Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

Yeni Sayı Çıktı!

En son hikaye, röportaj ve yazıları şimdi tıklayıp ücretsiz okuyabilirsiniz!

ŞÜPHE

Diğer Yazılar

ENSE

Yasemin Saraç
Yasemin Saraç
Merhaba. Ben Yasemin Saraç. İletişim Fakültesi ve Sosyal Medya Yöneticiliği mezunuyum. Sabah, Akşam ve Milliyet gazetelerinin yazı işlerinde editör olarak geçen yılların ardından emekli oldum ama ruhum hep gazeteci kalmaya devam edecek. Tıpkı lise yıllarında başlayan yazma tutkum gibi… Yazma tutkumu daha bilinçli bir seviyeye taşımak için yazarlık ve editörlük/yayıncılık atölyelerine katıldım. Hayallerimi ise hikâyelerimin yer aldığı kitaplarımı -yakın bir zamanda- okurlarla paylaşmak süslüyor.

Bir yandan cep telefonuyla konuşuyor, diğer yandan teknede her şeyin mükemmel olmasına çalışıyordu. Servis elemanını yanına çağırdı. “Bu masa örtülerinin değiştirilmesini istiyorum. Daha önce şefinize söylemiştim. Neden dediklerim hemen yapılmıyor!” diye bağırdı, sonra güverteye çıktı.

Semiha, otuzuncu doğum günü partisinin kusursuz olması için çabalıyordu. Ancak bu hem kendisini hem etrafındakileri strese sokuyordu. En ufak şey için herkesi azarlıyordu. Yıl sonunda evlenme planları yaptığı sevgilisi Dolunay, elinde içki kadehiyle onu uzaktan izlemekle yetiniyordu. Sinirinden pay almaya hiç niyeti yoktu. Kendi sorunları yeterdi. Teknenin sakin bir köşesinde ilk evliliğinden oğlu Tunç ile nişanlısı Müge’yi gördü. Elindeki kadehi kaldırarak selam verdi. Tunç ve Müge tartışıyor gibi görünüyordu ama Dolunay yanlarına gittiğinde ikisi de sustu. Yüzlerine sahte bir gülümseme kondurmayı bile başardılar.

“Semiha doğum günü için çok özeniyor. Sence de bu kadar gerginlik biraz fazla değil mi?” diye sordu babasına Tunç. “Azarlamadığı bir denizdeki balıklar kaldı herhalde. Kaptan bile payını aldı. Neymiş efendim onun istediği yerde demirleyememiş, bir metre daha sağda olmalıymışız. Gülsem mi ağlasam mı bilemiyorum.”

Müge sessiz kaldı ancak gözleri Tunç’u onayladığını belli ediyordu. Sonra o da bir şeyler söyleme gereği duydu “Pilates sınıfımda dersim var, ben parti saatinde geleyim dedim, ille sen de Tunç ile bir gece önce gel diye tutturdu. Tüm hafta sonunu birlikte geçirecekmişiz. Geldik, herkesi azarlamasını izliyoruz, ha bir de bizi azarlamasın diye dua ediyoruz.” Son kelimelerini sinirli bir gülme efekti süsledi.

Onlar konuşurken Semiha kırmızı dekolte elbisesi üzerinde, elmas kolyesi elinde Dolunay’ın yanına geldi, “Klipsi bağlar mısın? Tek başıma yapamadım” dedi. Ardından Müge’ye döndü: “Biliyor musun, siyah senin rengin değil. Daha renkli bir şeyler giymelisin partide. İstersen benim gardırobumdan bir şeyler verebilirim.”

Müge’nin yüzü sinirden kıpkırmızı oldu. Tunç karıştı söze, “Dünden beri buradayız. Ne gereği var? Ayrıca gece uyku tutmadı, güverteye çıkayım dedim o sırada sanki küçük bir bot bizim yata yanaştı gibi hissettim. Benden başka duyan var mı?”

