını aradı. Hala birkaçıyla görüşüyordu. Aramasının esas amacı Özgür Torun’u merkeze aldırmak, olay günü ve saatinde nerede olduğunu ispatlamasını sağlamaktı. Özgür Torun, her ne kadar mağdur görünse de olayla ilgisinin olmadığını kanıtlamak zorundaydı.

***

“Başkomiserim, Yusuf Duman, sorgu odasında.”

“O kim oğlum?”

“Sizin haberiniz yok mu amirim? Necmi maktullerin GSM kayıtlarını incelemiş, bu adam kardeşlere tehdit mesajları çekmiş birkaç defa.”

“İkisine de mi?”

“Evet.”

“Derdi neymiş?”

“Kardeşlerin yüklü bir borcu varmış buna galiba. Bir de anne tarafından akrabalarmış. Arazi anlaşmazlığı varmış aralarında.”

“Eşkale uyuyor mu?”

“Uyuyor amirim, siz de bir bakın isterseniz.”

Başkomiser Rıfat, “Bana söylemeden kimseyi merkeze almayın bir daha,” diyerek ayaklandı. “Önce benim bilgim olacak Tolga!”

“Başkomiserim Necmi size söylemiştir, dedim. Bir de siz meşguldünüz, Ankara’yla görüşüyordunuz.”

Başkomiser hiçbir şey söylemedi. Sorgu odası-1’e girdi. Masada kırlaşmış saçlarını karıştırıp duran bir adam oturuyordu. Büyük, kemerli bir burnu vardı, bir de iri siyah gözleri… Kamera kayıtlarını düşündü Başkomiser, eli silahlı, maktulleri ite kaka eve sokan adam olabilir miydi karşısındaki? Herkes olabilirdi aslında. Kayıttaki adam öyle belli belirsizdi ki herkese benzetilebilirdi. Hatta kendisine bile.

“Beni neden getirdiniz buraya?” dedi adam sinirle, ayağa kalkmaya yeltendi.

“Kabarma lan hemen, otur!”

“Ne istiyorsunuz benden?”

“Levent ve Bülent Sözen, bu isimleri biliyorsunherhalde.”

“Evet!”

“Öldürüldüklerini de biliyorsundur o halde.”

“Evet, duydum da benimle ne ilgisi var?”

“Sana borçları varmış, tehdit mesajları çekmişsin. Sizi öldürürüm demişsin!”

Adam bir anda yumuşamış, biraz önceki sinirinden eser kalmamıştı.

“Evet, dedim ama öylesine.”

“Ne bilelim gerçekten yapmadığını?”

Sorgunun bundan sonraki kısmı Yusuf Duman’ın yeminleriyle geçti. Arazi anlaşmazlığının tatlıya bağlandığını, çok uzun zaman önce arazisini kardeşlere sattığını söyledi. Fakat paranın büyük bir kısmını alamamıştı.

“Başkomiserim adam eczacı, bence baş şüphelimiz olmalı bu adam,” diyordu Tolga. Sorguyu dışarıdan seyretmiş ve sorgu biter bitmez Başkomiser’in odasına heyecanla girmişti.

“Neden?” diye sordu Başkomiser Rıfat.

“Amirim insan vücudundan anlıyordur bu adam bir kere. Bir de cinayetlerin çoğu, yani benim gördüğüm, ya para yüzünden ya da aşk yüzünden işlenir.”

“Nefret yüzünden işlenenleri azımsama.”

“Yani ben istatistiklerden ve tecrübelerimden bahsediyorum.”

Aslı’nın odaya girmesiyle tartışma sona erdi. Ankara’dan telefon vardı.

***

Bir zamanlar birlikte çalıştığı, şimdilerde komiser olan Tahsin –birlikte az içmemişlerdi- telefonun diğer ucundaydı.

“Başkomiserim, Özgür Torun olay gecesi eşiyle birlikte yemekteymiş.”

“Bırak şimdi başkomiseri falan Tahsin, yediğimiz haltlar buradan Ankara’ya yol olur.”