Semiha’nın rengi uçup kolyesini tutan elleri titredi, Dolunay umursamaz bir tavırla omzunu silkti, “Sanırım ben çok derin uyumuşum. Hiçbir şey duymadım.”

Konuyu değiştirmek isteyen Semiha, “Biraz önce Mehlika aradı. Cüneyt’le ikisi on beş dakikaya kadar geliyormuş. Partiden önce laflamaya vaktimiz olur,” dedikten sonra yine birilerine direktifler vererek yanlarından ayrıldı.

Tunç, babasının garsondan yeni bir kadeh istemesi üzerine “Bu saatte bu kaçıncı içki. Sence de fazla hızlı gitmiyor musun?” diye sordu. Müge, aile meselesine karışmak istemediğinden Tunç’un kolunu tutup “Biraz başım ağrıdı. Kamaraya gidiyorum. Görüşürüz,” dedi.

Dolunay yalnız kaldıklarına kanaat getirince Tunç’a büyük bir sır verirmiş gibi eğildi “Birisi bizi batırmaya çalışıyor. Hesaplarda büyük oyunlar dönmüş. Ne yazık ki geç öğrendim. Şirket batmak üzere. Bu yat bile ipotekli. Kimsenin haberi yok. Bu durumu daha ne kadar saklarım bilmiyorum,” diye fısıldadı.

Tunç duyduğu bu gerçekle dayak yemiş gibi sendeledi. “Bunu şimdi mi söylüyorsun? Ne yapacağız?” diye sordu. Dolunay’ın sesi sertti: “Senlik bir durum yok. Halletmeye çalışıyorum. Mehlika ve kocası şüpheleniyor olabilir. Ancak Semiha’ya söyleyeceklerini sanmam. Sen de konuyu açmaya çalışırlarsa onları uzaklaştır.”

Mehlika ve Cüneyt botla gelip yata çıktıklarında, Semiha abartılı jestlerle karşıladı ikiliyi. Gözleriyle bütün yatın adeta röntgenini çeken Mehlika, Semiha’yı öptü. Kulağına da “Hediyeni akşam partide vereceğim. Çok seveceksin,” diye fısıldadı.

Semiha, iyi bir ev sahibi olduğunu gösteren tavırlarla onu, Dolunay ve Tunç’un yanına götürdü. Mehlika, “Yatınızı çok merak ediyordum. Neyse ki görmek kısmet oldu,” dedi yapmacık bir tavırla. Cüneyt ise Semiha’nın yüzüne soru işareti dolu gözlerle bakıyordu ama bir şey dememeyi seçti.

Semiha, Dolunay sayesinde sosyetede yer edinip Mehlika’yla samimi olmuş, sonra onun başkan olduğu dernekte görev almaya başlamıştı. Başkanlık seçiminde Mehlika’nın karşısına rakip aday olarak çıkmış, Mehlika arkadaşım dediği kadından ilk darbeyi almıştı. Kocası da Semiha’yı sevmiyordu, hissediyordu. Ama aynı nedenlerle mi, işte ondan pek emin değildi.

Mehlika, Dolunay ve Tunç’la sohbet ederken Cüneyt ayağa kalktı ve Semiha’dan yatı gezdirmesini istedi. Gruptan uzaklaştıklarında Semiha’nın kolunu sıktı: “Ne tür bir oyun oynuyorsun? Beni o kadınla gördüğünden beri geriliyorum, Mehlika’ya ne zaman söyleyeceksin diye…”

Semiha kolunu kurtarıp sahte bir gülümsemeyle yanıt verdi: “Karın o derneğe başkan oldum diye beni rezil etmeye çalışıyor her yerde, ama ben bunu ödeteceğim. Belki sırf intikam için söylerim onu nasıl boynuzladığını.”