“Tamam, Rıfat, tamam… Ama özledim o günleri, söyleyeyim yani.”

“Tatil yerinde çalışan benim, yazın bir ara çık gel.”

“Ben gelirim de, gittiğimiz bütün meyhaneler burada. Sen gelsen daha iyi olacak sanki!”

“Yolumuz düşer elbet Tahsin’im.”

“Neyse ben devam edeyim o zaman.  Adam ve eşinin gittiği restoran rezervasyonla çalışıyor ve her yerde kameraları vardı. Kayıtları inceledik. Şüpheye hiç mahal yok, adam doğru söylüyor.”

“Sorguya aldınız mı?”

“Adamdan şüphelenmemizin yersiz olduğunu anladığım için ben gittim ziyaretine.”

“Ne anlattı?”

“Ona annesini, ölümünü, sonrasında yaşadıklarını sordum. Annesi bir gece vakti, o uyurken –yedi yaşında bir çocukmuş o zamanlar- hemen yanında katledilmiş. Uyandığında onu yatağında, kanlar içinde bulmuş. Tabii travma yaratmış bu durum. Yıllarca tedavi görmüş.”

“Bizim kardeşleri tanıyor mu?”

“Tanıyor, hatırlıyor da. Annesinin ölümünde parmakları olmadığını, polisin o dönemde hiçbir şey bulamadığını söyledi. Fakat hala annesinin katilinin bulunamaması… İşte içinde derin bir yaraymış o. Dediğine göre yani.”

“Madem o kadar büyük yaraymış da neden kendisi hiç araştırmamış olayı. Savcılığa, polise dosyanın yeniden açılması için neden hiç başvurmamış?”

“Başvurmuş aslında. Her defasında delil yetersizliğinden dosya yeniden kapanmış.”

“Ben o delillere baktım aslında. Kadının üzerinde herhangi bir parmak izi, DNA kalıntısı yok. Odanın bazı yerlerinde, ev ahalisinden özellikle Asude Hanım’ın, evin annesinin, parmak izleri, saç telleri çıkmış. Bu da doğal tabii… Kadının odasında, raporda yazdığı kadarıyla, kardeşlerden hiçbir iz bulunamamış. Evin babası Osman Sözen’in parmak izlerine odanın kapı kulpunda rastlanınca sorguya alınmış. Fakat adam evin doğal bir üyesi olduğundan dava açılması için yeterli bulunmamış bu kanıt.”

“Çok iyi özetledin olayı, ben de okudum bunları. Yalnız en son, Özgür Torun’u birisi aramış ve annesinin ölümüyle, kardeşlerle ilgili sorular sormuş.”

“Yani, Tahsin şimdi mi söylenir bu?”

“En iyi haberi en sona bırakayım dedim.”

“Kimmiş, adamı çatlatma gözünü seveyim.”

“Tamam, tamam. O da bir doktormuş. Sizin büyükşehirde çalışıyormuş. Devlet Hastanesi’nin Acil bölümünde…”

“Sen adını, telefonunu gönder bana, hemen bakalım.”

Başkomiser Rıfat’ın beklediği mesaj, telefonu kapattıktan saniyeler sonra geldi. Aslı’yı odasına çağırdı tekrar.

“Harun Serttaş… Bir araştır bakalım Aslı, bizim kardeşlerle bir alakası var mıymış?”

Aslı, Başkomiser’in verdiği ismi not etti hemen. Kumral saçlarını savurup arkasına döndü. Odadan çıkarken Tolga’yla çarpıştı. İkisinin de gözleri ışıldadı bu güzel tesadüf karşısında.

-II-

Ruhumu Çaldı Benden!

Kötüleri nerede görürse tanırdı. O gün, polikliniğe tesadüfen gelenler, beklenmedik misafirler de kötüydü. Bunu biliyordu çünkü canını yakmışlardı ve belki de canının bir ömür boyu yanacak olmasına sebep olmuşlardı. Biri diğerinin koluna girmiş birbirine benzeyen iki insan. Kardeştiler, bunu da biliyordu. Sağlık durumu iyi olan, iyi olmayana yardım ediyor, mükemmel kardeş rolünü oynuyordu. Muhtemelen kıç tarafında kanaması vardı sağlıksız olanın. Hekim hisleriyle anlayabiliyordu bunu. Bir de gelen kokudan tabii.