Cüneyt onu baştan ayağa iğrenir gibi süzdü, “Hastasın sen!” dedi, “Zavallı bir ruh hastası…”

Semiha’nın kahkahaları Dolunay, Tunç ve Mehlika’nın yanına kadar ulaşmıştı. Mehlika merakla, “Cüneyt’le birlikteyken bu kadar kahkaha atmasına şaşırdım. Cüneyt esprili bile değildir,” dedi. Ama aslında kıskançlıktan içi içini yiyordu.

Semiha ve Cüneyt yanlarına geldiğinde herkes sus pus oldu. Tunç, izin isteyip Müge’nin yanına gideceğini söyledi.

Uzaktan uzağa Semiha’ya âşık olan ve yatla açıldıkları her an onu gizliden gizliye izleyen Kaptan Süha, dümenin başında bu gruba dikmişti gözünü… “Herifte paradan başka bir şey yok. Ama bu da yetiyor işte,” derken içten içe köpürüyordu. Diğer yatların kaptanlarıyla konuştuğunda Dolunay’ın işlerinin kötüye gittiğine dair dedikodular duymuştu ama inanmamıştı. Ah Semiha ona bir baksaydı… Baksaydı da ondaki aşkı görseydi. Paradan çok daha büyük değil miydi aşk denilen şey… Semiha hakkındaki her şeyi öğrenmeyi kafasına takmıştı. Bildiklerini duysa kendisiyle gurur duyardı. Yoksa daha çok sinirlenir miydi? Güldü. Belki de bu gece yalnız yakaladığında öğrendiklerini ‘doğum günü hediyesi’ olarak anlatıverirdi. Bu kendisine de büyük bir hediye olarak dönerdi belki, kim bilir?

Saat 20.00 olmak üzereydi, diğer konuklar da yata gelmişti. Hafif bir müzik, özenle seçildiği belli yiyeceklerle konuklar son dedikoduları duymak için birbirlerinin yanına seğirtiyordu. Dolunay, kamarasında hazırlanan Semiha’ya bakmak için gittiğinde kimseyi göremedi. Kadın banyoda da yoktu. İnsanları telaşlandırmak istemedi. Önce Tunç ve Müge’nin kamarasına gidip Semiha’yı görüp görmediklerini sordu. Ardından Mehlika ve Cüneyt’e… Hiçbiri görmemişti.

Parti başladı. Herkes Semiha’yı soruyordu. Dolunay, “Migreni tuttu. Odada karanlıkta yatıyor, az sonra aranıza katılacak,” diye oyalıyordu insanları… Ama parti Semiha’sız bir şekilde bitti. Konuklar botlarla ayrıldıktan sonra kalanlar her yeri didik didik aradı.

O sırada mutfak bölümünden bir çığlık yükseldi. Catering firmasından gelen görevliler gitmişti ve yatın daimi mutfak görevlisi, parti sonrası ortalığı topluyordu. Kiler olarak kullanılan küçük bölmeyi açtığında, yerde kırmızı elbisesiyle Semiha’yı uzanır bulmuştu. Dolunay’a taktırdığı elmas kolyenin yerinde yeller esiyordu. O karmaşada kimse bu ayrıntıya takılmadı. Boğazındaki iz her şeyi unutturdu.

Herkes kilere toplandı. Dolunay bembeyaz oldu Semiha’nın cansız bedenini görünce. Kapıya yaslanmak zorunda kaldı. Tunç da bir yerdeki kadına bir babasına bakıyordu. Semiha’nın boğazında zincir şeklinde bir iz vardı.

Bir saat sonra yat limana çekilmiş içeri polisler ve olay yeri inceleme ekipleri dolmuştu. Genç kadın 20.00 sularında ölmüştü, daha doğrusu bir çantanın sapı olabilecek bir zincirle boğulmuş görünüyordu. Ayrıntılar otopsiden sonra ortaya çıkacaktı.