Kötülüğün kokusu nereden çıkardı ki başka?

“Abimin hemoroidi çok kötü durumda doktor!” dedi iyi kardeş rolü yapan.

Nasıl da bilmişti!

“Bir kontrol edelim,” dedi. “Sonra gerekirse hemen ameliyata alırız.”

Ameliyatlıktı adamın durumu. Daha fazla üstüne gitmek de yarayı bu şekilde bırakmak da doğru olmazdı. Ameliyathanenin hazırlanmasını istedi. Numaracı kardeşi de dışarı çıkardı hemen.

Birinin işini ameliyathanede bitirmek, “Üzgünüm, masada kaldı hasta,” demek geldi içinden. Diğerine nasıl bir kulp bulacaktı? Bu işi erteleyecekti. Mecburen!

***

Akşama doğru evine girdi; soğuk, anlamsız duvarlarla çevrili, bir sürü boş odası olan evine… Eşinden ayrıldığından beri bu koca evde tek başına yaşıyordu. Eşi giderken –o tercih etmişti gitmeyi- eşyaların çoğunu götürmüştü. Bu yüzden kullanmadığı bir sürü odası olmuştu Doktor’un.

Gülten, eşi, ruhuydu onun. Öyle hitap ederdi ona iyi günlerinde, ‘ruhum’ derdi. Şimdi gelse yine ‘ruhum’ diye çağırırdı belki, fakat Gülten, “Ben senin ruhunu bilirim, sen ruhunu işine ve şişelere satmışsın!” diye karşılık verirdi. Defalarca tekrarlanmıştı bu diyalog aslında, özellikle Gülten’in evi terk etmesinden önceki son günlerde.

Acil Tıp hekimiydi, çok çalışıyordu, çok fazla nöbete kalıyordu. Çalışmaktan, sürekli aynı işi yapmaktan bunalıyordu. Bunalımını gideren tek şey, onu katıksız bir uykuya daldıran, dinlendiren tek şey alkol oluyordu. İşi ve alkol arasında mekik dokuyordu adeta. Bu arada Gülten’e ayıracak zamanı kalmıyordu. Doktor Harun aslında, kendisi ve eşi arasında kalmıştı. Onunla vakit geçirmeyi çok istiyordu, fakat bir türlü olmuyordu. Zamanla eşi, görmezden gelindiğini düşündüğü için daha da hırçınlaştı. Tartışmalar uzadıkça uzuyordu. Birbirlerine ayırdıkları tek vakit, tartıştıkları vakitti.

En sonunda Gülten evi terk edip, Harun’u alkolü ve işiyle baş başa bırakmakta bulmuştu çareyi. Bir hafta sonra da boşanma davası açmıştı. Doktor Harun, üzerinde “Sözen Hukuk Bürosu” yazan zarfı aldığında her şeyin bittiğini anlamıştı. Mahkeme günü, saati, her şey belliydi. O güne kadar onun da sağlam bir avukat bulması gerekiyordu. Bir ara yıllık izne çıkıp bu işe odaklanmayı, Gülten’i geri almanın yollarını aramayı düşündü. Fakat erteledi sürekli bunu. İşi, alışkanlık yaratan bir dairede kalmasını, ruhsal olarak güvende kalmasını sağlıyordu. Bu dairenin dışı ise hayal kırıklığı ile sonuçlanabilecek bir mücadelenin başlangıcı demekti. Göze alamıyordu. Gözünü karartamıyordu.

Mahkeme gününe kadar olan iki aylık süre bir çırpıda tükenmişti.