Cinayet Masasından bir komiser elinde küçük not defteriyle Dolunay’ın yanına geldi. Görünüşe göre, kadının öldürüldüğü saatte herkes parti yapılan kattaydı. Konuklar birbirinin görgü şahidiydi. Kaptan da ekibindekilerle gece için bir toplantı yapmış, dümeni yardımcısına bırakıp partiye katılmıştı bir süreliğine. Semiha’yı aramışlar ancak bulamamışlardı.

Olay gazetelerde büyük yankı buldu. Partiye katılanlar tek tek sorgulandı. Ancak bir sonuca ulaşılamadı. Semiha’nın cinayeti faili meçhul dosyalarının arasına katıldı.

Kaptan Süha, olaydan yaklaşık bir ay sonra memleketine yerleşeceğini söyleyerek istifa dilekçesini verdi. Dolunay daha fazla direnememiş, iflas etmişti.

Antalya’da yaptırdığı iki katlı eve çıkarken heyecanlıydı Süha… Boydan boya uzanan cama gidip denize baktı. O sırada tanıdık kokuyu duydu. İki küçük el gözlerini kapattı. “Bil bakalım ben kimim?”

Kim olduğunu biliyordu, döndü, kadını kucakladı. Semiha, karşısında kanlı canlı duruyordu. “Yeni adına alışmakta zorlanacağım,” diye kıkırdadı Süha. “Ben de öyle…” diye yanıt verdi kadın. Ardından adama “Yeni hayatımızı kutlamalıyız,” diyerek hazırladığı kadehlerden birini uzattı.

İkisinin de aklında ‘o gece’ vardı. Partiden bir saat önce Süha, Semiha’ya rastlamış, “Çok önemli bir şey söyleyeceğim,” diyerek odasına davet etmişti. “Dün gece gelen botu gördüm,” demişti. Kadın merakla devam etmesini bekledi. “Veee  ikizinin geldiğini gördüm. İkizin olduğunu daha önce öğrenmiştim. Ama neden geldi bunu çözemedim.” İşte şimdi ilgisini çekebilmişti Semiha’nın. “Bunu kimseye söyledin mi?” diye sordu kadın.

Semiha fısıltıyla anlatmaya başladı: “Evet, o benim ikizim Kerime. Hayatımı kararttı. İkimiz de kimsesizler yurdundaydık. Onu sevgi dolu bir aile aldı, yetiştirdi. Beni alanlarsa işkencelerle… O gün aslında beni alacaklardı, yerime o geçti. Şimdi sıra bende. Dolunay’ın bütün parasını bir şekilde Kerime’nin kimliğini kullanarak üzerime geçirdim. Ruhu bile duymadı. Salak herif. Artık çok zenginim. Seninle birlikte güzel bir hayat sürebiliriz. Benim de gözüm uzun süredir sendeydi.”

Süha mutlulukla yanıt vermişti: “Ne istersen yapmaya hazırım.”

Zavallı ikizini, “Artık barışalım. Doğum günü partime gel. Seni evleneceğim adamla tanıştıracağım,” diyerek çağırmıştı. Kerime’yi ilaçla bayıltıp alt kattaki depoya kilitlemişti Semiha. Parti saati geldiğinde kendi çantasının zinciriyle boğmuştu. Kerime ecelinin geldiğini anladığında çok geçti.

Parti sürerken cesedi mutfak kilerine taşımaları zor olmamıştı. Kaptan toplantı bahanesiyle mürettebatı oyalamıştı.

Ardından Semiha kimsenin tanımayacağı bir kıyafetle, konukları taşıyan botlardan birine atlamış, soluğu karada almıştı. Süha’nın evinde buluşmak üzere anlaşmışlardı.

Süha, bir ay kadar sabretmiş, sonra istifa edip eve gelmişti. O güne kadar sadece telefonla, o da kısacık sürelerle görüşebilmişlerdi. İşte âşık olduğu kadına nihayet kavuşmuştu. Süha içkisini yudumlarken gelecekle ilgili planlar yapıyordu.

Son içkisi ve son planı olduğunu bilmeden…

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

En Son Yazılar