Mahkemenin kendisine atadığı bir avukatla çıkmıştı hâkim karşısına. Eşinin avukatı ise Bülent Sözen’di. Sözen Hukuk Bürosu’nun küçük ortağı… Cevval bir avukattı Bülent Sözen. Kendi avukatı ise üniversiteden yeni mezun, çıtı pıtı bir kızdı. Konuşurken sesi titriyordu. Hiç şansı yoktu. Bülent Sözen, ‘Doktor Harun’un yaşam tarzı’ konulu bir nutuk çekip hâkimi bağlamayı başarmıştı. Öyle anlatmıştı ki Harun da kendisinden nefret etmişti. “Hayır, boşanmak istemiyorum,” bile diyememişti.

Tek celsede boşandılar.

Sonraki günler çok zor geçti Harun için. Artık ‘ruhu’ yoktu, ruhu olmayan bir insan nereye kadar dayanabilir, ne zamana kadar yaşayabilirdi? Onu yıkan esas şey boşanmalarından bir ay sonra Gülten’in yeni biriyle tanışıp evlenmesi olmuştu.

Belki de evlilerken tanışmıştı o adamla. Bu düşünce beynini kemiriyordu. Belki de aldatılmıştı. Hak etmişti aldatılmayı. Aldatılmak hak edilir miydi? Bunların arasında gidip geliyordu sürekli. Ruhunun kalan parçası, kendi ruhu, pişmanlık, özlem, hırs, kıskançlık gibi hislerle ıstırap çekiyordu.

Tam da o günlerde gördü kardeşleri poliklinikte. Levent ve Bülent Sözen… Kıçı hemoroidli olan Levent, ilgili kardeş rolünü oynayan, ruhunu ondan koparan ise Bülent…

Bir süre ne yapması gerektiğini düşündü. Bir şey kesindi. Onları öldürecekti. Istırabı diner mi bilmiyordu. Fakat odaklandığı tek şey buydu. Kötüydü onlar çünkü. Daha da kötü olabilirler miydi? Öldürmesine daha fazla gerekçe bulabilir miydi? Bu yüzden kardeşlerin geçmişini kurcalamaya karar verdi. İnternet ve bilgisayar bilgisi sonunda işine yarayacaktı.

***

Bir hacker kadar olmasa da girişin yasak olduğu veya şifreye tabi olduğu sitelere girmeyi biliyordu. Üniversite yıllarında, Bilgisayar Mühendisliği’nde okuyan bir arkadaşı sayesinde edinmişti bu marifeti. O günlerde daha çok sevmedikleri insanların sosyal medya hesaplarına girip onlara küçük, tatlı sürprizler hazırlarlardı. Arkadaşı işi giderek büyütmüş ve emniyetin veri tabanını çözmeye kadar götürmüştü. Dışarıdan bakan bir üçüncü göz gibi polisiye olayların dosyalarına, delillere, şüphelilere bakıyorlar, kendilerince çözümler bulup eğleniyorlardı. Bir nevi zekâ oyunuydu bu. Fakat asla müdahale etmiyorlardı, çünkü başlarına geleceklerin farkındaydılar.

Şimdi aynı oyunu yıllar sonra bir kez daha tekrarlayacaktı.

Karşısında açılan komut ekranına birkaç komut yazdıktan sonra emniyetin ana sayfası ekranındaydı. Arama kısmına kardeşlerin ismini yazdı hemen. Herhangi bir suç ya da sabıka dosyasına ulaşamadı. Tam da beklediği gibiydi bu. Aramayı daha da derinleştirip tanık olarak dinlendikleri, soruşturuldukları dosyalara göz attı. Kardeşler 1982 yılında evlerinde ölü bulunan Necla Torun hakkında sorguya çekilmişlerdi. Kadın üç yerinden bıçaklanarak öldürülmüştü ve evin sakinlerinden başka bir şüpheli bulamamıştı polis.

Doktor Harun’a öyle geliyordu ki adamların bu işte bir parmağı vardı. Hissediyordu, kanları belki o gün kirlenmişti. İçlerine işleyen kötülük toksini o gün yerleşmişti hücrelerine.

Biraz daha araştırınca kadının öldürüldüğü evin oturduğu şehre çok yakın, otuz beş, kırk kilometre uzaktaki bir ilçede olduğunu anladı. İlçeye ilk ziyaretini adamları yaka paça tutup oraya getirmeden bir hafta önce gerçekleştirdi.

Sonraki hafta Necla Torun üzerinde yoğunlaştırdı araştırmalarını. Kadının bir oğlu olduğunu öğrendi. Özgür Torun… Meslektaştılar, farklı olarak Özgür Torun Ankara’da çalışıyordu. Telefonla iletişime geçti hemen. Doçent olmuştu adam ve üniversitede  önemli bir mevkideydi. “Ben o işlerin üzerini kapattım. Annem bir cinayete kurban gitti evet, ama artık ben kendi hayatıma bakıyorum, kariyerime odaklanıyorum,” dedi en son. Doktor Harun, meslektaşının bu kadar duyarsız olmasını anlayamıyordu, nasıl olmuş da geçmişin üzerine bu kadar kolayca sünger çekebilmişti. Onun yapmadığı evlatlık görevini de yapacaktı.

Soruşturma dosyasında, Osman Sözen ve Asude Sözen isimleri de vardı. Fakat nüfus kayıtlarına baktığında –Nüfus Müdürlüğü’ne sızmak onun için çocuk oyuncağıydı- ikisinin de öldüğünü gördü. Geriye, tek bir isim kalmıştı: Yusuf Duman…

Yusuf, Necla Torun’un öldürüldüğü tarihlerde halası Asude Sözen’in yanında misafirdi. O zamanlar on iki yaşlarındaydı ve polis yanına bir pedagoji uzmanı alıp onun da ifadesini almıştı. Hiçbir şey duymadığını ve bilmediğini söylemişti polislere. Doktor Harun, yine de bilemezdi. Belki bir şeyler görmüştü. Adres kayıtlarına ulaştı hemen ve Yusuf Duman’ın çalıştığı hastanenin çok yakınında bir eczane işlettiğini gördü. Bu kadarı tesadüf olamazdı. Kardeşlerin kötülüklerini ispatlaması için her şey ayağına geliyordu, onu çağırıyordu adeta. Bu yüzden eczaneye bir ziyaret kaçınılmaz olmuştu.

***

Yusuf onu müşteri zannetti. “Buyurun, nasıl yardımcı olabilirim?” diye sordu. Doktor Harun, bütün ciddiyetiyle, “Yalnız konuşabileceğimiz bir yer var mı?” diye sordu. Yusuf şaşırmıştı bu soruya, “Nasıl yani? Ne konuda?” diye sordu o da.

“Levent ve Bülent Sözen kardeşler hakkında.”

Bunu duyunca Yusuf’un yüzü allak bullak oldu.

“Arkaya geçelim o zaman,” dedi. “Sizi dinliyorum!”

Doktor Harun, bütün olayı anlattı. Kardeşlerin kadına bir kötülük yapmış olabileceğinden şüphelendiğini söyledi.

“Polis misiniz?”

“Alakası yok! Bu adamların bana bir kötülükleri dokundu. Nasıl desem, eşimi, ruhumu elimden aldı bunlar.”

“Peki, bu bilgiyle ne yapacaksınız ki?”

Güzel soru, diye düşündü Doktor Harun, çok zekiydi Yusuf ve kesinlikle bir şeyler biliyordu. Yalan söylemek zorundaydı, gözünü biraz korkutmalıydı.

“Polis yeni deliller bulmuş olayla ilgili. Fakat size henüz ulaşmadılar sanırım. Ben, ben diyorum ki polisin işini biraz kolaylaştırsak, bu adamların hak ettikleri cezayı bir an önce almalarını sağlasak.”

“Bakın, ben o yıllarda bir çocuktum daha. Herhangi bir şey görmedim.”

Doktor Harun, eğilip adamın kulağına fısıldadı.

“Yusuf, akıllı ol! Bildiklerin var belli, saklayacak olursan senin de başın yanar. Yani, polis eninde sonunda bulacaktır seni.”

Hiç beklemiyordu ama tehdidi etkili olmuştu. Yusuf bütün gördüklerini anlattı. Gece uyanmıştı seslere ve onların ne yaptığını görmüştü. Sonra gidip yorganın altına saklanmıştı ve sırrını bugüne kadar o yorganın altında tutmuştu.

Doktor Harun, haftanın geri kalanını, kötülüğü kesinleşen kardeşlere ne yapacağıyla ilgili plan yaparak geçirdi.

***

“Konuşun ulan, siz mi kıydınız kadına?”

“Söylediğiniz kadını doğru düzgün hatırlamıyoruz bile!”

“Hadi lan, kesin mavalı, sen Levent o zaman on sekiz yaşındaymışsın, Bülent sen de on yedi… Neyini hatırlamıyorsunuz?”

“Yani tamam oldu öyle bir şey ama,” dedi Levent, kıçından sorunlu olan, “Biz aklandık.”

“Bırakın şimdi bunları. Anlatın her şeyi de canınızı bağışlayayım. Bakın herhangi bir alıcı, verici yok elimde, üstümde.”

Doktor Harun gömleğini dışarı çıkarıp yukarı doğru sıyırdı. Üstünün boş olduğunu göstermeye çalışıyordu. Ceplerini de boşaltıp adamların önüne koydu.

“Bakın,” dedi, “Cep telefonum bile yok!”

“Kimsin ulan sen?” dedi bu kez Bülent. “Kadının nesisin de bu kadar üzerimize geliyorsun?”

“Kadının uzaktan bir akrabasıyım,” diye yalan söyledi Doktor Harun.

“Bize zarar vermeyeceğini nereden bilelim?”

“Bakın! Bana bakın! Bunu bilemezsiniz tabii. Ama konuşmazsanız da anında, buracıkta, iki kurşunla öldüreceğim sizi. Sizin seçiminiz!”

Sessiz bir dakika geçti.

“Tamam, her şeyi anlatacağım,” dedi Levent en sonunda.

“Abi!” diye karşı çıktı Bülent ona.

“Oğlum görmüyor musun? Adam manyak!”

“Evet, biraz öyleyim, konuşmaya başla bakalım!”

“Kadın çok güzeldi,” diye başladı Levent. “Açık, saçık giyinirdi bir de üstelik. Babamın da ağzının suyu akardı da annemden korkardı. Neyse bir gece bu Bülent şeytana uymuş, girmiş kadının odasına. Ağzını kapatıp çıkmış üstüne deyyus. Tıkırtılar gelince uyandım, daha tam uyumamıştım zaten. Her neyse kadının odasından sesler geldiğini duydum. Bülent’in elinde bir bıçak diğer eliyle de kadının ağzını kapatmış. ‘N’apıyorsun lan?’ dedim fısıltıyla. Beni görünce bıçağı bana verdi, kadına da bir tokat çarpıp bayılttı. Sonra işte malum, işini bitirdi…”

“Sonra sen, değil mi lan? Sırada bekliyordun.”

“Evet, ben de gençtim. Ben üzerindeyken kadın kendine gelmeye başladı. Telaşla boynuna sapladım bıçağı. Her şey bir anda gelişti yemin ederim. Kan revan oldu her yer. Bülent elimden bıçağı kapıp bir iki sefer daha bıçakladı kadını.”

“Sonra?”

“Sonra delilleri temizledik n’apalım?”

“Kadının üzerinde bir sürü iziniz kalmıştır. Nasıl temizlediniz hepsini ya da polis nasıl bulamadı, inanamıyorum.”

“…”

“Biliyorum sebebi ben aslında. Kriminal çok gelişmiş değil o günlerde. Bir de tam darbe zamanı, polisin aklı sağcıda, solcuda…”

“Yo, aslında biz iyi bir temizlik yaptık. Bıçağı da yok ettik.”

Levent ve Bülent’in son sözleri oldu bunlar. Doktor Harun, nerelere kesik atacağını çok iyi biliyordu.

“Bu karım için, bu o zavallı kadın için, bu da vefasız oğul için!”

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

En Son Yazılar